Ümit ÖZDEMİR / 30.03.2025
“Bilinç, başkaldırıyla doğar- Albert Camus”

Devr-i istibdattır, müstebit 2. Abdülhamit, Galatasaray Lisesi’ni ziyaret etmiş lisenin bahçesinde bekleyen öğrencilerin üzerine şeker fırlatır. Şekerleri ayaklarının altında ezen öğrenciler, şeker değil, hürriyet istiyoruz, kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet sloganları atarlar.. 2. Abdülhamit sultası, bütün koyu karanlığına ağır jurnalciliğine külhanlarda yaktırdığı kitapların yokluğunun yarattığı koyu cehalete rağmen, orada o bahçede atılan o sloganla yıkılmaya başlar..
Hegemonyadan Rejim Bunalımına: İslamofaşizmin açmazları
İslamofaşist rejim bütün azametine, korku salan yargıç sopasına, inanılmaz bir besleme basın desteğine ve polis baskısına rağmen 19 Mart isyanıyla yıkılmaya başladı. Yıkılanı restore edeyim, uzlaşayım diye kendini paralayan liberal muhalefet de yıkılanların arasına katıldı. Liberal muhalefetin liberal lideri Özgür Özel’in başlattığı kampanya ile Saraçhane’ye toplanan yüz binlerce insan, muhalefetin nasıl yapılması gerektiği konusunda hem fikir, hem ilham hem de moral verdi. Türkiye ilginç bir ülke tam her şey daha ne kadar kötüye gidebilir derken devr-i istibdat karşıtı muhalif öğrenci hareketinden kökenlenen, Bayar-Menderes Amerikancı istibdat rejimine karşı koyan, şanlı 68 ve 15-16 Haziran direnişlerini yaratan enerji açığa çıkıveriyor. Bu devrimci enerji, bir yere kaybolmadığı gibi, 89 bahar eylemlerinde 95 Kamu emekçileri direnişlerinde, 2003 Tekel direnişinde ve 2013 Gezi parkı isyanıyla kendini yeniden üretebiliyor.
Liberal muhalefetin Saraçhane çevresine davet ettiği kitle, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun haksız yere tutuklanmasına engel olamadıysa da, şimdilik kayyım atanmasına engel olarak misyonunu tamamladı. CHP’nin bu taktik manevraları, liderliğinin politik müktesebatının gelişiminin liberal ideolojik formasyonuyla yakından ilgili olduğu için, darbenin kuvvetli taaruzuyla toplumsal muhalefet güçlerini harekete geçirdi. İlginç ülke dedik, toplumsal muhalefet güçleri, bütün örgütsüzlüğü ve dağınıklığına rağmen İstanbul Üniversitesi’ndeki polis kuşatmasını yardığı anda, sıradan yurttaşların desteğiyle özellikle islamofaşist saray rejiminden bunalanların katkısıyla adalet ve özgürlük için haysiyet isyanına katıldılar. Altını çizmemiz gereken konu, 6 gün boyunca devam eden Saraçhane mitingleri sürecinde sosyalist partilerden tek bir liderin, sözcünün vb’nin kürsüye çıkarılmamasıdır. Söz hakkı verilenlerin siyasal profillerine bakıldığında ortaya çıkan düşünsel sefalet daha net anlaşılıyor. Seçimi kaybettiği gece “adam kazandı” diyerek ortalardan kaybolan Muharrem İnce’den, Eski MHP’li ve klasik Kürt düşmanı söylemi dile getirerek partisini de açıklama yapmak zorunda bırakan Mansur Yavaş’a sağın bütün varyantlarıydı. Mansur Yavaş daha “gençken” THKO liderliğine Deniz Gezmiş’e küfretmekten imtina etmemiş bir sağcıdır. CHP’nin sosyalist sola karşı alerjisi, bizatihi liberal lideri Özgür Özel tarafından TİP’i “%1.5’luk parti” diyerek küçümsemesi ve TİP’e yönelik Halk TV ambargosuyla ortaya çıkmıştı. CHP’nin önderlik kadrosunun liberal sağcılığı, herhalde bu apolitizmleri nedeniyle geniş kitle desteğini kaybetmekten kaçınmadığını Saraçhane mitinglerine katılmak isteyenlerin bir kısmını “provokatör” ilan etmesiyle devam etti. Provokatör ilan ederseniz polisin saldırısını meşrulaştırırsınız. Sonra ne mi olur ? Mahmut Tanal gibi vekillerinize bile yönelen polis şiddetiyle yüzleşmek zorunda kalırsınız bizden söylemesi.
İslamofaşist istibdat rejimi, kendi çeperine yığdığı dar oligarşisinin çıkarlarını her şeyin üstünde tuttuğu için ve hegemonya bunalımını artık bir rejim krizine sürüklediği için iflas etti. Ancak bu iflas sanılmasın ki bir uzlaşmayla, geri adımla ya da restorasyon çabasıyla sona erecek. Her şey çok güzel olacak sloganının mucidi Berkay Gezgin’i bile tutuklayacak kadar gaddarlaşan rejim, Şişli’ye atadığı kayyımın ilk icraatı olarak Kent lokantasını kapatarak durmayacağını ilan etti. Lakin islamofaşistlerin hubris sendromu ve amok koşusu, çıkmaz bir yoldur. Bu yola bir kere girildiğinde sürekli el yükseltmek gerektiği, el yükseltmenin sonu belirsiz bir kaos rejiminin kapılarını açtığı, tecrübeyle sabittir. Sokakta çevik kuvvet polisinin işkence uygulamalarından, kayyım atamalarına henüz 15-16 yaşındaki gençlerin tutuklanmasından, haber yaptığı için gazetecilerin derdest edilmesine kadar süregiden amok koşusu, saray rejiminin emrine amade liberalleri bile çaresizliğe sürükledi. Çaresizlik apolitizmden gelir, liberal apolitizm ve bir operasyon partisi olarak ABD’de kurdurulan AKP’yi demokratmış gibi gösterme budalalığı, Birikim tayfasının, saray rejimine barış havariliğiyle koltuk değneği olan Dem Parti liberallerin marifetidir. Marifet deyip geçmemek lazım, islamofaşist rejimin ömrünü her uzatma denemesi, kaçınılmaz olarak halkımızın çektiği acıların katmerlenmesine hizmet eder. Acı çekmek zorunda değiliz, eleştiri krizden doğar ve krizi besler !
Gençken koru onurunu..
Tarihin bu kırılma anlarında en doğru siyasal tutum, asgari müşterekleri baz alan bir ortak programı hayata geçirmektir. Boykot ile başlayan siyasallaşma evresi, islamofaşist saray rejiminin herhangi bir şekilde durmayacağının işaretleriyle karşı yanıtlar üretmek zorundadır. Eğer bu karşı yanıtlar liberal CHP muhalefetine bırakılırsa, neler olabileceğini kestirmek için müneccim olmaya gerek yok. Somut örnekleriyle ortaya çıkan liberal CHP’nin durumu muhalefeti Saraçhane ve civarıyla sınırlandırıp, islamofaşist rejimi geri adım atmaya, sanki her şeyi çözecekmiş gibi erken seçim çağrılarına kadar uzanan ama aslında neoliberal şirket devletin yarattığı çürüme ve yozlaşmayı ağzına bile almayan bir kısıtlama ile malül. Tutuklanan ve “aziz” mertebesine çıkarılan Ekrem İmamoğlu’nun, beşli çetenin lideri Mehmet Cengiz’le uzlaşma aramak için ihale verdiği hatırlanırsa ne demek istediğimiz daha net anlaşılır. Süreçler içinde CHP liberalizmle bir yere varılamayacağını, demokratik taleplerin çok sesli ve çok taraflı olduğunu, bu çok sesli ve çok taraflılığın ancak ortak bir programla aşılabileceğini kavramak zorunda. Siyasal alanın bütünüyle daraltılarak partiler arasındaki rekabete indirgendiği burjuva siyaseti haricinde yaşamdan her türlü beklentisi olanların kendilerini dile getirmelerinin en yaratıcı hallerinin yaşandığı isyan anları, bu taleplerin ve beklentilerin en yüksek olduğu evredirler. Halk isyanı sırasında kitle hareketlerinin, yığınların henüz anti kapitalist bir uyanışla ve bilinçle kuşanmasa da rejimi değiştirmek için seferber olmaları esnasında bu seferberliğin gerisinde kalmamak gerekir. Sosyalist solun neden ideolojik-politik hegemonya kuramadığı sorusunun cevabını arayanlara işte bu isyanlar sırasında klasik teorik yaklaşımların da esnetilmemesinin, politikanın pratik bir şey olduğu ve yığınların politik arzu ve öfkelerinden doğan taleplerine yanıt verilemediği anda işlevsizleşeceği gerçeğini görmemiz gerekir. Gezi / Haziran ayaklanması esnasında politik önderliğin liberallere kaptırılmasının bedelinin çok ağır olduğu gerçeği yadsınırsa, yeni ve daha politik isyanlar karşısında aynı şeyin tekrar etmesi kaçınılmaz olur. Politika setleri, propaganda araçları, politik adımların ve eylemlerin kimlerle beraber ve kimlere karşı yapılacağının belirlenmesi hayatidir. Bu hayatiyette, sol politik söylemin nasıl üretileceği, geniş emekçi yığınları seferber edebilmek adına hangi araçlarla yaygınlaştırılacağı gibi meselelerde yaşanan netleşme, anti-kapitalist isyanların artık çok sınıflı bir evreye girdiği günümüzde ciddiyeti yadsınamaz bir görev haline gelmiştir.
Darbe ve Yağma: Neoliberal suç ortaklığı
Saray rejiminin İmamoğlu’nu esir alma operasyonu ekonomik çöküşü daha da hızlandırdı. Her krizi ve siyasal gerginliği fırsat bilen beşli çetenin adamı Mehmet Cengiz Elektrik şirketi için Ankara Polatlı’da 1 milyon 116 bin metrekare ölçüsündeki 31 Arazi acil kamulaştırıldı. Bodrum, Fethiye ve Antalya Konyaaltı dahil, 12 ildeki toplam 1 milyon 946 bin 133 bin metrekare orman alanı, orman sınırları dışına çıkarıldı. İBB’nin Kazım Karabekir-Topağacı-Ümraniye Spor köyü metrosu Ulaştırma Bakanlığı’na devredildi. İzmir’in Çeşme ilçesindeki 93 bin 500 metrekarelik arsa imar planı değiştirilerek ticaret ve turizm alanına dönüştürüldü. Rantiye saray rejiminin darbesinin servet aktarım boyutunu ortaya koyan bu hamleler, esasen kamusal alan yağması ve rantına dayalı neoliberal şirket devletin kesintisiz saldırılarının devam edeceğinin kanıtıdırlar. Kapitalizmde bir sınıftan almadan diğerine vermenin imkansız olduğu gerçeği hatırlanırsa, yoksulluk ve sefaleti daha da derinleştiren tablo asgari ücretli ve memurun cebinden zam sağnağı ile 11 litre ile 29 litre benzin çalındığıyla ortaya çıktı. Dövizi baskılayıp Carry Trade yağmasının devam etmesi için 26 milyar doları yakmayı göze alan saray rejimi, yağma ve soygunda herhangi bir sınır tanımayacağını, komprador ortaklarının desteğini sağlamak adına ilan etti.
Elektrik zamları, akaryakıta artık otomatiğe bağlanan zamlar, esasen saray rejiminin yukarıda işaret ettiğim yolsuzluk, rant ve yağma rejiminin halka kestiği faturalardır. “Kişisel olan politiktir” adlı liberal mavra bir kenara konulursa eylemlere katılımı, sınıfsal siyasal bir eksene oturtamayan gençlik kesimlerinin hızla nihilizme ve onun bir varyantı olan milliyetçiliğe savrulmasının önüne geçilmesi ve bu yolla rejime eklemlenmesi kaçınılmazdır. “Okuyan insan halkının yanındadır” düsturunu benimseten sosyalist bir yaklaşım, parasız-bilimsel eğitimi, eğitim yoluyla ülkeye ve insanlığa faydalı bireyler yetiştirme ümitlerini yeşerten bir eğitim sistemi nasıl olmalıdır tartışmalarının sürdürülmesi, nihilizmin panzehiri olacaktır. Panzehir elbette ister istemez mavi gökyüzünün altında her şeyin tartışılabildiği ve bu haliyle üniversitenin sadece ders verilen bir anfiler yığını olmadığı fikrinin ortaya çıkmasına eşlik edebilir. Bu entelektüel birikim bütün sosyal çürümenin içinden yükselen bu isyana olumlu anlamda katkı sunarak, gençliğin onurunu koruma mücadelesinin sınıfsal bir temele oturmasına sebep olabilir. Zaten büyük çoğunluğu emekçileşmiş, yarı proleterleşmiş gençlik kesimlerinin mücadelesi emekçi sınıfların mücadelesiyle birleşmelidir. Bu başarılırsa, CHP’nin içine düştüğü sürüklenme hali, CHP’yi de mecburen sola itecektir. Kürsüden İlkay Akkaya’nın Brecht’ten bestelediği “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” marşını çaldırıp, sosyalistlere kürsüde konuşma hakkı vermeyen CHP, halk kendi kürsüsünü kurmaya başladığında muhafazakar tutumunun hiçbir işe yaramadığını görecektir. Paradigma iflas ettiğinde, yeni paradigma ve karşı hegemonya kurulması gibi yeni seçenekler belirecektir.
Maltepe mitingi, darbe karşıtı koalisyonun konsolidasyonun en kitlesel haliydi. Kararlılık ve iradenin somutlaştığı 2,2 milyon kişinin katıldığı mitingde öne çıkan yakıcı başlık adaletti. Türkiye’de darbe karşıtlığı henüz sınıfsal bir temele oturmasa da, özellikle Saraçhane’de yükselen itiraz kudreti, demokrasi talepleri için nereden başlanması gerektiğini anlatıyor: Sokaktan ! Demokrasi ve özgürlükler konusu üniversite forumlarından yükseltilen nasıl bir üniversite istiyoruz sorusundan ilhamını alırsa bu ilham ve nasıl sorusunun muhtelif varyantları, Türkiye’nin çözüm bekleyen diğer sorunlarına ilham veren fikirler olarak yansıyabilir.
Nedir o fikir ? En geniş tartışmaları mümkün olabilen bütün kesimleri içine alarak yapabilmek. Bugüne kadar üzerine kafa yorulmayan bu durum, Türkiye’de verili siyasal alanında köklü bir paradigma değişimini zorunlu kılıyor. Bu zorunluluk, istibdat karşıtlarının ortak bir paydada buluşturabileceği gibi saray rejimin en zayıf noktasından vurmanın bir aracı haline gelebilir. Saray rejiminin bütün şedit yapısına, otoriter faşist yönetim anlayışının ve zaaflı, patetik ve yalanlarla dolu yapısının teşhiri, mitinglerde boykot çağrıları çerçevesine sıkıştırılmaya çalışılırsa, bu enerjiye gerçekten yazık olur. Paradigma değişimi, değişimin ilerici, sol, sosyalist unsurlarının da kendilerini yenilemeleriyle yakından ilgilidir. Her şey alt üst olurken ve saray rejimi 18 Mart darbesiyle seçimsiz, otoriter islamofaşist bir rejim denerken, buna alternatif siyasal araçlar ve karşı kültür yapılanmalarıyla cevap vermemek, muhalefet rolünü sadece CHP’ye bırakmak, saray rejiminin işini kolaylaştırır.
Yol Ayrımı: Aynılar ayrı yere, ayrılar ayrı yere.
Boykot yetmez genel grev, saray rejimine gerçek ve kalıcı bir karşı darbe olup, egemen sınıf bloğunun halkın günlerdir gösterdiği direnişini daha da ciddiye almasına neden olur. Genel direnişin örgütlendiği 1976 DGM direnişinin başarısı ortadadır. DİSK sınıf ve kitle sendikacılığı yaptığı yıllarda, genel grev yasak olduğu için “genel yas” ilan edip, 1.MC faşist hükümetinin DGM yasası ile bütün basını sendikaları ve demokratik kitle örgütlerini susturma böylece sivil darbe yapma saldırısını boşa çıkarmıştı. Bugün de benzer bir durum olsa da gerek sınıfların mevzilenmesi gerek sendikaların çoğunun yandaş olması nedeniyle iş biraz daha zor. Yine de denenebilir, bu nesnel koşullarda çalışılan her yerde geçici olarak iş bırakma, işi yavaşlatma kapı önlerinde basın açıklaması yapmak gibi çalışanları emekçileri mobilize eden eylem türleri geliştirilebilir. Ücretli emeğin genel bütçeden aldığı tekelci sermaye ve onun son devlet biçimi olan neoliberal şirket devlet tarafından aldığı payın giderek azaltıldığı neoliberal saldırı politikalarının anlatılması sendikal yapıları da tutum almaya zorlayabilir.
Burada mühim olan şey genel grevle, bu olmuyorsa işçi baharının gerçekleşmesi adına, geçilmesi planlanan sosyal adalete ve gelir güvencesine dayalı yeni bir siyasal rejimin temel yapı taşları doğru tanımlanabilsin. Neoliberal şirket devletin yarattığı, cehennemi sömürünün alternatifsiz olmadığı, pek ala halkçı-emek ve çevre dostu bir ekonomi politika setinin uygulanabileceği yönündeki temel argümanlar öne çıkarılmalıdır. Bunun için çağrımız ortak programdır. Yeni anayasa için zincirsiz kurucu meclis, kamu yönetimi için liyakat komisyonu, YÖK’ün kaldırılarak özerkliğin sağlanmasını güvence altına alan ve üniversiter dünyanın kaynaklarını ortak kullanıma sunan enstitü geleneğinin canlandırılması elzemdir. Eğitimin üretim için yapıldığı gerçeği doğru kavranır ve uygulanırsa politeknik üniversite fikri taraftar bulabilir. Bugüne kadar yaşandığı haliyle üniversiteyi bir şirkete, A.Ş’ye dönüştüren kapitalist zihniyetin dışında alternatif sol, kamucu bir üniversite kurulabileceği ispatlanabilir. Bunun sayısız başarılı örneklerinin olduğu üniversitelerin mevcudiyeti, üniversitede nasıl bir reform yapılması gerektiğini düşünenlere ilham kaynağı olabilir. Böylece değersizleşen diploma ve mezuniyetin yerini ciddi gelir ve üretime istihdama katkı sunan gerçek bir eğitim alabilir.
Halkın selametinin en yüce yasa olduğunu bilen, bunu temel prensip edinmiş bir kamu yönetimi anlayışının, herkesin yararına olduğu gerçeğini kabul ettirmek sol politik hegemonya stratejisinin ana halkasıdır. Neoliberalizmin kamuyu tasfiye etmesiyle oluşan büyük boşluğun şirketler eliyle biçimlendirilmesine karşı durmanın her biçimi anti-kapitalist cepheyi güçlendirecektir. Bu sağlanırsa, genel grevle bu olmuyorsa emekçi sınıfların genel eylemleriyle, saray rejimi muhalefetinin çok parçalı hali nihayet bir sınıfsal karşıtlığa oturabilir. Saray rejiminin kurulmasına hizmet eden sessiz koalisyon yani TÜSİAD ve MÜSİAD’ın bugün yaşanan çöküşün suç ortakları olduğu gerçeği doğru anlatılır ve kavratılırsa, sorunun basit bir diploma iptali meselesi olmadığı daha net anlaşılır. Bu ana halka, laik-dinci çatışma ve kutuplaşmasından medet uman saray rejimi ve yandaşlarının aslında bu sermaye kesimlerine hizmet ettiklerinin de teşhiriyle nihayet siyasal içeriğine kavuşur. Karşı hegemonya tam da bu noktadan kurulabilir. Tekelsiz eşit işe eşit ücrete ve liyakate dayalı üçüncü ve dördüncü siyasal hakları da içeren çağdaş bir anayasa… Temel güvenceleri sağlayan temel gelir hakkı, yönetime katılmayı teşvik eden okulda, iş yerinde kamu bürokrasisinde dijital oylama uygulamaları..”Herkesi ilgilendiren herkes tarafından oylanmalıdır” ana ilkesini düstur edinmiş demokratik bir yaklaşım, siyaseti bazı elitlerin ve ağaların elinden kurtarıp gerçek sahiplerine yani halka iade edecektir…