DİKTATÖRLERİN DÖNÜŞÜMÜ: NEDEN DİKTATÖRLER ZAMANLA DAHA DA KÖTÜLEŞİYOR?

(Editörden: Kaushik Bashu’nun bu ilginç makalesini Oxford Open Economics’den alıntıladık. Makaleyi çeviren Erdem Tolga’nın değerli çevirisiyle makaleyi sitemizde de yayınlıyoruz. Makalede kullanılan matematiksel modellemeler sosyal bilimler ile fen bilimleri arasında kurulan enteresan bir sentez çabası olarak göze çarpıyor. Okumanız ve paylaşmanız dileğiyle)

Özet

Diktatörler ulusa yardım etme niyetiyle iktidara gelseler bile zamanla tiranlara dönüşme eğilimindedir. Bunun birçok nedeni olabilir. Bu makalede, bu sürecin arkasındaki ilginç ve tartışmasız yaygın bir etkene odaklanılmaktadır. Otoriter bir liderin iktidarda kalabilmek için ne kadar siyasi entrika ve kötülüğe bulaşacağına ilişkin zaman içinde aldığı bir dizi kararın, lideri dinamik bir tutarsızlık sürecine sokarak onu bir tirana dönüştürdüğünü gösteren bir model geliştirilmiştir. Diktatör sonunda bu durumu pişmanlıkla karşılayabilir, ancak o noktada artık geri dönüş imkânı kalmamıştır. Bu analiz, bu tür durumları engellemek için önceden belirlenmiş kurallar ve görev süresi sınırlarının düşünülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

GİRİŞ

Tarih boyunca ulusu daha iyi bir geleceğe yönlendirme niyetiyle iktidara gelen ve zamanla vatandaşlarını baskı altına alan, iktidarda kalmak için her şeyi yapmaya istekli acımasız bir tirana dönüşen diktatörlere dair birçok örnek gördük. Genellikle bir lider bu acımasız aşamaya ulaştığında, kendisinin bir zamanlar daha makul hareket ettiğini ve esas niyetinin ülkesine iyi bir liderlik sağlama yönünde olduğunu iddia etmek politik bakımdan yanlış olur. Başlangıçta her zaman iyi niyetli olmadıklarını öne sürmüyorum, fakat bu makalede ulaşacağımız ana sonuç, otoriter bir liderin nereden başlarsa başlasın zamanla kötüleşme eğilimine gireceğinin kaçınılmaz olduğudur. Ancak başlangıçta iyi niyet olabileceğini inkâr etmek ve sanki kötü niyet mutlak bir gerçekmiş gibi davranmak, diktatörlerin ve totaliter rejimlerin nesnel analizine zarar vermekte ve bu nedenle tarih boyunca tekrar tekrar gördüğümüz istenmeyen olayların önüne geçecek politika ve stratejilerin geliştirilmesini engellemektedir. Aklımıza hemen birkaç örnek geliyor: Josef Stalin, Benito Mussolini, Hugo Chavez, Fidel Castro, Kim Il-sung, Robert Mugabe, Zine El Abidine Ben Ali, Muammer Kaddafi, Daniel Ortega. Bu örnekler eğer yetersiz görünüyorlar ise, bu makale üzerinde çalışmaya başlamamın ardından Putin Ukrayna’yı işgal ederek kendisini nasıl da unuttuğumuzu bize hatırlattı. Öyleyse ekleyelim: ve Vladimir Putin.

Makale, basit ve makul varsayımlar kullanarak, uzun süre iktidarda kalan liderlerin, zamanla nasıl zalim ve kötü birine dönüştüğüne dair adım adım yapılan bir analizle net bir açıklama sunmaktadır. Makalede açıklanmaya çalışılan şey, Stephen Kinzer (2021) tarafından özetlenen şu bulmacadır: ‘Daniel Ortega, hayatının büyük bir bölümünde [Somoza diktatörlüğüne ve onun temsil ettiği her şeye karşı tutkulu bir isyan içindeydi. Daha sonra şaşırtıcı bir dönüş yaparak onu kopyalamaya başladı. Titizlikle ve tasarılar oluşturarak, onlarca yıl önce karşısında savaştığına ürkütücü bir şekilde benzeyen, kapalı, hanedanvari bir tiranlık kurdu.”

Uzun süre iktidarda kalan güçlü siyasi liderlerin çevrelerinde endişe kaynağı olabilecek pek çok değişiklik meydana gelir. Bu tür liderlerin edindiği bilgi ve haberlerin giderek daha tek taraflı bir hale geldiğini biliyoruz. Lideri üzmemeye özen gösteren personelleri ve yardakçıları, patronlarının duymak istediği bilgileri kendisine verirler. Mao Zedong’un Büyük İleri Atılım projesinin başarısız olduğunu ve bunun yerine dünya tarihindeki en büyük kıtlıklardan birine yol açtığını uzun süre öğrenmemiş olması muhtemeldir. Putin’in Ukrayna’da ne olduğuna dair inandıkları da muhtemelen orada gerçekten olan bitenden oldukça farklıdır. Zalim ve acımasız biri olarak ün kazanmış olmasından ötürü, çevresindekiler tarafından ona yalnızca duymak isteyeceği haberler veriliyordur büyük olasılıkla. Üstelik tiranların psikolojisi çoğu zaman sıradan ölümlülerden çok farklıdır. Bazıları kendi acımasızlıklarının farkında olmayabilir ya da bunu tüm ulusun çıkarları uğruna yaptıklarına inanabilir. Fakat buna gerçekten inanıyorlar mı, yoksa sırf kendi zihinlerinde kabullenmek amacıyla mı bu yanılsamaları yaratıyorlar, bunu bilmek mümkün değildir.

Bu makalenin amacı bu gerçekliğin küçük bir kesitine odaklanmak ve doğal bir sonuca dikkat çekmektir. Güç peşinde koşan bir liderin başlangıçtaki niyeti ne olursa olsun, görev süresini uzatmak için adımlar atması kolaydır; bu adımlar tek tek doğal görünebilir, ancak bir bütün olarak lideri siyasi kötülüğe ve kaçamayacağı bir baskı içerisine hapseder. İnsanlığın bu trajik durumuyla ilgili en dokunaklı ifade, Shakespeare’in Macbeth’inde (Perde III, Sahne IV) Macbeth’in karısına söylediği şu sözlerde yer alır:

Kan içindeyim

O kadar ilerledim ki, daha fazla beklememeli miyim,

Geri dönmek de ilerlemek kadar zor olacak.”

Eğer liderler doğuştan kötüyse, sonunda kötülük yapmaya başlamaları şaşırtıcı bir sonuç olmayacaktır. Bu makale, iyi niyetli liderlerin durumuna odaklanarak ve daha sonra nasıl zorbalara dönüştüklerini göstererek, uzun süre iktidarda kalan liderlerin bu dönüşümünün neden bu kadar yaygın olduğunu açıklıyor. Vurgulanmalıdır ki, bu model liderlerin nereden başladığıyla ilgili değil—iyi ya da kötü—, fakat nereden başlarsa başlasın, onların zaman içinde nasıl kötüleştiğine dair bir süreçle ilgilidir.

DİKTATÖRÜN SEÇİMİ

Bu makale her ne kadar teorik bir alıştırma gibi dursa da, kökenini esasen kişisel bir deneyimden almaktadır. Eylül 2013’te Managua’da Daniel Ortega ile tanışmıştım. Bu toplantı, beni Nikaragua’ya götüren Dünya Bankası göreviyle ilgili değildi. Hindistan’da ve daha sonra İngiltere’deki öğrencilik zamanlarımda Somoza’nın yozlaşmış rejimini devirme konusundaki başarısından dolayı Ortega’ya hayran kalmıştım. Uzun bir görüşme yaptık; Sandinista devrimini ve Nikaragua’nın karşı karşıya olduğu zorlukları konuştuk. Ortega’nın baskıcı ve zalim davranışlarına ilişkin sonradan ortaya çıkan iç karartıcı raporlar (Kinzer, 2021) göz önüne alındığında, onunla görüşme kararımdan dolayı pişmanlık duyuyorum. Ayrıca rahatsız edici bir soruyla da karşı karşıya kaldım: Bu nasıl olabilirdi? Anastasio Somoza Debayle gibi yozlaşmış bir tiranı deviren, mücadele eden ve acı çeken Daniel Ortega nasıl olup da devirdiği kişiye benzer bir yaratığa dönüşebilirdi? Bu, tek bir bireyin garip psikolojisi mi, yoksa otoriterliğin zamanla kötüleşmesine neden olan genel bir olgu mu? Bu makalede geliştirilen model, bu soruya yönelik bir model inşası yoluyla yapılan bir tür kefaret arayışıdır.

Bu makale, yukarıda anlatılan gerçeklikten ilham alan bir teorik yapı sunmaktadır. Makalenin gösterdiği şey, insanlarda yaygın olarak gözlemlenen dinamik tutarsızlık veya mevcut zamana yönelik yanlılık gibi bir özellikten (Phelps ve Pollak, 1968; O’Donoghue ve Rabin, 1999; Kleinberg ve Oren, 2014; Chakraborty, 2021) kaynaklanan bir sonuç olduğudur. Bu konu üzerinde kafa yorduğumuzda, bunun sadece teorik bir olasılık olmadığını, aksine gerçekçi varsayımlara dayanan bu modelin güçlü liderlerin tiranlara dönüşmesi gibi rahatsız edici bir olguya dair bize fikir verdiği anlıyoruz. Çoğu zaman büyük sorunların basit temel nedenleri vardır. Bu makalenin gösterdiği şey, diktatörlerin tiranlara dönüşme nedeninin mantıksal olarak, George Akerlof’un Joseph Stiglitz’in Hindistan’dan ABD’ye dönmeden önce kendisine bıraktığı paketi postalamayı sürekli ertelemesiyle aynı nedene dayandığıdır (Akerlof, 1991). Her sabah postaneye gitmenin ve sırada beklemenin getirdiği işlem masrafları aklında o kadar belirgin hale gelir ki, kendisi her gün paketi bir sonraki gün göndermeye karar verir. İşte şimdiki zamana yönelik alınan bu bir dizi önyargılı karar, uzun bir erteleme sürecine yol açmıştır.

Siyasi liderler bağlamındaki argümanın özü şudur. Daniel Ortega’nın Anastasio Somoza Debayle’ı devirerek yaptığı gibi, kötü bir lideri devirerek iktidara gelen bir kişi düşünelim. Bu yeni lider ülkesini daha iyi bir yere taşımaya çalışırken, kısa bir süre sonra görevde kalmak için daha fazla süre talep edip etmeyeceğine karar vermek zorunda kalacaktır. Politika zor bir oyun olup, iktidardan düşmemek için bazen kötülük yapmayı gerektirebilir. Dolayısıyla kişinin iktidarda kalabilmesi için siyasi entrikalar ve acımasız eylemler konusunda ne kadar ileri gitmesi gerektiğine karar vermesi gerekiyor. Bu optimizasyon kararını alırken yaygın olan özellik, dinamik tutarsızlıktır.

Eğer lider, iktidarda kalmak için belli bir miktar kötülüğe başvurur ve gerçekten de iktidarda kalmayı başarırsa, bir sonraki dönemde veya daha ileri bir gelecekte iktidarda kalmayı istemesi için başka sebepler ortaya çıkabilir. Görevdeki ilk dönemlerinde yapılan kötü eylemler, görevden ayrılmanın daha maliyetli olacağı anlamına gelebilir. Görevdeyken yaptığınız eylemlerle ilgili soruşturmalarla karşılaşacak ve belki de cezalandırılacaksınız1. Bu da görevde kalma isteğini artıracak ve daha fazla kötülük yapılmasına neden olacaktır. Bu süreç, geri dönüşü olmayan bir mantıkla devam edecektir. Kaddafi’nin, işlerin ortasında gönüllü olarak görevden ayrılmanın artık bir seçenek olmadığını fark ettiğini söylemek yanlış olmaz. Eğer bu dinamik optimizasyonu baştan yapmış olsaydı, belki de bu yola hiç girmezdi.

Devam eden Ukrayna savaşını bu kadar tehlikeli kılan şey, Putin’in tüm çıkış seçeneklerini hızla kaybetmesidir. Davranışsal ekonomiden elde ettiğimiz yeterince kanıt ve analiz sayesinde, işlerini savsaklayanlardan uyuşturucu bağımlılarına kadar pek çok kişinin benzer bir girdabın içine düştüğünü öğrenmiş bulunmaktayız. Bu makalenin ileri sürdüğü şey, birçok diktatörün de aynı kaderi paylaştığı ve nihai sonucun herkes için kötü olabileceğidir.

Öte yandan, iktidardan ayrılan liderler de bazen bunun bedelini ağır ödemişlerdir. Cooter ve Schäfer (2012) bunu ‘diktatörün açmazı’ olarak adlandırıyor. Buna uygun bir örnek olarak Şili’deki General Augusto Pinochet verilebilir. 1973’te demokratik yollarla seçilmiş lider Salvador Allende’ye karşı CIA’nın göz ardı edilemez yardımlarıyla yapılan acımasız bir askeri darbenin ardından iktidara geldi. Hızla bir diktatöre dönüştü ve ulusun lideri olarak görev yaptığı süre boyunca ülkeyi on yıldan fazla bir süre boyunca demir bir yumrukla yönetti, binlerce muhalifini öldürdü, solcu ve sosyalistlerden oluşan yüz binlerce kişiyi işkenceye maruz bıraktı. 1990’da istifasını vererek iktidardan çekildi, ancak görevden ayrıldıktan sonra hayatı pek parlak geçmedi. Kısa süre sonra görev süresindeki insan hakları ihlalleri, cinayet ve işkence suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı ve 2004’te tutuklandı. Cooter ve Schäfer (2012, s. 219) Pinochet örneğine atıfta bulunarak şu sonuca varırlar: “Bu hikaye bir açmazı tasvir ediyor: yaşlanan bir diktatör iktidardan çekilmek istiyor ama işlediği suçlardan dolayı yargılanmaktan korkuyor. Yargılanmaya karşı tek etkili güvencesi, vazgeçmek istediği gücü elinde tutmaktır.”

DİKTATÖRÜN DÖNÜŞÜMÜ: BİR MODEL

Bu açmazı basitçe kavrayabilmek için, politik takvimin dönemlere bölündüğünü varsayalım; her dönem 4 yıl olsun. Görevdeyken bir dönemi tamamlıyorsunuz. Bu süre zarfında lider olarak birçok şey yapıyorsunuz, ancak aynı zamanda bir sonraki dönem için de mücadele edip etmeyeceğinize karar vermeniz gerekiyor. İlk dönem sorununu düşünelim. Yeni bir lider gelmiş ve stratejisini belirlemek zorunda. Kötülüğe başvurma miktarının [0, 1] aralığında olduğunu varsayalım; burada 0 hiçbir kötülük yapmamak, 1 ise mümkün olan en yüksek düzeyde kötülük anlamına geliyor. 1’in ne anlama geldiğini hayal etmekte zorlanıyorsanız, dünyaya bir göz atın. Hayal etmenize gerek kalmaz; ampirik örnekler bulacaksınız.

Lider, iktidarda kalabilmek için ne kadar kötülük yapacağına karar verirken, e∈[0,1] aralığındaki e’yi seçmek zorundadır. e, liderin iktidarda kalmak için yaptığı kötülüğün boyutunu temsil eder. Basitlik açısından, bir sonraki dönemde iktidarda kalma olasılığının, seçilen e’ye eşit olduğunu varsayalım. Ne kadar çok kötülük yaparsanız, iktidarda kalma olasılığınız o kadar artar. Ayrıca bir kez iktidardan ayrıldıktan sonra geri dönmemenin varsayıldığını kabul edelim. Bu, analizi basitleştirir.

Bir dönem iktidarda olmanın mutluluğu veya getirisinin x, iktidardan ayrıldığında elde edilen getirinin ise y ile gösterildiğini varsayalım. x>y olduğunu kabul ediyoruz, çünkü çoğu insan kötülük yapmayı sevmez. Yapılan kötülüğün suçluluk ve pişmanlığı olan e, r(e) ile gösterilisin, burada tüm e için r’(e) > 0 olur3. Son olarak, r”(e) > 0 olduğunu varsayıyorum ve

r(1)>x ve r′(0)<x—y. (1)

Koşul 1, içsel bir çözüm olmasını sağlamak için basit bir şekilde yapılmıştır. y > 0 üzerine odaklanacağım, ama bu zorunlu değildir.

Bir dönem daha görevde kalıp kalmayacağına karar vermeye çalışan politikacının aşağıdaki optimizasyonu yapması olası görünüyor. Politikacı, e’yi şu denklemi maksimize edecek şekilde seçecektir:

π≡xe+y(1−e)−r(e) (2)

Dolayısıyla e, πyi maksimuma çıkarmanın birinci dereceden koşulundan türetilir:

(x−y)=r′(e).

Şekil 1 bu maksimizasyon çalışmasını, denge durumu olan e*’yi göstererek açıklamaktadır.

Şekil 1

yP çizgisi xe + y(1 – e)‘yi gösterir; grafikte ayrıca r(e) fonksiyonu da gösterilmiştir. Politikacı (2) ile tanımlanan ikisi arasındaki boşluğu maksimuma çıkarmak ister, bu da e* noktasında gerçekleşir. (1) ifadesinin e* > 0 anlamına geldiğini unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla bu düzeydeki kötülük, r(e)* ile gösterilen ve 0’dan büyük olan bir pişmanlık maliyeti doğurur ve grafikte Be* ile gösterilmiştir. Ancak bunun net bir AB faydası vardır. AB, yP çizgisi ile r(e) eğrisi arasındaki en büyük boşluktur. Dolayısıyla AB, şekilde y0 doğru parçasıyla gösterilen y’den büyüktür. Bu şu anlama gelir: Hiçbir kötülüğe düşmemek, yani e = 0, pişmanlık maliyetini 0’a düşürür, ancak bir dönem sonra mutlaka güç kaybedersiniz ve bu pek te cazip bir durum olmaz.

Ancak burada liderin yaptığı yaygın ve doğal bir hata vardır: Yeterince ileri görüşlü olmamak. Genellikle kötülük yapar ve iktidarda kalırsanız, bir sonraki dönemde iktidardan ayrılmanın maliyeti artacaktır. Yani bir sonraki dönemde iktidardan ayrılmanın getirisi (y) daha düşük olacaktır. Liderliğiniz sırasında yasadışı ve kötücül eylemler yaptığınız için soruşturmalar başlayabilir, hakkınızda davalar açılabilir ve hatta hapse atılabilirsiniz. Bu tarz durumlar tarihte liderlerin başlarına gelmiştir. Alfabetik sıraya koyacak olursak; Bolsonaro, Erdoğan, Lukaşenko, Orban, Ortega ve Putin’in bu korkuyu yaşadığı söylenebilir.

Bu durumu anlamak için, yukarıdaki analizin hayatın (siyasetin) iki potansiyel dönemden oluştuğu varsayımıyla yapıldığını not edin. Yani yalnızca tek bir karar noktası vardır: İlk dönem. Çünkü son dönemde alınacak bir karar yoktur; bu modelde tek karar, görevde bir dönem daha kalmak için ne kadar çaba harcamaya istekli olduğunuzdur. Hayatın son döneminde bu karar ortaya çıkmaz, dolayısıyla otomatik olarak e = 0 seçilecektir.

Şimdi sorunu daha genel bir şekilde düşünelim ve T dönemi olduğunu varsayalım, burada T > 1‘dir. Lider, T-1 döneminde karar almak zorundadır, yani son dönem hariç her dönemde. Dinamik olarak tutarsız kişi, ki çoğu insan böyledir, her kararı geleceğin tamamını ayrıntılı olarak hesaplamadan alır. Lider eğer tüm yaşamındaki kararları büyük bir optimizasyon sorunu olarak düşünseydi, yapacağı hesaplama farklı olurdu. Her dönemde, bir sonraki dönemde iktidardan ayrılmanın getirisinin, bu dönemde seçilen e seviyesinin azalan bir fonksiyonu olduğunu fark etmesi gerekecekti. Eğer bir lider t döneminde et düzeyinde kötülük yaparsa ve bir sonraki dönemde iktidardan ayrılmanın getirisi yt+1 ise, benim ileri sürdüğüm durum şudur4:

yt+1=f(et),f′(et)<0.

Her bir t periyodundaki net getiriyi, yukarıdaki (1) ile aynı şekilde tanımlanan πt ile gösterirsek, o zaman tam optimizasyon alıştırması;

π1+π2++πT−1

denklemini maksimize etmek için (e1,e2,…eT−1) yi seçmekten oluşur

Ana teorem şudur: Eğer bu tam optimizasyon yapılırsa, siyasi liderin tüm t’ler için et = 0‘ı seçeceği parametreler mevcuttur. Ancak her dönemde, bu dönemdeki e seçiminin bir sonraki dönemin y değerini etkileyeceği göz ardı edilirse, yahut bu dönem ile bir sonraki dönem hayatın iki dönemiymiş gibi ele alınırsa, lider (e1,e2,…eT−1)’yi seçer ve e1<e2<⋯<eT−1 olacaktır. Yani seçilen kötülük eylemlerinin boyutu her dönemde artacaktır.

Bir tirana dönüşme süreci amansız bir süreçtir. Her dönemde ayrılma maliyetinin artmasının bir sonucu olarak görevden alınmamak için daha fazla siyasi entrika, acımasızlık ve kötülük yapmak zorunda kalırsınız. Bir sonraki dönemde ise daha fazlasını yapmanız gerekir. Sonuçta Aleksandr Lukaşenko, Vladimir Putin veya Daniel Ortega’nın geç dönemlerine dönüşürsünüz.

Eğer bu liderler dinamik programlamayı doğru şekilde yapmayı bilselerdi, baştan bu sürece girmeyip bir dönem başarılı bir şekilde görev yapar ve sonra ayrılırlardı. Ancak ister hiperbolik indirgeme olarak adlandıralım, isterse eyleminizin gelecekteki tam etkisinin farkında olmama diyelim; böyle bir dar görüşlülük yaygın bir insan hatasıdır. Sorun şu ki, bu hatanın toplum ve dünya refahı açısından yıkıcı sonuçları vardır ve Ukrayna savaşı bunun bariz bir örneğidir.

Birisi tam optimizasyonu çözerek T periyodundaki teoremi resmi olarak kanıtlayabilir. Fakat sezgi unsuru o kadar basittir ki, cebirsel kanıt gereksiz kaçar. Burada T = 3 durumu için bir kanıt vereceğim; bu durumda iki karar noktası ortaya çıkmaktadır. Kanıtın tümü, Şekil 2‘deki bir şema ile açıkça görülebilir.

Şekil 2

Open

Otoriterliğin basamakları.

Şekil 2‘nin bir kısmı Şekil 1‘in bir kopyasıdır; burada lider periyod 1’de e*’yi seçmiştir, çıkış seçeneği y’dir, burada y = f(0)’dır, çünkü başlangıçta kötülük geçmişi yoktur. f(e*)’yi y’ ile gösterelim. F’ < 0 olduğundan y’ < y olduğunu biliyoruz. y düştükçe yP çizgisinin P noktası etrafında dönerek daha dik hale geldiğini görmek kolaydır. Bu durum, (1)’de görüldüğü üzere, e = 1 olduğunda π’nin y’den bağımsız olması nedeniyle ortaya çıkar. Dolayısıyla y, y’ye düştükçe, daha önceki doğru olan yP, P’de döner ve y’P olur. Şimdi optimal e seçimini e’ olarak belirtirsek, r’’(e) > 0 olduğu için e’ > e* olmalıdır.

Artık liderin 3 dönemlik taktik oyun için tam optimizasyonu yapması halinde, 2’yi seçtiğinde çıkış seçeneği üzerindeki etkiyi görmezden gelip dar görüşlü davrandığında yaptığı gibi e* ve e’yi seçmek yerine, her iki karar noktasında (yani 1. ve 2. dönemlerde) e = 0‘ı seçmeyi tercih edeceği parametreleri düşünmek tamamen mümkündür.

Bunu görmek için liderin 1. ve 2. dönemlerde e = 0‘ı seçtiği takdirde, toplam faydasının zaman içinde x + y + y olacağını bir kenara yazalım. Bunun nedeni, 1. dönemde liderin görevde olması ve dolayısıyla x almasıdır. 1. dönemde e = 0 seçtiği için kötülüğü seçmekten pişmanlık duymaz, ancak görevden ayrılmak zorunda kalır ve y alır. Görevden ayrıldığında temelli dışarıda kalmış olur; bu durumda 3. dönemde yine y alır.

Daha sonra 1. ve 2.dönemde e* ve e’ yi seçtiğini varsayalım. Zaman içinde elde ettiği toplam getiri x + AB + (1 – e*) y + e*CD olur, burada AB ve CD Şekil 2’deki doğru parçalarını ifade eder. Bu açıkça görülebilir. 1. dönemde zaten görevdedir ve x alır. 2. dönemde e*‘yi seçerek AB alır. Ancak e*‘yi seçmesi, kendisinde güç kaybetme olasılığı (1-e*) bulunduğu anlamına gelir ki bu durumda y alır, ya da iktidarda kalma olasılığı e* olup, bu durumda beklenen getirisi CD olur.

Göstermemiz gereken tek şey; x + y + y > x + AB + (1 – e*) y + e*CD olasılığının mümkün olduğudur. Başka bir deyişle şunu göstermemiz gerekiyor: (1 + e*)y > AB + e*CD.

Liderin optimizasyonundan biliyoruz ki Şekil 2’de AB, hem y’den hem de CD’den büyüktür. Ancak bu durum y’nin AB’ye yakın olması ve CD’nin y’den çok daha küçük olmasıyla uyumludur ki bu da yukarıdaki eşitsizliği geçerli kılar. Bu şekilde ispat tamamlanmış olur.

Genel durumda, T > 2 olduğunda, liderin yalnızca birkaç dönem sonrasını optimize etmesi (yukarıdaki örnekte olduğu gibi her seferinde sadece bir dönem yerine) ancak tüm geleceği göz ardı etmesi durumunda, daha uzun bir süre sonra iktidarda kalmak için giderek artan kötü eylemlere başvurmak zorunda kalıp tam bir zorba haline dönüşmesi mümkündür.

Yukarıdaki iddianın normatif ve politik sonuçları hakkında yorum yapmadan önce birkaç teknik yorum ve uyarı eklemek istiyorum.

İlk olarak, bazı neoklasik iktisatçılar tarafından insanların her zaman rasyonel olduklarının varsaydıldığını ve bu iktisatçıların bu nedenle davranışsal ekonominin bazı öncüllerini reddettiklerini belirtmek gerekir. Bu bazen bir totoloji haline gelir. İnsanların her zaman rasyonel olduğunu varsayarlar ve nasıl davranırlarsa davransınlar bunu rasyonel davranış olarak tanımlarlar. Bu tutum, bir tür tercih geçişmezliğini ima eden dinamik tutarsızlığın tanım gereği meydana gelemeyeceğini sağlamak adına modelin çarpıtılmasına yol açar. İlginçtir ki, özellikle ahlaki karar verme alanlarında, insanların tamamen rasyonel olup geçişmezliği ihlal edebileceğini belirten felsefi bir çalışma (bkz. Parfit, 1984) bulunmaktadır. Bundan yola çıkarak dinamik tutarsızlığın rasyonel davranışla uyumlu olduğu modeller yaratabiliriz. Yani her bir karar tamamen rasyonel bir şekilde alınsa bile, sonunda kişinin yaptığı seçimlerden pişmanlık duyduğu bir bağlam hayal etmek mümkündür. Bu, sonsuz sayıda karar noktasının olduğu bağlamlarda mümkündür5. Mevcut bağlamda bunun sonsuz bir karar problemi olduğunu, yani eğer bir politikacının yaşamı boyunca siyasi gücünü artırmak için ne yapacağına karar verebileceği sonsuz sayıda durum olduğunu varsayarsak; M. C. Escher’in bazı eserlerinde olduğu gibi her adımın oyuncunun faydasını arttırdığı, ancak oyuncunun sonunda başladığı seviyenin altına düştüğü benzer bir oyun yaratabiliriz. Ben bunun sadece sanatta değil, oyunlarda da olabileceğini başka bir yerde (Basu, 1994) savunmuştum.

İkinci olarak, bir zorbaya dönüşümü gösteren yukarıdaki model birçok güçlü varsayım kullanılarak sunulmuştur. Çünkü benim iddiam, bunun her zaman olacağı değil, makul koşullar altında gerçekleşme eğiliminde olduğudur. Ancak birçok varsayımın sonuçtan uzaklaşmadan gevşetilebileceğini belirtmekte fayda var.

Örneğin yukarıdaki modelde varsayıldığı gibi, r(e) fonksiyonunun artan ve dışbükey olduğu varsayımını, bir başka dönem kazanma olasılığının e‘ye eşit olduğu varsayımını esnetirsek genelleştirebiliriz. Bu olasılığın doğrusal olmamasına izin vermek, r(e) üzerindeki bazı kısıtlamaları gevşetmemizi ve aynı sonucu elde etmemizi sağlayacaktır.

Üçüncü olarak, modelde otoriter liderlerin iktidarda kalmalarını sürdürmelerine yardımcı olanın siyasi entrika ve kötülük olduğu (modelde e değişkeni), iyilik yapmanın iktidarda kalmaya yardımcı olmadığının varsayıldığı anlamına gelebilir. Ancak burada böyle bir varsayım yapılmamaktadır. Aslında, iyilik yapmak veya en azından görünür bir iyilik yapmak, normalde bir liderin görev süresini uzatmaya yardımcı olur. Ancak bu tüm liderlerin kullanacağı bir taktiktir, çünkü iyilik yapmak onları iyi hissettirecek ve topluma fayda sağlayacaktır. Dolayısıyla bu herkesin kullanacağı bir stratejidir. İlginç zorluk, bu strateji tükendiğinde ve liderin e‘yi seçmek zorunda kaldığında ortaya çıkar; bu nedenle model buna odaklanmaktadır.

Son olarak, bu makalede kullanılan ve gelecekte genelleştirilmesi faydalı olabilecek önemli bir varsayım daha vardır. Yukarıdaki modelde, liderin e’yi seçerken, görevde kalamama durumundaki getirinin y ile verildiği varsayılmaktadır. Gerçekte ise y’nin kendisi e’ye bağlı olacaktır ve e arttıkça y düşecek, yani diktatör için çıkış seçeneği kötüleşecektir. Zaman içinde tam bir optimizasyon yapmasalar bile, biraz ileri görüşlü liderlerin bunun farkında olmaları gerekir. Bu gerçeğin modele eklenmesi, modeli karmaşıklaştıracaktır. Fakat y’nin, liderin başka bir dönem görevde kalmak için önceki görev sürelerinde yaptığı kötülüklerin birikimine ve şimdi yaptığı kötülüğe (yani e’ye) bağlı olduğunu varsayarsak, mevcut makalede elde edilene benzer bir sonucu yeniden verecek daha sofistike bir model inşa etmek mümkün olmalıdır.

BAZI NORMATİF SORULAR

Bu makale, liderin veya devletin gücü ve bireylerin temel insan haklarının baskı altında kalması ve ihlal edilmesi riskine dair 17. yüzyıla kadar uzanan, ancak güncel olarak da ilgi çeken, kolektif eylem ve güç üzerine ifade edilen geniş bir söylemin parçasıdır (Hobbes, 1651; Acemoğlu ve Robinson, 2019; Binmore, 2020; Ferguson, 2020; Lopez-Calva ve Bolch, 2022; Basu, 2022b). Liderliğin genellikle toplumsal iyiliği elde etmek için gerekli olduğunu iddia etmek mümkündür, ancak yukarıdaki modelin gösterdiği gibi liderin yoldan çıkma veya kötü bir güce dönüşme riski her zaman vardır. Politik ekonominin bu apaçık sorunu göz önüne alındığında, böyle bir çıkmazı önlemek için politika ve ön düzenleme yoluyla ne yapabiliriz? Lider üzerinde nasıl denetim ve denge kurarız?

Politik ekonomi içinde yer alan çoğu sorun muhtemelen tamamen çözülemeyecektir. Çünkü gerçekte hayatın nihai oyunu diye bir şey yoktur. İnsanlar veya oyuncuların kötü davranışlardan kaçınmalarını sağlamak için kurallar oluşturduğunuzda, bu kişiler hayatın orijinal oyununun6 ötesine geçerek kötülük yapmanın yeni stratejilerini bulabilirler. İyi niyetli politika yapıcıların tek umudu, gelişmelerin önünde kalmaya çalışmaktır. İşte bu ruhla bazı kapanış yorumları yapıyorum; bunların cevaplardan çok soruları gündeme getirdiğinin farkındayım.

Bu teorik modelin şu anda işaret ettiği şey, anayasalara benzeyen, insanların belirli türdeki eylemlerini engelleyen ön anlaşmaların gerekliliğidir. Önemli olan, gelecekte belirli davranışları caydıracak anlaşmalara önceden sahip olmaktır.

Bu tür anlaşmalar neden işe yarar? Ekonomi ve oyun teorisine dayanan ancak geniş çapta anlaşılmayan bir neden, içinde bulunduğumuz sosyal, politik ve ekonomik dünyada birden fazla denge olduğudur. Önceden yapılan anlaşmalar, kendimizi mevcut dengeden daha kolektif olarak arzu edilen bir dengeye yönlendirme yollarıdır. Buradaki anahtar kelime ‘denge’dir. Bu başarıldığında, insanların neden bir anayasaya uyacakları sorusu kolayca cevaplanabilir. Eğer anayasa denge oluşturma özelliğine sahip bir kurallar bütünü ise, bu anayasa odak noktası haline geldiğinde, her bireyin anayasa doğrultusunda hareket etmesi, diğerlerinin de aynı şekilde hareket etmesi halinde kendi çıkarına olacaktır. Ben burada ‘Denge’ terimini biraz alışılmadık bir şekilde, ihmal edilen strateji setlerinden oluşan istikrarlı bir vektörü ifade etmek için kullanıyorum. Eğer diğer oyuncular stratejilerinden bazılarını kullanmaktan vazgeçerler ise, kalan oyuncular da belirli stratejileri kullanmamayı kabul ederler7.

Bu kritere göre işin zorluğu, bu toplumun dengelerinden biri olan bir anayasa taslağı hazırlamak ve ardından insanların bu dengeye geçmeye istekli olacağı bir odak noktası haline getirmek için baskılar yaratmaktır. Dahası küreselleşen dünyamızda küresel bir anayasaya ve küresel anlaşmalara ihtiyaç vardır. Küreselleşme, küresel adalete ilişkin önemli soruları gündeme getirmektedir (Hassoun, 2012). Küresel yoksullara karşı bir yükümlülüğümüz olduğu gibi, diktatörler ve zalimler tarafından temel insan hakları ihlal edilen insanlara karşı da, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, bir yükümlülüğümüz vardır. Tarihsel olarak, diğer uluslara daha fazla müdahil olmaktan kaçışımızın olmadığı bir aşamadayız. Eğer uluslar belirli sınırları aşarsa, diğerlerinin müdahale etme hakkı kazanacağı çizgiler olacaktır.

Bu tür anlaşmalar ve anayasalar için çabalarken, geleneksel denge fikrinin ötesine geçmemizi gerektiren başka seçeneklerin de bulunduğunu akılda tutmakta fayda var. Ana akım ekonominin varsaydığı gibi, bireylerin tüm mevcut eylemlerin evrensel kümesinden seçim yaptığı ve bu kümeden rasyonel olarak seçim yaptıkları inancı derinden kusurludur. Her şeyden önce hepimizin bağlı kaldığı sosyal normlar ve ahlaki kurallar var. Ana akım neoklasik iktisatta göz ardı edilen şey, bu ahlaki ve normatif bağların genellikle piyasaların işlemesi ve toplumun refahı açısından kritik önem taşıdığıdır (Basu, 2000, Bölüm 4; Bowles ve Gintis, 1998; Bowles, 2016). Dahası, bu normlar zamanla değişebilir ve değiştirilebilir, bu da eski sorunları ortadan kaldırır fakat bazen yenilerini de yaratabilir. Bu normlar çoğu zaman ruhumuzun derinliklerine o kadar yerleşmiştir ki, farkında olmadan onlara uyarız. Bize bariz bir faydası dokunacak olsa bile başkalarını ısırmayız; bunun nedeni ise bu eylemin hayatın içerisinde mevcut olmaması değil, maliyet-fayda analizi yaparken pozitif bir getiri sağlamaması da değil, sadece normlarımız bu eylemi düşünmememiz için bizi programladığı içindir.

İnsanlara dış kaynaklı olarak tercihler veya getiriler sunulduğu yönündeki düşünceye (ekonomide yaygındır) karşı çıkılan başka yollar vardır. Örneğin insanların yapmayı seçtikleri eylemlerin genellikle öz saygılarını artırmak amaçlı olduğunu biliyoruz (bkz. Crocker ve Wolfe, 2001; R. Akerlof, 2017b). Dahası, benlik saygısı ile akranlarının saygısı arasında sıklıkla bir çekişme vardır. İktidarda olmanın özsaygıyı (kendinin ya da akranlarının gözünde) artırdığı durumlarda, siyasi bir lider iktidarda kalmak için daha fazla çaba gösterebilir. Öte yandan, eğer iktidara tutunmanın mümkün olduğu bir durumda bile iktidardan vazgeçmek özsaygıyı artırıyorsa, liderin görevinden ayrılma eğilimi daha yüksek olabilir.

Bu normların ve insan tercihleri üzerindeki içsel unsurların farkına varılması, sosyoloji ile ekonomi arasındaki alanı kapsayan geniş bir araştırma ve analiz alanı açmaktadır (Kliemt, 2020; Coyle, 2021; Basu, 2022a). Bu aynı zamanda, davranışlarımızı daha iyi bir dünya yaratmak için değiştirmek adına yeni yolların gün ışığına çıkmasını sağlayabilir. Akranlarımızda takdir ettiğimiz şeyleri değiştirerek onları farklı davranmaya teşvik edebiliriz. Sorunlarla dolu dünyamızda bu konu acil bir öneme sahiptir. Nihai cevabının gelişmesi biraz zaman alabilir, ancak bu, gelecekte üzerinde çalışmaya değer bir araştırma konusudur.

Bu noktada, doğrudan yukarıdaki modelden ortaya çıkan daha dar bir meseleye değinmek istiyorum. Bu mesele, dönem sınırlamasına ilişkin küresel kuralların oluşturulması ile ilgilidir. Bir ulustaki zalim bir lider dünyayı istikrarsızlaştırabilir. Dolayısıyla ideal olarak uluslararası bir sözleşmeye veya küresel bir anayasaya yerleştirilmiş bir dönem sınırı şartına ihtiyacımız bulunmaktadır. Eğer yukarıdaki oyunda T bir sözleşmeyle 2 ile sınırlanırsa, bir liderin dönüşebileceği kötülük de bununla sınırlı olacaktır. Daha da önemlisi, liderler görevden ayrılmak zorunda kalacaklarını bildiklerinden dolayı, görevdeyken daha bilinçli hareket edeceklerdir.8

Küresel bir anlaşmaya varılmadan önce bile daha acil eylemleri düşünmek mümkündür. Bunun için ulusları birey veya oyuncu olarak görme eğilimimizden uzaklaşmamız gerekiyor. Örneğin, Küba füze krizi genellikle ABD ve SSCB’nin ölümcül bir Şahin-Güvercin senaryosunda kilitlendiği iki oyunculu bir oyun olarak modellenir. Benzer şekilde, Kore Yarımadası’ndaki savaş oyunları ve felaketi önlemek için neler yapabileceğimiz üzerine çok sayıda yazı mevcuttur. Bu çoğunlukla Kuzey Kore, ABD, Çin ve Rusya arasında bir oyun olarak ele alınır, ara sıra Güney Kore de eklenir. Bunların çoğu yine ulusları oyuncular olarak ele alarak yapılır. Bireyler işin içine girdiğinde, örneğin Kim Jong-un, çıkarlarının tamamen kendi ulusuyla örtüştüğü varsayılır—‘Kim Jong-un, tehditlere karşı düzenli olarak misilleme yaparak karşılık veren ateşli bir milliyetçidir’ (Menon, 2017).

Popüler söylemde her zaman fark edilmeyen ama en azından Downs’un (1957) ufuk açıcı çalışmasından bu yana modern politik ekonominin merkezi ilkesi olan bir gerçek te, liderlerin ulusun çıkarlarıyla örtüşmeyen kendi çıkarlarının olduğudur. Uzun süredir iktidarda olan birçok diktatör yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda iktidarı bırakmak isteyebilir, ancak bunların uygun bir çıkış seçeneği bulunmayabilir9. İktidardan düştüklerinde kendi halkları tarafından cezalandırılacaklarını, hatta generaller tarafından öldürüleceklerini bilirler.

Bunun nasıl çözüleceği hemen net değildir. Bazıları bunu çözmenin yolunun cazip çıkış seçenekleri yaratmak olduğunu ileri sürebilir. Bu, ABD’nin Kim Jong-un’a ‘Eğer halkına baskı yapmayı ve diğer ulusları tehdit etmeyi bırakırsan, ülkeni terk etmene yardım ederek seni koruyacağız ve sana yerleşmen için bir Pasifik adasında bir şato vereceğiz’ demesi anlamına gelebilir. Bunu yapmak Kim Jong-un’la başa çıkmamıza ve kendi ülkesi ile dünya için barışı teşvik etmemize yardımcı olabilir. Ancak ekonomideki hiçbir sorun mutlak nihai bir yanıtla gelmez. ABD bu stratejiyi dünya barışı için düzenli olarak kullanırsa başka bir problemle karşılaşırız. İktidara ve tiranlığa ilgisi olmayan bireyler, sırf Pasifik Adası’ndaki o şatoya sahip olmak için tiran olmaya çalışabilirler.

Teşekkür

Bu makale, 3-5 Şubat 2022 tarihlerinde New Orleans’ta düzenlenen Beşinci Felsefe, Politika ve Ekonomi (PPE) Derneği Konferansı’ndaki bir sunumla başladı ve 6 Nisan 2022’de Kanada’daki Queen’s Üniversitesi’nde verdiğim W. Edmond Clark Seçkin Konferansı kapsamında daha da geliştirildi. Makaleyi sonlandırmak için gerekli teşvik, Hartmut Kliemt ile yaptığım serbest akan konuşmalardan geldi. Makaleyi tamamlama yolunda pek çok kişiyle sohbet ettim ve kendilerinden yorumlar aldım. George Akerlof, Nancy Chau, Chris Cotton, Joe Halpern, Nicole Hassoun, Chenyang Li, Hans-Bernd Schäfer, Arunava Sen ve Saloni Vadeyar’a özel teşekkür borçluyum. Çalışmamın son aşamasında beni ağırlayan Bucerius Hukuk Okulu’na ve makaleyi sunduğum Cornell Üniversitesi Mikroekonomik Teori çalıştayına teşekkür etmek istiyorum. Son olarak, çoğu artık metnin bir parçası olan değerli yorumları için derginin iki anonim hakemine teşekkürlerimi sunarım.

Dipnotlar

1

İnsanların bu tür eylemlere giriştikçe, bunları kötü eylemler olarak değil, ulusun iyiliği için alınması gereken zor kararlar olarak içselleştirmeleri de mümkündür. Bu tür sanrılar kişinin kendisiyle barışık yaşamasını kolaylaştırır. Ayrıca liderin etrafındaki danışmanların onu yanlış bilgilendirip böyle bir hayal dünyası yaratmasına vesile olmaları, liderdeki bu yanılgının devam etmesini daha da olası hale getirir. Analizin basitliği açısından bu karmaşıklıklardan uzak duracağım.

2

Görevde olmanın mutluluğunu oluşturan unsurlar burada modellenmemiştir. Ulus için iyi olduğuna inandığınız şeyi yapabilmek bir mutluluk kaynağı olabilir. Görevdeyken iyi şeyler yapabilmenizin nedeni, başkaları üzerinde meşruiyet kazanmanın bir yolunun bu olmasıdır. Basitçe emir vererek başkalarını teşvik edebilirsiniz (Akerlof, 2017a). Liderlerin yaptığı şey budur ve bunu modellemek zor değildir (Basu, 2022b).

3

Güç tutkusu olan bazı liderlerin pişmanlık ya da suçluluk hissetmemesi mümkündür. Bu sadece sonucu pekiştirir. Bu makalede elde edilen sonucu daha da ilginç kılan şey, liderin suçluluk hissetmesi durumunda bile sonucun geçerli olmasıdır.

4

Kötü davranışların maliyetinin iktidardan ayrıldıktan bir sonraki dönemde gerçekleşeceği varsayımı cebirsel basitlik amacıyla yapılmıştır. Bir kişinin kötü bir eylemde bulunması ve iktidarda kalamaması durumunda, bu kötülüğün bedelini hemen ödeyeceği tartışmalı bir konudur. Görevden ayrıldığında getirinin, görevde bulunduğu tüm geçmiş dönemlere, hatta hemen önceki döneme bağlı olduğunu varsayarsak, makaledeki aynı sonucu elde ederiz. Başka bir deyişle, yt=f(e1+e2+…et),��=�(�1+�2+…��) olduğunu varsayabiliriz, burada f'<0.�'<0’dır. Biraz daha fazla cebir kullandığımızda yine aynı sonucu elde ederiz.

5

Bu durumun nasıl gerçekleşebileceğini gösteren ve genel olarak sonsuz karar noktalarına sahip oyunları tartışan bir literatür vardır. Bu tür oyunlarda bir oyuncu sonsuz sayıda karar verir veya her biri bir ya da sınırlı sayıda karar veren sayılabilir sonsuz bir oyuncu kümesi vardır (Voorneveld, 2010Cingiz ve diğ., 2016Rachmilevitch, 2020).

6

Bu durum, ‘hayat oyunu’nun anlamına ilişkin ortaya rahatsız edici sorular çıkarır (Basu, 2022a).

7

Dışlanmış stratejilerin dengesi fikri (geleneksel oyun teorisindeki seçilmiş stratejiler vektörü yerine), oyunlarda çeşitli set-değerli denge kavramlarına yol açar (bkz. Basu ve Weibull, 1991; Arad ve Rubinstein, 2019). Bu set-değerli kavramlar, bir anayasanın anlamının resmî bir şekilde anlaşılması bakımından büyük önem taşır.

8

Gerçek hayattaki tüm çözümler uyarılarla birlikte gelir. Dönem sınırlarının bazı dezavantajları olduğu kabul edilmelidir; politikacılar toplumun uzun vadeli kazanımları yerine görevlerindeki kısa süreye odaklanırlar. Diğer yandan, dönem sınırlarının var olması, çok uzun süre iktidarda kalan bir liderin yerine geçecek “hanedanları” teşvik edebilir. Kim Il-sung, Kim Jong-il ve Kim Jong-un’un 1953’ten günümüze kadar süren saltanatı aslında pratikte tek bir kişi tarafından yönetimdir.

9

Burada ‘çıkar’ kavramının, ekonomik çıkarın tek boyutlu bir anlayışı haline geldiğini ve bu anlayışın analiz yapma ve politika formüle etme şeklimiz üzerinde geniş etkiler yarattığını vurgulamak gerekir. Bu makalede analiz edilene benzer bağlamlarda, ‘çıkar’ın karmaşık, çok boyutlu bir fikir olduğunu kendimize hatırlatmalıyız (Swedberg, 2005). Bunu yapmak politika yapma işlemini zorlaştırabilir, ancak daha etkili bir hale getirebilir.

Diğer Yazılar

AY CARMELA: İSPANYA İÇ SAVAŞI’NA AĞIT

Ümit ÖZDEMİR / 10.02.2025 Fakat bombalar hiç bir işe yaramaz / kalplerin attığı yerde.. Sahnede …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir