Taner Renda / 01.03.2025

Ve nihayet beklenen açıklama geldi. Sanırım, “Atları arabanın önüne” koyan bir açıklama duyduk. Ama Kürt Sorununun son elli yıldaki mücadelesinin artık geçerli olmayacağının, kurucu liderin ağzından duymak, PKK’nın kayıtsız şartsız kendini fesh etmesini ve silahlarını bırakmasını emretmek, Ulusların Kendi Kaderini Belirleme, Federasyon, Özerk Bölge vb. hiçbir ön şart öne sürülmeden terk edilip; “Devlete” katılmayı asla kabul etmeyecek pek çok Kürt grubunu harekete geçirecektir.
Elbette bu tek A4 sayfası ile yapılan tarihi açıklama, birkaç konuda ilk elden bile “açıklanmaya muhtaç” konuları içeriyor. İlk akla gelen: başta PKK’nın üst kadrosuna ne olacağı muğlak. Silahların nereye veya nasıl bırakılacağı da ha keza aynı belirsizliği taşıyor. Bu açıklamanın sadece Iraktaki PKK’lılara mı yönelik, yoksa İran ve Suriye’deki PKK’lıları da mı kapsıyor belli değil.
Diyarbakır Meydanında toplanan anaların gözyaşlarına bakarak bu metni okumak, tabii insanı iyi hissettiriyor. Devletin redaksiyonundan geçerek geldiği çok da açık bir biçimde sırıtan bu metnin ana fikrine sağduyulu hiç kimse karşı çıkmaz. Lakin AKP+MHP iktidarından da kuşkulanmayı da kendimize rezerv tutalım. 2013/2015 Dolmabahçe Mutabakatının sonrasında da Kürt halkının uğradığı gaddarlığı ve ülkede estirilen faşizan baskıyı da asla unutmamamız gerekir.
Sırrı Süreyya’nın yazılı olmayan ama Öcalan’ın aktarmasını istediği konuya gelirsek. İster iyi niyetle istersek de şeytanın avukatı olarak baktığımızda: Bütün bu olup bitenlerin Erdoğan’ın tek adam rejimi ile ölene kadar iktidarda kalmasının ön izlerini taşıyor. Ama son güne kadar Havuç/ Sopa politikasının, eldeki bir avuç havucu tükettiğini ve kalanın da sadece sopa olduğu hala gösterilirken; Ortada, pazarlık unsuru olarak DEM’in elinde neredeyse hiçbir şey yok. DEM’in elinde sadece Meclis’in 400 milletvekilin arasında Erdoğan’ı ömür boyu başkan yaptıracak bir Anayasa oylamasında EVET oyu var.
Şimdi gelelim Suriye’deki SDG ve onun en güçlü omurgası olan PYD’ye. Öcalan’ın çağrısını çok zorlarsak; PYD de bu emre uymak durumunda. İyi ama bu durumu ne ABD ne de İsrail istemez. Erdoğan, HTŞ liderini zorlayıp duruyor: SDG’yi de silahsızlandırın diye. Kendince daha büyük işlerin peşinde olan Trump, şimdilik sadece göz ucuyla olan biteni izliyor. İsrail ise Suriye’nin güneyinden, yukarı doğru çıkarken; hem oraların silahtan arınmasını istiyor, hem de Dürziler için ayrı bir özel bölge olmasını onlar adına dayatıyor. Ve sık sık da Kürtlerin de ayrı bir bölgesi olması konusunda net açıklamalar yaparak, Erdoğan’ın elini kolunu bağlıyor (Birkaç on bin kişilik Dürzilerin bu ufkundan, birileri ne için görmemezlikten geldiler, bu da açıklanmaya muhtaç bir durum olarak ortada duracak). Bu durumda PYD’nin silahlarını bırakmasını ne sağlayacak? Ayrıca, Irak’tan gelenlerin de Fırat’ın Doğusuna katılmayacağının garantisini ne olacak?
Asıl mesele: Öcalan’ın, bu açıklamasının ana omurgasını oluşturan Demokratik bir ülkeyi yapması düşünülenlerin, aslında hiç ama hiç böyle bir dertlerinin olmadığı, ülkenin çoğunluğu tarafından biliniyor olması ile çeliştiğinin göz ardı edilmesidir.
Kısacası: Demokratik bir ülke olma yolunun başlangıcı olarak tutulan yolun en azından ehveni şer olduğu gerçeğini aklımızda tutalım. Ama karşımızda da dürüst ve iyi niyetli yapıların olmadığını da bilecek kadar bu ülkede yaşıyoruz.
Hamiş: Şimdi anlıyoruz ki; yaklaşık bir yıldır süren bu İmralı’ya gidiş gelirlerin sonucunda Devletin Bahçelisinin kendisinden beklenmeyecek bir çıkış yapmasını açıklıyor. Son beş aydır bize gösterilen ise sadece işin resmi biçimi. Erdoğan’ın şu ana kadar konuşmamasının nedeni de: Yeni bir anayasa ile kendisinin ömür boyu seçilmesini göstermemek içinmiş.