DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE BİR KIRILMA DAHA !

Mert Yıldırım / 23.11.2025

Türkiye siyasetinde Kürt meselesi, yalnızca bir “güvenlik sorunu” değil; iktidarın hangi rejimi kurmak istediğinin, muhalefetin ne tür bir Türkiye tahayyül ettiğinin ve toplumsal güçlerin hangi geleceği sahiplenmek istediğinin turnusolü olmaya devam ediyor. Bu nedenle siyasette yaşanan her kırılma, pozisyon değişikliği ya da taktik manevra önce bu mesele üzerinden okunuyor. Son tartışmalar da tam olarak bu turnusol işlevini yeniden görünür kıldı.

Barışın Toplumsallaşması ve AKP’nin Hesabı

Kürt hareketi çözümün barışçıl, müzakereye dayalı ve toplumsal meşruiyeti olan bir süreçle ilerlemesini savunuyor. “Barışın toplumsallaşması” vurgusu bu nedenle önemli: Süreç hem siyasal düzlemde hem de geniş halk kesimleri nezdinde sahiplenilerek ilerlesin istiyor.

AKP ise sürecin iki taraf arasında sınırlı kalmasını tercih ediyor. Toplumsal meşruiyeti genişletecek adımlardan kaçınıyor; ne açıkça karşı çıkıyor ne de süreci toplumsallaştıracak bir siyasal irade gösteriyor. Klasik taktiğini sürdürüyor: Bekle-gör, kontrol et, gerektiğinde kendi iktidar hesaplarına göre yönlendir.

Bu tablo yeni değil. 2013–2015 çözüm sürecinde de AKP süreci kendi millî çıkar tanımları ve iktidar mimarisi içinde tutmak istemiş, toplumsal-siyasal zemine yayılmasından kaçınmıştı. Bugün ise koşullar daha karmaşık: AKP’nin toplumsal meşruiyeti zayıfladı, devlet içi güç ilişkileri sertleşti ve MHP devlet aygıtı içinde çok daha belirleyici bir pozisyona yerleşti.

CHP’nin İkilemi: Statükoculuk mu, Demokratik Çözüm mü?

CHP, geçen yıl Ekim ayında başlayan müzakere sürecinden bugüne, son heyet tartışmasına kadar genel olarak dengeli bir sınav verdi.

İktidarın meseleyi “Terörsüz Türkiye” çerçevesine sıkıştırmasına karşın, CHP meselenin adını açıkça “Kürt meselesi” olarak koydu. Demirtaş ve arkadaşlarının dokunulmazlıklarının kaldırılmasında partisinin sorumluluğunu kabul edip özür diledi. Yerel seçimlerde hayata geçen “kent uzlaşısı” çizgisini savundu.

İktidar blokunun süreci başlatırken temel hedeflerinden biri, son iki seçimde ortaya çıkan muhalefet blokunu dağıtmaktı. İYİ Parti, Zafer Partisi ve CHP içindeki Mansur Yavaş–Tanju Özcan gibi milliyetçi aktörlerin baskısıyla CHP’nin sürece karşı çıkması bekleniyordu. Ancak tam tersi oldu: CHP süreci sahiplendi, “destekliyorum, Meclis’e taşıyalım, toplumsallaştıralım” dedi.

Komisyon kurulurken de benzer bir beklenti vardı. AKP, CHP’nin komisyonda yer almasını istemiyordu; zira CHP sürece toplumsal meşruiyet kazandırabilir, süreci “AKP’nin lütfu” olmaktan çıkarabilirdi. Özgür Özel yönetimi bu oyunu gördü ve komisyona katılarak AKP’nin tek taraflı süreci kurgulama planını dengeledi. Üstelik bunu parti içindeki ulusalcı-milliyetçi çevrelerin baskılarına rağmen yaptı.

İmralı Heyeti Tartışması: Bir Sapma mı, Taktik Bir Tercih mi?

Ancak İmralı heyeti tartışmasında CHP, önceki pozitif çizgisinden kısmen uzaklaştı. Bunda parti içindeki ulusalcı hattın etkisi olsa da, belirleyici olan Erdoğan’ın tutumuydu. CHP iki noktaya dikkat çekti:

1. Sürecin sorumluluğunu Erdoğan’ın alması gerektiğini vurguladı; İmralı’ya gidişin siyasi ağırlığını özellikle Cumhurbaşkanı’nın üstlenmesini istedi.

2. Heyet tartışmasının kapalı yürütülmesini, başlangıçtaki mutabakata aykırı buldu. Bu, süreçte muğlaklıklar ve soru işaretleri anlamına geliyordu.

Bu nedenle CHP heyete katılmadı; ancak sürece karşı çıkmadı. Sadece şekilleniş biçimine dahil olmamayı tercih etti. Bu kararın Kürt seçmen açısından hayal kırıklığı yaratması anlaşılırdır. Fakat CHP’nin demokratik çözüm çizgisinden kopuşu olarak yorumlamak için henüz erken. Karar taktik bir tercih olarak okunabilir. Bu hamle hem fırsatları hem riskleri barındırıyor.

Kimi CHP’lilerin Unuttukları

CHP 2023 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en yüksek oyu Kürt illerinden aldı. İstanbul, Mersin, Adana, Antalya gibi kritik kentlerde DEM Parti seçmeninin desteği belirleyiciydi. Bugün de iktidar umudu bu toplumsal blokla kurulabilir. Bu nedenle kritik eşiklerde atılan hatalı adımlar, kurulan güveni zedeleyebilir.

Bu süreçte CHP eleştiriyi hak ediyor; ancak eleştirinin yıkıcı bir tona çekilmesi hem siyasi hem toplumsal olarak hatalı olur. Buna karşın DEM Parti çevresindeki bazı muhafazakâr ve milliyetçi söylem odaklarının “Kemalizm”, “faşizm” gibi genelleştirici ifadelerle gerilimi yükseltmeye çalıştığı görülüyor. Oysa Kürt hareketinin yeni süreçte en çok ihtiyaç duyduğu şey, barışın toplumsallaşması; bunun yolu da demokratik muhalefetin güçlenmesinden geçiyor.

Bugün Türkiye’de demokratik siyasetin en diri dinamikleri DEM Parti seçmeni, Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri ve CHP çevresindeki demokrat-Alevi toplumsal kesimlerdir. Geçmişi hatırlatanlar, yalnızca CHP’ye değil, MHP’nin tarihsel çizgisine de bakmalı.

MHP’nin Yeni Pozisyonu: Devletçi Kontrolün Tahkimi

MHP’nin geçen yıl başlattığı hamle, DEM Parti’yi sürece angaje etmek gibi görünse de, gerçekte çözüm sürecinin devletçi kontrol altında sınırlandırılmasını hedefliyor.

İmralı ile görüşmeler yürütülüyor, tecrit kısmen gevşedi, Kürt hareketi silahlı mücadele döneminin sona erdiğini işaret eden tartışmalar yürütüyor. Suriye ve Rojava bağlamında da yeni bir jeopolitik denklem oluşuyor.

Bu tabloda MHP’nin amacı yalnızca Türkiye içi muhalefeti baskılamak değil; çözümün parametrelerini belirlemek, süreci bir “devlet aklı” çerçevesinde daraltmak ve demokratik çözüm ihtimalini sınırlamak. Bu arada milliyetçi blok içinde de rol değişimi yaşanıyor: MHP sürecin merkezine yerleşirken, İYİ Parti, Zafer Partisi ve CHP içindeki milliyetçi damar dış çeperde kalıyor.

DEM Parti’nin Stratejik Önemi ve Riskleri

DEM Parti’nin stratejik önemi sürüyor. Fakat mesele artık yalnızca parti politikası değil; Kürt hareketinin bütünsel dönüşümü ve bölgesel çözüm süreci, DEM Parti’nin attığı her adımın daha geniş bir çerçevede okunmasını gerekli kılıyor.

DEM Parti açısından riskler:

1. CHP etrafındaki demokrat kesimlerle köprülerin zedelenmesi,

2. AKP–MHP bloğunun “CHP-Kürt düşmanı” algısını yeniden üretmesi,

3. Kürt seçmenin “iki milliyetçilik arasında sıkışma” algısının güçlenmesi,

4. İktidarın istediği kutuplaşmanın pekişmesi.

DEM Parti’nin stratejisi, köprüleri yıkmadan, toplumsal blokları dağıtmadan ve kutuplaşmayı derinleştirmeden ilerlemeli. Hem CHP hem DEM Parti kendi tabanlarını aşan bir toplumsal desteğe ihtiyaç duyuyor. Aşırı polemik her iki tarafı da zedeler.

Sonuç: Yeni Bir Eşik, Yeni Bir Kırılma

CHP milliyetçi baskıya teslim olursa iktidar umudunu zayıflatır. DEM Parti demokrat kesimleri göz ardı ederse stratejik alanını daraltır. AKP süreci seçim hesaplarıyla yürütürse sonuç üretilemez. MHP ise çözümü devlet aklının dar çerçevesine sıkıştırmaya çalışıyor.

Net gerçek değişmiyor:

Kürt meselesi çözülmeden Türkiye demokratikleşemez.
Türkiye demokratikleşmeden Kürt meselesi çözülemez.

Bu denklem artık sadece Türkiye içi siyaseti değil; bölgesel gelişmeleri, Kürt hareketinin dönüşümünü ve toplumsal-siyasal dinamiklerin yeniden yapılanmasını da belirliyor.

Diğer Yazılar

YANLIŞ ATA OYNANDIĞINDA; KAYBEDEN KÜRTLER OLACAK

Taner Renda / 24.11.2025 Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığı sırasında Erdoğan’ın HDP’yi şeytanlaştırması ile “Yanlış olduğunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir