Ümit Özdemir / 11.01.2025

Filmi geriye on dokuzuncu yüzyılın sonuna saralım. 2. Abdülhamit’i devirerek anayasal rejime geçme vaadiyle iktidara yükselen İttihat ve Terakki, Türkiye’yi kapitalist yola sokmuş, geç kapitalistleşen her devlette olduğu gibi emperyalizmler arası pazar ve nüfuz savaşlarında İTC son kararını Almanya’dan yana kullanmıştı. Alman emperyalizmi, nüfuz sahasını Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu’ya doğru genişletirken, bu siyasetini Drang Nach Osten (Doğuya İtilim) olarak sloganlaştırıyordu. Alman sermaye sınıfı, bu hayli kullanışlı müttefiğini istediği gibi yönlendirmenin yollarını aradı. Buldu da, Alman sermayesi ve yardımları Osmanlı başkenti İstanbul’da siyaseti ve ekonomiyi ve kendi lehine olacak imtiyazları belirleyip Anadolu’yu yağmalarken, dünya savaşı başladığında Türkiye’ye gönderilen Alman mavzer kutularının üzerinde “Enverland” (Enver ülkesi) yazıyordu ! Tahmin edebileceğiniz üzere Enver-Talat ve Cemal Paşa’nın askeri dikta rejimiyle kurulan bu ittifak, aslında ittifaktan çok tabiyet ilişkisiydi. Bu tabiyet ilişkisi, zamanla devlet mekanizmasının tamamının maliye ve askeri bürokrasinin, Alman kontrolüne geçmesiyle sonuçlanırken, 1. Dünya Savaşı’na katılan İTC militerleri son ve en büyük kumarını oynadı.
***
Neredeyse iki yüzyıl sonra Osmanlı devleti yıkılıp, Türkiye sermayedarları 12 Eylül rejimiyle islamizasyonda karar kılınca, bu kez iktidardaki siyasal islamcılar ve Kürt milliyetçileri ile Amerikan milliyetçileri, yeni bir projede anlaştılar. Projenin müellifi, Amerikan emperyalizmi ve siyonizm. Projenin tarafları, Türkiye ve Suriye’de Baas rejiminin yıkılmasının ardından ortaya çıkan vasalize Kürt devletiyle petrol ve hidrokarbon pazarının kontrolünü istiyorlar. Böyle olunca yeni “paradigmanın” ekonomi-politiği kendiliğinden beliriyor ve tabi Öcalan’ın sözleri de yerli yerine oturuyor: “Sayın Bahçeli’nin ve sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim. Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım” sözleriyle Öcalan Pax Americana ve BOP’un yeni evresini selamlar. “Yeni Paradigma” olarak tariflenen şey aslında Suriye’de Kürt siyasi hareketine ve diğer aktörlerle verilecek emperyal roldür. Yeni “paradigmaya” biat, AKP’nin parti devletine ve buna eşlik eden yayılmacı dış politikasına destek vermek anlamına gelmez mi ? Objektif olarak “yeni paradigmanın” siyasal adımları, saray rejiminin istediği biçimde atılırsa maalesef evet ! Nesnel olarak değerlendirildiğinde, saray rejimi, DEM Parti ve İmralı arasında asimetrik güç dengesine dayalı “yeni paradigma” iflas etme potansiyeli taşıyor. Saray rejiminin bütün bireysel-toplumsal hakları ve özgürlükleri hiçe saydığı, meclisi işlevsiz, hukuku geçersiz ilan ettiği, kayyımlarla halkın iradesini yok saydığı faşizan bir evrede, bu koşulları hiçe sayarak ve görmezden gelerek, halktan ve kamu oyundan gizleyerek saray rejimiyle konuşmak abesle iştigal etmektir.
***
Yeni paradigmayı selamlayan koronun Amerikan milliyetçisi koristi, MHP lideri Bahçeli de Neo-Osmanlıcılardan rol çalan şu sözleriyle koro şefliğni üstlenir: “Türkiye iki asırlık ağırlığından kurtulmak için inisiyatif almıştır” sözleri, alt emperyalist bir güç olarak hareket edebileceklerini, bu yolda bir rol beklediklerini emperyalizme ilan etti. Bahçeli’nin bu ilanıyla heyecanlanan, projenin gerçek müellifi Ahmet Davutoğlu da AKP’ye geri dönebileceğini, bir rol verilmesi durumunda figüran bile olsa rolünü oynayabileceğini hiç utanmadan deklare etti. Bahçeli’nin her zaman karnından konuşan üslubuyla söylediği şey şuydu: Eğer emperyalist-siyonist ittifakın BOP’un 2. evresinde vereceği bir rol varsa buna talibiz ! Bahçeli’nin söylediği “inisiyatif”, emperyalizm ve siyonizm Suriye’nin yer altı ve yer üstü kaynaklarını yağmalarken, yağmayı güvenceye almak adına tarafları uzlaştırmaktır. Böylece havarilerin, koristlerin ve “paradigma” değişikliğine gideceklerin, “ehil ve kararlılığa sahip olanlarla” buluşmasının objektif zemini hazırlandı. Barış süreci olarak sunulan bu afyonlamaya, bir destek de yine Bahçeli’nin yılbaşı mesajında Öcalan’ın “ehil sahibiyim” mesajına: “Türk-Kürt kardeşliğine bağlanan umutları nispeten takviye etmekle kalmamış hayırlı bir başlangıcın ivmesi olmuştur” sözleriyle yanıt verdi. Son 22 yılda içinde Bahçeli’nin yer aldığı “hayırlı bir başlangıç” var mıdır ? Tabi ki yoktur !
***
Emperyalizm ve siyonizm, bölüp parçalara ayırmakla meşgul oldukları Suriye coğrafyası üzerinde devletler ve devletçikler inşa ederken, bu devletlerin bütün kontrolünü güvenebilecekleri, vasalize edebilecekleri ve yağmadan pay vererek yönetebilecekleri kuklalara emanet ederler. Yeni bir Sykess-Pickot anlaşması olarak sahnelenen BOP’un ikinci fazı, bu yağmada rol almak isteyenlere verilecek roller, ihaleler ve tabi güvenliğin yeniden örgütlenmesi üzerinden şekilleniyor. Böyle olunca barış görüşmelerinin siyasi anlamı yerli yerine oturuyor. Ortada ne Türk, ne Kürt ne Arap ne de Acem halklarının sosyal-sınıfsal çıkarını gözeten bir “barış süreci” olmadığı gibi, tam aksine emperyalist siyonist ittifaka katılma konusunda en ufak bir tereddütü olmayan Kürt ve Türk burjuvazisinin yağmadan bir rol kapabilir miyim endişesi ve aceleciliği vardır. Bu endişe ve aceleciliği, “barış” gibi kimsenin kolay kolay itiraz edemeyeceği bir gerekçeyle gizlemeye çalışmaları da giderek sırıtmaya başladı. Belediyesine kayyım atanan Kürt feodali Ahmet Türk’ün, yanındaki heyetle Bahçeli’nin kapısına kadar gitmesi, bundan hiçbir hicap duymaması ve hatta görüşme sonrası Bahçeli’yi övmesi, burjuva sınıf bilincinin bir gereği. Bahçeli’nin kastettiği “ivme” ise Türk ve Kürt burjuvalarının sınıf çıkarı gereği kütle çekimiyle harekete geçmesidir.
SURİYE BALONU SÖNERKEN: LEOPARIN KUYRUĞU !
Bütün bu gelişmeleri tamamlayan açıklama bir PR’lama harikası olan Cihatçı Colani’den geldi. Emperyalizmin ve siyonizmin baş kuklası olan Colani, yeni Anayasal rejime geçisin 3-4 yıl süreceğini, bu zaman zarfında Suriye’yi yağmalamak isteyenlere Anayasasız ve tam kanunsuz bir rejimle çanak tutacaklarını deklare etti. Saray medyasının ve Colani’den Fidel Castro çıkarmaya çalışırken komik duruma düşen, cehaleti ve sefaletiyle insanı şaşkınlığa sürükleyen her devrin gazetecisi Nagehan Alçı ve saz arkadaşlarının HTŞ’yi tüm parlatma çabalarına karşın, HTŞ merkezi yönetimi ele geçirir geçirmez, ders kitaplarından antik uygarlıklar bölümünü çıkardı. Birden çok etnik topluluğun ve tabi bu etnik toplulukların antik kültürel mirasın var olduğu Suriye’de, cihatçı-homojen bir tarih anlatısını oturtmak için yapılan bu uygulamayla, arkeolojik birikimin ve buna dayalı kültürel zenginliğin yağmalanacağı kesin. HTŞ, ayrıca öğrencilere üniversite sınavına girebilmek için din eğitimi alma zorunluluğu getirdi. Tüm bu dinci-cihadist uygulamalar ve Nusayrilere yönelik saldırıların meşrulaştırılması için ortaya salınan “siyasal alevilik” tartışmaları, HTŞ’nin Nusayri-Alevilere yönelik saldırı kampanyasını meşrulaştırmak için Türk gericilerin verdiği destektir. Bu örnekler gösteriyor ki aslında saray rejimi medyasının ve onların sefil gazetecilerinin iddiasının aksine HTŞ de değişen bir şey yok ! Terör örgütü HTŞ’nin lideri Colani ilk dış temasını Suudi Arabistan ile kurup çökmüş Suriye için mali kaynak ararken, Türkiye’nin Suriye’nin yeniden imarı için devasa ihaleler alma beklentileri de böylece boşa çıkmış oluyordu. Bütçe açığını kendi halkına vergi ve zam yağmuru ile kapatıp, halkı inim inim inleten saray rejiminin ne mali kaynağı vardı ki Suriye’nin yeniden inşası gibi devasa bütçeler gerektiren projelere imza atabilsin ? Bütün bu olaylar yan yana sıralandığında daha adı bile konulmamış, Suriye’deki ABD-İsrail planlarına eşlik etmek için uydurulmuş bu tuhaf süreci pazarlama çabaları da başarısızlığa mahkumdur. Mahkumdur çünkü, Türkiye’de sağın her rengi, çatışmalardan, kutuplaşmadan, gerginlikten beslenerek büyüdü. Bu çatışmaların ve gerginliğin ana kaynağı olan AKP ve MHP’den vazgeçtim herhangi bir sorunu çözmeyi, memleketi ilgilendiren her sorunu daha da ağırlaştıracağı kesindir. Nitekim bu yazıyı yazdığım esnada Akdeniz belediyesine yapılan kayyım operasyonu bu durumun somut kanıtıdır. Durum böyle olunca yani şeylerin gerçek nedenini araştırmak, derine inmek ve kavrayarak çözüm üretmek yerine günü kurtarmaya, halkın barış umutlarını sömürmeye matuf bir politik hat giderek daha da sefalete sürüklenmeye başladı. Liberallerin Erdoğan “süreçte” neden rengini belli etmiyor? eleştirisi de kendi ahmaklıklarının gidebileceği noktayı göstermesi bakımından hayli öğreticidir. Bu arkadaşlara sormamız gerekiyor Erdoğan rengini daha nasıl belli etsin ? Nitekim Erdoğan’ın “rengi” konusunda acı tecrübelere sahip oldukları için herhangi bir tereddütü bulunmayan Kürt halkı, Erdoğan’ın Diyarbakır’daki konuşmasında, konuşma başlar başlamaz salonu boşaltarak tepkisini gösterdi. Halkta hiçbir karşılığı olmayan bir cambaza bak operasyonu da böylece trajediden komediye evrilerek ciddiyetsizliğin gideceği son noktaya vardı.
(Saray rejimi Diyarbakır’da halkın parasını tomar tomar para dağıtırken)
***
Cehaleti erdem zannetmenin, emperyalizme vasalize olmanın bir bedeli var. Bu bedeli, sayıları henüz bilinmeyen sayıda sığınmacıyı ne yapacağını bilemeyen şaşkınların rezil istibdat rejimiyle Türkiye’de yaşayan her yoksul ödüyor. Suriye’deki rejimi parçalamak adına besleyip, büyüttükleri eğitip “donattıkları” SMO, Suriye’de terör örgütü HTŞ’nin toplantısına davet edilmedi. SMO’nun Suriye’nin geleceğinde denklem dışında tutulmasının mesajı çok açık: “akıllı” ilan edildiği için sevinç gösterileriyle “dünya lideri” ve “oyun kurucu” ilan edilen Erdoğan ve saray rejimi, adım adım denklem dışına itiliyor. Eli vileda sopalı bazı şaşkınların iddia ettiği üzere ABD ordusu Suriye’den çıkmak şöyle dursun, petrol ve doğalgaz yataklarının güvenliği için Kobani’ye yeni askeri üs inşa etmeye başladı bile ! ABD emperyalizmi AKP’yi Orta Doğu’da kendi çıkarları adına yeni roller oynamaya iterken, içine girilen bataklıkta ve çökmüş ekonomisinin etkisiyle ona istediği her pis işi yaptırmaya çalışıyor. AKP ve saray rejimi içine girdikleri Suriye ve Orta Doğu maceralarından bir yandan net olarak dışlanırken, öte yandan bu maceralarda yeni roller üstlenmek için “Suriye’nin güvenliği için gerekeni yapmaya hazırız” biçiminde açıklamalar yapan Genelkurmay Başkanı’nın dilinden rol kapmaya çalışıyor. Genelkurmay Başkanı bu sözleri sarf eder de kifayetsiz muhteris, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu durur mu ? Şam’da artık kiminle görüşecekse, Suriye’nin yeniden imarı için randevu istedi. Reddedildi ve yine “önümüzü kesmeye çalışıyorlar” minvalinde bir açıklama yaptı. Suriye’de rol kapmak için yapılan bütün bu atraksiyonlar, İstanbul’un en mühim problemi deprem sorununa çözüm aramak yerine kifayetsiz muhterisler korosuna katılmak, Saray rejimi ve onun sahte muhalefetiyle birbirlerinden hiçbir farkı olmadığını göstermiyor mu ? Bütün bu beyhude çabalar, Suriye ve Arap Orta Doğu’sunda çatışmalardan uzak durun biçiminde çizilen geleneksel dış politika çizgisinin neo osmanlıcılıkla tam tersinin yapılmasının dolaysız bir sonucudur. Dış politikayı iç politikanın ve milliyetçi-sağcı propagandanın ve siyasal islamcı ajitasyon malzemesi haline getirilmesiyle yozlaştırılmasının olası sonuçlarını yaşıyoruz !
Emperyalizm Orta Doğu’yu ne zaman yağmalasa, Türkiye’de kurduğu yarı sömürge-neoliberal ekonomi ve onunla iç içe geçen talan rejimi nedeniyle Türkiye’yi borç içinde ve bütün itiraz noktaları kırılmış olarak yakalıyor. Bunun görünür nedeni, bütün bu yağmaya ve talana itiraz edebilecek yegane güç olan sola karşı Türkiye müesses nizamının kadim düşmanlığıdır. Bu kadim düşmanlık, sınısal kökenlidir ve aynı anlama gelmek üzere tekelci sermayenin genişleme ve çevresindeki ülkelere yayılma iştahını kabartan bir olgudur. Sermaye sınıfının bütün kirli işlerini üstlenmek gibi bir misyona sahip saray rejimi, salt siyasal ömrünü uzatmak için barış süreci görünümlü Suriye yağmasına katılmakla kendini sınırlayamaz. Saray rejimi, emperyalizm ve siyonizmin müstakbel koçbaşı olarak, yeni müttefikler bulma ve başta İran’ın parçalanması olmak üzere emperyalizmin daha pek çok karanlık projesine teşnedir. Haluk Gerger hocamızın dış politikada “saldırgan bağımlılık” adını verdiği bu çizginin, temelleri DP döneminde atıldı ve 21. yüzyılda Suriye’nin parçalanmasıyla yeni bir boyut kazandı. Saldırgan bağımlılık, emperyalizmin bölgedeki çıkarları neye uyarsa ona tam biat çizgisini savunmak ve bunları yaparken de iç kamuoyuna milliyetçi, hamaset dolu nutuklar atmaktır. Sorun, bazı siyasi yorumcuların tariflediği üzere sadece saray rejiminin ömrünün uzatılması değil, emperyalizmin verdiği / vereceği yeni politik ve ekonomik görevleri yerine getirmektir. Bu uğurda, saray rejimi ve yeni ortaklarının politik misyonu, Türkiye’de anayasa değişikliğine giderek idari-hukuki yapısını değiştirmek ve sermaye sınıfının istekleri doğrultusunda devleti bir savaş rejimi olarak tahkim etmektir. Elbette her savaş rejimi, doğası gereği emekçilerin bütün haklarını gasp ederek, neoliberal cehennemi yaşatmak zorundadır. Böylelikle asgari ücret denilen en büyük yolsuzluğun, açlık ücreti kadar az olduğunu anlamak ve emek düşmanı fiili grev yasaklarının nedenini kavramak kolaylaşır. Buna gelebilecek itirazların hemen tamamı, emekçi sınıfların etnik-dinsel kökenine bakmadan ortak bir mücadele hattında buluşturmaktır. Orta Doğu ve Türkiye’nin bütün emekçileri, emperyalizmin onları böldüğü sahte sınırlara aldırmadan, kendi öz örgütlenmeleriyle eşit özgür bir Orta Doğu’yu kurabilirler.
***
Sermaye sınıfının üst örgütlenmesi olan emperyalizm, Trump’ın 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna daha oturmadan 19. Yüzyılın ilhakçı-işgalci emperyalizmine geri döneceğinin sinyallerini veriyor. Trump’ın Panama kanalını istemesi, Grönland ve Kanada’ya sataşması, Pasifiğe yöneleceğini deklare etmesi, düzeysiz bir serseri olarak temayüz eden Elon Musk’ın birbirinden rezil çıkışları, kapitalizmin içine girdiği 3. büyük depresyondan yine savaş politikalarıyla çıkma arzusunda olduğunu gösteriyor. Bu sıkıştırma ve tırmandırma stratejisi, savaş çıkmasa bile, ülkeleri tehdit algısıyla devasa bir silahlanma yarışına iterek halkları yoksullaştıran ve son analizde silah tekellerinin karlarına kar katan emek ve halk düşmanı bir politikadır. Marksistler açısından burjuvazinin körleştirici gözbağlarını çözmek ve silahlanma yarışlarının militarizmi, militarizmin ise bölgesel ve etnik ayrımcılıkları daha da derinleştirecek gerici-yağmacı savaşları tetikleyeceğini gösterilmesi bir zorunluluk. Bu durum, Türkiye’de emek, özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren bütün demokrasi güçlerinin doğru kavraması gereken bir yeni vaziyete işaret ediyor: Adına Pax-Americana dediğimiz “barış” süreçlerinin aslında barış değil, tam aksine emperyalizmin yeni savaşlar öncesinde bir hazırlık süreci olduğunun bilince çıkarılması gerekiyor. Emekçi halkın çıkarının sadece halkçı, devrimci bir seçenekte olduğunun vurgulanması, bu yoksa bunun yaratılması dışında başka bir yolun olmadığının kavranması da zaruridir.
***
Yazının girişinde 19. Yüzyıl’da Osmanlı’nın Alman emperyalizminin yörüngesine girmesine sebep olan gelişmeleri kısaca anlattık. 21. Yüzyılda Düyun-u Umumiye’nin yerini Varlık Fonu, Meclis-i Mebusan’ın yerini ise saray rejimi aldı. Tarih mi? Asla tekerrür etmez, tekerrür eden hatalardır !