Hatice Kavran / 16.03.2022
14 Mart günü sosyal medya da Tıp Bayramı münasebeti ile cezaevindeki Doktor İdris Baluken’nin resmini paylaşarak bütün sağlıkçıların tıp bayramını kutlamak istemiştim. 80’li yaşlarda bir amca resmi görünce beni aradı, hüngür hüngür ağlayarak İdris hocaya yapılan zulmü kabul etmediğini söyledi. İdris Hoca Bingöl’de onunla aynı siyasi çizgide olsun veya olmasın herkes tarafından sevilen bir şahsiyettir. Sevilmesinin sebebi bir doktor olarak herkese elinden gelen yardımı yapması ve insani duruşudur. Onun şahsında tüm sağlıkçıların tıp bayramlarını kutluyorum, daha huzurlu ve sağlıklı günler diliyorum.
(Tutuklu Doktor HDP’li Bingöl vekili İdris Baluken)
Tıp Bayramı
1827’de İkinci Mahmut döneminde Osmanlı’da cerrahi alanında ilk modern tıp eğitimi veren mektebin kurulması ile 14 Mart günü hekimler için bir teşekkür ve takdir günü olarak kabul edilmiştir. Her Mart ayının 14’ünde kutlanan ve Türkiye’de tıp alanında, çalışanların hizmet sorunlarının tartışıldığı, bilime katkılarının ödüllendirildiği bir anma ve kutlama günüdür. Tıp Bayramı ilk kez, Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul’un işgal edildiği günlerde yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin verdikleri tepki şeklinde 1919’da kutlandı. Ayrıca 1976’dan beri sadece 14 Mart günü değil, 14 Mart’ı içine alan hafta boyunca kutlama yapılmakta ve bu hafta Tıp Haftası olarak kabul edilmektedir.
Son iki yılın fotoğrafı:
Ne oldu da teşekkürle başlayan bir serüvende; “giderlerse gitsinler” aşamasına gelindi? Hani insanın aklına gelmiyor değil, acaba bugün 1827’nin gerisine mi düştük? Dünya bilimde, sanatta, özgürlüklerde, demokraside ileriye doğru yol alırken bizler her alanda dünyayı sadece seyrediyoruz ve bir ileri iki geri yapıyoruz.
Ülkenin ve halkın bekası kendi iktidar bekalarından daha mı az değerli ki bütün hak taleplerinin savunuculuğunu ve savunucularını ya teröristlik ya da kovmakla tehdit ediyorlar? Sıra hekimlere mi geldi? Aslında bizler halk olarak, hak savunuculuğunu öncelemeliydik, kim olduğu ve ne olduğuna bakılmaksızın kişilerin ve meslek mensuplarının hak taleplerinin yanında olmayı bırakmamalıydık. Yani papazı dövdürmeyecektik. Bana ne ben doktor muyum, bana ne ben öğretmen miyim, bana ne ben emekli miyim, bana ne ben kadın mıyım? Dememeliydik. Tek tek hepimize sıra geldi işte zincirin son halkası şimdilik sağlıkçılar oldu. Bakalım sırada kimler var. Sadece bunlar benim partimden, bunlar benim ideolojimden onun için yapmamalıyız ya da bunlar benden değil bana ne dememeliydik.
(Sağın entelektüel düşmanlığı, giderek sağlık emeği üretenleri de içine alan bir spekturuma ulaştı ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ve hakarete varan söylemle buluştu-Karikatür Sefer Selvi)
Yazıklar olsun Sağlık Bakanı!
Gün gelir Süleyman Soylu’yu örnek vereceğim hiç aklıma gelmemişti. Bir Süleyman Soylu kadar olamadın! Soylu’yu suça bulaşmış kendi bakanlığına bağlı çalışanları bile sahiplenirken, siz sağlıkçılara “üslubunuza dikkat edin” diyorsunuz. Demiyoruz suç işleyen sağlıkçılara sahip çıkın, ama bir çelenk bırakmalarına, bir açıklama yapmalarına izin verilmeyen sağlıkçılara sanki suç işliyorlarmış gibi “üslubunuza dikkat edin” diyecek kadar bu zorbalığa boyun eğmişsiniz. 80 yaşındaki bir sağlıkçının itilip kakılmasına seyirci kalıyorsunuz. Ömürlerini bizlerin sağlıklı yaşamamız için tüketenlere reva görülen muamele bu mudur? İbn-i Sina’yı okullarda okutmaktan utanmalısınız. Yaşasaydı o da bu muameleden utanırdı.
(14 Mart Tıp Bayramı’nda bir grup TTB üyesi doktor ile Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’na çelenk bırakmak isterken polisle yaşanan arbede sonucu yere düşen 89 yaşındaki Dr. Erdinç Köksal hekimlere yönelik şiddetin canlı örneğiydi-editör)
Ataması yapılmayan sağlıkçıların sayısı milli eğitimden sonra ikinci sırada geliyor. Bu insanların haklarını savunacağınıza, sorunlarına çözümler üreteceğinize; boyun eğdiklerinizi memnun etmeye çalışıyorsunuz. Bu milletin evlatları eğer yurt dışına gitmek zorunda kalıyorsa; bu iktidarların ayıbı ve beceriksizliğindendir. Onlarca kez sağlıkta değişiklik yapıldı, hiç biri de sağlıkçıların sorunlarına çözüm getirmedi ve halkın yararına olmadı. Amaç gösteriş ve göz boyamak olunca; değişiklik sadece lafta kalıyor. Ülkeyi top yekun yap boz tahtasına çevirdiler.
Ben sizin annenizi babanızı tedavi ettim
İki yıldır koronadan sevdiklerimizi kaybetmiş ya da bu zor zamanlarda sevdiklerimizi kurtarsınlar diye gözlerinin içine yalvarır gözlerle baktığımız doktorların; canları pahasına canlarımızı kurtarmak için gecelerini gündüzlerine katan sağlıkçılara teşekkürler yağdırırken; şimdi hak talebinde bulunuyorlar diye “giderlerse gitsinler” deniliyor. “Ben sizin annenizi babanızı tedavi ettim” diyen hekime reva görülen, yerlerede sürüklenmek mi? Bunu bizim adımıza diyemez, ve yapamaz hiç kimse. Ülkenin kaynaklarını şehir hastanelerine niçin gömdüler?
Afrika’dan doktor ithal etmek için mi? Her ile üniversite açtık diye övünüyorlar ve bu üniversitelerin hepsinde sağlıkla ilgili bölümleri yabancı öğrenciler için mi açtılar?
Tıp eğitimi alırken sahip çıkılmadığı için hizmet sektörü ya da inşaatlarda çalışmak zorunda kalan ve hatta bu alanlarda hayatını kaybeden gençler için bir gün bir açıklama yapmayan sayın Sağlık Bakanı! Söz konusu sağlıkçıların hak talebi olunca sağlık bakanı olduğunuzu mu hatırladınız. Halbuki siz de o yollardan geçmiştiniz. Bunlarla ilgili bir baş sağlığı dilemekte mi ağır geldi size? Siz neyin, kimin bakanısınız? Tek göreviniz sağlıkla ilgili söylenenleri onaylamak mı?
Koltuk sevdası mı sizi böyle olmaya zorlayan, yoksa korku mudur böyle davranmanıza sebep olan? Korkmayın en fazla size de git buradan diyecekler ya da cezaevine atacaklar. Unutmayın ki ne para ne mevki hiç biri adil bir duruştan daha asil değildir.
Biraz da kendimize, tek tek bireyler üzerine alınmalı, dokunmalı. Sağlıkçı olmamıza gerek yok, sağlıkçının hak talebinin yanında olmak için. Bu diğer meslekler ve de bireyler içinde geçerlidir. Aksi takdirde despot yönetimler karşısındaki durumumuz alman papaz Martin Niemöller’kinden farksız olur.
Ne kadar çok benziyor hikayemiz değil mi?
“Önce Sosyalistleri topladılar
Sesimi çıkarmadım,
Çünkü ben sosyalist değildim.
Sonra sendikacıları topladılar,
Sesimi çıkarmadım,
Çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri topladılar,
Sesimi çıkarmadım,
Çünkü Yahudi değildim…
Sonra beni almaya geldiler…
Benim için sesini çıkaracak
Kimse kalmamıştı.”
Alman Papaz Martin Niemöller,