Taner Renda / 03.12.2024
2001 yılının 11 Eylül’üne gelindiğinde; dünya o gün yeni bir aşamaya geçeceğinin işaret fişeği ile sarsıldı: ABD’nin meşhur İkiz Kuleleri ve Pentagon’una iki yolcu uçağı, içindeki yolcularıyla birlikte düşürüldü. Bush yönetimi şıppanadak bu saldırıları yapanların El Kaide’ye bağlı dincilerin yaptığını açıkladı. Ve işin arkası çorap söküğü gibi geldi. Önce Irak Devlet Başkanı Saddam, görünürde nükleer füzelere sahip olduğu için cezalandırılarak öldürüldü ve ülke Sünni, Şii ve Kürtler olarak iç savaşa sokuldu. Ardından da Kürtler Özerk bir bölgeye kavuşturuldu. Sıra Suriye’ye geldiğinde; birdenbire ortaya selefi bir örgüt olarak IŞİD çıkarıldı. Ve yine bu ülke de Sünni, Şii ve Kürtler olarak iç savaşa sokuldu. Tam IŞİD yenilip, ortadan kayboldu ve savaş ortamı duruldu derken, İsrail’e, füze saldırısı başlatmak gibi dahiyane bir fikir edinen HAMAS’la birlikte, Gazze’de şimdiden 45 bin kişi İsrail füzeleri ile öldürüldü. İşler ne zaman bundan daha fazla karışmaz dediğimizde, İran destekli gruplar işin içine dahil olmayı seçti. Gazze’den sonra İsrail, Lübnan’a da ansızın saldırınca; işin boyutu bambaşka bir evreye yöneldi: Türkiye’nin “sınırlarının dışında güvenlikli bölge yaratmak” için girdiği Suriye topraklarının içinden bir gece ansızın HTŞ ve Milli Suriye Ordusu (MSO), Halep’e doğru yola çıktı. İşgal ettiği her yere Türk Bayrağı! asan MSO, SDG’yi de Fırat’ın doğusuna çekilmeyi ikna etti. HAMAS, İsrail’e füzelerle saldırırken; işlerin buraya kadar geleceğini biliyor muydu? 1. Dünya Savaşı da Sırp prensinin öldürülmesi ile başlatılmıştı.
Ortadoğu’daki Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Irak, Suriye, İran ve Türkiye olduğunu bildiğimizde: ilk iki ülke de yaşananlara bakılınca; sıranın İran ve Türkiye’ye geldiğini anlamamız çok da zor olmasa gerek. Şimdi neden durup dururken ülkemizin faşist kadrosunu oluşturan MHP ve onun Genel Başkanı Devletin Bahçelisinden hiç de beklenmeyecek bir dizi çıkışları duyduğumuzu anlayabiliyoruz. Ve kendisine bir zamanlar BOP Eş Başkanlığı verilen Recep Tayyip Erdoğan’ın, Devletin Bahçelisinin birkaç adım arkasından ürkek bir biçimde adımlar attığını da artık anlayabiliyoruz. Ve kendisini büyük oyun kurucu olarak gören Erdoğan, bu krizi fırsata çevirmek için Devletin Bahçelisinin, uzattığı havucu memnuniyetle ama her şeye rağmen yine de şüphe ile kabul ediyor. Kendisi de biliyor ki; “Bedava peynir, sadece fare kapanında bulunur”.
Şimdi gelelim işin bir diğer tarafına. Başta Ana Muhalefet ve diğer irili ufaklı partiler ve DEM’e.
Son yirmi beş senedir PKK’nın Lideri olarak Abdullah Öcalan, İmralı’da tecrit altında yaşamını sürdürüyor. Kandil ise Öcalan’ın yakalanmasından beri son yirmi beş sene başta Karayılan olmak üzere MK’si tarafından bu dört ülkede daha sıkı örgütlenip, faaliyetlerini sürdürüyor. Son yedi yıldır da HDP’nin Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da Edirne’de tutsak olarak tutuluyor. Ve DEM de halen kayyum/hapis baskıları altında TBMM’de varlığını inatla sürdürüyor.
Ve Devletimiz diyor ki: PKK’yı kapatıp, silahlarınızı teslim edin; biz de size bazı haklar verelim. Ve bunun için emri Öcalan versin. Bu söylenen cümlenin saçma olduğunu ben bile bilebiliyorsam; Devlet haydi haydi biliyordur. Eee, peki dert ne o zaman? Erdoğan’a Saddam muamelesi yapılması mı? Erdoğan’ın bir kere daha veya mümkünse yaşadığı sürece başımızda kalması mı? Suriye’de Sünni bölgesinin kurulması için Erdoğan’ın elinden ne geliyorsa ortaya koyması mı? Yoksa Erdoğan ve MSO’su diye donatılan El Kaideci selefi grubun Esat’ı oyalarken, SDG’yi İran’ın üzerine salıp; Türkiye’den evvel İran’ı da iç savaşın içine sokmak mı? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz. Ve her biri de cevap olma özelliği taşıyor. Veya hepsi de diyebiliriz.
CHP ise şimdilik olacakları pek de kavrayamamış olarak sağa sola savruluyor. Tam da iktidara geleceklerini düşünürken; bırakın daldaki iki kuşu, eldekini de kaybedeceklerinin derdine düşmüşler. İmamoğlu’nun adaylığını ilan edip, Erken Seçim diye ortaya çıksalar; Mansur Yavaş’ın isyan bayrağı açmasının sıkıntılarını nasıl gidereceklerini bilemiyorlar. Erdoğan’ın adaylığını Erken Seçim şıkkı dışında kabul etmedikleri için, kendi ayaklarına kendileri kurşun sıkıyorlar. Çok kutsal saydıkları Devlet de, kendilerinin önünü de açmıyor.
Ülke halkının ezici bir çoğunluğu, barınma, yiyecek bulabilme ve hayatta kalım mücadelesi verirken, AKP+MHP iktidarı hala yüzde 40’larda tutunabiliyor. Bu durumun en belirleyici özelliği: iktidarın gücünden ziyade, CHP’nin bu ezici çoğunluğa güven verecek tutarlı bir bütüncül politikalar belirleyememesinden kaynaklanıyor. CHP, hala “Kutsal Devlet” anlayışına karşı mücadele bayrağı açmanın yanlışlığının ayak bağını çözemedi.
Hamiş: DEM’in önünde çok zor bir ikilem var: Türkiye’de özgürlükçü demokrasinin önünü açacak mücadeleyi ülkenin bütün demokratik güçleri ile birlikte beraber vermek mi? Yoksa Kürtlerin bir otonom/federasyon/ayrı bir devlet olması için mücadeleyi öncelikli hale getirmek mi?