Mert Yıldırım / 19.10.2024
“Direniş ekseni” İran öncülüğünde kurulan bir Şii koridorudur. Yemen’de Husiler, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi vb.çevrelerin olduğu “Direniş eksenine” 1980’lerin başında Filistin İslami Cihad, 2007 yılından sonra Hamas dahil oldu.
Hamas, İhvan kökenli şeriatçı bir örgüt olmasına karşın 2007 yılından sonra İran’la yakınlaşmaya başladı. Bunun birinci nedeni Körfez ülkelerinden yeterince destek görmemesi, ikinci neden ise İran-İsrail çelişkilerinden faydalanmak istemesidir.
Suriye Baas rejimi daha seküler olmasına karşın 2011 yılında başlayan iç savaş nedeniyle İran merkezli eksenle yakınlaşmaya başladı.
Direniş Ekseni’nin ideolojik-politik hattı Şii ekollü siyasal İslamdır. Başka bir ifadeyle şeriattır. Bu çizginin temelleri 1979 yılında iktidarı ele geçiren İranli Mollalar tarafından atıldı. Mollalar iktidarı ise “Kızıl kuşağa” yani sosyalizme karşı olan “Yeşil kuşak” projesinin bir ürünüdür. Emperyalizm, Şah rejimine karşı isyan fitilini tutuşturan ve giderek kitleselleşen İran sol-sosyalist hareketine karşı Mollalar hareketine yol vermişti. Mollalar hareketi Yeşil kuşak projesinin kendisidir ve bir karşı devrim hareketidir.
Vaktiyle İran’da, ABD işbirlikçisi Şah Rejimine duyulan öfke aynı zamanda ABD karşıtlığına neden olmuştu. Bu nedenle ABD karşıtı pratik politika izleyen Mollalar hareketi, sol-sosyalist hareketi büyük ölçüde kendisine yedeklemeyi başardı. Mollaların orta sınıfların desteğine sahip olmasını liberal demokrat, ABD karşıtı söylemini anti emperyalist olarak gören Tudeh, Fedai Çoğunluk vb.sol yapılar Mollalar hareketine açık destek vererek tarihin en trajik sonuçlarına neden oldular. Nitekim Molla rejiminin iktidarı alır almaz ilk adımı Kürt ulusal demokratik hareketine ve İran sol-sosyalist hareketine saldırmak olmuştur. Bu saldırılar sonucu binlerce Kürt yurtseveri ve sol-sosyalist katledilmiş, on binlercesi yoğun işkencelerden geçirilerek hapishanelere atılmıştır. Rejim, hapishanelerde defalarca katliamlar gerçekleştirerek uluslararası normları ayaklar altına almıştır.
(İran Komünist Partisi TUDEH’in afişleri)
Yaklaşık kırk beş yıldır iktidarda olan Mollalar rejimi, bölgenin en gerici odağı haline gelmiştir. Emeğe, demokrasiye, kadın ve insan haklarına dair talepleri yoğun şiddet uygulayarak bastırmaktadır. Hapishaneler muhaliflerle doludur. Neredeyse her ay birkaç Kürt yurtseveri idam edilmektedir. Kürtlere, Belücilere ve Azeri halklarına karşı sömürgeci siyaset yürütmektedir. Kadınlara karşı şeriat kanunları uygulanmakta, buna uymayan kadınlar işkencelerden geçirilmekte ve katledilmektedir.
Mollalar 1979 yılında gerçekleştirdikleri karşı devrimi bölgeye ihraç etmeye başlamıştır. Irak’tan Yemen’e kadar bir Şii koridorunu oluşturmak için dört yüz bine yakın paramiliter güç organize etmiştir. Yemen’de Husiler, Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi örgütü İran’nın paramiliter gücünü oluşturmaktadır. Devrim muhafızlarına bağlı olan Kudüs Gücü bu paramiliter yapıları organize etmektedir.
İran’ın amacı bölgede hegemonya kurmaktır. İsrail ve dolayısıyla ABD ile olan çatışması bölgede süren hegemonya çatışmasıdır. Bu hegemonya kapitalist- emperyalist sistem dışı bir hegemonya değil, onun bir parçasıdır. Filistin meselesi İran için bir aparattır.
İran’ın ABD ve İsrail ile olan çatışması anti emperyalist nitelik taşımamaktadır. Anti siyonist niteliği ise demokratik ve ilerici değil, aksine anti semitist ve dolayısıyla son derece gericidir.
İran bir yandan bölgede alt emperyalist yayılma içinde iken, öte yandan artan ABD ve İsrail kuşatmasını kırmaya çalışmaktadır. Hamas bilerek veya bilmeyerek 7 Ekim’de gerçekleştirdiği eylemle İran’nın hegemonya mücadelesine hizmet etmiştir.
Hamas’ın 7 Ekim eyleminde kullandığı ateş gücü yüksek silahlar esas olarak İran menşelidir. Bu durumda eylemin zamanlamasında ve uygulamasında İran’ın haberdar olmaması mümkün değildir. Aynı şey İsrail için de geçerlidir. Lübnan Hizbullah’ının iletişim ağına karşı gerçekleştirilen dijital saldırı için aylar önce hazırlık yapan, kime nasıl saldırı yapacağını planlayan İsrail’in 7 Ekim eyleminden haberi olmaması mümkün görünmemektedir. İsrail içinde bulunduğu krizi atlatmak için 11 Eylül gibi bir manzaraya ihtiyaç duymuştur.
Hamas ise 7 Ekim de gerçekleştirdiği eylemin sonuçlarını hesaplayamamıştır. Gerçekleştirdiği sofistike eylemle İsrail’de şok yaratıp Filistin halkına moral vermek istemiştir. Ancak sonuç öyle olmamıştır. Sonuç yıkılmış kentler, on binlerce insanın ölümü ve kaybedilmiş topraklar olmuştur. İsrail ise Hamas’ın eylemini mağduriyete çevirerek kanlı operasyonlar için zemin yaratmıştır.
Emperyalizm Demokrasi Getirmez!
Emperyalizmin temel özelliklerinden biri yayılmacılıktır. Yani sömürgecilik siyasetidir. Zaman zaman açık işgal yerine gizli işgali, klasik sömürgecilik yerine yeni sömürgeciliği tercih etmesi onun demokrasiyi geliştirdiği veya geliştirmek istediği anlamına gelmiyor.
ABD, hem en büyük emperyalist güç hem de emperyalizmin jandarmasıdır. Bu posizyonunu korumaya çalışan ABD her türlü yönteme baş vurmaktadır.
ABD’nin kendisini “hür dünyanın öncüsü” olarak görmesi büyük bir aldatmacadır. ABD’nin dünyaya hürriyet ve demokrasi yaydığı iddiası büyük bir yalandır. ABD’nin yaklaşık yüzyıllık emperyalist liderlik tarihi savaş ve yıkım tarihidir.
ABD önce diktatoryal hareketler ve gerici rejimler inşa eder, sonra bu gericilere ve diktatörlere operasyon yapar. Bunun adına ise “hürriyeti götürme” ve “demokrasiyi geliştirme” adını verir. Ama aslında arkasında büyük bir yıkım bırakır. Bunun en yakın ve somut örneği Afganistan ve Irak’tır.
ABD her daim bölgesel çelişkileri kaşıyarak, bunun üzerinden çatışmaları körükleyerek bölge halklarını zayıf düşürerek kendisine muhtaç bırakmaya çalışır. Böylece hem sürekli savaş hali hem de silah satışları için pazarlar yaratır.
Emperyalizm demokrasiyi ve insanların barış içinde bir arada yaşamayı değil, savaşı ister. Çünkü Emperyalizmin en önemli özelliklerinden biri militarizmdir. Yani silahlanma ve savaştır. Emperyalizm, savaş ve silah satışı olmadan var olamaz.
Ortadoğu Yeniden Yapılanıyor mu?
Dünya ve Ortadoğu 1989 yılından beri, yani Berlin duvarının yıkılmasıyla birlikte yeniden yapılanma sürecindedir. Önce Balkanlar coğrafyası dizayn edildi, bir süredir Ortadoğu gündemdedir. Bunun için kısa adı BOP olan Büyük Ortadoğu Projesi ortaya konuldu. Bu proje kapsamında ilk operasyon Irak’ta Saddam rejimine karşı yapıldı. Bu operasyon sonucu yüz binlerce insan öldü. Onlarca kent, yüzlerce kasaba ve köy yerle bir edildi. Ortaya çıkan tablo demokrasi ve özgürlük değil, kaos oldu. Kürtler özerk bir bölgeye sahip oldularsa da geçen yıllar içinde bir iç bütünlük ve istikrar sağlanamadı. Şii nüfus üzerinde İran’ın etkinliği arttı. İç çatışma içerisinde olan Irak gerçeği dururken Suriye’ye operasyon yapıldı. Bu operasyonun bir nedeni Suriye tarafından gelen İsrail üzerindeki kuşatmayı kırmaktı. Ama tersine sonuç ortaya çıktı, Suriye’ye yapılan operasyondan sonra İran’ın etkinliği arttı.
Türkiye, BOP’u kendisine göre yorumlayarak neo Osmanlı hülyasının peşine düştü. Bunun için hem Kürt bölgelerine operasyonlar yaptı hem de kendisine bağlı on binlerce paramiliter güç organize ederek bir çok ilçe ve kasabayı işgal etti.
İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik müttefiğidir. ABD’nin bölgedeki en büyük jandarma gücüdür. Bu nedenle bölge halkları ile barış içinde bir arada yaşamak yerine kendi gücünü ve etkinliğini artırma peşindedir. Kendi iç kamuoyuna dönük “Araplar/Müslümanlar bizi yok etmek istiyor” retoriğini ileri sürerek milliyetçiliği ve militarizmi geliştirerek sürekli savaş halindedir. Araplar ve Müslümanlar ise “Şu Yahudiler” diye başlayan ve her bir kötülüğün altında Yahudiliği arayan, “Kudüs’ü alacağız”, “İsrail’i yer yüzünden sileceğiz” ile devam eden anti semitizm ile bölgedeki sorunu daha da derinleştirmektedir. Bu her iki sorunlu yaklaşım bölgesel kaosu büyütmektedir.
Kaosu bertaraf etmenin yolu alternatif bir paradigmadır. Alternatif paradigma ne emperyalist hegemonya savaşını desteklemek ve ona angaje olmak ne de “Direniş ekseni” denilen gericiliği ve statükoyu savunmaktır.
Bölgesel çatışmalar yıkım ve acı getirmekle birlikte fırsatları da ortaya çıkarabilir. Fırsatları imkana çevirmek ise halkların demokratik ve özgürlük talepleri temelinde özgüce dayalı birleşik mücadeleden geçiyor. Tıpkı birinci paylaşım savaşında Lenin ve yoldaşlarının yaptığı gibi… Emperyalist ve bölgesel hegemonya savaşına karşı halkların birleşik devrimci mücadelesini esas almak…