Murat Utkucu / 24.01.2022
Bir bilimkurgu dizisi izliyorum. İnsan suretinde yapay zeka, görevli olduğu uzay gemisinin kadın kaptanına aşık oluyor. Aşkına karşılık almayınca bildiğiniz aşk acısı çekiyor, küsüyor. Aklın mutlak tahakkümünde değiliz. Nesnel koşulların nesnel analizi genelde cümle içinde kullanılan bir kalıp. Biz yapamıyoruz. Lakin hayat da buradan yeşeriyor işte. O yapay zekayı ötekilerden ayıran aşk acısının devrelerini yakması. O programı bizden ve özel biri yapan yani. Öfke insanî bir haslet. İnsanın aklını dengesini elinden alan bir özellik. Yarası acısı olan biri, buna sebep olana makul yaklaşamaz. Hepimizi bunu anlarız. Ama yarası olan sebepsiz yere ilgisiz birilerini suçlamaya kalkıyorsa işin rengi de değişiyor orada.
Gazeteci Merdan Yanardağ, televizyonda Sezen Aksu’ya fırsat buldukça esip gürlüyor. Öfkesi büyük. Ergenekon davalarında sanık oldu hapis yattı. Cemaat-AKP operasyonlarında hedef oldu ve zulme uğradı. Bugün uğradığı zulmün hesabını Sezen Aksu’ya kesiyor. Sanki operasyonu Aksu tertip etmiş gibi. Hızını alamıyor gerçeği çarpıtıyor. Yalana tevessül ediyor. Hayır! Bu savrulmanın sebebi öfke değil. Yanardağ ideolojik yerden bakıyor. Baktığı yer sosyalizm değil. Özgürlük değil. Baktığı yer milliyetçilik.
Aklım almıyor: Bu ülkenin Cumhurbaşkanı bir sanatçının dilini koparacağını söylüyor. Rejim muhalifi sıfatıyla ortalıkta dolananlar, dili koparılacak olanın bu kez kafasını koparmaya kalkıyorlar. “Tabii ki yanındayız” sözünün hemen arkasında hakaret aşağılama küfür kıyamet. Ağza alınmayacak sözler sosyal medyada paylaşılıyor. Ama ne sözler. Yalan dolan karalama, çoğunlukla iftira.
Merdan Yanardağ yalan söylüyor: Sekiz ay önce bir programda açıkça Sezen Aksu’nun Referandum’da hayır diyenler için iki cihanda lekeli dediğini söylüyordu. (1) Oysa Aksu bu sözü barış süreci için kullanmış, Referanduma ilişkinse sadece oyunun rengini açıklamıştı. O programı izleyenler yanıltıldı. Yanardağ ne yaptığının farkındaydı. Çünkü çıkıp ne tekzip yayımladı ne de özür diledi.. Birkaç gün önce bir programda ise bu kez doğruyu söylüyor ama aynı kapıya çıktığını iddia ederek manipüle etmeye devam ediyordu. Yanardağ Sezen Aksu’ya o denli düşmandı ki bu nefretle makul davranabilmesi zaten imkansızdı. (2) Yanardağ çözüm sürecine karşıydı çünkü ona göre bu süreç sahteydi ve ihanetle sonuçlanabilirdi. Silahlara veda edilecek bir süreci ihanet olarak nitelemek nasıl bir aklın tezahürüdür kendisine sormak gerek. İdeoloji burada devreye giriyor işte. Kastettiği barışa değil herhalde “Vatana ihanet” olmalı. Barış yaparak kim neye ihanet eder ki? Belki bir gün açıklar.
Şu satırların yazıldığı anda kendini solda gören ve seküler kimliklerinden başka solla nasıl temas içinde oldukları hakkında hiçbir bilgi ve fikrimizin olmadığı binlerce insan Sezen Aksu’yu sosyal medyada kurşuna diziyor. İstanbul Sözleşmesini destekleyen bazı kadınların Sezen Aksu için oh olsun diye postlar paylaşıp hızlarını alamayınca “İslamofaşistler birbirini yiyor!” diye sevinç içinde haykırdıkları cümleleri okumakla kalmıyor Aksu’nun müzik eğitimi olmayan politikada ciddiye alınmaya değmez, kompleksleri nedeniyle siyasete eğilimli içi boş biri olduğuna dair derin analizlere göz atmak şansına erişiyoruz.
Kadın cinayetleri politiktir diyen bazı kadınların, dili kopartılacak Aksu’nun on bir yıl önceki siyasi tercihi üzerinden sanatçıya ne hali varsa görsün dediği bir ortamdayız. Seksenlerden bu yana ülke sorunlarına kör taklidi yapmamış aksine Erdal Eren, Berkin Elvan, Ceylan Önkol gibi Devlet şiddetinde hayatını kaybetmişleri sözüne sazına dahil etmiş. Cumartesi annesi olduğunu açıklayan, bir milyon insana Amed Newrozu’nda şarkı söyleyen, Efes’te azınlık halkların şarkılarını söylediği için General Hurşit Tolon’un öfkesini çeken bir sanatçı.(3) Ve bu sanatçı politik olarak ciddiye alınmayacak biri olarak beyan ediliyor.
Ama Biliyoruz ki Sezen Aksu, politik olarak ciddiye alındığı için bugün seküler milliyetçilerin hedef tahtasında. Gazeteci Sedef Kabaş’ın gecenin köründe gözaltına alınması ve sonrasında tutuklamasına sahip çıkan bu kesim tam da bu yüzden Aksu’yu islamcı iktidara yem etmekte beis görmüyor. Böylece her şiddet mağduruna değil kendisinden olana sahip çıkacağını bir kez daha ilan ediyor. Çünkü Kabaş bir Kemalist milliyetçi. Aksu ise Kürtlerin haklarını savunuyor.
Seküler milliyetçilik demagoji seviyor. Soner Yalçın’ı listesin başına yazarsak Yılmaz Özdil’i de zirveye koymamız gerekiyor. Özdil demagoji cambazlığını Aksu’ya ilişkin yazısında konuşturuyor yine. Aksu’yu savunur gibi yaparken AKP pratiğinin yirmi yıllık günahını üzerine yıkıp geçiyor. Aksu, heykellerin tahrip edilmesini, balenin yasaklanmasını istiyor, sanatçılar hapse atılsın diyor, ülkenin islamla yönetilmesini onaylıyor. Ve tüm bunları 2010 Referandumunda evet diyerek yapıyor. Sanki referandumda bu faşizan yasaklar oylanmış gibi. Görünen köy kılavuz istemez diyebilir birileri. Oysa bu süreçte Avrupa Birliği ile ilişkiler zirvedeydi ve üyelik yakın perspektifti halâ.
Özdil, neden demagoji yapıyor? Hadi o yapıyor da milliyetçi seküler okur yazara neden iman ediyor? Çünkü ideolojik olarak mahkûm edilmiş bir Aksu profili var akıllarında. Kürt Barışı’na verdiği destek yüzünden hedefte. Yanardağ, barışı ihanet olarak okuyordu. Özdil de öyle. Vatana ihanet olarak görüyorlar barışı. Devlet aklıyla bakıyorlar.Baktıkları artık Erdoğan aklıdır, biliyorlar. Aynı Yılmaz Özdil Roboski Katliamı’nda Erdoğan’a koşulsuz destek sunmuştu. Oysa o kadar zor duruma düşmüştü ki Hükümet, sözcüleri konuşamadı bile. Ama Özdil için Kürt Meselesinde devlet ne yaparsa arkasında durmak görevdi. Barış hariç. Ve Öldürülen onca insan suçluydu çünkü kaçakçıydı. Hak etmişlerdi ölümü. Tıpkı General Muğlalı tarafından kurşuna dizilen Otuz Üç Kürt köylüsü gibi.(4) Destek burada da kalmadı. Suriye politikasında kimse Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanına laf söyleyemez diyerek tarafını ortaya koydu o günlerde.. Yılmaz Özdil iki konuda Erdoğan’ın müttefiki oldu: Yayılmacılık ve Kürt Meselesi. Ama Erdoğan barıştan cayınca. Kürt Meselesinde Erdoğan silaha sarıldıkça Özdil’den puan alacaktı. Ve Sezen Aksu barıştan yana olduğu için Özdil’in düşmanıydı.
İnsan neden demagojiye inanır. İnanmak istediği için. O yüzden zinayı suç olmakta çıkaran yasayı desteklemenin AKP’yi desteklemek anlamına geldiğini söylese biri güler geçer. Lakin Kürt Barışını desteklemenin Erdoğan’ın İslamcılığını desteklemek olduğunu biri söylese doğruluğuna iman eder. Tıpkı Yanardağ’ın bugün yaptığı gibi. Referandumda “Evet” dediği için AKP’li ilan eder birilerini ama kendisi hayır dediği için MHP’li olduğunu söyleyenlere ağzına geleni söyler. Oysa ikisi de aynı mantıkla üretilmiş tezdir. Saçmadır. Ama işine gelen saçmayı kullanır. İnsan böyledir.
Sezen Aksu olayı; on bir yıl önceki siyasi tercihe yönelmiş bitmeyen nevrotik bir öfkeden kaynaklanmıyor. Bu olay Türkiye’nin bitmeyen Kürt Meselesi’ndeki siyasi cepheleşmeye dair. Sezen Aksu, evet deyip de Kürtlerin mücadelesine düşmanlık etse idi bu kaderi yaşamayacaktı. Ancak insan dediğin kaderini kendi çizer. Kendi yaşar. İnsana değerini veren de bu değil mi?
Nasıl Yapmalı ?
İrlanda’nın bağımsızlık mücadelesini anlatan Michael Collins adlı filmde bir sahne vardır. Britanya polis teşkilatında görevli Emniyet Amiri Ned Broy, isyancılara katılır ve onlara istihbarat sağlar. Bir operasyonda yakalandığı an, elindeki notları şömineye atıp yakarken İngiliz polis sorar: “Yaktığın ne?” Cevap kısa ve nettir: “Kelimeler sadece kelimeler.”
(Başrollerini Liam Neeson ve Aidan Quinn’in paylaştığı 1996 yapımı Michael Collins filminden bir sahne-editör)
Sonrasında işkence ile öldürülecek Yurtsever polis şefi o kelimelerde nasıl bir siyasal devrimin saklı olduğunu fısıldar aslında. O kelimeler bizzat eylemdir. Ve karşılığında hayatını verecektir. Oysa aynı kelimeler siyasal eylemsizlik içinde, yükten başka ne olabilir ki? Geleceği öngören, pratiği önceden teorize eden, harekete ruh veren değil de eylemin önüne dikilen bir duvar. O yüzden Macbeth’te Shakespeare, baş karaktere “-Duncan daha sağ, sen lafla asıp kesmedesin. Kelimeler ateşine su serper eylemin!” dedirtir. Sosyal medya ile hayat kesintisiz mesajlar çağı haline geldi. Herkes hayata siyasete yaşananlara dair yorum yapıyor. Tespit, teori, öneri artık Allah ne verdiyse elektron sağanağı gibi. Ne ölçmek ne takip etmek mümkün. Tek bir eksik var: Eylem. Yani ortada üzerine su serpecek ateş dahi yok. Akıllar gani lakin kimsenin niyeti yok harekete geçmeye. Bu sonsuz nicelikteki aklın hayatta karşılığı yok. Bu kopukluk; söylemi o kadar radikalleştiriyor ki klavyeyi önünde bulan ya hep ya hiç diye başlıyor cümleye. Sıradan hayatlar klavye başında Alice Harikalar Diyarına transfer oluyor. Karakterler, süper kahramanlar dünyasında geziniyor. Söylem alıp başını gidiyor. Gerçeklik hayattan kopunca akıl 1 ve 0 bandında çalışmaya başlıyor. Bundan en çok etkilenen ise siyasal bakış. Ya mutlak iyisin ya mutlak kötü; ya benimsin ya kara toprağın; ya zamansız bir doğru ya ilelebet yanlış; yani ya idam ya beraat. Böyle kurmaca bir dünyada yaşamak, işte tam da o kelimelerden ibaret bir dünya inşa etmek anlamına geliyor. Olay değil algı aklı yönlendiriyor.
Kabul. Herkesin ideolojisi kendine. Ancak fikrî farklılıklarımıza rağmen ortaklık kurabiliyoruz. Farklılıklar içinde kesişim kümeleri yaratarak yaşıyoruz.. Gel gör ki sosyal medya böyle değil. Reality showları bile ölüm kalım taraftarlığına dönüştüren bir sosyal akıl! Siyasi alan da böyle.
Sezen Aksu vakasına bakalım. Bir kadın sanatçının dilini koparmaktan bahseden İktidara karşı kadın haklarından yana olduğunu düşünen ve seküler dünyanın asgari standartlarını taşımakla övünen “muhalif” kesim Aksu’yu yerin dibine batırarak onun bir tür recm edilmesini neredeyse onaylıyor. Gerçekten recm edilse ne yaparlar bilemiyoruz. AKP’ye en sert eleştirileri getirdiğini sana bu seküler milliyetçi kesimin sokakta hayatta somut bir muhalif pozisyonu yok. Ama şunu sezebiliyoruz: etek boyu için bir grup kadın saldırıya uğrasa ve o grup içinde Sezen Aksu ile birlikte seküler milliyetçi kadınlar da olsa referandum ya da barış süreci demeden hep birlikte saldırganların canına okurlar. Bundan şüphesi olan ihtimal yok. Eylem, farklılıkları geri plana iterken o an ihtiyaç duyulan neyse o politikayı yükseltir çünkü. Tartışmaların soyutluğundan hedef ve ihtiyacın somutluğuna sıçrama. Bugün olmayan tam da bu. Üstelik teokratik faşizm geldi gelecek iken.
Bunun için sadece Sezen Aksu değil mesela Milliyetçi Sedef Kabaş’ın yanında yer almak hususunda da bu kez öteki tarafta benzer şerhler düşülüyor. Kaynayan kazanın dışına çıkıp da bakılsa her şey görülecek ama anın sıcaklığından ve alışkanlıklardan sıyrılmak yüksek siyasi irade gerektiriyor. Ama hakkını yemeyelim. Başta HDP olmak üzere liberter seküler kesimlerin bu konuda daha “siyasi” ve işbirliğine yatkın tutum geliştirdiğini görüyoruz. Sokakta ve hayatın içinde mücadele edenler genel olarak bu tür ergen radikalizmi çukuruna yuvarlanmıyorlar. Sosyal medyada laf üretenler böyle değil ama. O yüzden Ahmet Kaya, Rojin, Yılmaz Güney, Tarık Akan, Müjdat Gezen ya da Levent Kırca gibi popüler kişiler üzerinden meydan muharebelerine girişiliyor. Mesela Müjdat Gezen eski sosyalist ve Kemalist milliyetçi biri olarak rejimin hedefine girdiğinde maruz kaldığı baskıları öne çıkarmak yerine provokatif paylaşımlar öne çıkıyor. Tıpkı Sezen Aksu’ya yapılan gibi sözleri üzerinden öyle bir düşmanlık yaratılıyor ki ortak mücadele hattı oluşturmak bir yana İktidarın nefes aldırmayan baskısına karşı birlik olacak gruplar birbirinden nefret eder hale geliyor. Tıpkı Otuzların Almanya’sında, olduğu gibi.
Bir yandan ortada büyük bir tehlike olduğuna herkes kani. Öte yanda bu büyük tehlikeye karşı ortak bir mücadele için bir araya gelmek yerine namütenahi mesaj üretiliyor. İş yerine mütemadiyen laf. Bir araya gelip güç büyütmek yerine birbirine küfreden sosyal medya zerreleri.
Türkiye teokratik bir Cumhuriyet olma yolunda ilerliyor. Kadınlar gençler, çocuklar, ezilenler hedefte. Emekçi yoksullar, Kürtler Aleviler hedefte. Konuşma yazma özgürlüğümüz hedefte. Gündelik hayatta mutlu olmak hakkımız tehlikede. Ve halâ özgürlüğümüze göz dikmiş otoriteye karşı demokratik mücadele vermek için bir araya geleceklerimizi ringe davet ediyoruz. Bu delilik değil de ne?
Asgari demokratik bir rejimde yaşamak için hoşlanmadıklarımızla yan yana gelmek gerekiyorsa bunu yapmalıyız. Çocuklarımız için bunu yapmalıyız. Bu ülkede barışın sürmesi için. Dilimizi koparmak isteyenlerin tahakkümüne karşı. Hayatımızı zehretmek isteyenlerin karanlık niyetlerine karşı. Açlıkla ve zindanla bizi terbiye etmek isteyenlerin zulmüne karşı Hakkımızda ferman eyleyenlerin iktidarına karşı bunu yapmalıyız.
(Macbeth filminden bir sahne)
Macbeth bize son sözü söylesin:
“Düşündüğüm ile yaptığım bir araya gelmedikçe,
Vuracağım yok uçup giden hedefimi
Bundan böyle içime ilk doğan ne olursa,
Elime ilk alacağım iş de o olacak,
bugünden tezi yok düşün ve hemen yap.
Düşündüklerin donansın yapacaklarınla” (5)
- https://www.youtube.com/watch?v=dFclNpshubQ
- https://www.youtube.com/watch?v=iZSqSSaJpGU
- https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/gurultu-bitecek-ve-yine-onun-sarkilari-duyulacak-1591930?fbclid=IwAR2PVMpGizXmPfurvEht9V_gvifC-SxZPEyA5hnxdNJhtS6C6_-KoZnfjgI
- 4. Özdil Star Gazetesi Haber Müdürü iken Ker Kürt (Ker Eşek anlamına geliyor Kürtçe’de) gazetesine başlık atmış bir kalem. Merhamet ayarı miliyetçilikle bozulmuş bir kalem.
- Macbeth, William Shakespeare, İş Bankası yayınları, Sayfa 74
Yazarımızın daha önce yayınlanmış yazıları
SEYRELTİLMİŞ LAİK PARLAMENTER DESPOTİZMDEN SEYRELTİLMİŞ TEOKRATİK TEK ADAM DESPOTİZMİNE/ 21.01.2022
SEYRELTİLMİŞ LAİKLİKTEN SEYRELTİLMİŞ TEOKRASİYE: KONTROL HASTASI BİR DEVLET/ 10.01.2022
BİR NASYONALİSTİN YAZMA TEKNİĞİ ÜZERİNE : SONER YALÇIN’I ANLAMA YAZISI/ 22.10.2021