Mahir Konuk / 28.01.2025
Son zamanlarda bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ve liberal faşist diktatörlüklere özgü olan bir biçimde, yani bir tek merkezden ve planlı programlı bir şekilde alıştıra alıştıra estirilen “yapay zeka” fırtınası artık konuda uzman sayılan birçok kişinin bile izlemekte güçlük çektiği tam bir kasırgaya dönüştürülmüş durumda. Bu kasırganın önüne katıp sürüklediği kitlenin neredeyse tamamı, belli bir eğitim seviyesine ulaşabildiği için her bir şeye akıl erdirebileceğini sanan ve bu yüzden de “cahiller sürüsü” olarak gördüğü emekçi halk kitlelerinden insanlarla yan yana gelmektense iktidar sahibi güruhun gözdeleriyle selfie yapmayı ve hele de “sahte muhalifin” başıyla birlikte “kırmızı kart” göstererek rezil rüsva olmayı tercih eden bir ve aynı kitledir. Ekonomik planda mülksüzleştirildiğinden bir şeye sahip olamayan, başlıca zenginlik kaynağı olan toplumsal statü ve prestiji yerlerde sürünen, hem düşünsel ve hem de toplumsal planda epeydir bütünüyle iktidarsız bir hale geldiğinden, sadece en iyi bildiği şeyi yani gözlerini kapatarak “kendisine söyleneni” yapmaktan başka artık elinden hiçbir şey gelmeyen bu kitle, yaratılan bu “yoldan çıkarıcı” kasırganın hem üfleyicileri ve hem de her zaman olduğu gibi borazanı olma rolüne daha şimdiden soyunmuş bulunuyorlar.
Kendilerine iktidar sahipleri tarafından çizilen güzergahta kasırgayı da arkalarına alıp pupa yelken ilerleyen bu kitlenin akıl yürütmesi de yapay zekanın üzerinde yükseldiği “0-1” mantıksal işleyişini geçmemektedir. 0-1 işleyişinin toplumsal alandaki ifadesi ise asla yeni bir şeye açılım (sentez) yapamayan iyi veya kötü, doğru veya yanlış, güzel veya çirkin gibi ikilemleri sayısal olarak tasarlayabilen ama niteliksel olarak 0’ı veya 1’i yeni bir sonuca taşıyacak bir muhakemeyi (diyalektik) gerçekleştirememek. Bu kişilerin kendi iradelerini her şeye rağmen kullandıkları sadece bir alan da mevcuttur: Ya 0’ın ya da 1’in tarafında olmak; yani ıkına sıkına da olsa “veba veya koleradan birisini” seçmeye çalışmak… Kendisine dikte edileni bir asker disipliniyle başarıyla öğrenip-öğretmek ve bunu gösterilen hedefe uygun olarak tekrarlamak, yani kısaca “emir kulu olmak” işte böyle bir şey olsa gerektir.1 İşte bu yüzdendir ki; akıma karşı durulduğunda, ortalığı her zaman olduğu gibi tozu dumana katarak yaratılan kasırganın aslında bir “üfürükçünün nefesinden” başka bir şey olmadığı görüldüğünde, resmi sosyoloji ve siyaset biliminin bir toplumsal olayın “aktörleri” olarak tanımladığı bu kişilerin yaptığı şey, kendilerine öğretilen şeylerin toplumsal alandaki animasyonuna katılmaktan başka da bir şey olmadığı sivrilerek ortaya çıkmaktadır. Bu tespitten itibaren, yapay zekanın kendisine söyleneni yerine getiren bir aletin işleyiş biçimi ile örtüşen işleyişi ile günümüzde yerleşik düzenin konuyla ilgili olarak giderek hız vererek yürüttüğü tartışma arasında nitel bir farklılık olmadığı da anlaşılmış olacaktır. Biz ise yaptığımız ön tespitlerden hareketle, herkesin içine itilerek belirlenen yöne doğru savrulmasını hedefleyen bu durumdan nasıl kurtulabileceğimiz sorunsalı üzerinde yoğunlaşacağız ve yerleşik düzene angaje olmaktan doğan “yoldan çıkarıcı” hakim anlayıştan çıkış yolları önermeye çalışacağız.
Üslubumuzun, kabaca da olsa bilgili sayılabilecek “donanımlı” olarak kabul edilen kitleyi özellikle hedef alan katılığı kimseyi yanıltmamalıdır: Hayır, hayır, doğrudan insanlaşma sürecine bağlanan böylesi çok önemli bir konuda, tarzını biz yanlış bulmuş olsak bile aşırı hassasiyet gösterilmesi yüzünden kimseyi suçlamıyoruz; zira tam bir “otodidakt” tavırla, bizim aynı konuya olan hassasiyetimiz onlarca yıl ötesine, daha cep telefonunun emaresi bile yokken, üretime dahil edilen robotların (robotizasyon) ortaya çıkıp yaygınlaştığı 1980’lerin başlangıç tarihlerine kadar geri götürülebilecektir. Evet, evet, “aşırı hassasiyet” gösterilmesinden bahsetmekteyiz; mesela, Türkiye’deki son başkanlık seçimlerinde bahsi geçen ama “söyleneni yapmaktan” başka bir telaşesi olmayan sözüm ona “aydın ve solcu” geçinen tayfanın göz ucuyla okuyarak geçtiği “1. derecede önemli” bulduğumuz bir habere karşı takındığımız ve diğerleri tarafından “aşırı” bulunan hassasiyetten.
Olay, kısaca seçim sonuçlarının devşirilip kamuoyuna servis edildiği ve bir devlet kurumu olan Anadolu Ajansı’na sadece bir seferliğine yerleştirilen bir odayı kaplayan makine ve onun aracılığıyla çok olası bir şekilde seçimlerde döndürülecek dolaplar yüzünden hiçbir şahit bırakılmaması için evlerine yollanan yerleşik personelden ibaret olarak yayıldı ve sahte muhaliflerden her zaman olduğu gibi olayın önemine karşı gelen gerekli tepkiyi de almadığı görüldü. Bizim tepkimiz ise, bir oda büyüklüğündeki bu teçhizatın (büyük olasılıkla “yapay zeka” tezgahı) marifetlerinden çıkarak “Seçim sonuçları daha şimdiden belli oldu!” şeklinde olmuştu ve gerçekten de olayın sonrası herkesin malumu olduğu üzere, bizim düşünüp ilan ettiğimiz gibi gelişti. Birincisine tıpa tıp uyan 2. Olay da başkanlık seçimlerinden kısa bir süre sonra gerçekleşen “yerel seçimler” sırasında cereyan etti. Ancak, haber ağları bu seçimlerde iktidar partisinin bir evvelki seçimde donatıldığı “teçhizattan” mahrum bırakıldığını ilan edilince biz, bu sefer de seçimin sonucunu tıpkı 1. Olaydaki gibi ilan etme imkanı edinmiş olduk ve nitekim akabinde yaşanan deney de bunu doğrulamıştı. Yine birinci olayda olduğu gibi ikinci olayda da, varoluşunu “kendine söyleneni başarıyla gerçekleştirmek” olan ve “sahte muhalifler” diye nitelendirdiğimiz mihrakın müdavimi malum kitle, kendi vazifesine ayırdığı hassasiyetin onda birini bile, şimdilerde büyük bir kasırgaya dönüştürdüğü “yapay zeka” kasırgasına rağmen, sadece birkaç ay önce gösterememişti…
Yapay zeka denilen nesnenin “spesiyalisti” olmuş ve teknik bir yeterlilik sahibi kişi olarak konuşmayacağız; bu konuda spesiyalistlerden öğrenecek daha çok şeyimiz olacağı gibi, öğrendiğimiz şeylerle ilintili olarak ileride söyleyeceğimiz daha birçok şey de olabilecektir. Ancak, bilim ve düşünce ürünü ve insan yaratıcılığının mahsulü her şey gibi “yapay zeka” da ancak başta ve sonda toplumsallaşarak var olabilen nesnelerden biridir. İşte bu yüzdendir ki, toplumsallaşırken yarattığı çeşitli etkiler üzerinden, aynı zamanda toplumsal hayatın bir parçası olmadan var olamayan herkesi ilgilendirecektir. Bu sebepledir ki, toplumsallaşarak var olan ve insan hayatında yine toplumsallaştırılarak bir ömür sürdüren her nesne gibi yapay zeka da sadece meselenin teknik yönüne hakim kişilerin tek başlarına söz sahibi olduğu bir alan oluşturmaz.
O halde bu yazımızın konusu, aynı zamanda teknik bir konu olan “yapay zekanın” toplumsal ve bireysel varlık üzerindeki etkileri olacaktır. Sorduğumuz ve öncelikle cevap arayacağımız sorular özetle şunlar olacaktır: “Yapay Zeka” dediğimiz nesne nasıl düşünülüp ve tanımlanabilecektir? Tarihsel kökleri nelerdir ve geçmişteki ardıllarına göre en belirgin ve ayırıcı özelliği kabaca nelerdir? İnsanlığa bahşettiği imkanlar ve olası “zararlar” açısından “yapay zekanın” durumu nedir? Geleceğe dönük olarak insan bireyi ve toplumu için yapay zeka ne işe yarar?
Yapay zeka nedir?
Yapay zekanın teknik anlamdaki tanımı üzerine okuyucumuza bir özet sunmayacağız, zaten ne bu alanda eleştirel bir gözle yaklaşmamıza imkan sağlayacak yeterli bir formasyona ne de olağanüstü yeteneği olan otodidaktların sahip olabileceği türden pratik bir bilgi birikimine sahibiz. Meraklı okuyucularımızın bizim gibi yapmalarını, yazılı veya görsel yayınlara bir göz atmasını salık veririz. Nitekim, biz de bu iş için tam da böyle yaparak, bizim olaya bakış açımıza girdiği için sahiplenebildiğimiz kadar çok bilgiye ulaşmaya çalıştık ve “yeterlilik” arz eden belli bir birikime sahip olunca da, en azından kapitalist sistemin sermaye sahibi olmadığından veya sermayeye yeterince yakın olmadığından “sıradan insan”2 olarak görüp aşağıladığı bireylerle birlikte, yaratılan ve beyinleri iğfal etmekten başka bir amacı olmayan kasırgaya karşı durmak için özellikle de toplumbilim merkezli olmak üzere geliştirebildiğimiz düşünceleri herkesle paylaşmaya karar verdik.
Bize ilk bakışta çok problemli görülen şeyin, kendisini “konunun uzmanı” olarak gören veya öyle gösterilen kesimden dökülen tanım oldu: Uzman kadronun yaptıkları tanımlarla olayı elimizdeki bilgisayar veya akıllı telefondan itibaren başlatmaları ve daha önce bu aletlere en azından “yapay” yani “yaratılmış” olmaları itibariyle bağlanan aletlerle bir bağ kurmamaları bu tanımların göze batan ortak özelliğidir. Böyle bir bağın kurulmamış olması, yeni geliştirilmiş olan bu aletin bütün yönleriyle anlaşılarak yani bilince çıkarılarak tanımlanması açısından çok büyük bir eksiklik olduğu kadar, liberal faşist iktidarlarca yaratılan ve tek amacı yerleşik düzeni savunmak olan propagandist kasırganın amacının ne olduğu konusunda da son derece öğreticidir. Böylece, sermayeye ve onun iktidarına nesnel olduğu kadar öznel de olan azami bir uzaklıkta konuşlanan ama eli bilgisayar veya akıllı telefon tutan bizim gibi “sıradan insanların” bakış açısı, sadece bugüne, yani henüz tam olarak akıl erdirememiş olduğumuz elektronik aletlerimize odaklanmaktadır. Meseleye böylesi bir yaklaşım tarzı, onu şimdiki zamanın düşünülerek yaratılmış şimdiki zamanın aciliyetinin içine akıl yetimizle birlikte hapsetmek anlamına gelmektedir. İdeolojik ve siyasi bir bakış açısının da ürünü de olan bu tarz bir yaklaşım, somut bir nesneyi tam olarak yani bilince çıkararak “insan oğluna” yakışır bir biçimde, yani o nesneyi toplumsal ve tarihsel süreçlere yerleştirildiğinde sahip olabileceği bütün nicel ve nitel özellikleriyle birlikte, hem de bir “tüketici” gibi değil ama her şeyden önce “kullanıcı” olarak sahiplenmesinin önünde engel teşkil etmektedir. Diğer bir şekilde ifade etmek gerekirse bu tarz bir yaklaşım, yaratılan “tambur-trompet” kasırgayla tıpkı bir sürü gibi itilip kakılan insanları sadece ve sadece belli bir konuda “bilmek” -söyleneni öğrenmek- ve kendilerinden isteneni yapmak ile yetinmeye, ama asla toplumsal ve insani bilinç sahibi olarak ne düşünerek eleştirmek ve ne de tasarlayarak kurgulayıp tıpkı bir üretici gibi davranmamaya yönlendirmektedir.
Kapitalist sistemin propagandist medya aracılığıyla, sonuçları itibariyle insanlığın bugününü ve geleceğini belirleyebilecek önemdeki ve sadece “tüketici” olarak kendi özel hayatlarını değil ama “üreticiler” olarak toplumsal dünyalarını da iyileştirerek niteliğe sahip olan yanının bilince çıkmasını önlemek üzere harekete geçmiş olduklarını kendi yarattıkları tartışma düzlemi üzerinden gözlemleyebilmekteyiz. Bu düzeydeki tartışmalarda “sıradan insanlar” bir seçim yapmaya itelenmektedir: Ya bütün “faydalı yanları” ile -ki bunun tam olarak neler olduğu belirtilmemekte veya sunulduğu biçimiyle açıkça sorun yaratan yanlarının tartışılması yasaklanmaktadır- yapay zekanın yanında yer alanlardan olmaya, ya da kötü veya zararlı yanları -ki bunun tanımı, sistemin belirlediği her şey olarak belirlenmekte ve haklı veya haksız gerekçelerle karşı çıkanlar ise sansürlenmektedir- şeytanlaştırılarak, ortalıkta her şeyin olduğu ama bilinçlenmenin ise olmadığı bir ortamda, kelimenin tam anlamıyla steril ve kolaylıkla manipüle edilebilir bir tartışma yaratılmaktadır.
Diğer bir deyişle, biz yerleşik düzenin propagandist medya aracılığıyla örgütleyip tam bir “toplum mühendisliği” ustalığıyla yürüttüğü, karşı-devrimci olduğu kadar insanlığı yok etme-yok etme sürecine bağlanan bu kavgayla pandemi sırasında tanışmış olduğumuzdan yakından tanımaktayız.3 Yakın tarihe baktığımızda, düşüncenin yerini histerik bir “ölüm korkusunun” almasıyla alevlenen bu karşı-karşıya gelişte, yaratılan ve “sıradan insanların” birbirlerini boğazlarcasına kavgaya tutuştuğu bir küresel çapta provokasyon ortamının yaratıldığı hemen anımsanacaktır. İyice kontrol altına alınarak olabildiğince uzun süre sürdürülebilmesi için sözüm ona “bilimsel” bir düzleme doğru sürüklenen bu provokasyon ortamının amacı, düzmece haberlerle “aşı düşmanları” ile “aşıdan yana” olan ama her ikisi de oyun kurucuların kurguladığı biçimde hareket eden iki uzlaşmaz kamp yaratılmaktı; tıpkı “medeniyetler savaşına ” tutuşmaya hazır öznelerin yaratılması için düzenlenen çeşitli büyük çaptaki provokasyonların yaratılmış olduğu gibi: Biricik hedefi, “sıradan insanların” içinde yaşadığı toplumsal ve tarihi şartların bilincine varmasını olabildiğince uzun süre ertelemek üzere gerekli şartları yaratmak.
Pandemi sırasında belli ideolojik ve siyasi hedeflere uygun olarak kurgulanarak hayata geçirilen tartışma düzlemi, yapay zeka konusunda da tezgahlanmış durumda ve daha şimdiden kendisini belli etmeye başlamış durumda: Liberal faşist diktatörlüğün yok edici gücünü astronomik miktarda arttıracak uygulama alanlarının savunusunu bizzat bu uygulamaların mağdurlarına yaptırılmak ve böylece “yapay zeka” konusunda ancak sınıfsal bir düzlemde yürütülecek tartışmalarla kazanılabilecek olan kolektif bir bilincin ortaya çıkmasının önüne geçmek.
Yerleşik düzenin, yapay zeka kalibresindeki insan hayatını olağanüstü iyileştirme potansiyeline sahip bir aracın bütün yönleriyle ortaya dökülerek sahiplenilmesinin aynı zamanda pratik bir nedeni de bulunmaktadır: “Sıradan insanların” yani insanlığa dair bütün değerleri yaratan emekçi sınıfının hayatının iyileştirilmesinin önüne geçmek! Bunun nedeni, azami rant getirilmediği şartlarda varlık nedeni de ortadan kalkmış olan kapitalist sistemin -ki aslında sistemin mevcut durumu da gerçekte daha şimdiden budur- , mutlu ve umutlu insanlık tarafından sindirilip bir dışkı gibi atılacak olması gerçeğinin verdiği korku. Bu yüzden, sistemin yönlendiricisi küresel mafya, kendisinin gerçek yüzünü ve korkularını gizlemek için düşmanı olduğu ve kendisini yok oluşa götürecek her şeyi tam bir pervers (sapkın) ustalığıyla sahiplenmektedir. Mesela, bu kendi tabiatıyla uyuşmayan davranışı, pandemi sırasında kendisini “bilimden yana” imiş gibi sergilemişti, yapay zeka tartışmalarında ise “Rönesans” savunucusu olduğunu ilan etmektedir…
Yaratılan kavram ve anlam kargaşasında yolumuzu kurgulamak ve güzergahımızı belirlemek için “yapay zeka” nesnesine özetle şu tanımı vermekteyiz: Yapay zeka, bütün ayrıcalıklı özelliklerinin ötesinde, evrendeki insan varlığını yine bizzat insanların kendi elleriyle yarattığı insanlaşma sürecinde ortaya çıkarılmış aletlerden birisidir ve insanlaşmanın önünün kesilmediği durumda daha nicelerinin ortaya çıkarılacağı kesindir. Tam da bu anlamdadır ki, insan aklı ve el emeğinin ürünü olmadan (toplumsallaşmasının başlangıcı) asla var olamayacak olan yontma taş döneminin granitten veya çakmak taşından yapılan ilkel balta veya kesici uçtan hiçbir farkı bulunmamaktadır. Nasıl ki, insanlaşma sürecinde edinilen deneylerin ürünü olarak ortaya çıkan taştan yapılan aletler deney alanında kullanıla kullanıla bir sonraki tarihsel adımda da yerini metalden yapılan aletlere bırakarak insani zaman-mekan ortamından çekilmişse, yapay zeka da bütün uygulama alanlarında kullanıla kullanıla insanlaşma sürecindeki görevini tamamladıktan sonra yerini şimdi tasavvur dahi edemeyeceğimiz yeni bir bilimsel anlayış ve teknik beceriyle yapılan başka aletlere bırakacaktır…
İnsanlaşma sürecinde ortaya çıkan her alet gibi, evrensel bir ölçü olarak kabul gören “sıradan insanların” yaşam alanlarında varlığını sürdürmeyi kolaylaştırmak üzere yaratılmış olan yontulmuş veya cilalanmış bir taşın avcı toplayıcı toplumsal yapılanmada sahip olduğu hayati derecedeki olumlu rol neyse, prensip olarak yapay zekanın günümüz toplumunda oynayabileceği olumlu rol de odur. Bunun nedeni, bir deney ve düşünce ürünü olan insan tarafından yaratılan her aletin hem yaratılış aşamasında (üretim) ve hem de kullanış aşamasında (tüketim) toplumsallaşmadan yani kolektif deneyin pratik alanında canlı emeğe eşlik etmeden asla var olamayacağıdır.
Aynı şey, bir aletin sömürü aracı veya savaş baltası olmak gibi oynayabileceği olumsuz rol için de geçerlidir. Bir aletin olumlu veya olumsuzluğunu belirleyen şeyin onu var eden ve varlığını sürdürmesini sağlayan toplumsallaşma süreci olduğu oranda, toplumsallaşmanın gerçekleştiği toplumun gelişim düzeyi (zaman) ve yapılanma biçimine (komünal veya sınıflı toplum oluşu gibi…) bağlı olarak ortaya çıkacaktır. O halde şimdi de ağırlıklı olarak yapay zekanın yeniden toplumsallaşma sürecinde başına gelenleri daha yakından incelemeye çalışalım.
Yapay zeka ve insan toplumu
Yapay zeka diye adlandırılan aletin insan varlığına entegre ve onun evriminin doğal sonucu olarak ortaya çıktığını, insan tabiatına olan yabancılaşmasının ise özellikle bu aletin ikinci toplumsallaşma aşaması (tüketim) sırasında belirgin hale geldiğini belirtmiş olduk. Bu durum genel olarak insanlaşma sürecinin ilkel komünal toplum da dediğimiz hali ile uygunluk içermektedir; avlanmak ve hayatta kalmak için icat edilen taş baltanın aynı zamanda komşusunun yerleşkesine saldırı aracı olarak kullanılması gibi… Yerleşik hayata geçmeye başladıktan hemen sonra sınıflı toplumsal yapılanmanın 5 bin yıldır oluşa gelen içeriği ve biçimini belirleyen yabancılaşma biçimi, öncelikle emeği ile bütün toplumsal değerleri olduğu gibi üretim aracı olan aletleri de yaratan emekçi sınıfların kendi yarattığı ürüne yabancılaştırılmasıdır. Bu süreç, kendisinin toplumsal yaratma faaliyetinin canlı emek taşıyıcısı olarak temel öznesi olmasına rağmen sınıfsal yapılanmayla birlikte “eşyalaşarak” (nesneleşme) özgün bir hal de almaktadır.
Bu yabancılaşma sürecinde, üretimde kullanılan bütün alet edevatla birlikte emekçi de, sırasıyla efendinin, senyörün ve en son sermayedarın “özel mülkü” haline gelerek tıpkı bir “nesne” biçimini almaktadır. Aslında bu durum, bütün insan ilişkilerinin “işbölümü” şeklinde kategorik bir şekilde birbirlerine yabancılaşmasını doğurmaktadır. Böylece bir sınıf savaşları tarihine dönüşen insanlaşma sürecinde her türlü alete olduğu gibi “yapay zekaya” da biçilen anlam da, yabancılaşmanın jeneratörü olan sınıfsal yapılanmada her şeyden önce sınıf hakimiyetinin aleti olmaktır. Sınıflı toplumlarla ortaya çıkan ve kendisi örgütlü bir kötülük olarak çalışan devlet aygıtı, bu haliyle sınıf mücadelesinde hakim sınıfların elinde keskin bir kılıç olduğu oranda, insanlardaki ve aletlerdeki potansiyel bir şekilde var olan işlevsel yabancılaşmanın da hemen “üretim” aşamasında ve hem de “tüketim” aşamasında örgütleyicisi ve görünürdeki yöneticisi olma işlevini üstlenir. Sınıflı toplumlarda bütün bireylerin tek tek birbirlerine karşı savaşması ve hepsinin doğaya karşı sürekli savaş halinde olması bu yoğun ve sürekli bir biçimde seyreden yabancılaşmanın tabiatına uygun bir davranış biçimi ve/veya zaman mekanda sürekliliği sağlanmış davranış çizgisine karşı gelmektedir.
Sınıflı toplumsal yapılanmanın en gelişmiş biçimi olan küreselleşmiş kapitalist yapılanmada daha baştan beri “örgütlü kötülük” olarak var olan devlet aygıtının son yarım asırda “liberal faşist” bir işlev kazanmasıyla birlikte, bütün insanlık için yok etme-yok olma mekanizması ile de donatıldığını gözlemlemekteyiz. Bu yok etme-yok olma eyleminin en tipik örneğini, küresel kötülüğün “Londra Citises” ile birlikte tavan yapmış olan New York borsasının “yapay zeka” uygulamalarının sonucunda, bir batında 20 bin çalışanını sokağa atmış olmasında gözlemekteyiz. İnsanlaşma ve toplumsallaşma süreçlerinde sık sık karşımıza çıkan bu gibi aletlere daha üretim aşamasında yüklenmiş tek taraflı olarak yok etme-yok olma işlevinin, propagandist medya aracılığıyla tıpkı pandemi döneminde yaşadığımız türden, bireylerin bilinç altına yerleştirilerek histeri krizlerine ve/veya paranoya nöbetlerine yol açmış olduğu da gözlemlenmektedir. Estirilen dezenformasyon kasırgası ile birlikte, kitlelerdeki yükselen endişeyi yatıştırarak yönlendirmek üzere yaşanan yok oluş-yok edişi “Rönesans” hareketi olarak pazarlamak, yaşanmakta olan süreci ve onun müsebbibini insanların algılarından uzak tutmaktan ve insan tabiatına yabancı olan örgütlü bir kötülüğü normalleştirme çabasından ibarettir.
Şimdiye kadar söylediklerimizin arkasındayız: Her ne kadar kapitalist sistemin tasarrufunda kaldığı müddetçe, tarihte eşi benzeri görülmemiş insana ve topluma karşı savaşta bir kötülük aracı olarak kullanılmaktaysa da, bütün bilimsel ve düşünsel insan faaliyetiyle insan elinin sembolleştirdiği üretim faaliyetinin ortaklaşa ürünü olan “yapay zeka” bir ucube olmaktan çok uzaktadır. Hem de o kadar uzaktadır ki; sermayenin ve kapitalist sistemin tabiatları icabı asla ulaşayamayacakları seviye olan insanlığın kurtuluşunun en önemli aleti olma potansiyeline de sahip bulunmaktadır. İnsan emeği ve düşüncesinin ürünü olan her aleti her şeyden önce “Ötekilere” yönelik bir savaş baltası olarak kullanan hakim sınıfının elinden yapay zekayı almak, böylece onun bu potansiyel kötülük fonksiyonuna son vermek ve yine onu insanların mutluluğunun aracı haline getirmek; sınıf hakimiyetine son veren bir siyasal ve toplumsal devrim hareketiyle yapay zekadaki potansiyel iyilikleri özgürleştirmek anlamına da gelmektedir.
İnsanlığın kurtuluşunun aleti olarak “yapay zeka”
Kapitalist sistemin ve onu yapılandırarak yönlendiren sermayedarlar sınıfının üyelerinin “yapay zekayı” kendi sınıf hakimiyetinin sürekliliğini sağlamak için kullanacağından, iktidar sahipleri ve sahte muhalifler başta olmak üzere hiç kimsenin zerre kadar şüphesi olmadığı ortada olan bir olgudur. Esas mesele, en az 5 asırdır süre gelen bu hakimiyet süreci ve en önemlisi sınıf mücadelelerinin sonucunda, muktedirlerin elinde bir “savaş baltası” görevini gören “yapay zekanın”, ezilen ve sömürülenlerin tasarrufuna geçtiğinde nasıl kullanılabileceğinin bilincine varma sorunudur. Hem de kapitalist sistemin toplumdan ve de böylece bütün insanlıktan koparak bitkisel hayata geçmiş bir “yaşayan ölü” haline dönüştüğü sermayenin küreselleşme çağında…
Yaşadığımız irili ufaklı birçok olayı bir bütün haline getirip oluşan manzaraya baktığımızda, şu işlemin gerçekleştirilmekte olduğu görülecektir: Sermayedarlar sınıfının, toplumsallaşamadığı yani hem insan toplumundan ve hem de onun tarihin akış yönünü belirleyen insanlaşma sürecinden kopması; sermayeyi var eden birikimin üretim süreçleri ile gerçekleşmesinin hızla gerileyerek kendi kendisini hızla sıfırlamaya başlaması.4 Biz bu sürece kapitalist sistemin “yok olma süreci” demekteyiz.
Kendi kendisini tarihsel gelişiminin sonucunda nesnel olarak yok eden sermaye düzeninin, sadece görünürde de olsa bir birikim yaratabilmesi için geriye bir tek yol kalmaktadır: Şimdiye kadar yaratılmış bütün tarihsel ve toplumsal değerlerle birlikte insan varlığını kendi hedefleri doğrultusunda sürekli olarak tıraşlayıp azar azar yok etmek. Yukarıda sıklıkla bahsettiğimiz “yok edişin” nedeni de işte burada bulunmaktadır. Yapay zeka denilen ve artık sistem içinde toplumsal üretimdeki yerinin dışında bir alet olarak okunan aracın başlıca işlevi, bu yok ediş-yok oluş sürecinde yerini almak olacaktır…
Neredeyse iki asır kadar öncesinden, yani tarihsel ve toplumsal sürecin daha ortalarındayken, büyük bir deha ürünü olarak Marks’ın bu olayın dinamiklerini şu şekilde bir tek önermeye sığdırdığını belirtmiştik: Üretici güçlerin üretim seviyesi ile onları sahiplenme (mülk edinme) biçimi tarafından tanımlanan üretim ilişkilerinin arasındaki çelişki. Bu durumda, üretim araçlarından birisi ve en devrimcisi olan yapay zekanın tek yanlı olarak bir “savaş baltası” olmaktan çıkarılıp “insanlığın kurtuluşunun aracı” haline getirilmesi gerekmektedir. Bu yolda atılacak ilk adım açıktır ki öncelikle mülksüzleştirilmenin bir diğer biçimi olan üretim araçları üzerindeki ranta dönüştürülen özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına bir siyasal ve toplumsal devrimle son vermek, diğer bir deyişle bu araçları toplumsallaştırmak olacaktır. Böylece, sadece üretici güçlerin gelişim seviyesiyle üretim ilişkileri arasında insanlaşma sürecinin devamını da yeniden sağlayacak rölatif denge yeniden kurulmakla kalmayacak ama tartışmaların arasında sulandırılan başka bir işlevi daha yerine getirecektir: Bilimsel yani düşünsel ve artistik faaliyet alanını bir özgürlük alanı haline getirilerek onların sınıflı toplumsal yapıyla bağlarını kopararak ilerlemelerinin önünü açmak…
O Halde, günümüzde sınıfsal kutuplaşmanın keskinleşmesine bağlı olarak her iki tarafı da keskin bir bıçak gibi kullanılabilme özelliğine sahip olan yapay zekanın, toplumsal güç dengeleri değişip de gerekli tarihsel ön şartlarının yerine getirilmeye başlamasıyla birlikte, özgür bırakılacak kullanım alanları ve olumlu işlevleri özetle şunlar olabilecektir:
1) Üretici güçlerin kapitalist üretim ilişkilerinden azat edilmesiyle birlikte, evvelce düşünülemeyecek bir şekilde, biricik üretici olan emekçilere fayda sağlayacak ve kapitalist üretimin yarattığı ekolojik yıkımımdan sakınacak hale dönüşmesini de gerçekleştirilebilecektir.5 Böylece, hem yeniden toplumsallaşmanın ve bireysel gelişimin önünü de açarken, bugün sermayedarların işgalinde olan yaşam alanlarının hepsini insanlığın yeni gelişim alanları haline getirmek üzere, geçmişle kıyaslandığında bitip tükenmeyen bir yaratma imkanı sağlanabilecektir.
2) İnsanlaşmanın aracı olan toplumun yapılanmasının sermaye sınıfının elinden alınıp, üretim faaliyeti ile birlikte onu sürekli bir şekilde yeniden yaratan emekçilerin eline temelli yani geri dönüşsüz bir şekilde geçirilmesinin şartlarının şimdiye kadar görülmemiş oranda yaratılmasının sağlana bilinmesi… Yapay zeka her şeyden önce bireyler arasındaki iletişimi, kültürel farklılıkların ve dil çeşitliliğinin yarattığı aşılmaz gibi görünen engellerinden de çok büyük ölçüde kurtarabilecektir. Bu alandaki iyileştirmeler, uluslararası boyutta gelişmeye başlayan toplumsallaşma faaliyetine, bütün farklılıkları kucaklayabilecek evrensel bir boyut kazandırılmasının da imkanlarını sunabilmektedir. İletişimin hızlanıp ve kalitesinin arttırılarak geliştirilmesi, toplumsal ve siyasal katılımı (entegrasyon) bir taraftan doğrudan hale getirirken (doğrudan demokrasi) diğer taraftan “bir sınıfın diğer bir sınıf üzerindeki baskı aracı” olan ve “örgütlü kötülük” olarak tanımladığımız “devlet aygıtının” yerine, yeni ve mükemmel bir yapılanmanın inşası için gerekli ve ancak üreticilerin kolektif olarak kullanabileceği ve içine katkılarını sunabileceği bir “bilgi ve deneyim” havuzu oluşturmak da hem gerekli ve hem de mümkün hale gelecektir.
3)Yapay zeka insanlığın evriminin önünü açan devrimci bir imkânlar bütünü olarak kendi nimetlerinden, toplumsallaşma sürecinin yanında insanlaşma sürecinin bir diğer bileşeni olan birey ve bireyselliği de aynı oranda iyileştirebilecektir. Bireyleşme sürecinin , toplumsallaşma ve insanlaşmanın sonucu ve aynı zamanda nedeni olarak gelişecek olması zaten anlaşılabilir bir şeydir. Ama aynı zamanda, insan doğasının işgücü halinde doğrudan doğruya insan varlığının toplumsallaşma gibi insani süreçlere katılarak müdahil olduğu temel bir alandır, birey ve bireysellik alanı. Bu bağlamda birey, diğer süreçlerin biricik öznesi olarak, kendisini var eden toplumsallaşma ve insanlaşma ile yine kendisi de yaratır. Diğer bir ifadeyle bu, aynı zamanda, özne-bireyin kendi varoluş ve hayatta kalış şartlarını yaratarak kendi kendisini yaratmasıdır.
İnsani olan kendi kendisini yaratma süreci ile insanlığın6 bu iş için yarattığı ve kendi yaratıcı öznesinin kullanımına verdiği üretim aracı olan yapay zekanın geri dönüşçü bir biçimde bireyleşme sürecinin oluşumuna olan olumlu şekilde iyileştirici ve kolaylaştırıcı etkisi de söz konusudur. Bu iyileştirici etki, bir yandan yaratıcı özneye üretim esnasında seferber edeceği kendi yeteneklerini geliştirmek -ve hatta “balık tutmak”- üzere (eğitim-öğrenim görmek ve deney yapmak gibi…) üreticilik düzeyini kat kat arttırarak geliştirmesinin sonucunda oluşan “zorunlu toplumsal üretim” faaliyetinin dışında sebep olduğu zaman fazlalığına önayak olmak ve toplumsal mekanda bu iş için alan açılmasını doğurmak.
4) Saydığımız bu yeni imkanlar bütünü ise, kendisine karşı gelen temel antropolojik süreçlerle birlikte doğal olarak bütünsel bir hareketliliği mümkün kılacak yeni bir insani zaman mekan yapılanması faaliyetinin gündeme gelmesinde de belirleyici olacaktır. Yapay zekanın içerdiği imkanlar bütününü toplumsal ve siyasal literatürdeki yapılanma biçimi anlamındaki karşılığının komünist toplumsallaşma olduğu ve bu toplumsallaşma biçiminin insanlığın şafağından beri devamlı gündemde olduğu için bilinen bir şeydir. Hal böyle olunca, öznelerin yaratıcı eylemine sunulan sadece 5 asırdır süregelen “kapitalist yapılanmayla” gerçekleşecek olan bir tarihsel (zamansal) kopma değil ama 5 bin yıllık çeşitli aşamalardan geçen sınıflı toplum yapılanması olacaktır.
Yapay zekanın insanlaşma sürecindeki yerini çok kısa ama çarpıcı bir şekilde şöyle de ifade edebiliriz: Yapay zeka gibi hem üretim faaliyetini ve hem de ondan dökülen antropolojik süreçleri devrimci bir şekilde geliştiren üretim araçlarının açtığı imkanlar teker teker hayata geçirildiğinde, şimdiki zaman mevhumu da anlam değiştirerek gelecek zaman olacak ve bizler sürekli bir “devrimci durum yaşayarak” mevcut anımızı bugün gelecek zamanını yaşadığımız gibi yaşayabileceğiz. Bu pratik yaşam biçiminin ise bugünkü şimdiki zamanın sahip olduğu gibi birçok değil ama bir tek geçmişi olacak: Sınıflı toplumsal yapılanma…
Geleceği şimdiden yaşamak…
Yapay zeka fenomenini insanlığın şafağına yerleştirip günümüzde olup bitenleri anlamaya çalışınca, önümüzde komünist toplumun belirdiğine ve bizi eski ile yeni, ilerleme ile gerileme, kurtuluş ile öldürücü bir hal alan kara bir esaret, kısaca bilim insanlarının belirttiği gibi evrenin sürekli genişlediğine bakılırsa uçlarda beliren hayat ile yok oluş-yok edişin sembolü olan hayat arasında acil bir seçim yapma zorunluluğuna şahit olmaktayız. Bu durumda, en geniş zaman dilimi ve en geniş mekan içine konuşlandırılarak olaylara baktığımızda, komünist bir toplum yapılanmasının, onun nesnel gerekliliğini sağlayan “yapay zeka” kadar güncel olduğuna işaret etmekte olduğuna şahit olmaktayız. O Halde, mevcut durumun, komünizmi bir devrim sonrasının hedefi haline getirerek şimdiki zamandan koparan anlayışa karşı, komünizm olayını canlı emeğin varlığından çıkarak güncel bir mesele haline getiren Marks’ın anlayışla örtüştüğünün de altını çizmemiz gerekmektedir.
İçinde yaşadığımız kapitalist toplumsal yapılanmada, zihnimizi medya organlarının etrafa saçtığı safsatalardan oluşan pisliklerden arındırarak algılarımızı ve düşüncemizi özgürleştirip olaylara baktığımızda; bir yandan varlığını gittikçe artan çekim gücüyle üzerimizde hissettiren komünist yapılanmayla, diğer yandan ise çekim gücü bir leşin çekim gücüne yaklaştığı oranda baskı ve sömürüsü de o oranda artan kapitalist sistemle karşı karşıya olduğumuzu hemen hissedebilmekteyiz. Bu farkındalık halinin, komünizmin bir “hipotez” olmaktan çıktığını, artık bir istek, bir proje ve diğerleri gibi bir ideal olmaktan çok, hayatın devamını sağlamamız için zaman ve mekanda kendi varlığımızı yaratırken inşa etmemiz gereken yola karşı geldiği gözlemleyebilmekteyiz.
Komünizmin şimdiki zamanın başlıca gündemi, yani geleceğin bugünü veya bugünün geleceği haline geldiğinden hareketle, insan tabiatımızın yaratarak var olması faaliyetinde önemli bir bileşen olan nicelik ve nitelikleri yeniden “hayal etme”, “kurgulama”, “icat etme”, “uygulama”, “deneme-yanılma”, vb. her zaman evrensel zaman ve mekanın bütününü dikkate alarak ve ayrı ayrı şeylermiş gibi görünenleri bir bütünün içinde birleştirip yeniden sorgulayarak, görüş ufkumuzda güncelleşen komünizmin içinde ve dışında yeni bir gelecek perspektifi oluşturmak için harekete daha bugünden geçebileceğimizi de düşünmekteyiz. İnsanlık gerçeğinin dayattığı sorunsalın bu noktasına geldiğimizde, “komünizmi” bir “aylaklar toplumu” olarak gören burjuvaların hayal bile edemeyeceği bireysel ve toplumsal yapılanmanın yanında, neoliberal ideolojinin asla erişemeyeceği kadar yükseklerde çizilen yeni bir düşünce ve yaratma faaliyetinin var olduğunu fark edebileceğiz.
İnsanlaşmanın ufkunda beliren bu yeni düzlemde gülüp-eğlenmenin, balık tutup yıllanmış şarapların degüstasyonunu yapmanın, sevgilimizle çılgınlar gibi sevişip doğan çocuklarımızın eğitim ve öğrenimiyle ilgilendikten sonra kalan zamanımızda düşünüp eylemeye başladığımızda -ki, bu iki aktivite biçimi aslında birbirleri ile uzlaşmaz bir şekilde çelişen değil ama birbirlerini bütünleyen faaliyetlerdir-, bir insan olarak yer küresel zaman-mekanda ikamet etmekten çok, varlığımızın eskisiyle kıyaslanamayacak bir biçimde evrensel bir zaman mekanda ikamet etmekte olduğu bilincinin süreklilik kazanarak bir “yaşam biçimine” dönüştüğüne şahit olabileceğiz.
Bu şekilde bir nitelik kazanacak olan insan varlığının, eş zamanlı olarak bilinç düzeyinde ve bilinçlenme biçiminde de çok önemli değişikleri beraberinde getirebileceğini düşünmekteyiz. Toplumsal yapılanmanın yeni kavramsal ve ilişkisel düzleminde (komünist toplumsallaşma) gerçekleşmekte olması ile ilintili olarak bağlı olarak, düşünsel planda da bu düzleme karşı gelen bütün deneysel verilerin bir düzene sokularak kavramsal ve pratik (ilişkisel) olarak yeniden düzenlenip ve tanımlandığı epistemolojik bir düzlemin oluşacağını ve/veya oluşturulacağını hesaba katabiliriz.
İnsanlığın yeni bir epistemolojik düzlemde düşünerek soyutlamalar yapması ve böylece oluşturulacak olan kavramlar ve gözlemlenen olaylar arasında şimdiye kadar farkına dahi varılmamış yeni ilişki normlarının farkına varılması, komünist yapılanmada sermayenin esaretinden geniş çapta azat edilecek olan düşünce yetisinin harekete geçirilmesiyle birlikte gündeme gelebilecektir. Bu durumda düşünsel faaliyetten önce veya onunla eş zamanlı olarak algılarımızın özgürleşmesinin gerektiğini, nesnellik ilkesinin soyutlama ve kurgulama faaliyetinde belirleyici bir başlangıç noktası olacağını aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir… Somut bir ifadeyle ve bir örnek vererek anlatmak gerekirse, mesela matematik ve mantık bilimi alanında yeni bir nicelik tasavvurunun, hem sayısal adlandırmada ve hem de sayısal ölçümlerde yeni birimlerin ortaya çıkarılabileceği akla ilk gelen düşünsel tasarım alanı oluşturabileceğini var sayabiliriz.
İnsan varlığının bireyin ve toplumun sınıflı yapılanmadan azat edilmesiyle birlikte, yer küreden çok ağırlıklı olarak evren dediğimiz dış dünyada ikamet etmeye başlayan insan, niceliklerle olduğu kadar nitelikleriyle de tanımlanan fiziksel dünyadaki oluşumlar için de benzer şeyler söyleyebiliriz. Aynı zamanda “mühendislerin” alanına giren bu dünyada yapılacak keşifler içinde en çok gündemde olan konuların başında, sermaye sınıfının en önemli rant kapısı olduğundan, bütün nutuk ve iyi niyet gösterilerine rağmen yeni bir ilerlemenin gerçekleştirilmesinin ciddi bir şekilde asla gündeme alınmayan “temiz ve bedava enerji” teminini sağlanmasına imkan verecek araştırma ve keşiflerin (Hidrojen yakıtı gibi) sonuca erdirilmesinin nihayet bir varsayım olmaktan uzak bir sorun haline kısa zamanda getirileceğini umut edebiliriz.
Benzer bir durumun, yine bilimsel bir yatırım alnı olarak kapitalist üretim biçiminin tehdidi altında olan biyolojik yaşam ve ekolojik hayat konularıyla da ilgili olduğunu belirtebiliriz.7 İnsan hayatıyla ilgili olarak tıbbın ve farmakolojinin rant merkezli olmasına son verilmesinin bile biriktirilmiş birçok soruna toplu bir şekilde ve bir çırpıda son verilmesiyle insan merkezli hale getirilmesi artık meselenin uzmanları bile olmayan kişilerin ilgi ve bilgi alanına girmektedir. Diğer yandan, evrensel bir alanda oluşan epistemolojik düzlemin kapitalist üretimin kalıcı hale getirdiği birçok ekolojik sorunu çözülür hale getirecek bilim destekli adımların atılabilmesini de bir varsayım olmaktan çıkararak çözülmekte olan pratik haline getirilebileceğini düşünmemizin önünde hiçbir engel bulunmamaktadır…
Kurulacak yeni epistemolojik düzlem tarafından belirlenen düşünsel ve eylemsel faaliyetlerin bizce en önemlisi, saydığımız bütün varlık alanlarının nesnel tekilliğinin yanında evrensel bütünlüğünün de aynı anda hesaba katılarak ele alınması ve mütalaa edilebilmesi gerektiğinin insan bilincinin temel taşını oluşturacağının nihayet mümkün olabileceği olgusu olmaktadır. Bizce bu konu felsefi düşüncenin nesnesi olduğundan çok pratik hayatın şeylere bakışının yöntemini oluşturabilecektir…
Yapay zekâ konusunda teorik ve pratik bütün sorunları bir çırpıda çözmüş olma iddiasında olmadığımız bilinmelidir. Biz sadece, ortaya kolektif bir çalışmanın sonucunda çıkarılmış olan bu yeni ama hayatımızın bütün alanlarında birçok iyileştirmeyi mümkün hale getiren “üretim aracını” üretim sürecinin öznelerinden birisi olarak sahiplenmemize giden yolun inşasına omuz vermeyi amaçlamaktayız. İnsanın geleceğine ilişkin varsayımlar ileri sürmemizin nedeni veya gereği de kolektif olarak yürüyeceğimiz yolun inşasıyla ilgilidir. Zira yürünecek hiçbir yol yoktur ki güzergahı daha bugünden çizilmemiş olsun. Bu zorunluluk, inşaat sırasında çıkacak zorlukları daha şimdiden çözebileceğimiz ve hatta güzergahımızı yeniden gözden geçirmeyeceğimiz demek değildir. Deneyin önüne geçmek, sadece aklımızı kullanarak ve canlı insan emeğini düşüncemizin ve eylemimizin dışına atarak hiçbir şeyin üretilemeyeceğinin tam olarak bilincindeyiz. Tersine, bu çabamız da sermayenin emrindeki bilim insanı kılıklı hokkabazların teşhiri için yürüttüğümüz çalışmaların devamını oluşturmaktadır. (Bkz. “YOL AYRIMI: Ya insanlık, ya kapitalizm, El yayınları)
Düşüncelerimizi hülasa ederken, bu konuda yürütülen tartışmalara katkı sağlar umuduyla öncelikle şunu belirtmemiz gerekmektedir: İnsan zihni ile el emeğinin şimdiye kadar yaratmış olduğu benzerleriyle karşılaştırılınca bir şaheser gibi görünen bu aletin insan toplumu, birey ve topyekûn olarak evrendeki insan varlığı ile olan ilişkileriyle birlikte ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda, bu ilişkilendirmenin gerçekte var olduğu biçimiyle yani doğru bir şekilde gerçekleştirilmesi, günümüzde insana dair bütün ilişkileri liberal faşist cebir eylemleriyle de olsa düzenleme ve yönlendirmede müdahil olan kapitalist sistemin ve onun tarihsel evriminin sonunda eriştiği durumun hesaba katılması gerektirmektedir.
Genellikle “muhalif” süsleri takındıklarından görünmez hale geldiklerini sanan çok sayıda bilim insanın, kaba materyalist yöntemlerle ve kapitalizmin bir ideoloji ve siyaset yapma biçimi olduğunu hesaba katmadan “insanlığa yararlı” şeyler yaparak, düşün ve siyaset alanında ayrıcalıklı ve “tarafsız” bir yer sahibi olması bir varsayım olmaktan bile çıkmıştır. Bu tipteki burjuva bilim insanlarının vesayeti altında yürütülecek olan maniheist (manichéen) tarzdaki bir “iyi” veya “kötü” tartışması, sadece ve sadece yapay zekayı ellerinde bir “savaş baltası” gibi sallayarak bütün “sınıf düşmanlarını” yok etmeye azimli sermayedarların çıkarları doğrultusunda ve insanlığın yok edilmesi pahasına yürütülen bir tartışma olacaktır…
1 Her ne kadar konu dışı gibi görünse de, bu davranış biçimi en mükemmel ifadesini, bu kitlenin önemli bir kısmını oluşturan kirlenin müdavimlerinin ağızlarına pelesenk ettikleri “M. Kemal’in askerleriyiz…” tekerlemesinde bulmaktadır…
2 “Sıradan insan” veya vatandaş, kavramı özellikle de pandemi döneminde çokça gündeme getirilmişti ve “nümerik” adı verilen teknoloji ürünlerini hiç veya düzenin empoze ettiği çapta ve çeviklikte kullanamayan veya düzenin “çöp olmuş” olarak gördüğü çok geniş insan kitlesi olarak tanımlanmıştı…
3 Pandemi konusuyla ilgili olarak Yazı Portal’de yayınlanmış ve görüşlerimizi etraflı bir şekilde ortaya koyan makalelerimiz bulunmaktadır…
4 Bu olayı, “kapitalist rantın tarihsel azalma eğilimi” (Marks) olarak adlandırmaktayız. Biz Kapitalizmin eriştiği bu tarihsel durumu etraflıca “YOL AYRIMI…” adlı çalışmamızda açıklamaktayız.
5 Kapitalizmin elinde bir silah olan “yapay zeka” kuruluşları, sermayenin faaliyetleri ile açıklanacak küresel ısınmaya soğutma gerekliliği için sürekli artan su tüketimini de olağan üstü seviyelere çekerek katkıda bulunuyor bugün… Yeni seçilen Trump’un iklim değişikliğinin şartlarını hazırlayan fosil yakıt tüketiminin arttırılması için gerekli kararnameyi öncelikle imzalandığı gelen haberler arasında… (Bkz. 23 Ocak 2025, Cumhuriyet)
6 İnsanlığın, sermayedarın değil! Zira bu iki unsur nesnel bir bakışla birbirleri için istenmeyen bir yan ürün olarak görmektedirler…
7 Kimyasal varlık alanını fiziksel ve biyolojik alanla birlikte ele alıp düşünmekteyiz.