DEVLET BAHÇELİ, ÖCALAN VE ABD’NİN B.O.P EŞBAŞKANI ERDOĞAN

Taner Renda / 24.10.2024

@RendaTaner

Devlet’in Bahçelisi, bu kez kelimenin tam anlamıyla “Kitabın ortasından” konuştu. Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi kaldırıp; DEM’in TBMM’deki grup salonunda İmralı’ya “Silah bırakma çağrısı” yapmasını istedi. Ama bu olayı kitabın başından itibaren okumaya başlarsak; 31 Mart’ta yapılan Yerel Seçimlerde, Cumhur İttifakı elinde avucunda ne kadar belediye varsa neredeyse çoğunu kaybederek, 22 yılın sonunda da AKP, ilk defa seçimlerden birinci parti çıkamadı. Bu kez toplumun büyük bir kesimi beka, terör ve korku siyasetine karşı, yoksulluk, adaletsizlik ve geleceksizliğin hayatlarını şekillendirmesine izin vermemeyi seçerek, CHP’nin Yeni bir Genel Başkan ve kadro tazelemesine yönelmişti. İşte bu ahval ve şerait içindeki Cumhur İttifakı’nın kurucusu Recep Tayyip Erdoğan, yeni bir oyun kurmakta gecikmedi.

Normalleşme diye başlattığı süreç, aslında kendisinin bir veya sonrasında ömrü yettiğince seçilmesini sağlayacak yeni bir anayasa düzenlemesinin mecliste kabul edilmesi ve/veya yine kendisinin uygun göreceği birkaç yıl sonra “şartların düzelmesinden!” sonra erken bir genel seçim yapması ile sonlanacak. Cumhur İttifakı’nın meclis aritmetiği buna yetmediği için, önce CHP’nin en azından Hayırhah bir tavır alması ve Kürt oyları ve DEM ’in desteği için de kendilerince verilmesinde pek de sakınca olmayacak bazı ödünler vererek durumu kurtarmayı planladılar.

Erdoğan, içeride bu kadar sıkışmışken; dışarıda da işler hiç de onun yararına gelişmiyordu. ABD’nin vurucu gücü İsrail, Hamas’ın başlattığı “İsrail’i cezalandırma” hamlesi ile beklenen işaret fişeğini alıp; Filistin/Gazze ve Lübnan/Hizbullah saldırılarına başladı. Bütün dünyanın gözü önünde kitlesel bir katliamın yapılmasına birkaç cılız mırıldanma dışında pek ses eden devlet olamadı.

Elbette herkesin gördüğünü Erdoğan da görmüştü. ABD, İsrail eliyle önce İran’a, ardından da Türkiye’ye yönelecekti. Suriye ve İran’daki Kürtlere, bu yangında başrol verilmişti. Bir zamanların BOP Eş başkanı, artık rütbeleri sökük, işe yaramaz bir diktatör yerine konulacaktı.

Ve Erdoğan hala BRICS ile dans etmeye devam edince; toplantının daha ilk gününde uyarı ateşi geldi (TUSAŞ saldırısı).

Şimdi, Cumhur İttifakı’nın ilk hamlesinden itibaren yapmaya çalıştıklarına da bir göz atalım. 25 yıldır İmralı’da tutuklu bulunan PKK’nın eski lideri Öcalan’ın TBMM’de DEM’in salonunda konuşmasından fayda beklemek; kelimenin tam anlamıyla aptalcaydı. Daha önce Öcalan’ın mektubu kardeşi eliyle seçimden hemen önce okutulduğunda, Kürt seçmenler nezdinde pek de etkili olamamıştı. Hal böyleyken, Öcalan’ın jandarmalar eşliğinde TBMM’ye getirilmesi ve PKK’yı kapattım demesine Kandil’deki asli yöneticiler :” emrin olur, hemen dükkanı tasfiye ediyoruz” mu diyecekler? İşin aslı, zaten Öcalan böyle bir oyuna gelemeyecek kadar deneyimli biri. Kendisinin en iyi ihtimalle ( ki hiçbir vakit olmayacak bir dua) şartlarını iyileştirecek ve/veya ileride ev hapsinin olasılığından bahsedilecekti.

Hadi şeytanın avukatlığına soyunalım ve Öcalan’ın tüm bunları göze alarak PKK’ya çağrı yaptığını varsayalım. DEM’in de kendi varlığını inkar etme pahasına bu gelişmenin içinde gönüllü veya gönülsüz yer aldığını düşünelim. Denklemde olmayan iki unsur daha var: PKK ve Demirtaş. Bu oyuna asla evet demeyeceklerine eminim. TBMM’de yasal çerçeveye oturtulmamış hiçbir girişim (işin aslı: Anayasayı bile takmayan Erdoğan, yasal çerçeveyi asla dert etmez ve bir gece vakti Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile her şeyi kadük ediverir.).

Bu arada fikri hiç sorulmayan Kürt Halkı var. Ve benim de aklım karışmış durumda: BOP fikri ABD’nin mi yoksa Abdullah Öcalan’ın dediği ve savunduğu gibi Kemal Pir’in mi?

Hamiş: Abdullah Öcalan 36 yıl önce ne demiş? Nuray Şirin Göktaş’ın Haziran 1988’de Öcalan ile Bekaa Vadisi’nde yaptığı ve yayınlanamayan söyleşinin bir kısmını buraya alacağım.

Türkiye’de çok güçlüdür. PKK’yi geleneksel bir yaklaşımla, birliğimiz bozuluyor, dış güçler yardım ediyor’ deniyor. Bu, çok ucuz bir yaklaşımdır diyor ve kabul etmiyoruz. Bağımsızlık hedefimiz, Türkiye’nin de bağımsızlığını içerir, demokratik kurtuluşu içerir ve giderek bu halklar için en uygun bir siyasal rejime götürür. Genelde bu en demokratik çözümdür. Halkların kendileri için en uygun kurumları oluşturarak anlamlı birliklere gitmeleri gerekir. Buna ister federasyon, ister federal devlet birlikleri diyelim daha dar düzeyde yaklaşımlar vardır, kültürel özerklik, otonomi düzeyinde yaklaşanlar vardır. Bizim bütün bu kavramlara yaklaşırken ki ölçümüz, genelde halkların bağımsızlığı ve demokratik kurtuluşuna hizmet etmesidir. Hangisi somut olarak hizmet ediyorsa biz onun içeriğini hayata geçirmeye çalışırız.

Biz en az kendi halkımız kadar komşu halklara da bağımsızlık isteriz. Şunu da biliriz ki, halkımızın bağımsızlık mücadelesi komşu halkların bağımsızlığının gelişmesi oranında olur. Bu bizim tercih ettiğimiz bir yaklaşımdır. Dar bir milliyetçilik, bu konuda neye mal olursa olsun bağımsızlık der. Bizimki farklıdır. Kaldı ki bunu diyenlerin de bunun için bir şey yapmadıklarını belirtebilirim. Bol laf ederler ama pratikte hedeflerinin asgarisini yapmazlar. Biz biraz da sorunu bölge çapında ele alma ihtiyacında kalacağız. Büyük devrimci şehit Kemal Pir’in bir sözü vardır. Diyarbakır mahkemesinde yaptığı savunmasında geçer ve Kemal Pir biliyorsunuz bir Türk yoldaşımız. Bizim değerli ve kurucu sıfatı olan bir yoldaşımızdır ve şunu söyler: ‘Biz Ortadoğu’da küçük devletçiklerden yana değiliz, büyük bir devletten ve hatta Ortadoğu çapında bir federasyondan yanayız.’ Stratejik olarak düşünülürse biz Ortadoğu halkları için bir devlet çatısını bile düşünürüz. Ortadoğu halklarının bir federasyonu bizim için belki uzun vadeli olabilir ama bir hedeftir. Nasıl bugün Batı Avrupa Birliği bir hedefse ve önemli oranda bunun temeli atılmışsa…”

“Ortadoğu halklarının birliğe ihtiyacı vardır. Buna saygılı olmak gerekir. Şimdiden bu konuda tarihsel temellere uzanmak gerekiyor. Gericilik temelinde değil, çoktan ömrünü doldurmuş dinsel sloganlar kurtuluş getirmez fakat bu İslamiyet’in inkarını da getirmez. Bu bir kültür olayı ve yaşam biçimidir. İrdelemek gerekir. Olumlu olan özü vardır, onu yakalamak gerekir. Kopkoyu bir inkarcılık, Türkiye’de bu laisizm olarak anlaşılmıştır, kesinlikle gerici bir temelde bir İslamcılığı hep canlı ve gündemde tutmuştur. Doğru bir çözümleme alınması gerekeni alır, atılması gerekeni atar ve buna ihtiyaç vardır. Şimdi Türkiye halkı üzerinde yürütülen dincilik faaliyetleri tehlikeli boyutlara ulaşmıştır ve kesinlikle de onları mutlu edecek bir içerikten yoksundur. …Halkların kendi öz kuruluşlarına yönelmemeleri için dinden medet umulmuştur.”

Diğer Yazılar

ASGARİ ÜCRET ARTIŞI KONUSU “GERÇEKLEŞEN-BEKLENEN ENFLASYON” ARTIŞI KONUSUNA SIKIŞTIRILMAMALIDIR

Mustafa Durmuş /30 Ekim 2024 Asgari ücrete yapılacak artış tartışması bu sene de erken başlatıldı. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir