Hatice Kavran / 20.02.2022
Bu film, bu ülkede defalarca çekilmiş; yönetmeni hep aynı zihniyet, aynı senaryo birkaç değişiklik yapılarak farklı aktörlerle tekrar tekrar oynatılmıştır. Şimdi de başka bir boyutla dönemin şartlarına uygun olarak yeniden sahneleniyor.
Hangi kanalı açarsan aç, hangi sosyal medya platformuna bakarsan bak, konu ekonomidir. Yüksek faturalar, döviz, yakıt ve gıda fiyatlarıdır konuşulan.
Nedeni sorulunca yandaşların cevapları “dış güçler, Bay Kemal ve pandemidir.” Yoksa iktidar köprü yapmış, yol yapmış, hava alanları yapmış, şehir hastahaneleri yapmış daha ne yapsın ki? Kim yapmış? Erdoğan yapmış. Yedi düvele baş kaldırmış, dünyanın kıskandığı bir lider! Bu hükümetin diğer üyeleri bostan korkulukları mıdırlar? Bir tek Erdoğan yapmış? Onların bunlarda hiç rolleri yok mu? Tek görevleri Erdoğanı savunmak mı? Kimse adlarını bile bilme gereği duymaz. Ülke nereye gidiyor, neden bu haldedir görmüyorlar mı? Ha bir de muhalifleri tehdit edecek üsluplarla söylüyorlar. Çünkü muhalifleri devlet sopası ile terbiye etmek artık bir meziyet haline gelmiştir. Oysa bütün bunları yapmak iktidarların görevleridir, işini yapmaları bir lütuf değildir. Meydanlarda halktan bunları yapacaklarına söz vererek oy istemişler. Üstelik yirmi yıldır tek başlarına iktidarlar ve verdikleri sözlerin yüzde birini bile yerine getirmemişler.
Hangi sözleri vermişlerdi?
YÖK’ü kaldıracaklardı, ama zeka seviyeleri düşük, ancak paranın gücü ile okuyabilecek zengin çocukları üniversiteye gidebilsin diye barajı kaldırdılar. Her sene milyonlarca para aldığınız sınavları kaldırsanıza!
Avrupa birliğine girecektik, sahi niye giremedik? ‘Halbuki imza attığımız birliğin bütün kriterlerini yerine getirmiştik. Mesela ifade özgürlüğünü, Kürt sorununu çözmüştük, örgütlenme özgürlüğü getirmiştik! Kadın hakları, çocuk haklarını getirmiştik! Avrupa birliği oldu Hristiyan Birliği, biz Müslümanız onun için almadılar’ oldu. Sahi yaptık mı?
Komşularla sıfır sorunumuz olacaktı. Kardeş deyip selam verdiğimizin felaketi olduk. Hiçbir komşu ülke ile iyi ilişkilerimiz kalmadı.
(Karikatür-Carlos Latuff)
Parasız eğitim olacaktı. Dershaneleri kapattık, merdiven altı kurslar ve özel okullar açtık ve müfredatın içini boşalttık, yeni bir sistem yeni sınav getirdik. Meslek liseleri dedik her üç okuldan birini imam hatibe çevirdik, bilim adamı yerine dini meslek haline getirdik. Her üniversitede ilahiyat fakültesi bölümü açtık, dindar nesiller yetiştireceğiz diye; cahil, ırkçı ve kindar nesiller yetiştirdik.
Adalet olacaktı. Fikrin düşüncenin özgürce ifade edildiği ülke olacaktık. Sadece 2020 yılında 13 milyon insan soruşturma geçirmiş ve tutuklananların büyük bölümü konuştukları için terör suçu denilerek hüküm almışlar. “Fırat kenarında bir koyunu kurt kaparsa gelir adli ilahi Ömer’den soracaktı”. Adalet sözcüğü sadece sözlüklerde duruyor, artık bir anlamı kalmadı. Reelde hiçbir hükmü yok bu ülkede. Türkün ne hakkı varsa Kürdünde olacaktı, nerdee? Sokakta bile Kürt müziğine tahammül etmeyen bir zihniyet söz konusudur.
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandı, öyle görünüyor ki bu ülkede şeytanlardan ve dilsiz şeytanlardan geçilmiyor artık.
Kadın cinayetleri olmayacaktı. İstanbul Sözleşmesi’ni getirerek dünyaya bu konuda öncülük edecektik, kadınlarımıza ne kadar değer verdiğimizi bütün dünya görecekti. Sonuç: her gün bir kadın cinayeti haberi duyar olduk.
İnanç özgürlüğü olacaktı. Ne oldu? Türk, Hanefi ve Nakşibendi olmazsan Müslüman bile sayılmazsın, diğer inançları hiç saymıyorum bile. Kendi zihniyetlerinin kutsallarını yaratanın kutsallarının yanına koyup gerçek kutsallara ortak ettiler.
Çay simit hesabı yaparak insanlara zenginlik vadetmişlerdi. Artık bu ülkede, insanlar o çay ve simidi de alamaz duruma düşmüşler haberleri yok, çünkü kendi lükslerini herkeste sanıyorlar.
En önemlisi de silahlar susacaktı, faili ‘mechul’ cinayetler olmayacaktı. Öyle mi oldu? “Askerlik yan gelip yatma yeri değil” diyeli bu ülkede bayraklara sarılı cenazeler, poşetlerde verilen kemikler ve kargo ile gönderilen cenazeler gördük. Vurulup günlerce sokak ortasında kalan, gömülmelerine izin verilmediği için buz dolabında kokmasın diye bekletilen cenazeler, zırhlı araç arkasında sürüklenen bedenler gördük.
Cezaevleri boşalacaktı ve gözaltı süreçleri insani olacaktı. Boşalacağına onlarca ceza evi daha inşa edildi; yatırım yapmışlar gibi devlet töreni ile açılışları yapıldı.
Meydanlar halkın olacaktı ve herkes özgürce hak mücadelesi verebilecekti, ama alanlar her seferinde gaz ve joplarla boşaltıldı ya da bomlarla mahşer meydanlarına çevrildi.
Kendi otomobilimizi, kendi uçağımızı üretecektik! Hani gören var mı? bir otomobil almak için üç otomobil parası ödemek zorunda kalıyoruz. Gerçi cep telefonunu, evdeki buzdolabını lüks sayan bir zihniyet var, neyimize otomobil? Ve daha bir sürü vaad.
Hep zür, hep zür
Bütün vaadlerini bir bir öldürüp gömdüler. Algı yönetimi ile ülkeyi yönetiyorlar. yandaş olmayan herkes haindir, teröristtir. Bu ülkeye en büyük yatırımları ceza evleri olmuş. Sadece Erzurum’da 17 tane ceza evi var, belki de daha fazladır. Her ceza evi kapasitesinin üç dört katı insanla dolu. Her gün birinden cenaze çıkıyor.
Onlarca defa doğal gaz ve petrol bulduk. Neredeler? Ödediğimiz faturalar ev kiralarını geçti. Yalanlarla ülke yönetilmez.
Diyorlar ki gözünüze dizinize dursun, 30-40 yıl önce bu ülkede yağ, gaz kuyrukları vardı; şimdi her sokakta zincir marketlerin birer şubesi var. Herkesin elinde akıllı telefon var. Yollar araba dolu.
Yandaşların olan o zincir marketler küçük esnafın katilleridir. O lüks gördüğünüz cep telefonları ekmek gibi su gibi ihtiyaçtır. Bir ailedeki herkesin ya okumak zorunda olması ya da çalışmak zorunda olması nedeni ile ancak birbirlerini akşamdan akşama görebiliyorlar. Bütün iletişimlerini o telefonlardan sağladıkları için herkeste var. Sandığınız gibi lüks değil, zorunluluktur. Şehir yaşamında at, eşekle işe gidilmeyeceğine göre mecburen arabayla gidip gelinecek ve imkanlarını zorlayarak aldıkları arabalara binemeyecek duruma geldi inşalar yakıt parası yüzünden. Siz istemeseniz de küreselleşen dünyada, dünyaya ayak uydurmak zorundasınız. O gaz ve yağ kuyrukları dönemin iktidarı kendi halkını Kıbrısa feda ettiği için vardı . Dünya kapılarını kapatmıştı bu ülkeye. Üretemediğin zamana da o duruma düşersin işte.
İktidarı mükemmelmiş gibi savunanların çoğunluğu 60 yaş üzeri çalışmayan emekli, kendilerine ödenen maaşları sadaka gibi görüp bununla mutlu olmaları öğretilmiş olan insanlardır. Erdoğan’ın ağzından ne çıkıyorsa papağan gibi onları tekrarlıyorlar ve gençlere de kendileri gibi olmalarını söylüyorlar. Çünkü bunları söyleyen dünya lideridir, bunlar ak sütten çıkmış ak kaşıklar; yedi düvel bunlara düşman.
Muhalif olan kesimler ise korka korka bir şeyler söylemeye çalışıyorlar, yüksek faturalar, benzin, mazot diyorlar, ama durum tespitinden çok uzak kalıyorlar. Evet korku insani bir duygudur; hele böylelerinden korkmamak akıl karı değildir. Çünkü bunlar en yakın yol arkadaşlarını gözlerini kırpmadan harcamış zihniyetin mensuplarıdır. Bütün siyasi kariyerlerini borçlu oldukları Erbakan Hoca idi ki ilk harcadıkları da o oldu. Sonra beraber yola çıktıklarını tek tek harcadılar. Kilitlendikleri tek nokta yollarına çıkan herkese devletin gücü ile sopa göstermektir. Ama şunu bilmeliyiz “korkunun ecele faydası yok”.
Düzelir mi bu ülke, bu ekonomi; bu kafayla? Neden bu haldeyiz biliyor musunuz? Çaldıklarından vazgeçtik. Ülkenin paraları silaha, istihbarata ve her birinizin kendiniz için kurduğunuz ordularınıza gidiyor. İstihbarat orduları kurmuşsunuz, silahlı ordularınız var, trol ordularınız var. “Bir mermi kaç paradır haberiniz var mı, siz hala domates diyorsunuz?” diyenlerin bu ülkeye verebileceği güzel hiçbir şeyi olamaz.
Siz Kürtlerle ve dolayısıyla bütün farklılıklarınızla barışmadığınız sürece ne bu ülkede demokrasi olur, ne de ekonomi düzelir. İki ileri bir geri sayar dururuz. Ülkeyi deney masasına çevirdiniz. Olan ülkenin geleceğine, gençliğine oldu. Herkesin gözü sınır kapılarında. Bu ülkenin en parlak beyinleri bile İnsanlığın en dip noktası olan mülteciliği göze alarak gitmeyi düşünür olmuş. İşte sizin başarınız da budur. Kendinizle gurur duyabilirsiniz.