HEGEMONYA VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE AYDININ ROLÜ

Mert Yıldırım / 09.12.2025

Hegemonya, toplumsal ve siyasal güç ilişkilerinin yalnızca baskı yoluyla değil, aynı zamanda rıza üreterek kurulmasıdır. Bu nedenle hegemonya, siyasal iktidarın maddi aygıtlarının ötesine geçerek kültürel, ideolojik ve entelektüel üretim süreçlerini içerir. Bu çerçevede aydınların (entelektüellerin) rolü belirleyici bir önem taşır. Hegemonya ve aydın kavramları en sistematik biçimiyle Gramsci tarafından geliştirilmiş olsa da, bu düşüncenin Hegel, Marx ve Lenin’de önemli teorik öncülleri bulunmaktadır.

Hegel’e göre devlet, toplumsal aklın somutlaşmış hâlidir ve etik bir bütünlük temsil eder. Devlet, hukuki düzeni aşan bir ahlaki otorite olarak rıza üreten bir yapıdır. Entelektüeller, bu etik bütünlüğün anlamlandırılmasında ve toplumsal düzenin meşruiyet kazanmasında rol oynayan düşünsel taşıyıcılardır. Hegel’in bu yaklaşımı, hegemonya ilişkilerinin kültürel ve ahlaki boyutuna dair ilk sistematik çerçeveyi sunar.

Marx, maddi üretim araçlarına sahip olan sınıfın düşünsel üretimde de egemen olduğunu vurgular. İdeoloji, maddi ilişkilerin üstyapısal bir ifadesi ve sınıf mücadelesinin bir alanıdır. Bu çerçevede entelektüel, ya egemen ideolojinin yeniden üreticisi ya da alternatif bir sınıf bilinci üreten eleştirel bir aktör olabilir. Aydın, toplumsal rızanın nasıl oluşturulduğunu çözümler ve hegemonya mücadelesinin düşünsel boyutuna müdahale eder.

Lenin ise işçi sınıfının siyasal önderlik kurabilmesi için sınıf bilincinin kendiliğinden gelişemeyeceğini savunur. Ekonomik mücadele sınırlı bir bilinç üretir; sosyalist bilinç ise ancak teorik birikime sahip devrimci öncüler tarafından sınıfa taşınabilir. Bu nedenle devrimci parti yalnızca siyasal örgüt değil, aynı zamanda toplumsal bilinci dönüştüren bir entelektüel merkezdir.

Lenin’de hegemonya kavramı, işçi sınıfının önder sınıf olarak hareket edebilmesi için köylülük başta olmak üzere askerler, yarı-proleter kesimler ve diğer ezilen tabakaları içine alan geniş bir siyasal ittifak stratejisini ifade eder. Bu anlamıyla hegemonya, proletaryanın diğer sınıf ve tabakaları kendi programı etrafında birleştirebilme kapasitesidir. Gramsci’nin hegemonya anlayışı bu noktada Lenin’in siyasal önderlik kavrayışına dayanır fakat aynı anda onu kültürel ve ideolojik bir düzleme doğru genişletir.

Lenin’de siyasal bilinç dışarıdan taşınırken, Gramsci bu süreci sivil toplumun yapısıyla ilişkilendirir; bilinç, kurumlar ve kültürel pratikler aracılığıyla sınıfın içinden “organik” biçimde gelişebilir. Bu fark bir çelişki değil, mücadele düzlemlerinin farklılaşmasıdır: Lenin iktidarın alınmasına odaklanırken, Gramsci modern toplumlarda hem iktidarın alınmasını hem de sürdürülebilirliğini sağlayan kültürel–ideolojik ağların önemini analiz eder.

Organik Aydın– Geleneksel Aydın Farkı

Gramsci’nin hegemonya kuramının merkezinde aydınların konumu yer alır. Ona göre her toplumsal sınıf, kendi varoluş koşullarından çıkan, kendi deneyimlerini düşünsel düzlemde temsil eden organik aydınlar üretir. Organik aydın, sınıfın içinden çıkar; onun dünya görüşünü sistemleştirir, siyasal bilincini geliştirir ve örgütlenmesine yön verir. Eleştirel düşünceyi soyut bir alanda bırakmaz; toplumsal pratikle bütünleştirerek yeni bir tarihsel projenin maddi–ideolojik temelini kurar.

Buna karşılık geleneksel aydın, kendisini sınıflar üstü ve tarihsel olarak hep varmış gibi sunan; gerçekte ise egemen sınıfların ideolojik sürekliliğini taşıyan figürdür. Akademi, bürokrasi, hukuk, dinî kurumlar ve kültürel alan gibi yerleşik yapılarda konumlanan bu aydınlar, çoğu kez mevcut düzenin meşruiyetini yeniden üretir. “Tarafsızlık” iddiası, Gramsci’ye göre çoğu zaman egemen ideolojinin görünmez bir aktarıcısı olmaktan öteye geçmez.

Bu nedenle hegemonya mücadelesinde iki aydın tipi farklı işlevler üstlenir:

Geleneksel aydın, mevcut tarihsel blokun ideolojik sürekliliğini korur.

Organik aydın, yeni bir tarihsel blokun inşasına aktif biçimde müdahil olur; halkın ortak çıkarlarını tarif ederek karşı-hegemonyanın kültürel temelini güçlendirir.

Aydınların bu konumu, ortak duyunun çelişkili ve dağınık öğelerini daha tutarlı, eleştirel ve gerçeklikle uyumlu bir “iyi duyu”ya dönüştürme kapasitesini ifade eder. Toplumsal rıza ancak bu dönüşümle kalıcı bir nitelik kazanır.

Sivil Toplum, Demokratik Siyaset ve Mevzi Savaşı

Gramsci’nin modern siyasal düşünceye en özgün katkılarından biri, siyasal mücadelenin doğasını “manevra savaşı” ile “mevzi savaşı” arasındaki fark üzerinden açıklamasıdır:

Manevra savaşı, sivil toplumun zayıf, oturmamış ya da Gramsci’nin ifadesiyle “peltemsi” bir yapıya sahip olduğu ülkelerde benimsenen, cepheden çatışmaya dayalı mücadele biçimidir.

Mevzi savaşı ise sivil toplumun gelişkin olduğu yerlerde kültürel ve ideolojik alanlarda uzun soluklu konumlamayı gerektirir.

Mahir Çayan bu kavramlara benzeyen açılımları “evrim dönemi çalışma tarzı” ve “devrim dönemi çalışma tarzı” olarak tarif eder. Mahir’e göre sömürgesel nitelikteki ülkelerde—yani sivil toplumun zayıf olduğu yerlerde—manevra savaşı belirleyici olsa da, evrim ve devrim dönemlerinin çalışma tarzları birbirinden kopuk değildir; aksine iç içe ilerlemesi gerekir. Bu bütünleşik stratejiyi ise “birleşik devrimci savaş” olarak kavramlaştırır.

Gramsci’nin Batı toplumlarında “mevzi”, Doğu toplumlarında ise “manevra” savaşını öne çıkaran analizi, Mahir’in yaklaşımıyla büyük ölçüde örtüşür. Gramsci bu sonuca hem Batı Avrupa’yı hem de Bolşevik devrimini analiz ederek varmıştır.

Şimdilerde tartışılan ve giderek esas alınan demokratik siyasetin mücadele biçimi mevzi savaşı stratejisine dayanır. Ve mevzi savaşı aynı zamanda bir aydın örgütlenmesi sürecidir. Karşı-hegemonya kurmak isteyen her toplumsal hareket için iki temel görev bulunuyor:

1. Kendi toplumsal tabanından organik aydınlar yetiştirmek,

2. Demokrat, sosyalist, ilerici ve yurtsever cenahta bulunan aydınlarla ve potansiyel aydınlarla kalıcı bağlar kurmak.

Bu iki eksen oluşmadığında egemen bloğun kültürel üstünlüğü kırılmaz; karşı-hegemonya mücadelesi savunma hattında sıkışır. Tıpkı şimdilerde yaşandığı gibi.

Kürt Hareketi ve Yeni Dönem Paradigması

Kürt hareketi uzun bir süre sürdürdüğü volantarist mücadele biçiminin yerine demokratik siyaseti esas almayı hedefliyor. Bunun için kendisini her bakımdan reorganize etmeye çalışıyor.

Yeni dönem paradigması, demokratik siyaseti yalnızca devlet mekanizmaları ve seçimler üzerinden değil; aynı zamanda sivil toplum örgütlenmesi, kültürel üretim ve toplumsal rıza süreçleri üzerinden tanımlar. Bu bağlamda demokratik siyasetin organik aydın sorunu kritik bir noktaya gelmektedir.

Kürt Hareketi, kendi tabanından çıkan organik aydınları güçlendirmeyi ve onların kültürel, ideolojik ve iletişimsel araçlarla toplumun ortak duyusunu dönüştürmesini temel strateji olarak hedeflemeli. Bu süreçte organik aydınlar hem hareketin ideolojik birikimini toplumsal alanlara taşır hem de toplumsal tabanla aradaki rıza bağını güçlendirir.

Kürt hareketinin deneyimi, organik aydın sorununa karşı şu yaklaşımları ön plana çıkarır:

Tabandan eğitim ve bilinç geliştirme programları: Kadınlar, gençler ve aktivistler politik, kültürel ve tarihsel bilinçle donatılır.

Kültürel ve iletişimsel üretim alanlarını güçlendirme: Medya, yayın ve yerel kültürel etkinlikler, organik aydınların halkla bağ kurmasını sağlar.

Geleneksel/demokrat aydınlarla ittifak: Hareket, çevresindeki demokratik ve ilerici aydınlarla kalıcı bağlar kurarak ideolojik derinliği ve toplumsal kapsayıcılığı artırır.

Bu yaklaşım, toplumcu ve demokratik mücadelelerde organik aydın sorununa yönelik güncel bir çözüm modeli sunar. Mevzi savaşı, böylece yalnızca kültürel bir mücadele değil; aynı zamanda demokratik siyaseti güçlendiren stratejik bir süreç hâline gelir.

Hegemonya Ve Aydın: Yeni Dönem Yansımaları

Hegemonya ve aydın ilişkisi, medya tekelleşmesi, dijital gözetim, algoritmik manipülasyon, kutuplaşma ve otoriterleşme dinamikleri nedeniyle yeniden merkezi bir önem kazanmıştır.

Dijital platformlar yeni rıza üretim mekanizmaları hâline gelmiştir.

Bağımsız gazeteciler, içerik üreticileri ve dijital aydınlar karşı-hegemonya alanının yeni aktörleridir.

Dijital mecralarda görünürlük ve bilgi dolaşımı son derece eşitsizdir; algoritmalar yeni bir hegemonya alanı oluşturur.

Ayrıca neoliberal akademikleşme, profesyonelleşme baskıları ve piyasa odaklı bilgi üretimi, aydınların toplumsal işlevini daraltmış; organik aydın tipinin ortaya çıkmasını zorlaştırmıştır. Bu durum, demokratik siyaset ile geniş toplumsal kesimler arasındaki bağları zayıflatmaktadır.

Bugün demokratik mücadelenin en temel sorunlarından biri, alternatif bir hegemonik projenin kültürel taşıyıcılarını oluşturacak aydın örgütlenmesinin zayıflığıdır. Siyasal hareketlerin kendi içinden organik aydınlar yetiştirmesi ve çevresindeki demokratik–ilerici aydınlarla kurumsal bağlar kurması, demokratik karşı-hegemonya açısından hayati önemdedir.

Sonuç

Hegel’den Marx’a, Lenin’den Gramsci’ye uzanan düşünsel çizgi, hegemonya ve aydın ilişkisini modern siyasal düşüncenin merkezine yerleştirir. Devlet–toplum ilişkisinin niteliği, rızanın nasıl üretildiği, ortak duyunun nasıl şekillendiği ve siyasal önderliğin hangi koşullarda kurulabileceği bu kavramsal çerçeve üzerinden anlaşılır.

Bugün demokrasi mücadelesi yalnızca otoriter eğilimlere karşı kurumsal bir savunma değil; aynı zamanda kültürel, ideolojik ve iletişimsel alanlarda yeni bir hegemonik proje inşa etme sürecidir. Bu ise ancak eleştirel, örgütlü ve toplumsal gerçeklikle bağ kuran yeni bir aydın tipinin—çağdaş anlamda organik aydınların—ortaya çıkmasıyla mümkündür.

Diğer Yazılar

KİTAP TANITIMI: FİKRİMİN İNCE GÜLÜ: KOMÜNİST AYDINLANMA

(Yazarımız Mahir Konuk’un önümüzdeki hafta El Yayınları arasından çıkacak olan yeni kitabının tanıtım yazısı) “Hem …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir