POST-SCRİPTUM: 19 MART KARŞI-DEVRİMİ VE GENÇLİĞİN KONUMU.

(Bu yazı, 6 ay kadar önce yazılan “CÜRET” başlıklı yazımızın sonuna, o tarihten beri gelişen yeni olayların ışığına düşülen bir nota karşı gelmektedir.)

Mahir Konuk / 09.08.2025

Yukarıdaki yazıyı kaleme alıp yayınladıktan sadece 1-2 hafta sonra Türk siyasi tarihinde “19 Mart 2025 darbesi” diye anılmaya başlanan ve bizim yukarıda geliştirmeye çalıştığımız tezlerin adeta bir sağlamasını yapan bir olayı yaşadık. Bir “karşı devrim” hareketi olan ve bugün de devam etmekte olan bu olayın faillerinin, “dinci-milliyetçi” tüyler takınmış ama gerçekte ise neoliberal siyasete göre programlanmış bir “çetenin” üyeleri olmuş olsa da gerçek kahramanları, kısa bir dönem için bile olsa “sahte muhalefet” olarak adlandırdığımız kesimi iktidarın yedeğinden alıp, “emekçi halk muhalefeti” diye adlandırdığımız gerçek muhalefetin ardına takmayı başaran genç direnişçiler olduğuna şahit olmuş bulunuyoruz.

Burada, henüz tam bir sonuca dahi ulaşamamış olan bu hareketin detaylı bir çözümlemesini tabidir ki yapmayacağız; ama yerleşik liberal faşist düzenin Türkiye’nin emekçi halkına dayattığı “korku duvarını” Haziran Ayaklanmasında olduğu gibi bir kez daha yıkan ülke gençliğinin sergilediği bu “devrimci cüret” gösterisinin kahramanları üzerine aydınlatıcı birkaç söz söylemekle yetineceğiz. Sorduğumuz sorular şunlar olacak: Neden gençlik, özellikle de “öğrenci gençlik”? Sergilenen “devrimci cüret” gösterisinin, sesinin her daim çatallı çıktığı olgusu ile tanımlanmasına alıştığımız “genç olmak” fiilinin başka güncel zamana ve mekâna dair ne gibi nedenleri bulunmaktadır?

Öncelikle şunun altını çizmemiz gerekmekte: Bir toplumsal kategori olarak gençliğin ilk kıvılcımda ateş alan ve sürekli olarak “kanı kaynayan” kesimi oluşturur; ancak, adı üstünde, bu kategorinin tarihe mal olacak olan temel toplumsal süreçlerde oynayabileceği rol, olgunlaşmış toplumsal şartları tutuşturacak bir “kıvılcım” olmayla sınırlıdır ve tek başına var olduğu biçimiyle ne bir tarihsel süreç başlatmaya ne de başlatılmış süreçte sürekli bir şekilde kalmaya yetmeyecektir. Anlaşılacağı üzere, bunun en somut örneklerini bize önemli bir kısmı sonradan “liberal faşist gestapoya” katılan “68 gençliği” vermiş oldu. O halde, eğer bir kategori olarak gençliğin oynadığı rol zamansal boyutta kalıcı olabiliyor ve üzerlerine düşen tarihsel görevi gerektiği gibi yapıyorsa, bu durumda “19 Mart darbesi” gibi bir olayın, nesnel nedenlerden dolayı doğrudan doğruya temel toplumsal süreçlere bağlandığı sonucunu çıkarmamız mümkün hale gelecektir.

Bizim ileri sürdüğümüz ve otuz-kırk yıllık süreçte olup bitenlerin sürekli ve üstüne koyar bir şekilde gösterdiği gibi, düzene entegre olan “solcu” güruhun bir tabu haline getirdiği “korku duvarlarını” devrimci cüret gösterileriyle tekrar tekrar yıkan gençliğin yaktığı meşalenin, yandığı gibi çabucak sönen bir kıvılcım olmaktan çok, söndürülemeden alev alev yanmaya devam bir bozkır olduğu gerçeğiyle karşı karşıya gelmekteyiz. Evet, sermaye yaklaşık yarım asırdır çoraklaştırarak bir bozkıra dönüştürdüğü “Ulus-Devlet” şeklinde biçimlenen toplumları ateşe vermiş bulunmaktadır; tabidir ki o toprağı ekip biçerek yüzlerce yıldır hayatını sürdürmeye çalışan emekçi kitleyi de bütünüyle ateş hattında bırakarak! İşte, günümüz gençliği -özelikle de yüksek öğretim kurumlarında geçici bir süre için de olsa istihdam edilmiş olan ve sırf bu yüzden geleneksel olarak “şanslı” olarak görülen gençlik- tam da böylesi bir toplumsal dışsallığın hem içinde ve hem de dışında var olmaya çalışmakta bugün…

Eğer acilen müdahale edilmezse bütün insanlığı da beraberinde götürecek olan bu cehennem ateşinin içindedir, günümüz gençliği; dahası o ateşin içinde tek başlarına değil, insani yaratıcılık eyleminin içinde yer alan “okumuş” veya “okuyamamış” emek dünyasının bütün unsurlarıyla birlikte yanmaktadırlar. Ve bu ateşi söndürmek için harekete geçmenin varoluşla yok oluş, hayattan yana olmayla ölümden yana olmak arasında bir seçim yapmak anlamı taşıdığını yetişkinlerin birçoğundan daha fazla görebilmekte ve attığı her adımı kendi hanesine bireysel ve toplumsal tecrübe olarak kaydetmektedir. Bir bütün olarak gençlik ve özel olarak “yüksek eğitim” görmüş gençliğin toplumsal gerçeğin içindeki konumunu belirleyen, sadece “başında kavak yellerinin esmesi” veya “sesinin çatallı çıkması” gibi kendi içselliği ile özdeşleşen özellikleri değildir; onların belirleyici özellikleri ve gerçekte mücadeleye katabilecekleri en önemli şey, yalın nesnel gerçeklerle, ön yargılarla donanarak eli kolu bağlı yetişkinlerin sahip olamayacağı kadar ve tarihsel boyuta sahip olması gereken “stratejik akıldan” mahrum olsalar dahi, doğrudan temas halinde olmalarıdır.

Gençlerin bu özgün konumları, nesnel tarihsel şartların değişmediği yani sermaye düzeninin cehennem ateşinin yanmaya devam ettiği şartlarda, varoluştan ve hayattan yana yürütülen emek merkezli mücadeleye katılımlarına süreklilik kazandırırken, aynı zamanda yetişkinlerin durağan evrenine de devrimci cüreti ve siyasi dinamizmi katmaktadır. Bu durumun en mükemmel örneğini bize, “19 Mart karşı devrimci darbesi” sırasında, hedefte olmasına rağmen alışıldığı biçimde teslim bayrağını çeken “sahte muhalefeti” emek cephesinin gerçek muhalefetinin peşine takarken “İstanbul Üniversitesinin” öğrenci gençliği aşılmaz bariyerleri bir çırpıda aşarak vermiş oldular. Gençliğin estirmeye başladığı bu “devrimci cüret” yellerini ülke çapında harekete geçirmediği hiçbir muhalif -veya muhalif adayı- kalmadığına ve hareketin önemli bir gerileme kaydetmediğine bakılırsa, gençliğin ona kattığı dinamizm de anlaşılmış olacaktır. Bu haliyle gençlik, yıllardır eski veya yeni “tüfeklerin” dahi görmek istemediği bir siyasi ve toplumsal gerçeği de su üzerine çıkarmış bulunmaktadır: Günümüzdeki her türden muhalefet ya devrimci muhalefet olacaktır ya da karşı devrimleşme anlamına gelen bir biçimde “hiç olmayacak” veya sıradan bir muhalefetten bile sayılamayacaktır…

Gençlerin emekçi halk muhalefetindeki güncel ve özgün konumu, onların “gelecek mevhumu” ile geliştirdikleri ilişkilerde kendisini ortaya çıkarmaktadır. En genel tanımıyla bireyler için “gelecek” mevhumu, (kavramı) bireylerin kendi varoluşlarını kendileri yaratırken toplumsallıklarını da her adımda kolektif bir şekilde yeniden yaratmakla (insanlaşma süreci) gündeme gelmektedir. Bu durumda zaman boyutunda değerlendirilen “gelecek” kavramının ölçüsü, bireylerin yaratıcılık seviyesi ve toplumsal bütüne katkılarıyla ölçülecektir; şayet tek tek bireyler ve birbirlerini zaman içinde takip eden kuşakların hayatın yeniden üretimi faaliyetine katılımı sınırlanmış veya büyük oranda ortadan kalkmış bulunuyor ve buna bağlı olarak “topluma katılım” (entegrasyon) az veya çok ortadan kalmış bulunuyorsa, ortada hem bireyler ve hem de toplumlar açısından bir “gelecek sorunu” baş göstermiş demektir.

Bireylerin kendi varlıklarını yaratırken gerçekleştirdikleri toplumsallaşma (insanlaşma) eğer sınıflı toplumsal yapılanma şartlarında gerçekleşiyorsa, “gelecek mevhumu” alışıla geldiği biçimde en alttaki yani ezilenler için genellikle hâkim sınıfın üyesi olabilmekle ölçülür. Bu durumda üst sınıflardaki için sadece az veya çok entegre olmak söz konusu olduğundan temelli bir şekilde “gelecek sorunu” yaşanmazken, düzen erbabı kesim için “alt sınıfta kalanlar” için gelecek sorunu toplumsal hiyerarşinin aşağıdan yukarıya doğru sahip olduğu geçirgenliğine bağlı bir konu olacaktır. Sınıflı yapılanmalar arasında hiyerarşik geçirgenliği nispeten en fazla olan burjuva toplum yapılanmasında, toplumsal entegrasyonun ölçüsü burjuva yapılanmasını biçimlendirip yönlendiren kapitalist sermayeye yakınlık veya uzaklıkla değerlendirilecektir. Bu yapılanmada da “gelecek” mevhumu, (kavramı) hiyerarşinin empoze ettiği hareket veya davranış kurallarına göre en alttakilerin aşağıdan yukarı doğru “işbölümü” içinde mümkün hale gelen toplumsal bir “asansör” yardımıyla geçekleşir: Mesleki formasyonun bir göstergesi olarak uzun veya kısa süreler zarfında ve olağanüstü emek ve kişisel beceri seferber edilerek ,“hak edilerek” sahip olunan ve sermayedar için değeri sadece bir “ön hizmet belgesi” olan diploma ve bu diplomanın gerçekten ve belli kurallar çerçevesinde yaygın olarak seviyesine uygun biçiminde bireyin toplumsal entegrasyonu mümkün kılması…

Yukarıda yaptığımız ön tanımlamalar, 19 Mart karşı devrimci darbesine karşı, devrimci bir kararlılıkla ve kitlesel bir şekilde en önde karşı duran çalışan veya “öğrenci gençliği” ayağa kaldıran neden şudur: Darbe esnasındaki hak edilmiş diplomalara yönelik liberal faşist iktidarca gerçekleştirilen uydurma nedenlerle iptal tavrı. Gençliğin “diploma” konusunda özel bir hassasiyet göstermesi, bu “kurumsal nitelikli” belgenin, içinde bulunduğumuz düzenin nesnel durumu icabı ateşe verilen toplumsal mekanın yanında zaman boyutunda ifadesini bulan “gelecek” meselesinde de “harekete geçirici” özel bir yere sahip olmuş olmasındandır. Darbeden sadece birkaç ay sonra sökün eden ülkenin her köşesinde yankılanan “diploma skandalı” olayı, bir yandan gençlik içindeki “gelecekle” ilgili endişeleri arttırırken, diğer yandan onların mücadeleye katılımına yeni bir boyut getirmesini de siyasetin ve toplumsal olayların gündemine ağırlığını koymaktadır: Mücadeleye katılımlarda “toplumcu” (veya komünist) bir boyut getiren “eşitlik talebi”.

Yerleşik düzenle ve ona katılım imkanıyla ilgili olarak arta kalan en son umutlarını bir anda resmi bir şekilde sıfırlayan “diploma skandalı”, üç şeyi hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeyecek şekilde ortaya dökmüştür: 1) Paraya eşitlenerek kendisine gerçek değerini veren “emek sarfiyatı ile bilgi edinme” faaliyetine temelli bir şekilde yabancılaşan diplomayla birlikte, en altta ve hatta “ortalarda” olan ailelere mensup gençlerin yerleşik liberal faşist düzene entegrasyonun imkansızlığı, basit bir “endişe sorunu” olmaktan çıkarak nesnel bir gerçekliği yansıtan bilinç sorunu haline gelmiştir; 2) Bunun sonucunda, kapitalist sistemin ve sermayenin biçimlendirdiği bir topluma nüfuz ederek ve toplumsallaşarak normal sayılabilecek bir insan bireyi gibi “entegre olabilmek”, orada gerçekleştirilebilecek bir “gelecek” düşünmek hayali, bir kuruntu olmaktan da öte “abesle iştigal etme” anlamına gelecektir; 3) Bu şartlar altında insanlaşma sürecinde kalarak varlığını sürdürebilmek üzere yapılması gereken bir tek sorun kalmaktadır: Yeni bir toplumsal düzenin inşasına koyulmak üzere mevcut toplumsal yapılanmayı havaya uçurmak

Sonuç itibariyle şunları söyleyebiliriz: Bir insani varoluş biçimi olan “cüretli davranmanın” izini sürdüğümüzde yolumuz, kaçınılmaz olarak gençliğe ve onun olağan üstü duyarlılığının mevcut nesnel şartlar altında sergilediği davranış biçimlerine çıkmaktadır. Bu biçimler, sadece mevcut durum hakkında bir fikir vermekle kalmamakta, aynı zamanda, eğer doğru değerlendirmeler yapabilirsek geleceğe dönük yapmamız gereken ve daha önce göremeyip de yapamadığımız şeylerin neler olduğunu bize gösterebilecektir.

Herkes, geçmişin doğrularının arkasına saklanarak yarattıkları “söğüt gölgesinin” altında pineklemeyi ve içinden geldiği toplumsal pratiklere dair edindiği tecrübeleri masal anlatır gibi anlatarak yeni toplumsal şartların zorunlu kıldığı yeni düşünme ve eyleme biçimlerinin doğup gelişmesinin önüne engel olarak çıkartmaya çalışmasın. Onlar böyle davranarak sadece yeni mücadele biçimlerinin gelişmesini geciktirebileceklerdir; ama asla temelli bir şekilde engel olamayacaklardır…

Diğer Yazılar

BİR İSTİBDATIN GÜNBATIMI: KIBRIS HEZİMETİ VE TELE 1 BASKINI

Ümit ÖZDEMİR / 25.10.2025 Sahne, gazeteci KutluAdalı’nın katliyle açıldı. Sedat Peker’in daha sonra yaptığı itiraflardan …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir