Mazhar Denizli’nin bu yazısı politikagazetesi.org’da yayınlandı yazarın izniyle sitemizde yayınlıyoruz.
07.12.2005
AKP’nin iktidar olduğu yıllarda uluslararası finans kapitalin parelelinde ranta dayalı bir ekonomik politika izleyen Türkiye kapitalizmi, yoğun dış borçlanma, yüksek cari açık, aşırı likidite ihtiyacı ve dış kaynak bağımlılığıyla bugünlere geldi. Oluşturulan model yüksek faiz ve düşük kura dayandırıldı. Geçtiğimiz günlerde Antalya’da gerçekleştirilen G20 zirvesinde, Dünyanın 17. büyük ekonomisi olarak ilan edilen Türkiye’nin geldiği noktanın ardında özelleştirme talanı, imar rantları, sıcak para hareketleri hep ön planda oldu. Bir çeşit sanal büyüme yaşandı.
Kapitalizmin sistematik krizinin dışa vurması olarak uzun yılları kapsayan saadet zincirinin kırılma riski artmasına karşın AKP iktidarı bu politikalardan vazgeçeceğine dair bir işaret vermiyor.
Sanayinin ciddi daralmaya girdiği, tarımda tasfiyenin gözle görünür bir hale geldiği inşaat, finans ve hizmetler sektöründe oransız bir gelişme yaşandı. İnşaat sektörü ekonominin lokomotifi haline geldi. AKP iktidarının politikaları ile hızla büyüyen yandaş sermayenin yeni fraksiyonunun yöneldiği kesim inşaat sektörü oldu. Kupon araziler, hibe maden ocakları gibi yeni rant alanları yaratıldı, kamu bankalarının sağladığı imkanlarla mega projeler yine yandaş sermaye gruplarına, doğa katili çetelere dağıtılarak muazzam kârlar sağlandı.
İnşaat sektörü, AKP’nin iktidarının izlediği ekonomik politikalarda kritik bir işlev gördü. Sermaye birikim alanları içinde öne çıktı. Aynı zamanda bir döngüyü simgeledi. Sektörde yaşanan olağanüstü “gelişme” ve spekülasyon bir yanıyla da finans sektörüne geri dönen ve onu besleyen boyut kazandı. Sektör, AKP’nin büyük talanının en çıplak yaşandığı alan olarak dikkat çekti. AKP, konjonktürün avantajlarını iyi kullandı.
Türkiye bir anlamda inşaat alanına dönüştü. Bununla birlikte sınıfa çok boyutlu ve stratejik saldırılar yapıldı. Sistematik güvencesizleştirme, örgütsüzleştirme, işsizleştirme, yoksullaştırma, sendikasızlaştırma, geleceksizleştirme taktikleriyle sınıf enkaza çevrilmek ve açlıkla terbiye edilmek istendi. İradeleri kırıldı. Güvencesiz ve geleceksizleştirilmiş sınıf, kölece çalışma koşullarına razı edildi.
Bu yazımızda odaklandığımız alan İnşaat işçileri ve onun genç sendikası İnşaatİş olacak.
Birçoğumuz biliriz şantiyelerin ne denli ölümle iç içe olduğunu. İnşaat patronu arsasına özel imar sağlamak için TOKİ veya belediyeler aracılığıyla plan tadilatları yaptırır, gelecek rant değerine karşın hatırı sayılır paralar feda eder ve inşaat ruhsatını aldığı andan itibaren rahat para harcama politikası yerini inşaatta ‘ekonomik tedbirlere’ bırakır. Bu önlemler inşaatın maliyetini düşürürken inşaat işçisinin yaşamını riske etmektedir. Yeterli önlem alınmadığı için yaşanan iş cinayetlerine yabancı değildir bu ülke insanı.
İkinci el, bakımı yapılmamış cephe servis asansörleri 50 metre yüksekten içindeki işçilerle yere çakılabilmektedir, niteliksiz kalıp çökebilmektedir işçinin üzerine, elektrik kaçağı, iş iskelesinin çökmesi sıradan haberlerdir bu ülkede.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ülkemizde her gün 172 iş kazası yaşandığını ve bu kazalar sonucunda da günde 4 kişinin öldüğü ve 6 kişinin iş göremez hale geldiğini belirtiyor. Bu kazaların %40’ı inşaat sektöründe.
Hesabı yaptığımızda inşaat sektöründe yılda 540 kişinin öldüğü 876 kişinin de iş göremez halde kaldığı bir ülkede yaşıyoruz. İş güvenliğinden yoksun olmanın yanısıra inşaat işçisi sendikal örgütlenmenin en zayıf olduğu alanda çalışmaktadır. Sürekli ve kalıcı bir çalışma ortamının olmayışı, ortak iş arkadaşlığının şantiye süresiyle sınırlı oluşu fabrika işçilerine göre örgütlenme konusunda çok daha geride bırakmaktadır inşaat işçilerini. Sendika üyesi olma konusunda tereddütlü davranan işçileri örgütlemek bu nedenlerle zordur.
Ancak sürekli ve görece yüksek gelirli kaybedecek bir işi de yoktur inşaat işçisinin. Çalıştığı inşaatın kendi alanıyla ilgili kısmı bittiğinde işsiz kalmaktadır. Bu da inşaat işçisini bir çok sektöre göre daha mücadeleci ve sahip olduklarından vazgeçebilme özelliğine sahip kılmaktadır.
Bu nedenlerle inşaat işçileri arasında örgütlenmek üzere yola çıkan İnşaat-İş Sendikasının da sınıf sendikacılığında kendine has bir duruşu ve eylem çizgisi vardır. Ölüme örgütlü işçi sınıfının karşı duracağı bilinciyle yola çıkan bir grup öncü işçi, işçi sınıfının yıkıcı bir örgütsüzlük anaforu içinde, açlık, işsizlik ve geleceksizlik tehdidiyle sınıf ablukaya alındığı bir dönemde, ağır ve yoğun çalışma koşullarına, en temel iş güvenliği tedbirlerinin alınmamasına ve taşeronlaşmaya karşı durmak için örgütlenmeye başladı.
Uzunca bir süre dernek örgütlenmesi ve ardından sendika girişimi olarak çalışmasını yürüten öncü işçiler 2014 Ağustos’unda kuruluşu gerçekleştirmiştir.
Kuruluşunu bir eylemle duyuran ender sendikalardandır İnşaat-İş Sendikası.
Daha önce İnşaat İşçileri Derneği bünyesinde çalışan devrimci, sosyalist, komünist öncü işçiler İnşaat-İş Sendikası kuruluşunun hemen ardından yaptıkları Star Towers eyleminde ilkelerini de kamuoyuna duyuruyordu.
“Basına ve Kamuoyuna
Bugün burda iki nedenden dolayı karşınızda bulunmaktayız. Birinci olarak, ‘Dünyayı biz inşa ediyoruz, altında biz kalıyoruz. Artık Yeter’ diyerek çıktığımız yolda büyük bir adım atarak İnşaat İşçileri Sendikasını (İNŞAAT-İŞ) kurduk!
İkinci olarak, Star Towers, iki yıl once çalışıp halen ücretlerini alamayan işçi arkadaşlarımızın hakları için buradayız.
Her türlü kuralsızlığın hüküm sürdüğü tam bir barbarlık düzenin hokum sürdüğü bir sektördür inşaat sektörü… İki yıldır ücretlerini almayan işçi arkadaşlarımız inşaat sektöründe nasıl bir barbarlığın hüküm sürdüğünü anlatmamıza gerek bırakmamaktadırlar. Sendikamız biz inşaat işçilerin insanca yaşam özleminin ilk adımıdır.
Biz inşaat işçileri bu sendikayı kurduk çünkü; inşaatlarda her gün yaşanan ölümlere artık son vermek istiyoruz ve mücadeleyi seçiyoruz…
Bu sendikayı kurduk çünkü; Adana’da Barış Ergin gibi çocuk işçilerin inşaatlarda ölmelerini istemiyoruz ve mücadeleyi seçiyoruz…
Bu sendikayı kurduk çünkü; kapitalizmin can damarı sektörlerinden biri olan inşaat sektöründe biz işçilerin sömürülmesine, ezilmesine ve aşağılanmasına son vereceğiz. Başta inşaat sektörü olmak üzere, işçi sınıfının ter döktüğü her alanda inşaat işçileri olarak sınıf kardeşlerimizle beraber kapitalizmin tabutuna son çiviyi çakana kadar mücadele edeceğiz. İnşaat İşçileri Sendikası olarak bu kavgada en önde ve sonuna kadar yer alacağız…
Bu sendikayı kurduk çünkü; biz inşaat işçileri olarak, işçi sınıfının militan, sınıfına güvenen ve sınıf bilincini bir an olsun elden bırakmadan mücadele eden üyeleri olacağız…
Bizleri ulusal ve mezhepsel farklılığımızı öne sürerek ayırmaya, birbirimize düşürmeye çalışan ve birliğimizi bozmaya çalışan şovenizme karşı işçilerin birliği şiarını yükselteceğiz. Çünkü düşmanımız ortak ve kurtuluşumuz da birlikte mücadeleden geçiyor.
Hiçbir sendikal yasanın hükmünün olmadığı inşaat sektöründe sendikamızı kurarak kendi yasamızı sokakta yapacağız. Kuruluşumuzu anlayışımıza uygun olarak sokakta yapıyoruz. Sömürünün, sınıfların ve sınırların olmadığı bir dünyayı kurmak mümkün ve bunu başaracağız…”
Bu sözlerle sınıf mücadelesindeki yerini alıyordu İnşaat İş’in herbiri devrimci sosyalist kavganın içerisinde yer alan, sayıları az ama enerjileri ve inançları yüksek kurucu liderler…
Taşeron Cumhuriyetinde en büyük mağduriyeti yaşayan İnşaat işçilerinin öfkesinin de temsilcileriydi onlar artık.
“Dünyayı Biz İnşa Ediyoruz, Altında Biz Kalıyoruz. ARTIK YETER!” şiarıyla yetişebildikleri her alana, her inşaata, her eyleme koşturuyorlardı. Sınıfın bu yiğit çocuklarını ellerinde pankartları, zaman zaman Boğaziçi Köprüsünün üzerinde, her zaman 1 Mayıs eyleminde, iş cinayetlerinin yaşandığı şantiyelerde görebilirsiniz. Taşeronlaşmaya, iş cinayetlerine, karşı bir eylemde, emeklilik yaş sınırlarını iş kolu için geçersizliğini, sosyal güvencelerin yetersizliğini anlatan bir basın toplantısında rastlamak İnşaat-İş‘in liderlerine, sevgili yoldaşlarımıza rastlamak bizi şaşırtmamaktadır artık.
“İşçi sınıfı ya örgütlüdür YA DA HİÇ BİRŞEY” sloganıyla tüm güçlerini, örgütlenme için harcayan İnşaat-İş’in öncü işçileri sınıf mücadelesi içerisinde, mücadelenin doğası gereği sağlanmış olan Halkların Kardeşliği’nin tüm ülkemizde hakim hale gelmesi için de sadece ter dökmediler, bu yolda canlarını da verdiler.
“Emeğin köprüsü için bir tuğla da sen koy” sloganıyla İŞİD canavarı tarafından yerle bir edilmiş Kobane’ye inşa etmek istedikleri sağlık ocağı için şehir şehir dolaştılar. Bu girişimleri ile hakim sınıfların, Saray iktidarının kırmızı çizgilerini de geçmiş oldular. Türkiye devrimci hareketinin, Türkiye İşçi sınıfının, Kürt Özgürlük Hareketi ile buluşması, yönetenler için bugün en büyük tehlikelerden biridir ve İnşaat-İş liderleri bu doğrultuda hareket etmiştir.
Yönetenler bu bir araya gelişi cezalandıracaklarını her fırsatta göstermişlerdir. Suruç saldırısı bu doğrultuda yapılmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi ile yan yana gelen Sosyalist Gençler katledilmiştir.
Aynı odak, Ankara’da daha büyük bir araya gelişi de cezalandırmış ve 100’ün üzerinde canımızı bizden almıştır.
Ankara katliamında 6 üyesini yitirmiştir. Gazetemizin yazı işleri müdürü, yoldaşımız Kemal Tayfun Benol ile birlikte 5 devrimci işçi yoldaşımız Serdar Ben, Tekin Arslan, Erol Ekici, Gazi Güray, İsmail Kızılçay kolkola yaşamlarını verdiler mücadele ettikleri değerler uğruna.
Yoldaşlarımızın tümü binlerce insanın katılımıyla uğurlanmış anılarının ve mücadelelerinin yaşatılacağına dair mezarları başında söz verilmiştir.
İnşaat-İş yitirdiği yoldaşlarının anısını yaşatmanın en iyi yolunun mücadeleyi daha da yükseltmek olduğu bilinciyle, onlara verdiği sözün gereğini yerine getirmeye devam ediyor. Yiğit arkadaşlarımızı yeniden direniş çadırlarında, şantiyelerde görüyoruz.
Bu kavga hepimizin kavgası, ölenlerin bayraklarını daha yükseklere çıkarma hepimizin görevi.