HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

 Melda Üner 

“Baskı dönemi birkaç yıldır kütüphaneleri kapadı. Çocukların kalbine vatan sevgisi ilham eden, fikirleri yükseltmeye hizmet eden dersleri kaldırdı; öğretimin düzenini bozdu; bütün okulları birer çocuk eğlence yeri haline koydu. Bir milletin manevi gıdası, varlığının ve yükselmesinin kefili olan her çeşit yayını yasakladı. Gazeteleri baskı düzeni yalakası, yalancı arabozucu, uydurukçu birer yalanname biçimine soktu. Hep bozdu; dağıttı, sürgüne gönderdi. O karanlık, sonu gelmeyen gecelerimizde bize şefkatle kucak açıp yardımcı olan, o fikir hazineleri kitaplar oldu.”

Hüseyin Rahmi Gürpınar /Şıpsevdi adlı eserine yazdığı önsözden.

(Editörden-Melda Üner’in* bu makalesini kapanan dergi Peyniraltı Edebiyatı’ndan alıntıladık. Gürpınar’daki eleştirel tutum ve naturalist sanat anlayışı, Bulgar Marksistler İbrahim Tatarlı ve Rıza Mollof’un ortaklaşa kaleme aldığı “Hüseyin Rahmi’den Fakir Baykurt’a Marksist Açıdan Türk Romanı” eserinde Hakka Sığındık adlı eserinde incelendi. Hüseyin Rahmi ve edebiyatının önemli başlıklarını ve sanatının içindeki sosyal hiciv ve ironiyi yani söylenmemişin söylenmiş üzerindeki egemenliğini tartışan bu makaleyi okumanız dileğiyle.)

Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944), hayatını edebiyata adamış, seksen yıllık ömrünün altmış sekiz yılını yazarak geçirmiştir. Büyük çoğunluğu telif, çok azı tercüme olmak üzere hikaye, roman, eleştiri, fıkra ve makale türlerinde eser vermiştir. Tanzimat devrinde çocuk sayılabilecek yaşta eline aldığı kalemini Servet-i Fünun, 2. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde de bırakmamıştır. Hakkında kapsamlı ilmi çalışmalara imza atmış Önder Göçgün’ün ifadesiyle Hüseyin Rahmi, dört devrin muharriridir (yazarıdır)1

Üç yaşındayken annesin kaybeden Hüseyin Rahmi, bir süre babası Mehmet Said Paşa’nın, görevli bulunduğu Girit’te kaldıktan sonra Aksaray’daki anneannesiyle teyzesinin yanına gider, orada büyür. Önce Yakubağa (Ağayokuşu) mahalle mektebinde okur; ardından Mahmudiye Rüşdiyesi sıbyan ve rüştiye kısmına, oradan da resmi dairelere kâtip yetiştiren Mahrec-i Aklâm’a verilir. Zekâsıyla dikkatini çektiği tarih hocası Abdurrahman Şeref Efendi’nin teşvikiyle iki yılda Mülkiye Mektebi’ne devam eder. Bu sırada Fransızca dersleri alır. Ancak ikinci sınıftayken hastalanır ve okulu bırakmak zorunda kalır (1880). Bir süre Adliye Nezareti Cezâ Kalemi’nde memurluk yapar, ardından ticaret mahkemesi’nde memurluk yapar; ardından ticaret mahkemesinde âza mülazımı olur. Nafıa Nezareti Tercüme Katibi kalemi olarak çalışır. 2. Meşrutiyetin ilanı üzerine buradan ayrılır (1908). Bundan sonra tamanen edebiyatla uğraşmaya başlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, V. döneminin bir kısmında (1936-1939) ve VI. Döneminde (Ağustos 1939-1943) Kütahya Milletvekilliği yapar. VII. Döneminde de Cumhuriyet Halk Partisi’nce aday gösterilir ama kazanamaz. 8 Mart 1944’de, 1912’den beri yaşadığı Heybeliada’daki evinde vefât eder. Hüseyin Rahmi eğitimini tamamlayamamış olsa da, kendini çok iyi yetiştirmeyi başarmış bir yazardır. İlk okuduğu romanların Alexandre Dumas, Pére’nin Monte Cristo’su, Jules Lermina’nın Lord Hobb-u ve Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan Mellah’ı ile Paris’te Bir Türk olduğunu söyler. Komşuları Vidinli Tevfik Paşa’nın kütüphanesindeki 92 ciltlik Voltaire külliyatını da kapsayan çok sayıdaki Fransızca eseri ona hediye etmesiyle Fransız edebiyatına büyük ilgi duymaya başladığını anlatır. 2

Hüseyin Rahmi’nin çocukluğunu İstanbul’n en eski semtlerinden birinde ve özellikle kadınlar arasında geçirmesi yazarlığı bakımından büyük önem taşır. Mahalle hayatının özelliklerini, kadın konuşmalarının sosyal ve psikolojik yönlerini çok iyi bilir. Örf ve adetlerden, bâtıl inanç ve hurafelere, masallardan gerçeklere uzanan bütün renklere hâkimdir.

Hüseyin Rahmi’nin, henüz on iki yaşında iken kaleme aldığı Gülbahar Hanım adlı piyesi diğer bazı kitaplarıyla birlikte büyük Aksaray yangınında yok olmuştur. Hüseyin Rahmi devrindeki birçok meraklı genç gibi fenni konulara ilgi duyar ve Saadet gazetesinde “Kısm-i Fenni’yi” idare eden Beşir Fuad’ın bazı yazıları üzerine çıkan tartışmalara katılır. (Ağustos-Eylül 1886). Beşir Fuad’ın, “Bu çocukta espri komik var, dikkat edin” sözleriyle ön plana çıkar. Ardından ilk hikaye denemesi “İstanbul’da Bir Frenk” adıyla Ceride-i Havadis gazetesinde yayınlanır. (25 Temmuz 1887)3

Hüseyin Rahmi on sekiz yaşındayken Tanzimat Dönemi’nin yanlış Batılılaşmayı ele aldığı ve “matbuat caddesine ilk adım” olarak nitelendirdiği Ayna / Şık romanının ilk yarısını Ahmet Midhat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat4 gazetesine gönderir. Hemen ardından büyük bir pişmanlığa kapılır. Bu “çocukça, budalaca, saçma yazılar”ı Ahmet Midhat Efendi’nin dikkatine sunmaya nasıl cüret ettiğine inanamaz. Ancak ertesi gün Tercüman-ı Hakikatte eserinin beğenildiğine ve Ahmet Midhat Efendi Hazretleri’nin (Ahmet Midhat’tan böyle bahsediliyor o dönemde) kendisini matbaaya davet ettiğine dair bir not yayınlanır. Hüseyin Rahmi büyük bir heyecan içinde çıkar hayranı olduğu yazarın huzuruna. Ahmet Midhat Efendi, karşısındaki gencin bu “usta işi” romanın yazarı olabileceğine inanmaz. Ancak Hüseyin Rahmi’nin “gözlerinden dökülen iki katre yaş” onu ikna eder. Yine de temkini elden bırakmaz ve devamını görmek ister önce. Onu da çok beğenince romanı 23 Nisan 1887’de “Ayna” adıyla gazetesinde tefrika etmeye başlar. Hüseyin Rahmi’yi manevi çocuğu ilan eder Tercüman-ı Hakikat’in maaşlı yazar kadrosuna alır. Yazar bu durumu “Efendi’nin pohpohlarıyla birden tanındım, yazdıklarım revaç buldu” cümlesiyle ifade eder. 5 Roman, 1889’da Şık adıyla kitap olarak basılır. Ahmet Midhat Efendi bu çok beğendiği genci, kızıyla evlendirmek suretiyle ailesine almayı da ister, ancak Hüseyin Rahmi, onu kibarca reddeder. Tercüman-ı Hakikat’te okuyucunun bilgi ve kültür seviyesini yükseltmek amacıyla edebi ve sosyal konularda yazılar yayınlamaya, Fransızca’dan tercümeler yapmaya başlar. 1894’den itibaren İkdam ve Sabah gazetelerinde mütercim (çevirmen) ve muharrir (yazar) olarak çalışır. 1901’de Alafranga adlı romanı İkdam’da tefrika edilirken sansür kurulu tarafından yayımı yasaklanınca II. Meşrutiyetin ilanına kadar herhangi bir şey yayınlamaz. 1908’de Boşboğaz ile Güllabi (adıyla bir mizah gazetesi çıkarır. (ilk dört sayısını Ahmet Rasim’le birlikte, 24 Temmuz 14 Aralık 1908 arasında haftada iki defa, 36 sayı) Daha sonra kendini bütünüyle edebi çalışmalara vererek zengin muhtevalı hikayeler, romanlar ve edebi makaleler yazmaya yönelir. Bunlar önce İkdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde tefrika edilir; ardından da yakın dostu kitapçı İbrahim Hilmi’nin (Çığıraçan) gayretleriyle kitap haline getirilir.

Hüseyin Rahmi’nin yazarlık anlayışı sosyal fayda prensibine dayanır. Üstadı saydığı Ahmet Midhat Efendi’nin, açtığı popüler roman kapısından içeri girer o da. Ancak ondan farklı olarak realist ve natüralist akıma meyleder. Romanlarından bazılarına eklediği önsözlerde ve bazı yazılarında, Claude Bernard’ın deneysel fizyolojide kullandığı yöntemden bahseder, Emile Zola’nın bu yöntemi edebiyata uygulama çabasını doğru bulduğunu söyler. Bununla birlikte 1927’de kendisiyle yapılan bir röportajda “henüz yazı hayatına yeni başladığı yıllarda Maupassant’a büyük hayranlık beslediğini, bu muharrir hakkında bir kaç makale yazdığını, bugün de Maupassant ve Anatole France’ı daha çok beğendiğini, Zola’yı onlar kadar sevmediğini söyler. 6 Hüseyin Rahmi, Batılı anlamda natüralist sayılmaz aslında. Tarafsız kalamaz romanın içinde sesi duyulur. Olaylara müdahil bir gözlemci gibidir. Ama yine de hayli yakın durur bu akıma. Önder Göçgün onun, eserlerinin “konularının ve kahramanlarını seçerken yerli kalmaya titizlik gösterdiğine, fakat şahıslar kadrosunu daima fizyolojik, psikolojik ve şartları ve ırsiyet özelliklerine göre değerlendirdiğine” dikkat çeker. “Bunu yaparken de değişik davranışlar sergileyen, kişiliğini tam anlamıyla kazanamamış anormal denebilecek tipleri mizah yoluyla ele aldığının ve natüralistlerden farklı olarak bunları bir de eleştiriye tabi tuttuğunun, böylece roman tekniğini dayandırdığı sosyal hicvin seçkin örneklerini ortaya koyduğunun” altını çizer. “Romanlarında kahramanlar ve davranışları hakkında okuyucuyu ikaz eden, değer yargıları vermesi, natüralist ve realist ekolden zaman zaman uzaklaştığını gösterir. Bazı yazıları ve mülâkatlarında aşırı realizmi ve natüralizmi beğenmediğini söyleyen Hüseyin Rahmi romanlarında ahlaksızlığın teşhiri varsa da savunması yoktur. 7

Refik Ahmet Sevengil ile yaptığı sohbette onun edebiyatta başarılı olmanın yoluyla ilgili sorusuna “Edebiyat hayatında muvaffak (başarılı) olmanın yolu… Bu sualinizi (sorunuzu) mühim buluyorum. Kalem ve fikir mesleğine girenler, kendilerindeki yaradılıştan gelen kabiliyetin çeşidini ortaya koymak için daima kendilerini tartarak yoklamalıdırlar. Hangi janra (türe) yarıyorlarsa, o yolda çalışmaktan ayrılmamaya uğraşmalıdırlar. Mesela Balzac, edebiyatta kendi fıtri (yaradılışına uygun) yoluna varıncaya kadar sağa sola sapıtarak, çok zaman kaybetmiştir. Her ağaç meyvesinin kokusu lezzeti başka olduğu gibi, hepimizin fıtri istidatlarımız (doğuştan gelen aidiyetlerimiz) ayrıdır. Orijinal olmanın sırrı, işte buradan doğuyor. Diğer büyük ediplerin tesirlerine kapılmış mukallitlere (taklitçilere) büyük değerler verilmiyor. Daha mühim cihet, (yön) dimağımızda kendi fıtratımızın yaratıcı janr kaynağını bulduktan sonra, ruhumuzdan koparabileceğimiz verimlerin son derece itinalarına gayret sebatından ayrılmamak… Daima liyakatimizin en ileri haddine atılmak endişesiyle düşünüp yazmak… Bu çok mühim itinadan ayrıldığımız gün sükutumuz başlar…

Dadaizm, fütürizm gibi sözüm ona mesleklerin takipçisi birkaç şuuru bozuğun iddialarının veçhile kafandan ne kaynarsa, kaleminden de ne saçılırsa hemencecik kağıda dök, en halis fikirlerin en iyi tesbit budur, tavsiyesinin saçmalığını anlatmaya lüzum yok. Herkes böyle yazarsa okumaya kim yetişir ? İyi iş kırk günde çıkar, sözünden yazıyı niçin istisna edelim.. O halde düşünmek mülahaza (iyice düşünme) kelimelerine ne mana kalır ? 8 şeklinde cevap vermiştir.

Hayatı boyunca hiçbir edebiyat topluluğunun üyesi olmamıştır. Özellikle Servet-i Fünun topluluğuna katılmayışının sebebini Kenan Hulusi ile yaptığı ve Muhit mecmuasında yayınlanan röportajında şu cümlelerle açıklar: “Edebiyat-ı Cedide’ye karşı o zamanlar hiçbir şey düşünmüyordum. İltihak (katılma) için teklif bile ettiler (…) Eğer bu zümreye geçseydim onların havasına uymak lazım gelecekti; halbuki serbest kalmak istiyordum. Aynı zamanda onları beğenmiş değildim ki.. Böyle bir şey olsaydı hem mevzularını hem üsluplarını taklit edeceğim şüphesizdi (…) 9 Hüseyin Rahmi kalemini özgürce kullanır ömrü boyunca.

“Romanlarımın çoğunun kendi gözlemlerime ve hayat tecrübelerime dayandığı bilinmektedir. Bununla beraber konuları hayatın tıpatıp aynı değildir. Hüseyin Rahmi bunları hayal dünyası, hayat tecrübesi ve kültürüyle zenginleştirmiş, zaman zaman da abartıya kaçmıştır. Gerçekçilik ve akılcılık anlayışı onun sanatının esas temelini oluşturmaktadır. XX. Yüzyılın başında Türk toplumunu yakından ilgilendiren hemen bütün sosyal, psikolojik ve bir kısım siyasi ve ekonomik meseleler onun eserlerine en küçük ayrıntılarına varıncaya kadar aksetmiştir. Ayrıca en ciddi konuları bile mizahi bir üslupla eğlence havası içinde vermeyi başarmıştır. Bu sebepten Karagöz ve ortaoyunu gibi gibi halk temaşa sanatlarının izlerini eserlerinde görmek mümkündür. Hüseyin Rahmi’nin romanlarında dramatik yapı kuvvetlidir. Sürekli diyaloglar romanlarını tiyatro türüne yaklaştırmıştır. Hikaye ve romanlarında yer alan hemen her çeşit sosyal tabakadan insan kadrosu ile Hüseyin Rahmi, Türk toplumunu aydınlatmak, çeşitli konularda bilgilendirmek, halkın yaşama tarzını değiştirmek ve ilerleyip yükselmesine hizmet etmek amacını gütmüştür. 10

Halk için yazmayı amaç edindiğinden sade bir dil kullanır. Bu konudaki düşüncelerini şöyle ifade eder. “Lisan bir nevi tarikat esrarı değildir ve öyle olamaz. Yazılan eseri, onun muharririyle birkaç havassından (taklitçisinden) başkası anlayamazsa affedersiniz ona lisan denemez”11

Hüseyin Rahmi, Şekavet-i Edebiyye’de yazar olarak amacını şu cümlelerle açıklamıştır: “Ben her eserimde okurlarımı halk kişilğinde yüksek bir felsefeye çekmeye uğraştım”12

Sözünü ettiği yüksek felsefenin unsurları Berna Moran tarafından toplumsal adalet, kadın-erkek ilişkisi ve batıl inançlar olmak üzere üç ana başlıkta toplanır. Moran, Hüseyin Rahmi’nin “yüksek felsefesi”nin genel itibariyle “halkın geleneksel inançlara, yerleşmiş düşüncelere, göreneklere ve dine dayalı zihniyeti yerine Batı’nın akla, bilime dayalı pozitivist zihniyetini yerleştirmeye çalışmıştır. Onun içindir ki romanlarında hep “eski kafa”, “yeni kafa” dediği iki zihniyetin çatıştığı görülür” der.13

Hüseyin Rahmi, toplumsal adaleti sağlamak için güçsüzlerin yanında olduğunu belirtir. Zenginin serveti, fakirin refaha kavuşması adına talan edilebilir. Fikir budur aslında. Ancak iş pek de öyle yürümez. Zengin soyulur soyulmasına ama para fakirin cebine girmez. Arada çarçur oluverir. Yazar sonunda insanın dolandırılmaya meyyal (eğilimli) olduğunu söyler. Halkı eğitmek şarttır ama ne yapılsa fazla fayda etmez. çünkü ahlaksızlık insanın doğasında vardır. Bu konuda bir çözüm önerisi getirilebilmiş midir sorusunun cevabı, hayır ! Toplumda adaletle yerleşmiş ahlak değerlerinin geçerliliğini incelemek ve yeni değerler getirmek konusundaki fikirleri “üstadım”, “pirim” diye bahsettiği Nietzsche’den mülhemdir. Gerçi Nietzsche’nin geleneksel ahlakı, sünepelerin korkakların ahlakı olarak gören, bunlara tepeden bakan, güce yönelik üstün adamını işlemez romanlarında. Üstün adamı değil ama, yaşamak için savaşan, ahlak kurallarını tanımayan, başkalarını alt eden kurnaz, ve becerikli hırsız örneğini işler. 14 Yine de Nietzsche’den çok etkilendiği anlaşılmaktadır. Toplumsal adaleti konu aldığı romanları arasında Şıpsevdi (1911), Hakka Sığındık (1919) ve Can Pazarı (1922-1923) sayılabilir.

İkinci madde kadın-erkek ilişkisidir. Hüseyin Rahmi, kadın ile erkek arasındaki ilişkilerin cinselliğe olduğu düşüncesindedir. “Bana göre aşk (…) fizyolojik anlamıyla muhakkak bir cinnettir (…) En şiddetli nöbetlerini gençlikte yapar, evlenmekte aşk lazım mıdır ? Sevmeden evlenmektense aşkla birbirine bağlanması elbette daha fazla hoştur. (…) Şu kadar ki aşk karı koca arasında ilanihaye (sonsuza kadar) iyi geçinmeyi temin eden bir efsun değildir. Önceden sevdanın al mantosuyla örtülü kalan kusurlar, gözler gönüller yavaş yavaş sevgiden dönünce sonradan birer birer meydana çıkar. İyi geçinmenin şartları ekseriya (çoğunlukla) tesadüfün hediyesidir. 15 Temelinde cinsellik değil de sevgi olan bir birliktelik kurmak ve bu duyguyla ölüme kadar devam ettirmek doğaya aykırıdır. Bu durumda cinselliğin sebep olduğu cinnet hali geçince iki tarafın da birbirini aldatması şaşırtıcı değildir. Elbette aldattıkları insanlar da aynı şekilde onları aldatır. Zaman içinde bu zincir uzar gider. Yazar alternatif olarak “Bolşevik usulü evlenme” dediği serbest aşka da dikkat çeker. Bu konuda zaman zaman kadını ön plana çıkartır, kadın haklarını tartışmaya açmaya çalışır. Kocasını gizli gizli aldatan mı, kimseden korkmadan açıkça sevdiğinin yanında duran kadın mı namussuzdur ? Ama kadın-erkek ilişkisi temelinde cinselliğe dayalı olduğuna ve arzu azalınca biteceğine göre kadının sevdiğini söylediği erkeği sevmeye pek uzun süre devam etmeyeceği de açıktır aslında. Hüseyin Rahmi, bu konuda çelişkiler içindedir: “Kadın-erkek ilişkisi konusunda hem kadın hem erkek için çok eşlilikten bahseden Schopenhauer’in fikirlerini beğenir.16 Bu madde altında sayılabilecek romanları arasında Mürebbiye (1899) Mürettebiye (1899) Cehennemlik (1919), Tutuşan Gönüller (1921) ilk akla gelenler arasındadır.

Yazarın çok hassas olduğı üçüncü konu batıl inançladır. Halkı bu konuda eğitmek, onu yüksek felsefesine çekmek için uğraşır. Büyücülük, falcılık, cin ve perilerin varlığı gibi boş inançları çürütmeye çalışır. İnsanların bunlar yüzünden türlü haksızlıklara uğradığını, kandırıldığını anlatır. Onları hayli eleştirel bir dille uyarır Gulyabani (1915), Efsuncu Baba (1924) ve Deli Filozof (1930-1931) ve yazarın yüksek felsefesi’ndeki batıl inançlar maddesinin altında hatırlanabilecek romanlarındandır.

Hüseyin Rahmi’nin en önemli meselesi yerleşmiş değer kalıplarını sorgulamak, eleştirilecek yönlerini ortaya çıkarmak ve değiştirilmesi için uğraşmaktır. Halkı eğitmek ister ama ona güveni yoktur. İnsanoğlunun doğasının bozuk olduğunu kabul etmiştir baştan. O yüzden alaycı hatta iğneleyicidir çoğu zaman. Bu konuda ümitsiz olsa da çaba göstermekten vaz geçmez. “Yüksek felsefesi” ni okuyucuya sunarken yola çıktığı fikir ve istekleriyle olup bitenler arasındaki çelişkiler de gözden kaçacak gibi değildir. Bu çelişkiler edebiyat bilimi açısından eksiklik olarak nitelendirilebilir elbette. Ancak Hüseyin Rahmi’nin hayatın içinden seçtiği olayları, müthiş gözlemciliğiyle harmanlayarak akıcı bir dille, sürükleyici üslubuyla ve bütün canlılığıyla anlatmayı başardığı ortadadır. Son söz olarak Hüseyin Rahmi’nin Tanzimat’la başlayan yeni Türk edebiyatı tarihine dört devirde eser vermiş çok ilgi çekici bir yazar kimliğiyle damgasını vurduğu söylenebilir.

*Yeditepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi

1Önder Göçgün Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanları ve Romanlarında Şahıslar Kadrosu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 722; İstanbul, 1987 s.V

2Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Hayatı ile ilgili bilgiler İslam Ansiklopedisi “Hüseyin Rahmi Gürpınar maddesi haz. Önder Göçgün, cilt 14, İstanbul 1996, sayfa 324-326’dan alınmıştır.

3İslam Ansiklopedisi “Hüseyin Rahmi Gürpınar” maddesi, haz. Önder Göçgün, Cilt 14, İstanbul 1996, s.324-326

4Hüseyin Rahmi’nin yanlış Batılılaşma konusunu ele alındığı pek çok romanı vardır. Bu konuda Şevket Toker, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanlarında Alafranga Tipler, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 1990’a bakılabilir.

5Hüseyin Rahmi, Şık, 2. Tab, İstanbul 1920

6Önder Göçgün Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanları ve Romanlarında Şahıslar Kadrosu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 722; İstanbul, 1987 s.VII.

7İslam Ansiklopedisi “Hüseyin Rahmi Gürpınar” maddesi, haz. Önder Göçgün, Cilt 14, İstanbul 1996, s.324-326

8Refik Ahmet Sevengil, Hüseyin Rahmi Gürpınar Hayatı, Hatıraları, Eserleri, Münakaşaları. Mektupları, Hilmi Kitapevi , İstanbul, 1944 s.186-187

9Kenan Hulusi Koray “Edebiyatımız Hakkında Hüseyin Rahmi bey ne diyor ?” Muhit, s.19, Mayıs 1930, s.10-11

10İslam Ansiklopedisi “Hüseyin Rahmi Gürpınar” maddesi, haz. Önder Göçgün, Cilt 14, İstanbul 1996, s.324-326

11Önder Göçgün, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ankara, 1990 s.68.

12Hüseyin Rahmi Gürpınar, Şekavet-i Ebediyye, Matba-i Hayriye ve Şürekası, İstanbul, 1913.

13Berna Moran, Türk Edebiyatına Eleştirel Bakış 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.124

14Berna Moran, Türk Edebiyatına Eleştirel Bakış 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.121.

15Muzaffer Gökman, Açıklamalı Hüseyin Rahmi Gürpınar Bibliyografyası, İstanbul, 1966. s.211.

16Berna Moran, Türk Edebiyatına Eleştirel Bakış 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.114.

Diğer Yazılar

YANLIŞ ATA OYNANDIĞINDA; KAYBEDEN KÜRTLER OLACAK

Taner Renda / 24.11.2025 Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığı sırasında Erdoğan’ın HDP’yi şeytanlaştırması ile “Yanlış olduğunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir