Niçin Bir Marksistim *1
(Ernest Mandel’in bu makalesini Ernest Mandel’in marksizmi adlı kitaptan alıntıladık. Toplumların oluşumu, sınıfların ortaya çıkışı ve bütün bunlara ilişkin berrak bir bakış açısına sahip olan Mandel’in, yüksek entelektüel Marksist verimi ve tutarlı bilimsel ve nesnel bir tarih yaklaşımının ürünü olan bu makaleyi marksizme ilgilenen herkesin okuması dileğiyle yayınlıyoruz .-editör)
1.
Marksizmin en büyük entelektüel çekiciliği onun (şimdiye dek bir eşi daha olmayan) tüm toplumsal bilimleri akılcı, çok kapsamlı ve tutarlı bir birliktelik içinde kavramasında yatar. İnsanın anatomik yapısının zoon politikon (siyasal hayvan) olarak insanla hiç alakasız olduğu ya da maddi mal üreticileri olan insanların sanatçı, şair, düşünür ya da peygamberlerden tümüyle farklı oldukları şeklindeki saçma hipotezle bir kopuşu temsil eder. Bununla birlikte, bu günümüze dek insani sorunlarla ilgilenen tüm akademik bilimlerin temel, örtük hipotezi olagelmiştir.
İnsan anatomisinin ve onunla yakından bağlantılı insanın psikolojik özelliklerinin (diğerleri arasında, iletişim kurma ve kavramlar geliştirme yeteneği) gelişmesinin vurgulanma gereği sosyal antropoloji bakımından besbellidir. Proleterya ve de etnoloji insanlığın ilkel kültürlerini çalışma aletleri ve hakim iktisadi faaliyetin niteliğine göre kesin dönemlere ayırarak sınıflandırır. Bununla birlikte, akademik tarih yazımı uygarlığın gelişmesi ve siyasal tarihin anahtarı olan ardışık üretim tarzlarını tanımayı reddediyor; ve Ortodoks iktisat da, aracılığıyla-üretici güçlerin gelişme düzeyini ve iktisadi örgütlenmenin geçici biçimlerini dikkate almaksızın- özel mülkiyet, meta üretimini ve rekabetin iktisadi yaşamın ezeli kurumları katına çıkarıldığı, “insan doğası’nda” bulunan sözde “sahiplenme eğilimi” efsanesine tutunuyor.
Marksizm bizim bu apaçık tutarsızlıkları aşmamızı sağlar. İnsanların, muhtaç yaratıklar olarak ancak toplumsal varlıklar olarak hayatta kalabilecekleri şeklindeki antropolojik bakımdan doğrulanmış olgudan yola çıkarak 2 türümüzün bu anatomik sınırlılığında onun sınırsız uyum sağlama yeteneğinin temelini, yani toplumun bizim “ikinci doğamız” olması olgusunu ve farklı toplumsal örgütlenme biçimlerine uyarlanma yoluyla insan davranışlarının sayısız çeşitlemesinin doğabileceğini görür.
Marksizm bu toplumsal sistemlerin tarihsel bakımdan geçici niteliklerini açıklamamızı – kuşkusuz son on bin yılda çok az değişen türümüzün sürekli fiziksel ve psikolojik özelliklerinde değil, insanın hayatta kalışının mutlak ön koşulu olarak emeğin değişen karakteristiklerine işaret ederek- sağlar. İnsanlar üretim araçlarını kullanarak kendi maddi yaşamlarını üretirler ve bu üretim içerisinde üretim ilişkileri denen belirli ilişkilere girerler. Bu üretim ilişkileri son kertede özgül bir üretim tarzı olarak her belli toplumsal düzenin yapısını belirlerler. Üretici güçlerin (üreticilerin teknik, bilimsel ve entelektüel kapasiteleri de dahil, üretim araçları ve emek gücü) gelişmesi ile üretim ilişkilerinin (içinde göreli katılıkları, yapısal karakterleri önemli bir rol oynar) gelişmesi arasındaki diyalektik son tahlilde insanlık tarihinin akışını, ilerlemelerini ve gerilemelerini, felaketleri ve devrimleri belirler.
Fakat marksizme göre “iktisadi olmayan” toplumsal faaliyetler hiç de “marjinal” ya da “tali” önemde değildir. Özellikle, insanlar yalnızca toplumsal üretim aracılığıyla hayatta kalabildikleri için toplumsal iletişim antropolojik bakımdan toplumsal emek kadar kurucu bir unsurdur. Bu ikisi kopamaz derecede birbirine bağlanmıştır; her biri diğeri olmadan imkansızdır. Buradan çıkan sonuç şudur: İnsanlar üstlendikleri her şeyi “kafalarıyla” yaparlar, bizler pratiklerimizle ilgili olarak düşünceler üretiriz3 Maddi malların üretimine kavram üretimi (bu bakımdan konuşma üretimi-fonemler- yalnızca hammadde sağlar) eşlik eder, marksizm maddi olmayan üretimin (kavramsal sistemler üretimi, yani ideolojiler, dinler, felsefe ve bilim de dahil) maddi yaşam üretiminden nasıl fışkırdığını, ondan nasıl koptuğunu, geri dönerek ona nasıl etki ettiğini ve bu tarihsel hareketi neyin belirlediğini açıklamaya çalışır.
Bu açıklamada yukarıda anmış olduğumuz gibi, marksizmin özüne ait olan bir dizi başka buluş da kritik önemdedir. Analizin en genel, soyut düzeyinde, her özgül toplum biçimi içindeki bir bütün olarak maddi üretim iki temel kategoriye bölünebilir: Maddi uygarlığın ve nüfus artışının aynı düzeyde korunmasın sağlayacak şekilde, bizzat üreticilerin emek gücünü ve veri üretim araçları stokunu yeniden üreten gerekli ürün; ve toplam toplumsal üründen gerekli toplumsal ürün düşüldükten sonra kalan toplumsal ürün fazlası. Toplumsal ürün fazlası önemsiz, süreksiz ya da tümüyle arıziyse, yalnızca çok ufak bir büyüme gerçekleşebilir. Birikim için yeterli imkan olmadığından kayda değer bir toplumsal iş bölümü de gelişemez. Yalnızca toplumsal ürün fazlası çap ve süreklilik bakımından belli bir asgari düzeyin ötesinde büyüdüğü zaman, cari üretimin bir kısmı ilave bir nüfusun beslenmesi ve ilave üretim araçlarının yaratılması için kullanılabilir. Ancak bundan sonra gerçek bir iktisadi büyüme dinamiği oluşabilir. Aynı zamanda gerçek bir iktisadi iş bölümü gerçekleşebilir ve toplumun bir kesimi geçim araçları üretim zorunluluğundan kurtulabilir; el zanaatları, ince işler, güzel sanatlar, ticaret, yazarlık, ideolojik ve bilimsel üretim, yönetimsel ve askeri faaliyetler bu geçim için üretimden bağımsız tam zamanlı ayrı meşguliyetler olarak gelişebilir. Bu da kendi payına deneyimin, bilginin ve birikmiş iktisadi kaynakların aktarılmasını kolaylaştırır ki bu da aynı şekilde insan emeğinin üretim gücünün daha ileri gelişmesine ve toplumsal ürün fazlasının daha fazla büyümesine yol açar.
Gelişmenin belli bir aşamasında, bu iktisadi iş bölümü de toplumsal iş bölümüne yol açar; yani birincisi ikincisiyle iç içe geçer. Toplumun bir kesimi toplumsal ürün fazlası üzerinde denetim sağlamak için işlevsel iş bölümünden (diğerleri arasında yedek stokların, askeri seferlerin, savaş tutsaklarının, vs. idare edilmesi görevleri) yararlanır ve doğrudan üreticilerin bir kesimini (ya da tümünü) bu ürün fazlasını kendilerine bırakmaya zorlar. Böylece toplum uzlaşmaz toplumsal sınıflar şeklinde, maddi üretimin bölüşümü ve var olan toplumsal düzenin korunması veya devrilmesi konusunda kimi zaman örtük ve barışçıl, kimi zamansa açık ve şiddete dayalı sürekli bir sınıf mücadeleleri arasında hep sürecek şekilde bölünür.
Egemen üretim ilişkileri temelinde, var olan toplumsal düzenin korunması işleviyle geniş bir iç içe geçmiş düşünme ve davranma şekilleri, hukuk ve baskı kurumları, ideolojik sistemler, vs üstyapısı doğar. Bu kurumların en önemlisi devlet, yani bazı toplumsal işlevlerin yürütülmesi üzerinde tekel gücüne sahip, toplumun geri kalanından ayrışmış ve toplumsal ürün fazlasıyla desteklenen özel bir aygıttır. Egemen sınıf toplumsal ürün fazlasını denetlediğinden devleti de denetler. Aynı nedenle, her toplumun egemen (kuşkusuz tek değil) ideolojisi aynı zamanda egemen sınıfın ideolojisidir.
Bu kendi başına kolayca anlaşılabilen avadanlık marksizmi yalnız bir iktisadi ve toplumsal gelişmeyi değil, devletlerin, uygarlıkların, bilimin, dinin, felsefenin, edebiyatın, sanatın ve ahlakın çeşitlilikleri ve dönüşümleri içinde kavranması ve açıklanması, ampirik (deneysel) verileri gittikçe daha çok bütünleştiren derinlemesine araştırıcılık bakımından da yeterli kılar.4 Onun büyük üstünlüğü burada yatar. Marksizm insan toplumunun gelişmesinin bilimi, yani son tahlilde kısaca insanlığın bilimidir.
2.
Marksist tarih ve toplum anlayışı her üretim tarzının kökenini, gelişmesini, doruğunu, gerilemesini ve yok oluşunu belirleyen özgül gelişme yasalarına sahip olduğu öncülünden yola çıkar. Karl Marx’ın en büyük kuramsal başarısı onun kapitalist üretim tarzının özgül hareket yasalarını keşfetmesidir. Temel eseri Das Kapital’in gerçek içeriği budur.
Sermaye kapitalist üretim tarzından eskidir. Kökeni ticaretin para tedavülüne dayalı bağımsız faaliyet haline geldiği basit meta üretimi ortamındadır. İlk biçimleri tefeci sermayesi ve tüccar sermayesidir. Modern kapitalist üretim tarzı, sermaye üretim alanına sızdığında ancak doğmuştur; sermaye üretim alanında hakimiyet kurmaya başladığında ancak kesinlikle oturmuş bir kapitalist üretim tarzından bahsedebiliriz.
Sermaye artı-değer doğuran değer, daha fazla para peşindeki para, iktisadi faaliyetin hakim saiki olarak zenginleşme yönelimidir. Karl Marx’ın en büyük buluşlarından biri de “sermaye”nin kendi içinde ve kendi başına bir şey ifade etmemesidir. Ne neslini yeniden üreten davar ne birikmiş üretim araçları kütlesi ne de altın ve gümüş hazinesi sermayedir. Bu “şeyler” ancak sahiplerine, söz konusu sermayenin toplum içindeki ağırlığına bağlı olarak, kısmen veya büyün halinde toplumsal ürün fazlasını temellük etme imkanı sağlayan belirli toplumsal koşullarda sermaye haline gelir. İnsanlarla şeyler arasındaki görünürdeki ilişkilerin ardında Marx sermaye ilişkisi tözünün bir toplumsal üretim ilişkisi, toplumsal sınıflar arasında bir ilişki olduğunu keşfetti.
Kapitalist üretim tarzının özü ücretli emek ile sermayenin ilişkisinde – bir yanda doğrudan üreticilerin üretim ile geçim araçlarından kopmasında ve diğer yanda kapitalist sınıf içinde üretim araçları üzerindeki denetim gücünün bölünmesinde- yatar.5 Toplumun bu ikiye bölünmesinden hemen yapısal türdeki iktisadi düzenlemeler doğar. Doğrudan üreticiler tek hayatta kalma yolu olarak emek güçlerini satmak gibi bir iktisadi zorlamaya maruz kalırlar. Bu üreticiler tarafından yaratılan tüm metalar özel mülkiyet olarak üretim araçlarının özel sahiplerince temellük edilir. Böylece sadece bitmiş mallar değil, üretim araçlarının (toprak da dahil) ve emek gücü pazarda alınıp satıldığından, genelleşmiş bir meta üretimi toplumun gün yüzüne çıkar.

Marksistlere göre bu yapısal özellikler, söz gelimi çok düşük ücretler, fakirleşen üreticiler, siyasi bakımdan güçsüz ücretliler veya ekonomide devlet müdahalesinin yokluğu ekonomi ve toplumun kapitalist niteliğini belirleyen özellikler değildir. Bırakın sadece 19. yüzyıldaki iktisadi gelişmeyi tasvir “edip de” 20. Yüzyıldaki iktisadi gelişmeler sonucu modası geçmiş olmayı, Marx’ın Kapital’i gerçekte yazarının ölümünden sonra ancak tam anlamıyla kendilerini hissettiren gelişme eğilimlerini de dahice ön görmüştür. Marx’ın sağlığında, tüm kapitalist ülkelerdeki -İngiltere hariç- emekçi insanların çoğunluğu bağımsız küçük üreticilerden ve ailelerinin yardımıyla iş gören küçük ticaret erbabından oluşuyordu. Ancak epey zaman sonra çalışan nüfus geniş bir ücret ve maaşlılar kitlesine (daha şimdiden İngiltere ve ABD’de % 90 ve diğer sanayileşmiş kapitalist ülkelerde yüzde 80’in üzerinde bir ağırlığa sahip olan), sürekli azalan bir büyük, orta ve küçük kapitalistler sınıfına ve yabancılaşmış ücretli emek icra etmeyen yok olmaktaki bir bağımsız küçük üreticiler sınıfına indirgendiler.
Kelimenin Marksist anlamında artık kapitalist üretim tarzında yaşamadığımızı kanıtlamak için “karma ekonomi” efsanesini haklı çıkarmak için ücretlilerin artık sürekli bir biçimde emeğini güçlerini satmak zorunda kalmadıklarını (ya devletin tüm yurttaşlara çalışabilip çalışamadıklarına bakmaksızın asgari bir yaşam imkanını garanti etmesinden ya da üretim araçlarının işçilerin bizzat iş kurmaları için ortalama ücretlerinden tasarruf yapabilecekleri kadar ucuzlamasından dolayı), iktisadi gelişmenin artık bireysel firmaların karlarını azamileştirme baskısı ya da rekabetin baskısıyla yönlendirilmediklerini gösteren kanıtlar ortaya konulmalıdır.
Son yüz, elli ya da yirmi beş yıldaki iktisadi gelişmenin incelenmesi bu yapısal değişimlerin hiçbirinin gerçekte meydana gelmediğini göstermek için yeterlidir. Kapitalizm, Marx’ın tanımladığı gibi, bugün de Batı dünyasındaki iktisadi düzenin temel karakteristiği olmaya devam ediyor.
Burada mesele sadece tanımsal bir sorun, yani semantik (anlambilimsel) bir tartışma değildir. Kapitalist üretim tarzının doğru, bilimsel tanımı bu üretim tarzının uzun vadeli hareket tarzının doğru bilimsel tanımı bu üretim tarzının uzun vadeli hareket yasaları ve içsel çelişkilerini keşfetme imkanı sağlar. Burada bir kez daha Marksist iktisadi analizin bu bağlamda hiçbir şey sunmayan “neo klasik” iktisat okuluna göre muazzam üstünlüğüyle karşılaşırız.6
Kapitalizm üretim araçları özel mülkiyeti üzerine -yani üretim araçları, emek gücü ve bağımsız firmaların, bağımsız kapitalistlerin verdikleri yatırım kararları üzerindeki denetim gücüne -dayandığından, kapitalist üretim acımasız bir rekabet ve ondan türeyen üretim anarşisi koşullarında cereyan eder. Her bireysel kapitalist, her bireysel firma karının büyümesini, bu arayışların bir bütün olarak ekonomi üzerindeki etkilerini dikkate almaksızın azamileştirmeye çalışır.
Rekabet piyasa payını korumak veya arttırmak için üretim maliyetlerini düşürmeye zorlar. Bu düşüş üretim ölçeğinin kayda değer bir genişlemesini, bir başka ifadeyle gitgide daha büyük üretim miktarları gerektirir, bu da kendi payına gitgide daha mükemmel makinalara ihtiyaç gösterir. Böylece kapitalizm teknolojik ilerlemede muazzam bir artışı, doğal bilimlerin maddi bulgularının maddi üretime sürekli olarak uygulanmasını ve meta ve makine dağının Marx’ın öngörmüş olduğu yarı-otomasyona dek sınırsız biçimde genişlemesi eğilimini içerir.
Fakat daha fazla makine daha fazla sermayeyi gerektirir. Rekabet savaşından sağ çıkmak için kapitalist (kapitalist firma) sürekli olarak sermayesini arttırmaya çalışmak zorundadır. Sermaye birikimi kapitalizmde temel amaç, iktisadi yaşam ve iktisadi büyümenin başlıca motorudur. Sermaye birikimi yavaşlarsa, iktisadi faaliyet geriler ve devasa mal rezervleri ve üretken güç bulunmasına rağmen yoksulluk ve yoksunluk büyür. Sermaye birikimi yapmaya zorlanma dahası kapitalist sınıfı eğilimsel olarak emek gücünün sömürü oranını arttırmaya zorlar. Çünkü sermaye kapitalize edilmiş artık değer ve -artık değer de ödenmemiş emektir- emek gücünün ürettiği yeni değer eksi emek gücünün yeniden üretim maliyeti, yani toplumsal artık ürünün parasal ifadesi. Bununla birlikte artan emek üretkenliği veri bu tüketim malları (hatta gittikçe artan miktarda) sepetinin daha kısa bir çalışma zamanı (çalışma gününün daha küçük bir bölümü) içerisinde üretilmesi demektir. Dolayısıyla sömürü oranı artsa ve işçiler kendi ürettikleri yeni değerin daha ufak bir kısmını alsalar bile, işçilerin gerçek ücretlerinin artması her zaman mümkündür – özellikle uzun vadede sanayi yedek ordusunun (işsizler) daralması ve gerilemesi halinde.

Yalnızca canlı emek gücü yeni değer ve artık -değer yarattığından ve “ölü” üretim araçlarına (binalar, makineler, ham maddeler, enerji) yatırılan sermaye miktarı eğilimsel olarak arttığından, ortalama kâr oranında, yani toplumsal artık-değerle toplumsal sermaye arasındaki ilişkide düşme yönünde orta ve uzun vadeli bir eğilim mevcuttur.
Kâr oranının dalgalanmaları kapitalizmde iktisadi gelişmeyi düzenler. Düşen bir kar oranı daha yavaş bir sermaye birikimine, yatırım faaliyetlerinde bir gevşemeye, işsizlikte bir artışa, üretimde bir düşmeye, gerçek ücretlerde bir gerilemeye ve bir krize sebep olur. Artan bir kâr oranı sermaye birikiminde bir yükselme trendine, üretime yatırımın artmasına, üretimin genişlemesine ve uzun vadede daha fazla istihdama ve gerçek gelirlerin artmasına, dolayısıyla iktisadi bir canlanmaya sebep olur. Oysa gerek “iyi” ve gerekse “kötü” zamanlarda bu gelişme eğilimlerinin hepsi eşanlı ya da düz çizgisel bir biçimde işlemezler. Uzun vadede kapitalizm son tahlilde ortalama kar oranının dalgalanmarıyla ve temel teknolojik devrimlerin az ya da çok gerçekleşme olasılıklarıyla (veya zorluklarıyla) belirlenen hem daha hızlı iktisadi büyüme dalgaları (1848-1873, 1893-1913, 1948-1966) hem de daha yavaş büyüme dalgaları (1823-1847, 1874-1893, 1914-1939, 1967-1977) gösterir.
Kâr oranlarındaki bu dalga şeklindeki hareket sisteme içkin çevrimsel kapitalist üretim örüntüsünü, dönemsel aşırı-üretim (resesyon) ve iktisadi yükseliş (dönemsel boomlara varıncaya dek) evrelerinin düzenli biçimde art arda dizilişini koşullar. Kapitalist üretimin çevresel hareketi kapitalist üretim tarzı var olduğu müddetçe devam edecek. Hiçbir “rafine çevrim-karşıtı devlet politikası paketi” uzun vadede dönemsel aşırı-üretim krizlerinin tekrar ortaya çıkmasını engelleyemez. 7 Aşırı üretim krizleri rekabetler, yani bir yanda zorunlu olarak aşırı-yatırım ve eksik-yatırım şeklinde bir çevrimsel harekete yol açan kapitalist üretim anarşisince ve diğer yanda yine aynı derecede sisteme içkin olan ve kapitalist bölüşüm ilişkileri çerçevesinde sıkışıp kalan, üretimi geniş çoğunluğun efektif talebinin sınırlarının ötesinde geliştirme eğilimince açıklanır.
Tabiatıyla, kapitalist dünya pazarının tarihinde şimdiye dek meydana gelen yirmi kadar genelleşmiş iktisadi krizin her biri 8 dünya pazarının gelişmesinin özel veçheleriyle (ham madde patlamasının ve petrol şoklarının 1974-1975 resesyonundaki kısmen “tetikleyici” rolünü akla getirin) bağlantılı olan özel karakteristikler göstermiştir. Fakat 150 yıllık bir zaman zarfında yirmi kez tekrar eden bir görüngüyü temel olarak ya da münhasıran en iyi durumda ancak her seferinde şu ya da bu özgül krizi açıklayabilen “özel” etmenlere gönderme yaparak “açıklama”ya çalışmak ve kapitalist iktisadi krizlerin sisteme içkin genel sebeplerini açıklamayı reddetmek gayri ciddi ve gayri bilimsel olacaktır.
Krizden sonra bir iktisadi yükselişin düzenli biçimde geri gelişini Marx’ın analizinin “başarısız” olduğunu kanıtı olarak görmek de aynı derecede uygunsuzdur. Marx hiçbir zaman büyük bir iktisadi krizde otomatik çöküş ön görmedi. Marx’ın analizinde, krize sermayenin kütlesel bir değersizleşmesi ve emek gücünün sömürü oranının kütlesel bir artışı (işsizlik dolayısıyla gündeme gelen) yoluyla sermaye değerlenmesi ve birikimine yeniden hız verilmesi gibi nesnel bir işlev yüklenmiştir. Onun vardığı sonuç iktisadi büyümeyi ancak üretici güçlerin dönemsel olarak üretilmesi pahasına sağlayabilen bir sistemin akıldışı ve gayri insani ve daha iyisiyle değiştirilmesi gereken bir sistem olduğudur.
Yapısal olarak belirlenen rekabet altında, sürekli büyüyen sermaye birikimi sermayenin giderek yoğunlaşması ve merkezileşmesine yol açar. Büyük balık küçük balığı yutar. Giderek daha fazla sanayi dalında , üretimin üçte ikisi ya da daha fazlası bir avuç büyük şirketin elinde yoğunlaşır. Sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi bir çok alanda tekelleşmeye yol açar. Tekelci kapitalizm serbest rekabetçi liberal kapitalizmin yerini alır. Bununla beraber ne tekeller ne de artan devlet müdahalesi değer yasasının işleyişini ortadan kaldıramaz ya da fiyatları , piyasaları, üretimi ve iktisadi büyümeyi denetleyip güvence altına alamaz. Bir düzeyde durdurulan rekabet ve anarşi daha yüksek bir düzeyde çok daha güçlü bir biçimde kendini duyurur.
Kapitalist üretim tarzının bu genel hareket yasalarından sistemin bir dizi temel ve giderek artan çelişkisi doğar.
Kapitalist iktisadi büyüme her zaman aşırı kâr arayışının sebep olduğu eşitsiz bir büyümedir. Gelişme ve az gelişme karşılıklı olarak birbirini koşullar ve hem ulusal hem Uluslar arası ölçekte iktisadi gücün uç bir kutuplaşmasına yol açar. Önde gelen sanayileşmiş kapitalist ülkelerde nüfusun en zengin yüzde 1-2’si özel zenginliğin %50’den fazlasını ve birçok durumda tüm anonim şirketlerin hisselerinin yüzde 75’inden fazlasını ellerinde tutarlar. 9 Dünya üzerinde 800’den az çok uluslu şirket daha şimdiden kapitalist sanayi üretiminin dörtte biri ile üçte birini denetim altında tutmaktadır. Bin kadar buğday, mısır ve soya fasülyesi toptancı firması birkaç yüz zirai şirketle birlikte gıda ticaretinin çok büyük bir kesimini denetlerler. Dünya nüfusunun % 70’i (bu az gelişmiş ülkeler artı Çin anlamına gelir) dünya gelirinin sadece yüzde 15’i ile geçinir ve dünya enerji tüketiminin yüzde ondan azını tüketir.
Kapitalist üretim tarzı emeğin ve tüm insanlığın giderek yabancılaşmasına yol açar. Emek yalnızca para kazanma aracı olarak görülünce, yaratıcı ve kişisel boyutunu büyük ölçüde yitirir. Başarma baskısının ve başarısızlık korkusunun sebep olduğu fiziksel yıpranma, monotonluk ve sürekli stres bir yük ve bela haline gelir. İnsan artık bir amaç değil, ticari madrabazlığın sadece bir aracıdır. -bir başka ifadeyle makinenin dişlisine indirgenmiştir.

Firma içinde maliyet ve yatırım hesaplarındaki aşırı akılcılık ve rafine planlama, işletme içindeki hassas araştırma ve üretim örgütlenmesi bir bütün olarak sistemin artan akıldışılığıyla bir aradadır. Akıl dışılık kendini yalnızca aşırı üretim bunalımlarının düzenli tekrar edişinde göstermez; aynı zamanda ifadesini yitiren tüketim kapasitesinin sürekli bir biçimde eksik kullanımına bağlı olan israfta ve üretici güçlerin sağlığa, doğaya ve hayata zararlı olan anlamsız ürünlere yönlendirilmesinde bulur.
Tüm bu çelişkiler tek bir merkezi çelişkiye bağlanabilir, üretimin giderek artan nesnel toplumsallaşması ile özel mülkiyet arasındaki çelişki. Doğrudan tüketim ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik özel bir faaliyet olarak emek uzunca bir süredir önemini kaybetmiştir. Yüz milyonlarca üreticiyi nesnel olarak emek işbirliği yapmaya zorlayan çok daha çelişik bir bağımlılık var bugün. Bununla birlikte bu genişleyen toplumsal organizmanın tertibi, denetimi ve hedefi bizzat bu milyonlarca belirlenmiyor. Bunlar büyük sermayenin elindedir. Özel kâr (her bireysel firmanın kârı) bir bütün olarak iktisadi örgütlenmenin yine bel kemiğidir. Özel zenginleşmeye doğru sınır tanımaz yöneliş büyüyen üretici güçleri insan ihtiyaçlarını gidermenin hizmetine sokmayı imkansız kılar. Tam tersine, kendi başına bir yasa haline gelen mübadele değeri bu üretici güçleri giderek korkunç felaketlere yol açan yıkıcı güçlere dönüştürür. Sistemin artan iç çelişkileri büyük yıkıcılığa sahip bir dizi dönemsel iktisadi, toplumsal ve siyasal (askeri) krizle enerjilerini boşaltırlar. Maddi kültürün ve temel insan uygarlığının yok olması, barbarlığa geri dönüş gerçek ve somut bir olasılık haline gelmiştir.
Yüzyılımızın tarihini nesnel biçimde değerlendiren herkes Marx’ın analitik dehasının iktisadi ve toplumsal gelişmenin temel eğilimlerini ne kadar doğru biçimde tanımladığını ve tahmin ettiğini görür.
III
Marksizmin aktif ve bilinçli boyutu onun tarih anlayışını n ayrılmaz bir parçasıdır. Bu da marksist olduğunu düşünen herkes için her gün mücadele demektir.
Burjuva toplumu yüzeyde bireyler arasında evrensel bir mücadele gibi görünse de, marksizm bu çatışmaların yapı taşlarını sınıf mücadelerinde görür. Ücretli emek ile sermaye arasındaki sınıf mücadelesi bu üretim tarzında toplumsal gelişmeye hakim olur. Bu üretim tarzının iktisadi hareket yasalarına ve iç çelişkilerine ifadesini veren yalnızca son kertede toplumsal çatışmadır.
Her ücretli ve her mülk sahibi istese de istemese de nesnel olarak bu sınıf mücadelesine katılmak zorundadır. Kapitalist işverenler rekabet dolayısıyla kârlarını en çoklaştırmak, yani çalışanlarını azami ölçüde sömürmek zorundadırlar. Ücretli işçilerin de kendi paylarına, eğer burjuva toplumundaki konumlarını muhafaza etmek ya da iyileştirmek istiyorlarsa, daha yüksek ücret ve daha az çalışma zamanı için mücadele etmekten başka seçenekleri yoktur.
Pratik deneyim ücretli işçilerin mali ve iktisadi güçsüzlüklerinin birinci sebebinin kapitalist işverenlerle bireysel pazarlık yapmalarında yattığını öğretir. Ücretli işçiler sürekli olarak emek güçlerini satmak zorundalarken, kapitalistlerin ellerinin altında bu satışı fiyatlar kendileri için uygun bir duruma gelinceye dek geciktirecek kadar rezervleri vardır. Böylelikle maddi baskı ücretlileri koalisyonlara, kolektif örgütlenmeye, direniş okulları kurmaya zorlar. Sendikalar, üretim kooperatifleri ve gerekli olduğunda işçi partileri.
Fakat bu nesnel zorlama mekanik biçimde tüm ücretlilerce aynı şekilde yaşanmaz. Bu zorlamaya karşı hepsi aynı anda ve aynı biçimde tepki vermezler. Bazıları koalisyon oluşturmanın ve bu koalisyonun daha etkin olacağı koşulların sağlanmasının gerekliliğini diğerlerinden daha net ve daha çabuk kavrarlar. Bazıları bu kavrayıştan pratik sonuçlar çıkarır ve sürekli biçimde buna uygun davranırlar. Diğer toplumsal sınıflardan bireyler de ya bilimsel inançtan veya sömürülenle ahlaki bir özdeşleşmeden dolayı ya da her iki sebepten birden (bazı durumlarda bu olgu kitle örgütleri içinde bireysel bir kariyer yapma arzusuyla bile açıklanabilir) proleter sınıf mücadelesine katılabilir.
Proleter sınıf mücadelesinin ancak nesnel ve öznel tarihsel etmenlerin bir diyalektiğinin sonucu olarak kavranabilmesi olgusu hiçbir şekilde marksizmin tarihsel analize saf rastlantıyı ve belirsizliği tarihsel materyalizmce keşfedilen tarihsel süreçlerin belli kanunlara uygulamaları adına pencereden attıktan sonra “arka kapıdan” içeri alarak yeniden soktuğu anlamına gelmez .10 Yalnızca tarih sürecinin düz bir sonuca doğru gitmediği, ya ileriye doğru tarihsel adım (başarılı bir toplumsal devrim) ya da geriye doğru bir tarihsel adım (ulaşılmış olan maddi uygarlık ve kültür düzeyinin parçalanması) olabileceği anlamına gelir.
Bununla birlikte, muhtemel varyantların zorlayıcı sınırları hem maddi hem de tarihsel bakımdan önceden belirlenmiştir. İç çelişkilerinin keskinleşmesinin belirli bir aşamasında verili bir toplumsal düzenin düşüşü kaçınılmazdır. Hiçbir şey uzun vadede dekadan köleci toplumu MÖ 300’den itibaren veya dekadan geç feodalizmi 17. yüzyıldan itibaren kurtaramazdı. Belirli bir derecede belirsiz olan bunların yerine geçecek şeyin somut biçimleriydi, yani mücadele halindeki toplumsal sınıfların arasındaki güç ilişkisinin (ideolojik sınıf savaşının ve siyasal inisiyatifin unsurlarını da içeren bir güç ilişkisi) evrimine bağlıdır.
Benzer şekilde, toplumsal krizden bir çıkış yolu bulmak imkânı da maddi olarak önceden belirlenmiştir. O sırada hakim olan üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi veri alınırsa, ne antikitenin krizi ne de hatta Essenes’in ve ilk Hristiyanların , hussçuların ve anabaptistlerin inanç ve çabaları bir yana, feodalizmin krizi komünist bir topluma yol açardı. Günümüzdeki üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi göz önüne alındığında, küçük meta üretimine ve küçük ölçekli özel üretime bir dönüş de basitçe ütopiktir.
Marksist tarih anlayışı içinde, sınıf mücadelesi olayların somut akışının belirlenmesinde kesin bir ağırlığa sahip olduğundan, marksizm uzun bir süredir toplumsal iş bölümü ve toplumun sınıflara bölünmesi yüzünden yıkılmış olan teori ve pratiğin birliğini yeniden kurmaya meyleder. Bunu üç düzeyde yapmaya çalışır: genel epistemolojik düzeyde olan ilki pratiğin doğrulanmasını her bilimsel hipotezin -kendisi de dahil- nihai kanıtlama biçimi olarak kabul eder. 11 İkinci olarak, toplumun sosyalist bir dönüşümü imkanını proleter sınıf bilinci mücadelesinin pozitif amacı olarak, yani bireysel saikleri yabancılaşmış sınıflı toplum tarafından derinlemesine koşullandırılmış olan insanların nasıl sınıfsız bir toplum inşa edebilecekleri ikilemine bir çözüm göstererek. Bu vulger materyalist itiraza Marksizm insanlar her ne kadar ilişkilerinin bir ürünü olsalar da, bu ilişkilerinin kendileri de insanların pratik faaliyetlerinin bir ürünüdür diye cevap verir. 12 İlişkilerin devrimci dönüşümü ve toplumsal var oluşlarını bilinçli biçimde değiştirme amacındaki insanların devrimci öz eğitimi, bu bakımdan, maddi temeli kapitalist üretim tarzının iç çelişkileri, üretici güçlerin yüksek gelişmişlik düzeyi ve çok daha geniş bir ölçekte ortaya çıkan proleter sınıf mücadelesinin içsel mantığı tarafından yaratılan birbirinden ayrılmaz şekilde bağlı iki süreçtir. Marksizm tarafından terbiye edilen proleteryada böylece bilimsel teori ve toplumun pratik dönüşümü pratikte gittikçe daha çok bütünleşmektedir.
Son olarak, marksizm bilimsel teori ile devrimci -siyasal pratiğin birliğini buna inanan her birey için yeniden kurgulamaya meyleder. Tümüyle tefekküre dalan bir “salon marksizmi” yalnızca pratik olarak değil, teorik olarak da hadım edilmiş bir marksizm olacaktır, çünkü kaderci-ekonomist bir determinizme meyletmek zorunda kalacaktır.
Marksist teori ile devrimci sosyalist pratik arasındaki bu kaçınılmaz bağ marksist araştırmacılar açısından bilimsel bağımsızlık ve nesnellikte eğilimsel bir kayıp bir kayıp veya toplumsal olguların bütününü açıklamakta (özellikle marksizmin entelektüel vaadi ve çekiciliğidir bu) bir sınırlılık anlamına gelmez mi ? Hiç de değil ! Bilimsel nesnelliğin antitezi öznelciliktir (ampirik verilerin ele alınmasında çarpıtma ve keyfilik), tarafgir olmak değil. Öznelcilik ya da sorunlara gözü kapamaya ya da dogmatik kategorilerinize uymayan olguları reddetmeye götürür. Toplumsal olguların analizine böylesine gayri bilimsel bir yaklaşımdan hiçbir şey daha yabancı değildir marksizme- kurucusunun favori sloganı omnibus dubitandum est’ti. Kaynaklara ve olgulara tam hakimiyet, görünürde ya da gerçekten yeni trendlerin onunla çelişmesi durumunda her çalışma hipotezini yeni baştan test etmeye hazır olma, en geniş eleştiri özgürlüğünün kısıtsızca gelişmesi ni ve buradan da bilimsel-ideolojik çoğulculuk gereğine bağlılık; bunlar yalnızca marksist yöntemin ayrılmaz parçaları değil, bizzat marksizmin tam olarak serpilip gelişmesinin bir nevi zorunlu ön koşullarıdır da. Bunlar olmazsa marksizmin kan kaybeden bir Talmudçuluk – ya da daha kötüsü- steril bir devlet dini bir biçiminde yozlaşır.
Özellikle marksizm “bilim adına bilim” olmayıp, en yüksek manada “tarafgir” olduğundan, yani yalnızca dünyayı yorumlamayı değil, aynı zamanda onu işçi sınıfının özgürleşmesinin çıkarına değiştirmeyi de kendine hedef olarak koyduğundan dolayı, işte tüm bu nedenlerle hiçbir şekilde toplumsal analizde tam bilimsel nesnellikten ayrılmayı hoş görmez. Yalnızca gerçekçiliğe kök salan sağlam bir bilimsel teori toplumun sosyalist dönüşümü mücadelesinde etkili bir silah olabilir. “Tarafgirlik” güdüleriyle bilimsel nesnelliğe halel getirmek atışa başlamadan önce barutu ıslatmak anlamına gelir. Ve nemli barutla da hiçbir savaş kazanılmaz.
“Tarafsız”, “değer yargılarından “arınmış”, yani sınıf mücadelesine karşı “nötr” davranan bir toplumsal bilim bir sınıflı toplumsal bilim bir sınıflı toplumda , çoğu zaman bunu yapmak, isteyen araştırmacıların öznel arzuları ne olursa olsun , mümkün değildir. Şu son on beş yılda akademik ve “resmi “ iktisat buna çarpıcı bir örnek verdi. Uluslar arası Para Fonu gibi kuruluşlar, her tekil durumda, kredi talep eden, ama kredibiliteleri şüpheli olan ülkelerin sosyal kalemlerde devlet harcamalarını kısmalarını talep ettiğinde; Mısır gibi fakir ülkelerin nüfusunun bir kesimini düpedüz açlığa mahkum eden temel gıdalara devlet desteğini radikal biçimde azaltması veya kaldırmasını utanmadan talep ettiğinde, açıkça dünya çapında emek gücü malının fiyatını düşürerek kâr oranını yükseltme gayretiyle karşı karşıyayızdır. Bu çabanın tümüyle “teknik” olarak haklı çıkarılmaya çalışılması (enflasyon, ödemeler dengesi açıkları, kamu borçları , vs ye gönderme yapılarak) sadece bir şeyi kanıtlar. Örtük olarak münhasıran (ayrılmış) var olan toplumsal düzen çerçevesinde iş gördüğünden, “resmi” iktisat kendini örtük olarak sermaye birikiminin yasalarına, yani sermayenin yürüttüğü sınıf savaşının ihtiyaçlarına tabi kılmak zorundadır.
4.
Proleter sınıf mücadelesi kendi başına henüz sosyalist bir sınıf mücadelesi değildir. Kuşkusuz menzili genişledikçe, yalnızca bireysel işçilerle kapitalistleri değil, geniş ücretli kitlelerini de tüm bir mülk sahibi sınıfla karşı karşıya getirdiği ölçüde, tümüyle iktisadi bir mücadeleden nesnel olarak siyasal bir mücadeleye dönüşecektir. 13 Böylesi bir nesnel ve proto-siyasal sınıf mücadelesi proleteryanın sınıf bilinci üzerindeki öznel etkisinin ötesinde, yalnızca sermaye ile emek arasındaki çatışmaları iktidarın fethi için, burjuva toplumunun radikal bir dönüşümü hedefi için -yani bilinçli bir anti-kapitalist boyutla- dönemsel fırsatlarla destekleyebilir.
Kapitalist sistemin gerilemesi ve parçalanması kadar bu çatışmalar da kaçınılmaz ve sisteme içkindir. Fakat ne sosyalizmin zaferi ne de proleter sınıf bilincinin en yüksek düzeyde oluşması kaçınılmaz değildir. Burada bir kez daha tarihte öznel etmenin yeriyle, yani marksizmin bir bileşeni olarak, nesnel tarih sürecine bilinçli ve amaçlı bir müdahaleyle karşılaşırız. Buradan bir dizi önemli sonuç çıkarılabilir.
Proletaryanın sosyo-ekonomik katmanlaşması, bilimsel bilginin eşitsiz temellüğü (ya da aynı olgunun basitçe öbür tarafı olan, burjuva ve küçük burjuva ideolojisinin farklı düzeylerde benimsenmesi) ve bütün kişisel gücünü sendikalara ve siyasal örgütlere vermeye yönelik davranışlarındaki farklılaşmalar proleter sınıf bilincinde kaçınılmaz bir ayrışmaya sebep olur. Yalnızca sınıf bilinçli öncünün devrimci bir öncü partisinde örgütlenmesi bu bilincin devamını garanti edebilir ve sınıf mücadelesinin her yeni evresinde kazanılan deneyimlerin aracılığıyla bu bilinci durmaksızın daha ileriye taşıyabilir.
Fakat böyle bir parti gerçek, nesnel bir anlamda ancak ücretlilerin çoğunluğuna sosyalist bir devrim için mücadelede asli olan sınıf bilinci düzeyini aktarmayı başarırsa sınıfın öncüsü olabilir. Bu aktarma ancak gerçek sınıf mücadelesine etkili bir müdahale yoluyla gerçekleşebilir. Öncü ve sınıfın, örgüt ve kendiliğindeliğin zorunlu diyalektik birliği gerek proletaryanın doğasından gerekse proleter devrimlerin ve sosyalist konsey örgütlenmesinin doğasından kaynaklanır. 14
Araç, amaç diyalektiği nesnel bakımdan tanımlanabilir bir çerçevede işler. Özellikle sosyalist amaca özbilinç, birliktelik duygusu ve işçilerin sınıfsal dayanışması yükseltilmeden ulaşılamayacağı için ancak bir bütün olarak proleter sınıf bilincini yükselten ve onu düşürüp bölmeyen bu araç, taktik ve uzlaşmalar – sosyalist amaca götürdüğü varsayılan- faydalı ve izin verilebilirdir. 15 İşçilerin sınıf bilinci üzerinde tam ters sonuçlar veren her taktik -”tümüyle pratik” bir bakış açısından -görünürde ne denli etkin olursa olsun- uzun vadede bir adım daha yaklaştırmak şöyle dursun, sosyalist amaçtan sapma yaratacaktır.
Bu, marksizmin eleştirel ve öz-eleştirel yönlerine özel bir ağırlık yükler. Marksizm yalnızca sürekli hareket halinde olan ve devamlı surette toplumsal bilimlere ham madde ekleyen ve bunları değiştiren (yalnız bugünle ilgili değil, geçmişle de ilgili) tarihsel bir sürece gönderme yaptığından dolayı “açık” ve dogmatizm dışı değildir. Ne de pratikle olan ilgisi, tarihsel sürece bilinçli ve amaçlı müdahale belli bir sonucu değiştirebileceği hesabıyla onu hiçbir zaman tamamen önceden bilinmeyecek olan geleceğe yönelttiğinden dolayı “açık” tır. O aynı zamanda, kapitalizmden sosyalizmden geçişte, proletaryanın sınıf bilincinin yükseltilmesinin yanı sıra ücretlilerin öz eylemi, öz örgütlenmesi ve mücadele inisiyatifleri de belirleyici etmen olarak kaldığından dolayı “açık” tır. Sınıf mücadelesinde, ister grevde, seçimlerde veya ister sosyalizmin inşasında olsun, her örgütlü müdahale, işçi mitinglerinde yapılan her konuşma ve işçilerce okunan her broşür her zaman şu açıdan görülmelidir: Bu müdahale sınıf bilinci üzerinde nasıl bir etki yapacaktır ? Bununla birlikte, bu etkiyle ilgili her türlü değerlendirme eylem sırasında zorunlu olarak hipotetik kalacaktır. Ancak izleyen, pratik deneyim bunun doğru ya da yanlış olduğunu gösterebilir. Proleter sınıf mücadeleleri tarihin Marksizm için içerdiği büyük önem burada yatar. Pratik deneyim temelinde, mücadele taktik ve yöntemleri hakkında geçerli değerlendirmeleri mümkün kılan tek laboratuvar budur.
Kendimizinki de dahil, nesnel eleştirel düşünce olmaksızın , bilinçli bir sosyalist mücadele, gerçek bir devrimci parti ve özgün bir Marksizmde olmaz. Amansız özeleştiriyi, “pratik gerekler” ne olursa olsun, gerçeğin açıkça ifade edilmesini -ne denli acı olursa olsun- kurban eden bir sözde marksizm yalnızca gayri bilimsel değil, marksizmin özgürleştirici boyutu bakımından da değersiz olacaktır. Bu aynı zamanda uzun vadede tümüyle verimsiz olacaktır.
Fakat siyasal bir sınıf mücadelesi tüm toplumsal olgularla, yani tek tek bireyleri aşan görüngülerle uğraşmak zorundadır. Dolayısıyla onun menzili ulusal gelirin ücretlerle kârlar (artık değer) arasında bölüşülmesine yönelik temel sınıf mücadelesinin önüne geçer. Doğrudan doğruya bu temel sınıf mücadelesinden yola çıkılırsa, üretim araçlarının özel sahipliğinin kaldırılması sorunu, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” meselesi ortaya konamaz.
Devlet meselesi, siyasal özgürlük ve işçilerin özeylemi meselesi, temsilden doğrudan demokrasiye geçiş burada çok belirleyici bir rol oynar. Tüm bu sorunların açık seçik bir şekilde kavranması proletaryanın burjuva toplumunun tüm toplumsal sınıflarını etkileyen tüm siyasal ve toplumsal sorunlarla yüzleşmek yoluyla kademeli olarak eğitilmesini (özeğitim) gerektirir. 16
Bu zorunluluğun marksist tarih ve eylem anlayışında mündemiç (içkin) oluşu hiç de rastlantısal ya da “tümüyle taktik” mülahazaların (düşüncelerin) ürünü değildir. Bu da, kendini ancak insanların, insanın insana karşı icra ettiği her türlü eziyet ve şiddet biçimlerinden vazgeçecekleri bir toplum olan sınıfsız toplum amacının aracı olarak tasarlayan proleter sınıf mücadelesinin özünden çıkar. Kayıtsızlık, müsamaha ya da hatta eski zulümlerin yeniden yaygınlaşması sosyalist amaca götüremez.
Son olarak, marksizmin nesnel-materyalist bir temeli olan etik bir bileşeni daha vardır. Tutarlı marksistler her şeye proleter sınıf mücadelesi açısından yaklaştıklarını söylerken, bu bakış açısının ancak proleter sınıf bilincini yükselten ve diğerleri arasında, işçilerin burjuva ve sınıfsız toplumlar arasındaki temel farkı daha derin bir şekilde anlamalarına yardım eden şeylerin uzun vadede sınıf mücadelesini ilerletebileceği teoremine dayandığını da kabul ederler. Bu da kendi payına, sosyalist bir dünya düzeni için dünya çapındaki mücadelelerin zorunlu parçaları olarak, gerek kadroların gerekse özgül ırkların, milletlerin , halkların , yaş grupları vs nin her türlü sömürülme ve zulmedilme biçimine karşı pratik mücadelelerin zorunlu oluşumunun kabul edilmesi demektir. Marksizm “insanlık için en yüce varlık insandır ve bu nedenle insanların köklerinden söküldüğü, köleleştirildiği, yüz üstü bırakıldığı ve horlandığı tüm koşulların alaşağı edilmesi kategorik zorunluluğu” öğretisinden yola çıkar.17
Bu gereklilik kuşkusuz her türlü gayri dürüstlük, adaletsizlik ve eşitsizlik biçimine karşı protestoda bulunma ve isyan etme ihtiyacından kaynaklanır. Ama kökü aynı zamanda nesnel tarihsel zorunluluktadır.
Yalnızca maddi üretici güçlerin üzerindeki dünya ölçeğinde bilinçli insan denetimi bunları gitgide doğa -ve kültür- yıkıcı güçlere dönüşmekten alı koyar. Bununla beraber, bilinçli denetim hem bireysel hem de kolektif değerlendirme yeteneğine birincil önem atfediyor. Proletaryanın marksizmin ön ayak olduğu gerçek özgürleşme ve enternasyonalizm yönündeki kendi kendini eğitmesi son kertede kolektif değerlendirme ve karar alma yetenekleri bakımından tek tek proleterlerin kendi kendilerini eğitmesidir. Bunlar olmazsa sosyalist özyönetim de sosyalst planlı ekonomi de kinik olmasa bile, içi boş laflar olarak kalır.
Ekonominin toplumsallaşması ancak mülkiyet ilişkilerinin kolektifleşmesi ve üretici güçlerin yönetimi karar alma yeteneğinin tedrici olarak bireyselleşmesine diyalektik biçimde eşlik ederse ve onunla birleşirse, tümüyle nesnel bir süreçten öznel denetim altındaki bir sürece başarılı bir sıçrayış yapabilir. 18 İnsan kişiliğinin kendini gerçekleştirmesini tüm üreticilere ve tüm insanlara teşmil etmek (yaymak) yalnızca en büyük sosyalist amaç değil, aynı zamanda bu amacın gerçekleşmesi için gittikçe onsuz olmaz bir araçtır da.
5.
Marksist kuram kapitalizmin alaşağı edilmesi için uygun koşulları tam gelişmiş bir sosyalist düzenin kurulması için elzem olanlardan ayırt eder. Birinci koşullar kümesi her şeyden önce sosyo-politik güçler arasındaki ilişkiye bağlıdır. Bu ilişki yalnızca proletarya ile onun devrimci öncü partisinin göreli gücünü değil, aynı zamanda burjuvazinin göreli güçsüzlüğü ile özellikle emperyalist çağda azgelişmiş kapitalist ülkeler burjuvazisinin kırsal bölgelerdeki kapitalizm öncesi ilişkileri radikal biçimde ortadan kaldırma konusundaki zorlukları nedeniyle, söz gelimi, hâlâ çok sayıdaki proleter olmayan emekçi nüfusun -köylülük- çoğunluğunu proleter devrimin müttefikleri olarak kazanma olasılığının da bir fonksiyonudur. İkinci koşullar kümesi üretici güçlerin yüksek düzeydeki gelişmesini ve en yüksek derecede doğrudan konsey demokrasisine, özyönetime, uyumlu iktisadi büyümeye, temel maddi mal ve hizmetlerin tüketiminde hızla doyumluluk sağlayarak (yani ihtiyaca göre bölüşüme doğru kademeli bir geçiş) meta ve para ilişkilerinin sistematik bir biçimde ortadan kaldırılmasına izin veren proletaryanın siyasal-kültürel bakımdan olgunluğunun bir fonksiyonudur.
Emperyalist çağda kimi ülkelerde kapitalizmin göreli az gelişmişliğinin, sınıfsız bir toplum kurulmasını son derece güçleştiren, hatta imkansız kılanlarla aynı sebeplerden – devrim bu ülkelerde tecrit edilmiş olduğu sürece- dolayı, proletaryanın siyasal iktidarı fethetmesini kolaylaştırdığı açıktır. Troçki’nin sürekli devrim kuramı-Marx ve Engels’ten bu yana Lenin’in örgütlenme kuramıyla birlikte en önemli ilerici gelişme- ona bütün 20. yüzyıl devrimlerinin çelişkili yanlarını daha 1905-1906 gibi erken bir tarihte doğru biçimde ön görme imkanı sağladı. 19
Göreli olarak az gelişmiş ülkelerde sosyalist devrimin diyalektik karakterini tanımaktan çıkardığı sonuç, devrimci parti ve sınıfı yenilgiye mahkum ettikleri gerekçesiyle bu devrimleri “prematüre” diye lanetlemek değildi. 20 Tam tersine bunun anlamı, emperyalizm çağında bu tür “prematüre” devrimlerin kaçınılmazlığının anlaşılması- tek alternatif barbarca azgelişmişlik içine saplanıp kalmaktı!- ve bunların dünyanın en gelişmiş ülkelerine derece derece yayılacak olan sosyalist dünya devrimi için atlama taşları olarak görülme zorunluluğuydu. 1917’den sonraki sosyalizmin trajedisi marksistlerin az gelişmiş ülkelerde devrimin zaferine yardım etmeye çalışmalarında yatmaz. Bu daha çok onların dünya-tarihsel başarıları olarak görülmelidir. Devrimin trajedisi onun bu ülkelerde tecrit olmuş vaziyette kalmasında, yani sayısız uygun durumlara (Almanya’da 1918-1919, 1920, 1923; Fransa’da 1936, 1944-1947, 1968 İspanya’da 1936-1937) rağmen sanayileşmiş Batı’da hala zafer kazanamamasında yatar.
Sonuç olarak önce Sovyetler Birliği’nde, ardından Doğu Avrupa, Çin, Küba ve Vietnam’da yeni bir tarihsel görüngü ortaya çıktı. Buralarda daha önce andığımız kapitalizmin hareket yasalarının hiçbirinin artık işlemediği, ama aynı zamanda hala Marx ve Engels’in sınıfsız bir toplumun ilk aşaması tanımları anlamında bir sosyalist toplum inşasından da çok uzak olan , artık kapitalist olmayan toplum inşasından da çok uzak olan, artık kapitalist olmayan toplumlarla karşılaşırız.21 Bunlar, proleter dünya devriminin gecikmesinin bir sonucu olarak, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki geçiş döneminde donup kalmış toplumlardır.
Bir donmanın gerçekleştiği somut, tarihsel özgül koşullar bu geçiş toplumlarının bürokratik yozlaşmasına yol açmıştır. Devlet, ekonomi, parti ve asker bürokrasisini de içeren bir toplumsal tabaka tüketim alanında kendi adına kayda değer ayrılacalıklar elde etmiştir. Ayrıcalıkları bu alanla sınırlı kaldığından ve üretim sürecinde yaşamsal hiçbir işlev görmediğinden, burada yeni bir yönetici sınıfla karşı karşıya değiliz. Asalaklık olmasa, toplumsal bakımdan gerekli üretim birim düşmez, tersine artar. İktisadi büyüme düşüş kaydetmez, tersine artar. Fakat özellikle asalak bir tabaka olduğundan dolayı, bürokrasi ayrıcalıklarını ancak toplumsal artık ürünün sınırsız denetimine, yani devlet, ekonomi ve savunma işleri yönetiminin mutlak bir tekeli ile geniş emekçi kitlelerinin siyasal haklarının kısıtlanmasına, atomize edilmesine ve pasifliğine dayandırabilir. 22 1956’da Macaristan ve Polonya ve 1968’de Çekoslovakya’daki olaylardan (ve kısmen 1966-67’de Çin’deki) gösterdiği gibi, bu toplumlardaki her siyasal kitle hareketliliğinin yeni yükselişi gerçek bir konsey sistemine doğru hemen hemen otomatik bir itkiye, bürokratik diktatörlüğün hemen hemen alaşağı edilmesine yol açmaktadır.23
Bu diktatörlüğe “gerçek” veya “gerçekte var olan” etiketlerinin yapıştırarak onun Doğu ve Batı’daki özürcüleri Uluslar arası burjuvaziye mümkün olan en büyük ideolojik ve siyasal hizmeti gördüler. Eğer bu olmasaydı, bugün muhtemelen kapitalizm yok olmuş olacaktı -en azından Batı Avrupa’da. Günümüzde, sosyalizmin Doğu’daki siyasal bütün koşulları ve kişisel özgürlükten yoksunlukla özdeşleştirilmesi Batı’nın kimi kilit ülkelerindeki işçiler için, gittikçe krizlere daha çok saptanmasına rağmen, burjuva toplumuna rıza göstermenin en önemli sebebidir.
Bu özdeşleştirme ancak proleter devrim Batı’daki bir ya da daha çok gelişmiş ülkede zafer kazandığında ve dünya proletaryasına SSCB’dekinden radikal olarak farklı, pratikte gerçekleşmiş bir “sosyalist model (daha doğrusu hâlâ gelişmekte olan ve tamamlanmamış) bir model sunduğunda, sürekli bir biçimde ortadan kalkacaktır. Bu modelin gerçekte nasıl bir şey olacağını şimdiden tasvir edemeyiz. Fakat ana hatları kabaca, eskinin rahminden daha şimdiden çıkmış yeni toplumun kimi unsurlarından ve 20. yüzyıldaki proleter devrimlerin toplam deneyimlerinin (hem olumlu hem de olumsuz) eleştirel bir değerlendirilmesinden itibaren çıkartılabilir.
Bu modelin siyasal düzeydeki temel karakteristiği konsey demokrasisi, yani siyasal iktidarın işçi sınıfı ve onun özgürce seçilmiş temsilcileri tarafından dolaysız bir biçimde yürütülmesi olacaktır. Devrimci parti işçi konseyleri içindeki önden rolünü çoğunluğun siyasi-ideolojik bakımdan ikna edilmesi yoluyla yürütecektir, yoksa zor yoluyla ve siyasal hasımlarını baskı altına alarak değil. Bu çok partili bir sistem, tam tekmil örgütlenme, toplanma, gösteri ve basın özgürlüğü, bağımsız sendikalar, grev hakkı ve ideolojik, bilimsel sanatsal ve felsefi çoğulculuğa tam tekmil saygı anlamına gelir. Bu temel demokratik haklar, burjuva parlamenter demokrasisine karşıt olarak, artık biçimsel olmaktan çıkıp içerik olarak da kullanılabilecek hale gelecek şekilde, sürekli biçimde genişletilecektir, yani burjuva yurttaşlar kitlesine etkin biçimde yürütülebilmesi için zaman ve maddi ön koşullar garanti edilecektir. Bir başka ifadeyle doğrudan demokrasiye, devlet iktidarının doğrudan doğruya işçilerin kendileri tarafından yürütülmesine, kayda değer sayıdaki toplumsal alanda insanların ve toplulukların öz yönetimine, yani kademeli olarak devletin sönümlenmesine götüren bir dinamiğin kurulmasına doğru artan bir yönelim demektir bu.
İktisadi düzeyde bu “model” içinde birleşmiş üreticilerin ekonominin gelişmesini belirleyen bütün önceliklere bizzat karar verecekleri, ekonominin planlı ve demokratik tarzda merkezileşmiş öz yönetimiyle karakterize olacaktır. Gerçekten kararlar her zaman pratikte en etkin olacağı düzeylerde alınacaktır: Önemli yatırım kararları çeşitli sanayi dallarının tüm konsey ve kongrelerinin ulusal kongrelerinde; çalışmanın örgütlenmesi sanayi dalları ve bireysel işletmeler düzeyinde (ya da sanayi dalları ve federe işletmeler düzeyinde); sosyal yatırımlar yerel ve bölgesel düzeylerde; üretilecek mallarla ilgili kararlar televizyon, referandum ve kamuoyu yoklamalarının da yardımıyla üretici-tüketici konferanslarında; çok sayıdaki büyük yatırım kararları ile çevre kirliliğiyle mücadeleye yönelik politikalar Uluslar arası konsey kongrelerinde vs.
Pratiğe sokulan (yalnızca demagojik olan beyan edilen değil) işçi özyönetimi çalışma haftasının radikal biçimde kısaltılmasını, doğrudan üreticilerin teknik-kültürel yetenek düzeylerinin sürekli bir biçimde yükseltilmesini, ücretlerdeki eşitsizliklerin radikal bir şekilde azaltılmasının yanı sıra burjuva bölüşüm normlarının (meta-para ilişkileri) sürekli biçimde tasfiyesini gerektirir. Azami halk denetimi ve en gelişmiş siyasal konsey demokrasisi asalaklık, yolsuzluk ve israfa, yani tüketim mallarının bölüşümündeki meta-para ilişkilerinin süregidişinin üretim ilişkileri üzerindeki olumsuz etkilerine karşı yegane güvencelerdir.
Hem siyasal hem de iktisadi olarak bu “model” çalışma güdüsünde ve teknolojinin, çalışmanın örgütlenmesinin ve emek sürecinin içeriğinin (yalnızca pasif bir “topluma hizmet” şeklinde yaşanan mekanik ve monoton emek süreçlerinin saf dışı edilmesi) tedricen dönüşümü, kol ve zihin emeği, üretim ile yönetim arasındaki ayrımın kalkması ve gelenek ve göreneklerin değişmesi olmaksızın tasarlanamayacak olan çalışma ahlakında kalıcı bir değişmeyle yakından bağlantılıdır. Tüm bu devrimler birleşmiş üreticilerin öz eğitiminde ve sosyalist bireylerin öz gelişmesinde karşılıklı olarak etkileşecek ve eşanlı olarak birbirini koşullayacaktır. Bu da Uluslar arası dayanışmada ani ve niteliksel bir yükseliş, yani dünya çapında üretilmiş olan kullanım değerlerinin kayda değer bir oranda yeniden dağıtımı demektir. Kuzey’de içinde bolluk ve geniş serbest zamanın Güney’de açlık ve azgelişmeyle el ele gittiği bir “sosyalist dünya” bir garabet olacaktır ve gerçek sosyalizmle hiçbir ortak yanı yoktur.
Burjuva ideologları marksizmi Stalin’den ve SSCB’de, Doğu Avrupa’da ve Çin’de tüm yanlış giden işlerden sorumlu tutuyorlar. Bu biraz da modern tıbbı reddedip kurumlaşmış üfürükçülüğe geri dönüşü salık vermeye – yetersiz tıbbi bakım yüzünden son altmış yılda birçok hastanın iyileştirilemediği gerekçesiyle- benzer. Bu eleştirileri onları ileri sürenlere de geri çevirmek mümkün. Marksizmin bir sosyal bilim olarak üstünlüğünün yeni bir gösterimi de onun öngörülememiş olan “kapitalizm ile sosyalizm arasındaki geçiş toplumu”nun sebeplerini, gizlerini ve hareket yasalarını keşfetmesiyle ve bu toplumlardaki “uygulamalı sözde marksizm”in maskesinin yaman ve tam biçimde düşürülmesiyle ortaya konmuştur. Bu başarılarla kıyaslandığında, akademik “sovyetoloji”nin giriştiği kuramsal analizler acemi kalır. Onun sözüm ona keşfettiği “yasalar” ya basmakalıp doğrulardır ya da nesnel gelişmeler tarafından hızla yanlışlanan doğrulardır.
Marksizm sömürü ve zulme karşı mücadeleyi kategorik bir zorunluluk katına yükseltse ve bunların Sovyetler Birliği veya başka yerlerdeki sözüm ona “gerçekleşmeleri”ni acımasız bir eleştiriye tabi tutsa da 24 ütopik bir ideal modeli “var olan koşulların gerçek anlamda üstesinden gelinmesiyle” karşı karşıya getiren bir tür tarihsel idealizme de düşmez. O yalnızca materyalist tarih anlayışının, teori ve pratiğin birliğinin bir kez daha yeni bir boyut kazandığı daha net bir düzleme yükseltir.
İnsanlık tarihi boyunca iki koşut, ama çelişik sabite rastlarız. Bir yanda savaşlar, sınıflı toplumun ve sınıf mücadelelerinin ardışık biçimleri insanların bugüne dek gönüllü işbirliği ilkelerini bir bütün olarak insanlığın dayanışması ve birlikteliğine yayamadığını gösterir. Bu ilkelerin pratik, kalıcı bir şekilde uygulanması insan türünün ama büyük ama küçük bir takım kesimleriyle sınırlı kalmıştır. Kabile veya köy toplulukları, özgül, geniş aile biçimleri, ortak bir hedef için mücadele eden toplumsal sınıflar. Maddi sebeplerin bu toplumsal kendini imhaya yönelik sabit eğilimin neden olduğunu -ve bilim ile tekniğin bugünkü düzeyi veriyken, uygarlığın sürekli varlığını ve de insanlığın fiziksel olarak hayatta kalışını gittikçe daha çok tehdit ettiğini- biliyoruz. Diğer yanda, özgür, eşit ve birleşmiş üreticiler toplumu arzusu da insanlık tarihinde sınıfsal bölünmeler ve bunun sonucunda insanın insana karşı uyguladığı eşitsizlik, adaletsizlik ve şiddet kadar derinlere kök salmıştır. Bizi tekrar tekrar “her zaman zengin ve fakir insanlar olduğu” na ve bir eşitler toplumu için mücadele etmenin anlamsız olduğuna inandırmaya çalışan yönetici sınıfların sahip oldukları tüm ideolojik etkiye rağmen biz yine de tarih boyunca yoksulun sömürülmesine ve zayıfın ezilmesine karşı kesintisiz bir isyanlar başkaldırılar ve devrimler resmi geçidine tanık oluruz. İnsanlığın kendisini özgürleştirmesine yönelik bu çabalar tekrar tekrar başarısızlığa uğrar. Ama sürekli olarak yeni çabalar onların yerini alır- tarihsel açıdan bakıldığında, maddi açıdan gelişmiş her toplumda bunlar açık seçik bir gelecek tasarımı, kesin hedefler ve artan gerçekleşme şansları taşırlar.
Biz sermaye ile emek arasındaki sınıf mücadelesi çağındaki marksistler, Mısır’da firavunlar zamanındaki ilk grevden,25 başlayarak Antikitede sayısız köle ayaklanmasından ve eski Çin ile Japonya’da köylü savaşlarından geçerek modern zamanlar ve günümüzdeki devrimci geleneğin büyük devamlılığına varan bu binlerce yıllık eğilimin en yeni temsilcileriyiz.
Bu devamlılık insan türünde hep yeniden ve yeniden alev alan, eşitsizliğe, sömürüye, adaletsizliğe ve zulme karşı sönmeyen başkaldırı ateşince yaratılır. Zaferimizin kesinliği burada yatar. Ne Sezar ne Pontius Pilate, ne tanrının inayetini taşıyan imparator ne Engizisyon, ne Hitler ne Stalin, ne terör tüketim toplumu uzun vadede bu ateşi söndürmeyi başarmıştır. Kendini tekrar tekrar gösterecek -bir ülkede veya kıtada, sonra bir başkasında, bazen şairler, filozoflar ve hocalar arasında, başka zamanlar büyük insan kitlelerinde, tarihin gelgitine ve kendilerini idare eden maddi çıkarlar ve siyasal ideolojik mücadelesine bağlı olarak -kadar 26 antrpolojik doğamıza tekabül eder -tedrici toplumsallaşma ve dürüstlük olmadan insanlar hayatta kalamaz.
Nörofizyologlar, psikologlar ve davranış bilimcileri insanlık tarihindeki bu ikiliği bireydeki içgüdüsel ve bilinçli eylemin bileşimini yansıttığı söylenen sinir sistemimizin iki yanına indirgemeye çalışmışlardır. Bu tarz bir sav en çok insandaki saldırganlık ve yıkıcılık ihtimalini, yıkıcılık potansiyelinin – bizim ön insan ve proto insan geçmişimizden kaynaklanan- insanların derinliklerine kök saldığını kanıtlayabilir. Fakat hiçbir şekilde niçin bu potansiyelin belirli bir dönemde daha güçlü veya daha zayıf olarak gerçekleştiğini, niçin “barışçı” ve “saldırgan” dönemler, kültürel toplumlar olduğunu; ya da niçin bu potansiyel yıkıcılığı süreklilik arz eden bir temelde (ya da en azından çok uzun bir döneme yayılacak şekilde) keskin biçimde azaltan ya da onu zararsız başka alanlara kanalize eden bir toplumsal düzen kurulmadığını açıklamaz. Bir bütün olarak insanlığın bir bilimi olarak marksizmin temel teması ve temel amacı budur.
Bizse şunu göz önünde tutmanın daha makul olduğuna inanıyoruz: yüz binlerce yıldır doğanın alt edilemez güçlerinden korkuyla yönetilmiş ve bunlara karşı mücadelede temel toplumsal işbirliği biçimleri geliştirmiş olan zayıf insan ırkı bu doğal güçlerin git gide efendisi olmayı ancak toplumsal dayanışmanın sürekli eritmesi pahasına başarabilirdi. Bu efendilik pratikte toplumsal ürünün gittikçe daha büyük bir kısmının tüketilmek yerine biriktirilmesini, yönetim görevlerinin toplumun tüm üyelerince rotasyon temelinde yerine getirilmesinin yerine toplumun bir kesiminin yönetim ve entelektüel çalışmada giderek uzmanlaşmasını gerektiriyordu. Toplumsal ürün çok küçük bir düzeyde kaldığı müddetçe, bu zorunluluk sürekli bir çatışmaya yol açtı, birikim ancak doğrudan üreticilerin zorla çalıştırılmaları yoluyla artabilirdi ve bu üreticiler kitlesi entelektüel çalışmadan alıkonulmalıydı.
İnsanlar doğaya hakim oldukça, toplumsal varoluşları üzerindeki toplumsal dayanışma ve denetimi de yitirdiler. Bu andan itibaren de bu işlevler insanların gıyabında iş gören nesnel ve kör yasalar tarafından düzenlendiler. Kapitalizmde bu çelişki en yüksek noktada ve en keskin ifadesini buldu.
Bununla birlikte, kapitalist üretim tarzı tarafından üretici güçlerin devasa boyutta gelişmesiyle birlikte, doğaya hakimiyetimizin bu hedefi yalnızca daha yüksek ve daha yüksek ve insanın bekası için daha tehlikeli olmadı, aynı zamanda gittikçe daha da anlamsız oldu. Tarihte ilk kez birleşmiş üreticilerin dünya çapındaki sınıfsız bir toplum için gerçekçi bir maddi temel ortaya çıktı. Ücretli emeği, kolektif örgütlenmeye ve kitle eylemine tarihteki başka sınıflara göre daha yatkın olan sınıfı yaratarak, kapitalizm aynı zamanda pratikte böyle bir toplum kurmak için mücadeleye iç güdüsel bir eğilim gösteren – en azından dönemsel olarak- bir toplumsal güç doğurdu. Paris Komünü’nden, Rus Devrimi’ne 1936-1937’deki Katalonya’dan Fransa’da 68 Mayıs’ına, proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin tarihi tüm dramatik yenilgilere ve bunların trajik yan etkilerine rağmen, bu yöndeki açık seçik ve yaygın çabaların bir birleşimidir.
Bu tarihin henüz ilk evresinde bulunduğumuzdan ve en yüksek noktasının henüz arkamızda değil, önümüzde olduğundan bir an bile kuşku duymuyoruz. Bu mistik bir inanç değil, burjuva toplumunun hareket yasalarının ve 20. yüzyıldaki sınıf mücadelesinin bilimsel bir analizine dayanan bir kesinliktir. Marksizmin büyük tarihsel başarısı kuşkusuz onun insanlığın eski bir düşünün gerçekleşmesi için akılcı-bilimsel bir temel doğrultu sunabilmesinde, eleştirel düşüncenin, ahlâki-insani gayretin ve özgürleştirmeci militan eylemin üstün bir sentezini mümkün kılabilmesinde yatar.
Son kertede ben bir marksisitim çünkü yalnızca marksizm insanlığa ve onun geleceğine kendini aldatmadan-yirminci yüzyıldaki bütün o korkunç deneylere, Auschwitz ve Hiroşima’ya, “Üçüncü Dünya’daki açlığa ve nükleer yok oluş tehdidine rağmen -inancı korumayı mümkün kılar. Marksizm bize hiç şaşaaya kaçmadan, hiç yanılsamaya düşmeden, neslimizi maymunsu yaratıklardan cenneti arayan varlıklara götüren milyonlarca yıl boyunca meydana gelen o bitmez tükenmez zorlukların ve kaçınılmaz geri dönüşlerin tümüyle bilinci olarak, hayata ve insanlara olumlu bir şekilde yaklaşmayı ve onları sevmeyi öğretir. Toplumsal varoluşu üzerindeki denetimi ele geçirmek bugün de bir tür için ölüm kalım meselesi halini almıştır. Sonunda arzularının en soylusunu gerçekleştirmeyi başaracaktır. İnsana yakışır, sınıfısz, şiddetsiz bir dünya sosyalizmin inşası…
1 Ernbin ?est Mandel’in bu makalesi, ilk kez, aynı zamanda kitabın adı olan Warum ich Marxist Bin ? [Niçin Marksistim] sorusuna kişisel cevaplarını vermeleri istenen çeşitli Marksistlerin katkılarının derlendiği bir toplama eserde Almanca yayınlandı. [Fritz] Raddatz’ın yayına hazırladığı kitap ilkin Kinder Verlag tarafından Münih’te 1978’de s.57-94 arasında ve bilahare Fischer Taschenburg Verlag tarafından Frankfurt’ta 1980’de s.52-86) arasında yayınlandı. Mandel’in katkısı genç Marx’tan alıntılanan bir başlık taşıyordu: Der Mensch ist das höchste Wessen für den Menschen (İnsan İçin En Yüce Varlık İnsandır.]
2Adolph Portmann’ın (Zoologie und das neue Bild Menschen: Biologie Fragmente zu Einer Lehre Von Menschen (Zooloji ve İnsanlığın Yeni Portresi: İnsanlığın Dersinin Biyolojik Kısmı] Rowohlt Verlag, Reinbek (1956) ve Arnold Gehlen’in (Der Mensch Seine Natur und Seine Stellung in der Welt [İnsanlık Doğası ve Dünyadaki Konumu] 7. Baskı. Athehaum Verlag, Frankfurt ve Bonn 1962) klasik kitapların yanı sıra Gerhard Heberer’in (Der Urspung des Maenschen, Unser gegenwortinger Wissensstand [İnsanlığın Kökeni Bugünkü Bilgi Düzeyimiz], Gustav Fischer Verlag, Stutgart 1969, Tran Duch Thao’nun (Investigations into Origin of Language and Consciousness [Dil ve Bilincin Kökeni Üzerine Araştırmalar], D. Reitel Publishing Company, Boston 1984) kitapları ile V.P Yakimov’un (U Istakov çeloventstva Osnaviye problemi antropogonesa [İnsanlığın Kaynaklarına Dair Antrponogezin Temel Sorunları], Moskova, İzdatelstvo Moskovskogo Universiteta 1964) yayına hazırladığı dermeye de bakınız.
3Bir örümcek dokumacınınkine benzer işlemler yürütür ve bir arı bal peteği hücrelerini inşa ederken mimarı hayrete düşürür. Fakat en kötü mimarı en yetenekli arıdan ayıran şey mimarın hücreyi yağlı kağıt üstünde inşa etmezden evvel zihninde kurgulamasıdır. Her emek sürecinin sonunda, işçi tarafından başlangıçta zaten tasarlannış olan sonuç yani ideal olarak zaten var olan şey ortaya çıkar” Karl Marx, Capital Volume 1, Penguin Harmondsworth 1976, s.284)
4Marksist Yöntemin böyle bir uygulamasının ikna edici örnekleri örneğin söz gelimi şu olağanüstü edebiyat tarihi ve edebiyat tarihi ve edebiyat eleştirisi çalışmalarında bulunabilir: Franz Mehring: Die Lessing-Legende [Lessing Efsanesi], Dietz Verlag, Berlin 1963 Georg Lukacs The Theory of the Novel [Roman Kuramı], Merlin Press, Londra , 1971 ve Historical Novel [Tarihsel Roman] Penguin Harmondsworth 1969 ve Lucien Goldmann Le Dieu du-Cachė -The Hidden God: A Story of Tragic Vision of the Pensées of Pascal Tragedies of Racine [Gizli Tanrı: Pascal’ın Düşüncelerinde Racine’in Trajedilerinde Trajik Bakış Açısının İncelenmesi] Routledge & Kegan Paul, Londra, 1964.
5Özel mülkiyet ve sermaye sahipliği burada tümüyle hukuki anlamda değil, üretim araçları üzerinde (kolektife karşıt olarak) denetim gücü olarak iktisadi anlamda anlaşılmalıdır. Bu iktisadi kurum kuşkusuz uzun vadede kendini gerekli hukuki tanınma olmaksızın gerçekleştiremez, yeniden üretemez ve genelleştiremez. Kapitalizm için tipik olan büyük sermaye miktarlarının özel sahipliğinin “yasal karabasanlar” a yol açacak şekilde, daha büyük sermaye miktarları üzerinde denetim kurması olgusudur.
6Günümüz Marksist iktisadın değerlendirilmesinde iktisat kuramının ilerlemesine yapılan bu teknik katkılar ne denli önemli olsa da, yine marksizmin kapitalist sistemin uzun vadeli eğilimlerine yönelik parlak analizinin gölgesinde kalırlar. Buradaki katkı gerçekten etkileyicidir. (Wasilly Leoitneff “ The Signifigance of Marxism Economics for Present-Day Economic Theory (Marksçı iktisadın Günümüz İktisat Teorisindeki Anlamı) David Horrowitz (ed.) Marx and Modern Economics (Marx ve Modern İktisat) MacGibbon & Kee, Londra 1968 içinde s.94
7Bu kavrayış bizim daha 1960’ların sonları ve 1970’lerin başlarında Uluslar arası kapitalist ekonominin 1974-1975’teki genelleşmiş resesyonunu, ortaya çıkış tarihi de dahil olmak üzere, yeterince doğrulukta ön görmemizi sağlamıştı.
8Önde gelen ülkelerin dünya pazarında içine düştükleri iktisadi krizler kabaca şu tarihlerde patlak vermiştir (1825, 1836, 1847, 1857, 1866, 1873, 1882, 1891, 1900, 1907, 1913, 1929, 1937, 1949, 1953, 1957, 1960, 1970, 1974)
9Küçük tasarruf sahipleri veya emeklilik fonlarının tasarruflarını dikkate almaksızın. Bunların zenginlikle hiçbir ilgisi yoktur, sadece bilahare tümüyle tüketilecek olan gelir farklarına dayanır. Dahası sahiplerince oturulan konutları (bunlarda varlığı değil, dayanıklı tüketim mallarını temsil eder) de ulusal zenginlikten çıkarırsak, bu aralar daha da daha da yükselir.
10Toplum tarihinde.. aktörlerin hepsi bilinçle donatılmış bilerek ya da tutkuyla davranan belirli amaçlara yönelik çalışan insanlardır; hiçbir şey bilinçli bir hedef, niyet edilen bir amaç olmadan gerçekleşemez. Fakat tarihsel araştırmada, özellikle tekil olay ve dönemlerde önemli olan bu ayrım tarihin akışının kendi iç yasalarıyla yönetilebilmesi olgusunu değiştiremez. Çünkü burada da, genel olarak bireylerin bilinçli olarak arzuladıkları amaçlara karşılık görünürde rastlantı hakimdir. Arzulanan şey gerçekleşir, ama nadiren; olayların çoğunda sayısız arzulanan hedef bir diğeriyle çakışır ve çatışır ya da bizzat bu amaçlar ya daha baştan itibaren gerçekleşemez durumdadır ya da bunlara ulaşmak için gerekli araçlar yetersizdir. Tarihsel olaylar böylece bütününde şans tarafından idare ediliyor gibi görünürler. Fakat yüzeyde rastlantı hakimken, fiiliyatta her zaman içsel, gizli yasaların idaresindedir ve önemli olan bu yasaları keşfetmektir sadece (Friedrich Engels, Ludwig Feurebach and the End of Classical German Philosophy [Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu] Marx ve Engels Selected Works in 3 Volumes] [3 Cilt halinde seçme eserler] Moskova, 1970 s.365-366]
11Bkz V.I Lenin, Philosophical Notebooks [Felsefe Defterleri] Collected Works [Bütün Eserler] Moskova Cilt 38 İçinde s.470-471.
12Karl Marx “Feuerbach Üzerine Tezler’inin üçüncüsüne bakınız. Bu “tezler” bir bakıma marksizmin doğum kağıdıdır.
13Karl Marx ve Friedrich Engels, Manifesto of the Communist Party [Komünist Parti Manifestosu] Marx ve Engels, Selected Works [Seçme Eserler] Cilt 1 içinde s.115-116
14Bu konuda benim şu denemelerime bkz “The Leninist Theory of Organisation Robin Blackburn (ed) Revolution and Class Struggle içinde ve “What is the Bureaucracy, Tarıq Ali (ed.) The Stalinist Legacy içinde.
15Bkz.V.I Lenin, Left-Wing Communism: An Infantile Disorder [Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı], Collected Works [Bütün Eserler], Cilt 31 içinde s.74
16Lenin, What İs To Be Done [Ne Yapmalı], Collected Works, Cilt 5 içinde s.422 ve devamı
17Karl Marx “Critique of Hegel’s Philosophy of Right Introduction [Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi Giriş], Karl Marx Early Writings [İlk Dönem Yazıları] Penguin, Harmondsworth 1975 İçinde s.251
18Bu üç yanın bireysel öznellik, iç öznellik ve nesnel kavrayış -ötesinde Marx’ın praksisle ilgili düşüncesindeki başlıca ilgi bunların nesnel zenginlik, çok boyutlu ve bireysel özetkinlik ve evrensel toplumsal dayaanışmaya, eşitlikçi işbirliğine olan ilgiyle belirlenen sentezlerinin pratik önceliğidir. Bkz Helmut Dahler ve Helmut Fleischer, “Karl Marx, Dirk Kasler (ed) Klassikker des soziologischen Denkens [Sosyolojik Düşüncenin Klasikleri] cilt 1, Verlag, C.H Beck, Münih 1976 İçinde s.151
19Lev Troçki’nin Sonuçlar ve Olasılıklar kitabı ilkin 1906’da yayınlanmıştı.[Lev Troçki, Sürekli Devrim Sonuçlar ve Olasılıklar, Yazın Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 1996]
20Uç bir partinin önderinin başına gelebilecek en kötü şey temsil ettiği sınıfın egemenliği ve bu egemenliğin içereceği önlemlerin alınması için hareketin henüz olgunlaşmadığı bir dönemde hükümeti ele geçirmek zorunda kalmaktır. Friedrich Engels The Peasant War in Germany [Almanya’da Köylü Savaşı] International Publishers, New York, 1966 s.135
21Trajedinin açıklaması 20. Yüzyılda işçi hareketinin strateji ve taktiklerinin somut bir analizini de içermelidir. Bu alandaki en önemli katkılardan bazıları şunlardır: Rosa Luxemburg’un Sosyal Reform mu Yoksa Devrim mi ? Kitabı, kitle grevi üzerine tartışmalara değinen yazıları. Lenin’in Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı kitabı ve Troçki’nin Almanya (Faşizme Karşı Mücadele) Fransa ve İspanya [The Spanish Revolution: 1931-1939, Pathfinder Press, New York 1973) üzerine yazıları.
22Üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu bir işbirliği toplumunda üreticiler ürünlerini mübadele etmezler; benzer bir şekilde, ürünler için harcanan emek de artık bu ürünlerin maddi karakteristik olarak sahip oldukları değeri şeklinde görünmez, zira artık, kapitalist toplumun tersine, bireysel emek miktarları yalnızca dolaylı olarak değil, dolaysız olarak da toplam emeğin bir parçasıdır. Bugün dahi herhangi bir değeri olamayacak kadar muğlak olan “emek ürünleri” deyimi böylece her türlü anlamını yitirir.Toplumun üretim araçlarının sahipliğine geçtiği ve onları doğrudan doğruya ortaklaşa biçimde üretimde kullanmaya başladığı andan itibaren, her bireyin emeği, özgül bakımdan yararlı nitelikleri ne denli farklı olsa da, hemen ve dolaysız biçimde toplumsal emek haline gelir… Dolayısıyla, miktarları artık dolaysız biçimde ve mutlak tutarlar olarak tanımlayacağından, ürünlere katılan emek miktarlarını ifade etmek için onun (yeni toplumun) bir üçüncü ürüne, eskiden daha iyisi yokluğunda kaçınılmaz olsa da, ancak göreli, dalgalı uygunsuz olan bir ölçüye ihtiyacı olmayacaktır. Toplum ürünlere, doğal, uygun ve mutlak bir ölçü, bir zamandan başka bir değer atfetmeyecektir. (Friedrich Engels, Anti-Dühring, Moskova, 1947 s.374-375)
23Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki bürokratikleşmiş geçiş toplumlarının derli toplu analizleri şuralarda bulunabilir: Lev Troçki, İhanete Uğrayan Devrim: Sovyetler Birliği Nedir ? Nereye Gidiyor ?, Yazın Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 1991. Isaac Deutscher Bitmemiş Devrim, Belge Yayınları 2. Baskı, İstanbul, 1990. Jürgen Arz ve Otman Sauer, Zur Entwicklung der sowjetischen İberganggeselichaft [Sovyet Geçiş Toplumunun Gelişmesi 1917-1929] ISP-Verlag, Frankfurt, 1976, Jacob Moneta, Aufstieg und Niedergang des Stalinismus [Stalinizmin Yükselişi ve Düşüşü], ISP-Verlag, Frankfurt, 1976.
24Karl Marx, Luis Bonapart’ın 18 Brumaire (Köz Yayınları, İstanbul 1975) kitabına ön sözde daha 1852’de proleter devrimlerin acımasız özeleştirisi eğitiminin ilk örneğini vermiştir.
25Yirminci hanedanın sonuna doğru, Firavun 3. Ramses zamanında yani yaklaşık 3500 yıl evvel, kraliyet mezarlığının işçileri tarihte bilinen ilk grevi ya da işçi ayaklanmasını örgütlediler. Bu olay o sırada, bugün de bulunduğu Torino’da muhafaza edilen bir papirüs üzerine ayrıntılarıyla işlenmişti. Bkz François Daumas, Le Civilisation de L’Egypte pharaanique [Firavunlar Mısır’ında Uygarlık], Artaud Paris 1965
26“Ahlak deneyim olarak bireysel davranış için ne sınırsız ne de basitçe biçimsel bir gerekliliktir. Işığını ekip biçenlerin ve sırtında yük taşıyanların sınıf mücadelesinden, horlanan ve zorlanandan almalıdır. Yalnızca bu yolla kalıcı ahlak ilkeleri, gerçek hayatta onlara ihanet edilse bile, ilk kez sarsılmaz ve yıkılmaz bir hale gelirler: Şekli şemalli ne kadar silik olsa da ve bezgin ve geveze karakteri çok genel hatlarla çizilse de, insanlığın gerçek yüzü.. en azından zihinde belirlemeye başlar” Bkz Ernst Bloch Exprementum munck Frage, Kategorien des Herausbringens, Praxis [Deneyler Dünyası, Sorunlar, Uydurma Kategoriler, Praksis] Suhrkamp Verlag Frankfurt 1975 s.184