Ümit ÖZDEMİR / 17.12.2024
“Suçu açığa çıkarmak, suç kabul ediliyorsa suçlular tarafından yönetiliyorsunuz demektir.” Edward Snowden
Her şey 2013 yılı başlarında İstanbul Atatürk Havalimanında 27 kilo altının ele geçirilmesiyle başladı. Polisin radarına takılan İranlı “iş insanı” Rıza Zarrab, AKP’lilerle kurduğu siyasi nüfuz ticaretiyle tanınan bir isimdi. İzleme ve takip süreçleri sonunda AKP’nin bakan çocuklarının evlerine yapılan operasyon, beklenmedik büyüklükte bir yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna dönüşecekti. Operasyonu düzenleyenlerin istihbaratı sağlamdı. Ne de olsa yıllardır aynı iktidar aygıtının içindeydiler. Kambersiz düğün olur mu ? Yolsuzluğun bir diğer ucunda tahmin edebileceğiniz olağan şüpheliler yani belediyenin mideci bürokratları da vardı. Fatih Belediye başkanı Mustafa Demir’in Akmercanlar İnşaat’ın sahibi Gazi Akmercan’ın isteği üzerine 1.derece tarihi koruma bölgesi olan 2.dereceye düşürülmesi karşılığında 1.5 milyon dolar rüşvet aldığı, soruşturma dosyasına girmişti. 1Başkan Mustafa Demir, 4 ada 1 parselden oluşacak inşaat rantının gerçekleşmesi adına bürokratlarına baskı uygular. Mustafa Demir ve arkadaşlarının 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet dosyasına dahil edilip sonra beraat ettirildiler.
İstanbul Valisi Muammer Güler oğlu Barış Güler’e “Ne var oğlum senin evinde ? Sorusunu sorar. Oğlunun “hiçbir şey yok baba” cevabına, daha açık bir soruyla karşılık verir “para ne kadar var?” sorusuna oğul Güler, “kendi param 3-5 kuruş bir şey” cevabını verir. Barış Güler’in “3-5 kuruş” dediği birçoğumuzun ömür boyu çalışıp bir ev bile alamadığı günümüz Türkiye’sinde hayal bile edemeyeceği miktarda bir rüşvet parasıdır. “3-5 kuruş para”, gerçekte Rıza Zarraf’ın altın kaçakçılığına engel olan Orhan İnce’nin görev yerinin değiştirilmesi karşılığında istenen rüşvetin parasıdır. Rüşvet, dava dosyasına yansıyan ancak her ne hikmetse delil olarak kabul edilmeyen dinleme tapeleriyle Özgür adlı bir kurye ile taşınır. Bütün bu kirli ilişkiler ağı, dinleme tapeleri ile ülkenin orta yere boca edilir. Telefon kayıtları bu işlerde uzun zaman faaliyet gösteren ve AKP iktidarında “ne istenirlerse verilen” CIA aparatı Amerikancı Fetullah Gülen cemaati tarafından servis edilir.
Operasyon sonucu ayakkabı kutularında ortaya saçılan dövizler, Türkiye’de siyasal islamcıların kurduğu yolsuzluk ve rüşvet ağlarının belgesi gibidir. Kısa bir şaşkınlık yaşayan siyasal islamcı elitler, karşı saldırı için zaman kazanmaya çalışırlar. Erdoğan en uzun gününde, oğlu Bilal’e “evdeki paraları sıfırladınız mı” sorusunu sorarken, yaşadığı şaşkınlık yüzünden yaşananları idrakte zorlanan Bilal’in durumu, güzel Türkçemize “Bilal’e anlatır gibi” deyimini kazandırır. Bilal’in “sıfırladık babacığım” cevabı, Türkiye’nin sıfırlanacağının ve siyasal rejimin çökeceğinin haberini veren, rüşvet ve yolsuzluğun neye benzediğini gösterir.
Operasyonun emniyet ve adalet ayağında Fetullah Gülen taraftarlarının olması, gerilim ve çatışmanın gidebileceği noktayı göstermesi bakımından öğreticidir. İktidar için kardeşin bile katlinin vacip olduğu öğretisi, emperyalizmin ileri karakolunda, soğuk savaş ürünü islamcıları birbirine düşürür. İktidar için verilen mücadele ve güç kavgalarının aracısı olarak yürütülen 17-25 Aralık operasyonunda yaşananlar bu bakımdan öğreticidir. Reza Sarraf, çıkarıldığı A Haber yayınında Türk bayrağı önünde dağıttığı rüşvet paralarından övgüyle bahsederken, “Türkiye’nin cari açığını kapattığı” iddiasında bulunur. Pişkinlik ve utanmazlığın canlı kaydı olan yayın, İran tefeci-bezirgan sermayesiyle siyasal islamcıların ortaklığının, bir ülkeyi nasıl çürütebileceğinin belgesidir aynı zamanda…
Erdoğan’ın En Uzun Günü: Karşı Operasyon
Erdoğan en uzun gününde, dönemin İçişleri Bakanlığı’na Efkan Ala’yı atayarak karşı operasyonunu örgütledi. Operasyon sonucu ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk belgelerinin görüntü ve ses kayıtlarına getirilen haber yasağı, karşı operasyonun ikinci adımıydı. Yine de internet ve sosyal medya ağlarına düşen tape ve ses kayıtları mesela İstanbul’da vapurlarda seyahat edenlere dinletilebildi. Her yasağın bir biçimde delindiği internet ve sosyal medya çağında, uygulanan sansür işlevsizleşiyordu. Örtülmek ve bastırılmak istenen her şey Lenin’in yolsuzluk tanımına mükemmel bir uyum gösterir. Usta Lenin “Yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklama tek tek sorumsuz ve raydan çıkmış kimi bürokrat ve yöneticilerin günahı olmaktan çok, kapitalizmin hakim olduğu her yerde yapısal, kökleri olan bir meseledir. Toplumsal kaynağı sermaye sınıfının ta kendisidir. Bu suçları işleyen ya da işlemeyen yoktur, iyi gizleyenle kötü gizleyen vardır” sözleriyle meseleye açıklık getirir. Rüşveti kötü gizleyen AKP, ayakkabı ve çikolata kutularına gömdüğü rüşvet ve kara paranın yarattığı kirlilik ve çürümenin görünmemesi için operasyonu gömmeye; bu olmuyorsa algı operasyonu ile 17-25 Aralık operasyonunu, “hükümeti yıkmaya çalışan dış güçlerin bir darbesi” yalanıyla servis etmeye çalışır.
Operasyon gerçekten de gömülür, kıskıvrak yakalanan Fetöcüler suçlanır, yargı önüne çıkarılır ve çoğu hapis cezası alırlar. Dünün “ne istenirlerse verilen” makbul Fetöcüleri, 17-25 Aralık’ta hain ilan edilirken, 17-25 Aralık Operasyonu AKP anlatısında bir “milat” haline getirilir. Kendisini yeni bir ümmi ulus kurucusu ilan eden ve cehaleti erdem zanneden ahmakların yetişmesi için olağanüstü çaba sarf eden siyasal islamcıların bu tarih anlatısı, elbette içi boş hamasi bir anlatıdır. Ortaya çıkan belgeler ve bilgilerin yoğunluğu ve bu bilgilerin yarattığı bilgi kirliliği aşıldığında açık gerçek hükmünü kurar: AKP’nin 4 bakanı Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, İçişleri Bakanı Muammer Güler, mahdumlarını yani oğullarını bu işlere bulaştırmıştır. Bu grubun bir kısım banka bürokratı, belediye ve iş adamıyla tertipledikleri rüşvet ve kara para operasyonu aslında doğal gaz operasyonudur… İran’ın ambargonun delinmesi ve Türkiye’nin İran’dan doğalgaz alması karşılığında AKP’ye yaptığı %8’lik indirim, Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir yolsuzluğun gerçekleşmesine neden oldu. Tahmini yolsuzluk rakamı 8.5 milyar Euro olarak hesaplanıyor. Bu ölçüde bir yolsuzluk, bürokrat, bakan siyasi nüfuzu olmadan gerçekleştirilemezdi. Türkiye’yi 2001 krizine sürükleyen, bankaların batmasına, işyerlerinin kapanmasına ve milyonlarca insanı işsiz bırakarak derinden etkileyen ve enerjide Rusya’ya bağımlı hale getiren Mavi Akım yolsuzluğunun soruşturulmama krizi, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlatmasıyla tetiklenmişti. 2001 krizini hazırlayan Mavi Akım yolsuzluğunun soruşturulmaması için gösterilen direnç, Misterler ekonomisi adı verilen IMF’nin Kemal Derviş’i sahneye davet etti. Derviş, IMF eliyle Türkiye tarımını yok eden 15 günde 15 yasa ile bunalımın bütün faturasını emekçi halka kesti. 2001 bunalımı, merkez sağ partileri baraj altına gömerken, Bülent Ecevit’in kafasına yazar kasa fırlatılmasına neden olurken, AKP’nin önünü açan bir dizi siyasal gelişmeye de neden oldu. 17-25 Aralık yolsuzluğu da bu krizlerden ders alan müesses nizamın sahipleri tarafından bastırılmak ve yönlendirilmek zorundaydı. Bu zorunluluk, rejimin sahibi olduğu medya tarafından yürütülen operasyonun bir “darbe girişimi” olarak duyurulmasıyla biçimlendi.
Doğalgaz vurgununun büyüklüğü ödemenin külçe altınlarla yapılmasını zorunlu kıldı. Kaçak altın operasyonuna karşı koyan memur Teoman, havalimanında İran’dan getirilen bir uçak dolusu altının geçişi için imzalaması gereken belgeye imza atmaz. “Orospu ile memurun bahşişi işin başında verilir” cümlesini hayatının mottosu haline getiren ve bu rezil cümlenin normalleştirildiği molla rejiminden gelen Rıza Zarrab, Teoman’ı düşürmek için yaptığı ahlaksız teklifleri itiraf ettiği “Teoman’a neler yaptım, ne vaatler, ne şeyler yok yok adam almıyor” sözleriyle şaşkınlığını gizleyemez. Hırsız çuvalına girmek ve memurluğunu yakmak istemeyen Teoman, insanın tükenmeyeceğinin kanıtı gibidir.
Dönemin AB Bakanı Egemen Bağış ise çuvala, kendisine hediye edilen bir çikolata kutusuyla girer. Çikolatayı çok sevdiği her halinden belli olan Bağış’ın, ikram edilen bu çikolataya verilen “küçük çocuk” ismiyle belki de yeni bir beklenti içindedir. Öyle ya küçük çocuk geldiğine göre kimbilir büyüğü nasıldır ? Bir tepsi baklava mıdır ? Bunu bilebilmek zor, yalnız kesin olan bir şey varsa, rüşvet ve yolsuzluğun bir mali kural haline getirilmesinin yarattığı çürüme, gıda zehirlenmesinin sebebidir ! Gıdası rüşvet olan bir siyasal sistem, iç doku zedelenmesine neden olmakla kalmaz, sindirim sisteminde de ağır hasarlara neden olabilir ! Rıza Zarrab, Oda TV internet sitesinin haberine göre Sadık isimli adamından çikolata kutusunun teslimini istemiştir.2
O sıralarda meclis kürsüsünde hakkında verilen soru önergesindeki yolsuzluk ve rüşvet iddialarına yanıt veren Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, bahse konu saati kendisinin satın aldığını iddia ediyordu. Kendisine hediye edilen Patek Phillippe marka saati gösteren Zafer Çağlayan, saatin cezbesiyle çuvala girenlerdendi. Rıza Zarrab ise yedirdiği rüşvetin kaydını tutan bir çuvalcı olarak Zafer Çağlayan’a “hediye” ettiği saatleri “Yapılan ticaretten Zafer Çağlayan’a rüşvet olarak ödenenler” başlığıyla kaydetmişti. Rüşvet ticaretinin kayıtlarını tutan Zarrab, aldığı verdiği belli bir “esnaf” olarak bu kayıtları tutması son derece normaldi !
Siyasi sonuçları açısından 17-25 Aralık
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu büyüten siyasi olay, ABD’nin İran’a yönelik ambargosunun delinerek yapılmasıdır. Ambargonun delinmesinde her zaman olduğu gibi bir kamu bankası kullanıldı. Halkbank’ın kullanılması, bir zamanlar esnafa ve üreticiye uzun vadeli ve düşük faizli kredi vererek üretime katkı sunan bankanın yetkili bürokratlarını soruşturma konusu yaptı. ABD emperyalizminin, Orta Doğu’ya yaptığı kesintisiz müdahaleler, darbeler ve savaşlar sonucu yarattığı büyük çürümenin sonucunda iktidarı ele geçiren İran molla rejimine açtığı ekonomik ambargo paketi, emperyalist dış siyasetinin özüdür. Ambargoyu delmek için yapılan her girişim meşru olsa da, AKP’li bakanlar ve güdümündeki bürokratlar bu durumu kendilerine menfaat elde etmek için kullandılar.
AKP, kendisine gösterilen bu kırmızı çizgiyi de mali kural haline getirdiği rüşvet ve yolsuzluk rejimiyle aşarak alt emperyalist bir güç olarak gidebileceği sınırları test etti. Ancak bu durum Fetullah Gülen cemaatini yerleştirdiği devlet ve bürokrasi katındaki kavganın kırılma noktasıydı. Bir başka açıdan 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu, Gezi İsyanıyla liberal desteğini kaybeden AKP hükümetinin, siyasal islamcı ortaklarından ABD Halifesi Fetullah Gülen’in de desteğini tamamen yitirdiğinin ispatıydı. Çatışma ve kriz, geçici önlemlerle bastırılmış olsa da, siyasal islamcıların devlet arazisi üzerindeki parselasyon kavgası, zamanla giderek büyüdü ve sonu 15 Temmuz darbesinde tamamlanacak olan AKP-Fetö kavgasının maddi zeminini oluşturdu.
Öte yandan gerek Gezi İsyanı ve arkasından gelen 17-25 Aralık Operasyonlarıyla AKP içine düştüğü hegemonya bunalımında debelenmeye başladı… ABD emperyalizmi, 17-25 Aralık Operasyonu’ndan sonra Rıza Zarrab’ı itirafçı olmaya zorladı ve elde ettiği bilgilerle ambargonun delinmesinde merkezi bir rol oynayan Halkbank dava dosyasını, AKP’yi kendi çizgisine çekmek adına sonuna kadar sömürdü. 17-25 Aralık Operasyonunun engellenmesi ile AKP liderliği, başının üzerinde sürekli sallanan bir demokles kılıcıyla yaşamak zorunda kaldı. ABD emperyalizmi dış politikada Türkiye’den ne zaman taviz istese, Halkbank dosyasını bir tehdit sopası olarak kullanmaktan imtina etmedi…
17-25 Aralık Operasyonu, bütün siyasi aktörleri pozisyon almaya zorladı. MHP lideri Devlet Bahçeli yolsuzluğu sembolik bir biçimde protesto etmek için odasındaki saati 17:25’de durdurdu. Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının baş karakteri Hayri İrdal’ın canını hayli sıkacağını düşündüğümüz bu hareket, engellenen yargılamanın traji-komik halinin bir tasviriydi. Saat de soruşturma da gerçekten durmuş ve bu durgunluk, sembolik-ironik bir şeye dönüşmüştü !Bahçeli’nin saati dururken, Zafer Çağlayan’ın meclis kürsüsünden millete gösterdiği tıkır tıkır çalışan lüks saati, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun sembollerinden ikisiydi. Bir de tabi ayakkabı kutuları ve kutuların içine istiflenmiş paralar var. Ayakkabı kutusunda paranın ne işi var ? Demeyin koyacak yer bulamayınca her neviden kutu işe yarayabilir ! Yargılama engellenip davalar sonucu aklananlara paralar faiziyle birlikte sahiplerine teslim edildiğinde, ayakkabı kutularının yerini bavul ve valizler almıştı…
Türkiye’yi kara para cenneti haline getiren AKP döneminde kurulan ilişkiler ağının ve dinamiğinin anlaşılması bu operasyonun ortaya serdiği çelişkilerle mümkün olabildi. Siyasi kavganın bir parçası haline getirilse de rüşvet ve yolsuzluk suçlamalarının nasıl aklanabildiğini göstermesi bakımından da 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu, siyasal islamcıların suçlarla dolu bilançosuna bir yenisini ekledi. Erdoğan Bayraktar’ın bakanlıktan istifa etmeden önce sarf ettiği “Reis, beni hırsız çuvalının içine koydu ve attı” sözleriyle hırsız çuvalını, çuvalcılarını ortaya saçılan binbir belge ve kayıtla tanımladı. Türkiye sağının otoriter, rüşvetçi, mideci bürokratları ve bakanlarının kolektif suçlarından biri olan 17-25 Aralık operasyonu, etkileri ülke dışına taşan bir çürümenin neye benzediğini ve siyasal islamcıların daha ne kadar çürüyebileceğini göstermesi bakımından ilginç ve öğreticidir.
Yolsuzluk ve enerji sektörünün özelleştirilmesiyle derinleşen yağma, ödenemeyen doğalgaz faturaları ile halkın en temel hakkı olan ucuz ısınma hakkının gasp edilmesiyle sonuçlandı. Halkın üşümesine neden olan 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun büyük faturası, üretimde doğalgazdan sağlanan elektriğe sürekli zam yapılmasıyla sonuçlandı. Tahmin edebileceğiniz üzere bastırılan ve yönlendirilen 17-25 Aralık, enflasyon felaketini tetikleyen olaylardan biridir. Askıda fatura gibi tuhaf ve popülist uygulamalar ile doğalgaz faturasını ödemekten aciz bir halk haline yine 17-25 Aralık ile getirildik !
***
Cezalandırılmayan her suç bir yenisini doğurur. Yönlendirilen ve bastırılan 17-25 Aralık operasyonu, Türkiye’de kara para ekonomisinin kökleşmesine neden oldu. Timur Soykan’ın haberiyle havalimanında 60 kilo külçe altın ile geçerken yakalanan Yunus Emre Morkoç’un siyaset dünyasıyla kurduğu bağ, kaçakçılık gibi katalog bir suçta kimlerin başrol oynadığını gösteriyordu. Başroller ayarlanmadan önce Dubai’den altın getirmenin vergi yükü azaltılırken, vergi kaçakçılığı ve kaçakçılığın da önü açılıyordu. Yolsuzluğu örtbas etme çabaları ile adı altın kaçakçılığına karıştığı iddia edilen 3 MHP’li vekilin istifa ettirilmeleri, kesintisiz bir 17-25 Aralık rejimine geçtiğimizin ispatı değilse nedir ?
1Elektronik Erişim: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/17-25-aralikta-gundeme-gelmisti-kupon-araziye-yeni-proje-703787
2https://www.odatv.com/guncel/zarrabtan-bagisa-cikolata-kutulu-bayram-rusveti-55567