SİYASAL SONUÇLARI BAKIMINDAN 18 MART DARBESİ, INTERREGNUM, ÇÖKÜŞ VE ALTERNATİF.

14.04.2025 / Ümit ÖZDEMİR

@masumlevrek

18 Mart darbesi, halk direnişiyle püskürtüldü. Püskürtülmesi, CHP’nin başarısından çok geniş yığınların adalet talebiyle sokağa dökülmesiyle mümkün olabildi. Darbeler karşısında bir türlü kararlı bir direniş gösteremeyen ve bu nedenle siyasal islamcı darbe rejiminde çok fazla darbeye maruz kalan Türk halkı, nihayet tepki gösterebildi. Bu tepkiler, kabul edelim ki oldukça kendiliğinden ve hatta çoğu zaman belirli bir siyasal talebin yükseltilmesinden uzak olsa da neticede yığınlar kendi eylemlerinden öğrenmeye devam ederler. Devrimler bir bakıma yığınların kendi eylemlerinden kendiliğinden öğrenme, kavrama ve öğrendiğini kendi hafızasında yeniden kodladığı tarihsel momentlerdir. Türkiye’de devrimci kalkışma anlarının tamamına yakından bakıldığında, rejimin temel referans noktalarının ters yüz edildiği ortaya çıkar. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana otoriterizmi referans noktası alan, emekçi sınıfların taleplerini yok saymaya yönelik bir siyasi anlayış rejimin adı ne olursa olsun belirgin ve baskın karakteriydi. Bu baskın karakter, emekçi sınıfların taleplerini soğuramadığı gibi onu sürekli inkar eden bu inkarı en genel çerçevede zaman zaman askeri darbelerle durdurmaya çalışan bir sağcı anlayışı hakim kıldı.

Darbeler ve Sabotajlar Tarihi: Türk sağının halk düşmanı sicili, tarihsel bir perspektif.

Türkiye sağcılığının rejimi ilk sabotajı olarak kavramamız gereken olay Tahkikat Encümeni operasyonuydu. Encümen’in kuruluş amacı CHP’yi kapatarak burjuva despotizmini örgütlemekti. Lakin DP ve sivil faşist rejim taraftarlarının hesap edemediği, SSCB-ABD arasındaki detantı okuyamamasıydı. Detant, yani yumuşama soğuk savaş sağcılığının keskin taraflarının törpülenerek sağı hizaya getirmeye yönelik Amerikan taleplerine kulağını tıkadı. Haluk Gerger hocamızın çok yerinde bir tanımlamasıyla “saldırgan bağımlılık” adını verdiği DP dış politikası, Suriye’ye askeri müdahaleyi deneyecek kadar ileri gidebildi. Kürsüden “siz isterseniz hilafet bile gelebilir” çağrıları, ve bu çağrılara eşlik eden DP ilçe örgütlerini ele geçiren tarikatlaşma, Amerikan tarz-ı hayatını taklit edeyim derken patlayan tüketim ve değer yargılarının yerle bir edilmesiyle yozlaşan toplumsal hayat filmlere ve tiyatro oyunlarına da yansımaya başladı. Metin Erksan imzalı Gecelerin Ötesi ve Güner Sümer imzalı Bozuk Düzen işte bu yozlaşmayı cesurca gösterdiler.

     

Boşalan ve kuruyan hazine kaynaklarını restore etme çabasının başarısızlığa uğramasıyla yükseltilen despotizm ve devlet terörü, 28 Nisan’da iki öğrencinin hayatını kaybettiği İstanbul Üniversitesi isyanını ve 27 Mayıs darbesini hazırlayan maddi koşullar oldular. 1971’de yine bir devalüasyon sonucu ordu yönetime “muhtıra” verdiğinde İsmet İnönü’nün onayı ve desteğiyle CHP’den istifa ettirilerek cunta rejiminin Başbakanı olan Nihat Erim, adına Balyoz operasyonu denilen müthiş bir terör kampanyasıyla 1961 Anayasasını budamaya yöneldi. Aynı CHP, Bülent Ecevit önderliğinde darbe karşıtı siyasal söylemle, 1973’teki seçimleri kazanabildi. İsmet İnönü unutulmaz bir restorasyoncu olarak sahneden çekilirken, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve aynı yıl çıkarılan Genel Af ile Türkiye siyaseti görülmemiş bir popülizm dalgasına kapıldı. 1974-1980 arasında tekelci sermayenin isteklerini yerine getirmek için her türlü sabotajı deneyen MC hükümetleri, objektif olarak sermaye sınıfına çalışsa da çürüttükleri siyasal sistemin yıkılması ve ortalığı saran hafriyatı kaldırma işini askerlere devrettiler.

12 Eylül cuntası, Türkiye sağının büyük ve uzun sabotajlar ve kanlı provokasyonlar zincirinin son halkasıydı. Aynı zamanda 12 Eylül, bir siyaset yapma biçimi olarak cuntacılığın ve sabotajcılığın yaygın bir yöntem olarak belirlenmesinin ve meşrulaşmasının önünü açtı. Darbelerin ağır bedelleri vardır Türkiye halkı darbe öncesinde çok korkutulduğundan, darbeye karşı koymayı ve haklarının yok edilmesine karşı durmayı maalesef beceremedi. Darbe sosyalist solu ezerken, siyasal islamcı ABD oğlanlarının (our boys) önünü açtı. AKP, bütün 1990’lar boyunca devam eden ve 12 Eylül askeri darbesinden kökenlenen neoliberal deli gömleğinin sonucudur. Sonucu dediğimize bakmayın, neoliberal ekonomi politikaları halkı öyle bir yoksullaştırdı ki, sonunda siyasal islamcılar tarafından propaganda edilen “adil düzen” demagojisi bile taraftar bulabildi.

AKP dönemi darbeleri: YSK, Kumpaslı Açılımlar ve fiili durum yaratma

AKP dönemi işte bu açık darbe pretoryen rejim dönemlerinin sivil bir kılıkla yeniden sahnelenmesine dayalıydı. Ergenekon-Balyoz Kumpas davalarıyla başlayan sivil darbecilik, Kozmik odanın Fetö adlı casusluk teşkilatına açılmasıyla devam etti. Gezi parkı isyanı sonrası demokratik kitle örgütü yöneticilerinin cezaevlerine gönderilmesiyle halkın demokratik hak arama mekanizmalarına baskı ve tehdit yoluyla susturulması hedeflendi.

15 Temmuz ise AKP ve FETÖ arasında uzun kanlı bir kavganın sonucuydu. 20 Temmuz karşı darbesi ve OHAL rejimiyle tek adam rejiminin yolunun taşlarını döşeyen Erdoğan, ilk fırsatta terk edeceği 15 Temmuz şehit ve gazilerini kendi siyasal şovuna dahil etmekten imtina etmedi. Erdoğan, liberal CHP ve liderliğinin pasif tutumu nedeniyle, YSK’nın mühürsüz oyları kabul etmesiyle referanduma da darbe yaparak tarihe geçti. Böylece saray istibdatı rejiminin kurulması adına Erdoğan, 18 Nisan 2017 referandumuyla “atıyla birlikte Üsküdar’ı geçti. Sivil darbeciliğin, kayyum denemelerini HDP’nin seçilmiş belediye başkanlıklarıyla derinleştiren Saray rejimi, bu pilot uygulamalardan sonra hedef büyüttü. 31 Mart 2019 Yerel seçimlerinde sandıktan çıkan mühürlü oy pusulalarının sadece birini geçersiz ilan eden YSK, Türkiye’de eşine az rastlanan bir seçim tekrarıyla bürokrasinin siyasete müdahalelerinin merkez üslerinden biri oldu. 6 Mayıs 2019’da tekrarlanan seçimlerde sonuç değişmese de bu deneme, aslında saray rejiminin emri uyarınca davranan bürokrasiyi sivil darbeciliği bir uzantısı haline getirdi. YSK bir sonrasında anayasaya aykırı olmasına rağmen Erdoğan’ın 3. kez Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmesine onay vererek tam kanunsuzluğu (butlan) gerçekleştirdi ve bu uygulamasıyla saray rejiminin emrine amade, sivil darbeciliğin merkez üslerinden biri olduğunu ispatladı. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasının engellenmesiyle derinleşen sivil darbecilik, kör baskı rejiminin kurucu unsuruna dönüştü. Burada altını çizmemiz gereken olgu, kör baskı rejimlerine özgü tehdit algılanılan her kuruma, kişiye ve politik olsun olmasın her yapıya ölçüsüz bir baskı ve şiddet uygulanmasıdır. Bu şiddet, fiziki olabileceği gibi, işinden etme, kamu haklarından mahrum etme gibi temel hak ve özgürlükleri yok eden bir muhtevaya bürünebilir. Temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesi, kolaylıkla tahmin edebileceğiniz üzere darbe dönemlerinin karakteristik özelliğidir.

Sivil darbelerden darbe beğenme: Kayyum siyasetinin anatomisi.

Özellikle Van’da 31 Mart 2024 seçimlerinden sonra atanan kayyum ile başlayan halk isyanı, Kürtlerin kendi iradeleri söz konusu olduğunda ne kadar ileri gidebileceğini gösterdi. Ancak turbun büyüğü de denilen İstanbul belediyelerine yönelik kesintisiz operasyonlar silsilesi Saraçhane’de öğrenci gençliğin ayaklanmasıyla durdurulabildi. Türkiye sağının sabotajlarla örülü tıkaç siyaseti tarihi Türkiye toplumunun doğal gelişimini engelleyerek ulaşması mümkün olan bütün hedeflerin uzağına düşürdü. Türk sağı ve onun son temsilcilerinden AKP’nin karşı devrimci-gerici tutumu, kent lokantalarından başlayarak olumlu olanı yok etmeye yönelik bir eylem çizgisindeydi. Türkiye sağı, kreşleri kapatmayı denedi ve bunların yerine köle yetiştiren tarikat yurtlarının açılmasını hedefledi. Saray rejimi ve emrindeki yargıçları, 18 Mart darbesine yönelik halk muhalefetinin ödün vermez tavrı nedeniyle baltayı taşa vurdular. Neredeyse tam olarak 2 kuşak ve aradan geçen 50 yılın sonunda Türk halkı darbeye karşı direnmenin onurunu üstlendi. İnsanın aklına ister istemez Bülent Ortaçgil’in şarkı sözleri geliyor: Çoktular ama hiç yoktular !

18 Mart darbesi ve ona karşı direniş, siyasal rejimin bütün aktörlerini daha önce hiç görmediğimiz ölçüde keskinleştirdi. Adı konulmayan bir cephe politikası oluşsa da neticede bu cepheleşme, sınıfsal bir karşıtlığa, emek-sermaye çelişkisine oturmadığı için her an uzlaşmaya, seçim sandığıyla vaziyeti kurtarmaya yönelebilir. Bu yöneliş ister istemez yeni kompozisyonları zorlayacaktır. Saray rejiminin istibdat erleri, kendilerine yönelik “cunta” suçlamalarının yaygınlık kazanmasına karşı çaresizdirler. Tam bir cunta imalatı olan 12 Eylül çocukları, bir restorasyon harekatı olan 28 Şubat sonrası liderleri Erbakan’a ihanet etmekten çekinmemiş ve bir operasyon partisi olarak Washington koridorlarında kurdurularak Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun emperyalizm tarafından yağmalanmasında pivotal bir rol üstlenmiştir. Ancak her şeyin olduğu gibi sağcı sabotaj, alternatifi yok etme siyasetininin de bir sınırı var. O sınıra gelindiğinde ve darbenin başarısız olduğu görüldüğünde, saray rejiminin güvendiği dağlara kar yağması şaşılacak bir şey değildir. Şaşırtıcı olan, Türk halkının bu cevvalliği ve darbe karşıtı tutumudur. 18 Mart darbesinin durdurulmasında ne CHP’nin ne de örgütlü sol, sosyalist hareketlerin tek başına ya da koalisyon olarak hareket etmesinin payı vardır. Bu manada örgütsüzlüğün nasıl can yakıcı bir hal alabildiği 18-26 Mart arası yaşanan süreçte görüldü. Hayatında hiçbir eyleme katılmamış 2006 kuşağı gençlik, hiç olmadığı kadar politikleşerek darbenin geri püskürtülmesinde devrimci bir aktör olarak öne çıktı.

Hegemonya Bunalımı ve Devrimci Durum ve Türkiye’nin özgül şartları

Hegemonya bunalımı ve devrimci durum, Türkiye’de yaşandığı haliyle klasik Marksist teoriden kökenlenen devrimci bir partinin yokluğunda, yeni bir rejime geçmenin imkanlarını ve olasılıklarının önünü açmayabilir. Bunun yerine isyan eden geniş halk yığınlarının kendiliğindenci karakteri öne çıkar. Bu kendiliğindenci yönelişin zengin ve çok talepli yapısını, geniş yığınların adalet, iş, aş ve eşitlik taleplerini ortak bir paydada, programda birleştirmek sosyalist hareketler için çok daha hayati bir öncelik arz eder, etmelidir. Egemen sınıf bloğunun yönetememe krizine Türkiye’de yaşandığı haliyle verdiği sivil darbecilik yönelişi, esasen kökü çok daha derinlerde yer alan bir birikim modelinin çalışmadığına da işaret eder. Neoliberal şirket devlet ve onun üst yapı kurumu olan saray rejiminin, burjuva hukuk normlarını alt üst ederek bastırmaya ve yönlendirmeye çalıştığı sermaye birikim modelinin krizi, kuralsızlaşma, sömürü ve devletin hızlanmasını emreden modelin kesin iflasının bir sonucudur. Böyle anlarda yine klasik Marksist teorinin faşizm teorisinde yer aldığı haliylle sermaye sınıfı adına kitle iletişim aygıtları üzerinde kalıcı bir hakimiyet kuran burjuvazinin para militer aygıtının tek yanlı propagandası da işlevsizleşir ve yepyeni bir durum yaşanır. Devlet denilen baskı aygıtının bütün baskıcı karakterine ve iletişim aygıtları üzerindeki denetim ve sansür zincirine karşın, gerçeğin duyulmasına engel olamaz. Böyle anlara işlevsizleşen yasaklar adını verdiğimiz hayli enteresan bir başka durum yaşanır. Somut örnek vermek gerekirse RTÜK’ün aldığı bütün ekran karartma, haber engelleme çabaları alternatif bilgi kaynaklarının yaygınlığı nedeniyle işlevsizleşir. Çıkarını halkın haber alma özgürlüğünden yana değil, sermaye sınıfı fraksiyonları arasında pazarlığa ve iş takibine indirgeyen holding gazeteciliğinin itibarını kaybederek rezil duruma düşmesi böyle anlarda iyice belirginleşir. Gerçeğin öğrenilmesine karşı geliştirilen baskı, sansür ve gazeteci tutuklamalarıyla gözdağı verme çabaları paradoksal olarak gerçeğin merak edilmesini ve duyurulma çabalarını besler.

Devrimci durumun yaşandığı, ancak kitlelerin kendi devrimci partisiyle iktidara yürümediği, burjuva iktidarı yerle bir edemediği anlarda neler olur? Bu hayli enteresan devrimci durum anında, kitle hareketleri yeni bir isyana kadar sönümlenecek veya düzen içi bir başka alternatife yönelecektir. Türkiye’de siyasal kompozisyonun bu özgün varlığı ve saray rejiminin baskıcı karakteri nedeniyle iktidarın devrilmesi konusunun aciliyeti, yığın hareketlerinin sönümlenmemesinin temel nedenidir. Paradoksal bir biçimde böyle anlarda siyasal islamcı istibdat rejiminin sürekli arttırmak zorunda olduğu baskı mekanizmaları (devlet terörü, sivil darbeciliği besleyen idari kararlar ve sansür) her yerinden sırıtmaya ve işlevsizleşmeye başlar.

Bu anlarda ortaya çıkan ortak duygu, toplumların geleceğinin tehlike altında olduğunun idrakiyle tehdit ve tehlikenin -yani aslında saray rejiminin- her ne pahasına olursa olsun durdurulmasıdır. Bu öncelik, normal zamanlarda yan yana gelmesi imkansız siyasi parti, grup ve çevreleri yan yana getirmeye muktedirdir. İşte bu bireşim saray rejimi karşıtı politik hareketleri çok zengin bir içeriğe ve itiraz ortak paydasında buluşturur. Zafer Partisi’nin milliyetçi lideri Ümit Özdağ’ın “Osman Kavala’nın masum olduğunu şimdi anlıyorum” itirafı bu durumun somut delilidir. Milliyetçiliği en yüksek tondan yer yer kan ve kabile düzeyine kadar yükseltenlerin TİP’in eylemlerine katılması tam da böyle anlarda hayli enteresan sahneler yaşanmasına neden olur. Bütün mesele bu karşı duruşun siyasal yönelimlerini, itiraz kudretinin siyasal-sosyal taleplerini dile getirecek araçları üretmek ve bu araçlarla ustalıklı bir ortak payda hegemonyası inşa edebilme mahareti göstermektir. Türkiye sosyalist solu kısmen Gezi isyanında, kısmen de şimdi bu taleplerin sözcüsü olabilmiş, ancak eldeki imkanların kısıtlılığı ve Türkiye sosyalist hareketin çok parçalı yapısı nedeniyle bu talepleri içerip aşabilecek bir kalıcı karşı hegemonya inşa edememiştir. Karşı hegemonya inşası sırasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkları, bir zenginlik olarak kavramak yerine kendi siyasi programına uyup uymadığına bakılması önceliği, sosyalist hareketlerin yaygın hatalarından biridir. Genel olarak yığınların yaşadığı toplumun geleceği ve kendi bekaları adına harekete geçtiği, siyasete katılmanın yeni araç ve yöntemlerini deneyimlediği bu enteresan anlarda, siyasallaşmanın alternatif araçlarını üretmek adına atılan her yaratıcı adım, şüphesiz karşılığını bulacaktır. Gezi isyanı sırasında kurulan seyyar kütüphane, mutfak ve alternatif sağlık hizmetleri ve eğitimin ücretsiz olarak sunumu, 18 Mart darbesinin savuşturulması sonrası takas pazarlarının kurulması ve para-meta-para ilişkisinin kısmen yok edilerek müşterekler yaratılması, bu yaratıcılığın tezahürleriydi. Başka bir hayatın ve özlemi çekilen anti-kapitalist bir toplumun nüvelerinin iyice belirginleştiği bu momentin her bir dinamiği, kurulması kuvvetle muhtemel sınıfsız toplumun öncülleri olarak kayıt altına alınmalı ve bu deneyimlerin pratik adımları gelecek kuşaklara aktarılmalıdır. Bir tür devrimci miras olarak niteleyebileceğimiz bu deneyimler, şüphesiz geleceğin halk demokrasileri ya da sosyalist toplum modellerinin bir tezahürü ya müzik kavramıyla prelüdüdürler. Neoliberal kabusun aşılıp bir daha geri gelmemek üzere yerle bir edildiği bu “standart devrimci model”, etkileri giderek yaygınlaşan ve ortak kanaat haline gelen ne yapmalı sorusuna verilebilecek nitelikli, devrimci cevaplardır. Alternatifin olmadığının iddia ve ilan edildiği, neoliberal karabasanın önemli bir parçası haline gelen, getirilen kaderci düşünceye vurulabilecek en ağır darbe, işte bu pratik devrimci, dayanışmacı ağ toplumlarıdır.

Şimdi ne yapmalı sorusu yazının başında devrimlerin büyük birer öğrenme süreci olduğu bilgisiyle hareket edildiğinde cevaplanıyor. Halk yığınlarının tamamında neoliberal cehennemden kurtulma ümidi belirdiğinde benzerlerine ancak devrim süreçlerinde rastlanılan ölçüde politikleşebiliyor. Sosyal çürümenin sürgit devam edemeyeceği, eninde sonunda çürümenin ve yozlaşmanın içinde yeni bir hayatın müjdecisi devrimci filizlenmelerin ortaya çıkabileceği görüldü. Burada bilince çıkarılması gereken somut olgu, Türkiye sağının askeri darbe, cunta ve sabotaj siyasetini neden örgütlediği, bunlardan sermaye sınıfının ne türde ekonomik-siyasal faydalar sağladığı sorusunun netlikle cevaplanması gerektiğidir. Bu sorulara verilen net cevaplar yığınları, konunun Ekrem İmamoğlu ya da CHP’nin siyasi kariyer beklentilerinin çok üzerinde devrimci bir tutuma götürecektir. Konu eğer darbe karşıtlığıysa, darbe karşıtlığının askeri-sivil darbelerin genel karakteristik özelliği olan kör baskı ve yönlendirmesinin teşhir edilmesiyle sınırlı kalmaması gerektiği bilince çıkarılmalıdır. Bütün bu uygulamalar, tekelci sermaye kesimlerinin ağır bir bunalımının sonucu olduğu, konunun bu düzeyde algılanmasının darbe karşıtlığına bir de anti-kapitalizmi de ekleyerek yeni, devrimci bir muhtevaya ulaşılmasına sebep olabilir. Bütün mümkünlerin kıyısında görünen köy, Türkiye’de halk yığınlarının siyasetin ve ekonominin bilinen bütün düzen içi kodlarının dışında yeni bir hayatı arzuladıkları gerçeğidir. Yeni bir hayatta AKP’ye ve saray rejimine yer olmadığı anlaşıldı. Peki yeni hayatı yeni bir toplumu kim biçimlendirecek, bütün bunlar ne türden bir uygarlık düzeyine ulaşılmasına neden olabilir ? Bu soru henüz cevaplanmadı cevabı aramak ve olası yanıtlar üzerinde kafa yormak başka yazıların konusu / konuları olsun..

Diğer Yazılar

HER ŞEYİ BİR ÇUVALA KOYMA ALIŞKANLIĞI!

Mert Yıldırım / 09.04.2025 Son zamanlarda epey moda oldu, herkesi ve herşeyi aynı çuvala koymak. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir