Hatice Kavran /07.02.2022
Hiç şüphe yok ki Allah âdil davranmayı, iyilik yapmayı ve yakınlara karşı cömert olmayı emreder; ve her türlü utanç verici hayasızlığı, selim akla ve sağduyuya aykırı çirkinliği ve sınırları hiçe sayan taşkınlık ve azgınlığı yasaklar: size (bu) öğütleri verir ki, sorumluluklarınızı hatırlayabilesiniz. (Nahl Suresi 90)
BİZ SANA, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği gibi hükmedesin diye, gerçek bir amaca mebni olarak bu kitabı indirdik; sakın hainlerin savunucusu olma! (Nisa 105)
Bu ayet, yaşanan bir olay üzerine Medine döneminde Hz. Muhammed’in yanlış bir hüküm vermesini engellemek üzere nazil olmuştur. Müslüman olan Ebu Teğme tarafından çalınıp bir Yahudiye emanet edilen zırhın; Yahudiye sorulması üzerine, zırhın kendisine Ebu Teğme tarafından emanet edildiğini söylemesi ile Müslüman olan Ebu Teğme’ye zırhın sorulması sonrasın da “hayır benim zırhtan haberim yok; Yahudi yalan söylüyor, bana mı inanıyorsunuz yoksa bir yahudiye mi?” diye cevap vermesi ile Hz. Muhammed Müslümana inanmayı düşünürken bu ayet Hz. Muhammed’i yanılgıya düşmekten alıkoymuştur. SAKIN HAİNLERİN SAVUNUCUSU OLMA! Diye uyarır ayet-i kerime. Şimdi ben Müslümanım diyenlerin yanında her şartta duranlara bu ayetle kapılarını yeniden çalmak ve uyandırmak gerekiyor. “SAKIN HAİNLERİN YANINDA YER ALMAYIN” Onun için dini, dili, rengi, milliyeti ne olursa olsun haklı kim ise ondan yana olmak, önce insan olmayı gerektiriyor.
Yeryüzünde bunca zulmün yaşanması özellikle genç nesillerde travmalara neden olmaktadır. Yeterli bir bilinç düzeyinde olmayan ya da aklı karışık insanların yaratanı ve ya din kavramını reddetme noktasına geldiklerine son yıllarda ülkemizde çokça rastlanılmaktadır. Bu ret edişi çeşitli gerekçelere dayandırmaktalar, ama en fazla kullanılan argüman ‘eğer Allah varsa yeryüzünde bunca zulüm yaşanırken o neredeydi, neden bu zulümlere sessiz kalıyor?’ Bu sorulardan da anlaşılacağı üzere bu insanlar, yaşananlara Allah’ın müdahale etmesini ve izin vermemesini bekliyorlar. Ancak bilmedikleri şey, yaratan, yaratıklarına verdiği akıl, irade ve yüklediği sorumluluk ile yaratılmışları yeryüzünde yaşanan her şeyden sorumlu kılmıştır. Onlar böyle sorabilecekler mi bilemiyorum, ama yaratanın kendilerine verdiği iradeyi, aklı kullanıp kullanmadıklarını ve dolayısı ile sorumluluklarını yerine getirip getirmediklerini onlara teyit ettireceği muhakkaktır. Yaşanan kötülükler için “Allah’ın sopası, Allah’ın adaleti” sorumluluğunun bilincinde olan insanların itirazıdır.
(Edirne Uzunköprü’de geçtiğimiz hafta yakılan adalet heykeli)
“İnsan yalnızca söylediklerinden değil, aynı zamanda sustuklarından da sorumludur.” Mark Twain
Kutsallar
Kutsalları yazacaktım, ama nereden başlayayım, nasıl yazayım diye düşünürken zihnimde beni yaz beni yaz diye haykıran yanlışlar bir bir uyanmaya başladı. Hepsini yazma imkânım olmadığı için hangi birini yazarsam yazayım yetersiz olacaktı, eksik kalacaktı. Bu nedenle yazılması gerekenin adalet olması doğru olurdu.
Ülkede zulümden, adaletsizlikten, ahlaksızlıktan insanlar yaşayamaz hale gelmişler. Yaşanan beyin göçleri sadece ekonomik kaygılardan mı sanıyorsunuz? Adaletsizlikten, zulümden nefes alamaz duruma gelindiği için insanlar yaşayamadıkları yerlerden, yaşayabileceklerine inandıkları yerlere göç ediyorlar. Müslüman denilen ülkelerden kaçıp gayrimüslim, bazılarının ifadeleri ile ‘gavurlara’ sığınmaya gidiyorlar. Burada bulamadıkları merhameti, adaleti oralarda arıyorlar. Eskiden sadece ekonomik kaygılardan dolayı gidiliyordu ve genelde vasıfsız iş gücü insanları göç ediyorlardı. Çünkü her yerde bileklerinin gücü ile ekmeklerini kazanabiliyorlardı. Şimdi ise ekonomi, adalet, özgürlük, ahlak insani olan ne varsa tüketilmiş; kalemleri, düşünceleri ve itirazları ile var olanların göçü yaşanıyor, yani beyin göçü de eklenmiş bilek göçüne.
Acaba sınır kapıları sadece bir günlüğüne açılsa kaç kişi kalır bu ülkede? Ölümü göze alıp kaçak yollardan ülkeyi terk etmeye çalışanların yaşadıkları gösteriyor ki; o bir günlüğüne açılsa kapılar, yediden yetmişe herkes çıkmak isteyecektir. Hiç biri de Müslüman ülke diye bilinen ülkelere gitmez. Rotaları direkt “gavur” ülkelerinedir. Bu göçün başını da kutsal vatan, kutsal devlet, kutsal bayrak deyip de bu kutsallarını bahane ederek yapmadıkları zulüm kalmayan o çok vatanseverler çekerler.
Ülkenin hal-i Pürmelali
Birkaç gün önce bir gece yarısı kararnamesiyle Türkiye cumhuriyetinin adalet bakanı değişti. Kim getirildi dersiniz? Hepimizin bildiği, yaptıkları ile çok iyi tanıdığımız biri, Bekir Bozdağ. Kimdir bu Bekir Bozdağ? 61 62 64 ve 65 dönem hükümetlerinin adalet bakanlığını yaptı. Hem ilahiyat hem de hukuktan lisans mezunu olan Bozdağ, diploma sahibi olduğu alanlarda sınıfta kalmıştı. Daha beş yıl öncesine kadar bu hükümetin adalet bakanıydı. 2016 yılında 15 Temmuz gecesi yaşananlar sırasında yüzlerce insan öldü ve binlerce insana Fethullahçı diye türlü türlü cezalar verildi. Oysa aynı Bekir Bozdağ, hem televizyon ekranlarından hem de meclis kürsüsünden Fethullah Gülen’e methiyeler düzmüştü. Ona hoca efendi demeyenler haindi. 15 Temmuz’dan sonra ise Fethullah Gülen’e Fetö terör örgütü demeyenler vatan haini oldu. Bu darbe girişimi olaylarında ölenler; işleri, özgürlükleri ellerinden alınanlar ve vatan haini ilan edilenlerin yaşadıklarında bu adamın sorumluluğu öyle ya da böyle büyüktür. Haksız hukuksuz yere Bozdağ’ın talimatıyla cezaevlerine atılan insanlar; cemaat yurtlarında kalan çocuklara tecavüz olayları gündeme gelince de “küçüğün rızası vardı” diyerek ülke gündeminde ahlaksızlığın boyutunu gözler önüne sermişti. 5 yıl geçti diye sizi ve yaptıklarınızı unuttular mı sanıyorsunuz? Peki ya AKP’ye (Adalet ve Kalkınma Partisi) (!) ne demeli? O zaman hangi gerekçe ile değiştirdiğiniz Bekir Bozdağ’ı şimdi tekrar geri getirdiniz? Adam bulamıyorsunuz değil mi? Sizi kirliler topluluğu sizi. Ancak kendiniz kadar kirli insanlarla yürürsünüz.
Bekir Bozdağ ve daha başka isimlerde olduğu gibi AKP’nin durumu, bizim buralarda anlatılan şu olaya benziyor. Osmanlı döneminde henüz Bingöl’ün Genç ilçesinin Palu nahiyesine bağlı olduğu zamanlarda; ücra bir dağ köyünde yaşandığı söylenen bir olay üzerine her iki tarafta Palu’ya kadının yanına giderler. Dönemin şartlarında araç olmadığı için yaya gitmek zorundalar. Yolculukta yanlarına yemek için de domates salatalık gibi yiyecekler alırlar. Palu köprüsünde yanlarına aldıkları azıklardan hep birlikte yerler. Sonra da soydukları salatalık kabuklarına idrarlarını yaparlar ve giderler. Kadının yanında işleri bitince köye dönmek üzere yola çıkarlar. Köprüye vardıklarında tekrar yemek yeme ihtiyacı duyarlar. Ama yanlarında pek yiyecek bir şeyleri kalmadığı için arayışa girerler. Gelirken atıp idrarlarını yaptıkları salatalık kabuklarını görürler şuna işemedik, buna işemedik diyerek bütün kabukları yerler. İşte AKP de yola birlikte çıkanlar ve yanlarında olanlar, daha önce kirli diye işin dışına ittikleri dışında kimseyi bulamayınca, bu daha az kirli diyerek her tarafından kir akanları allayıp pullayıp yeniden sahneye sürüyorlar. Yemezler!