Taner Renda / 20.11.2025

Erdoğan, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere Altılı Masa sayesinde kurduğu Tek Adam rejimini neredeyse ölene kadar sürdürme olanağı yakalamıştı. Taa ki İmamoğlu’nu CHP İstanbul için Belediye Başkan adayı olarak gösterene kadar her şey yolunda gidiyordu. Sanırım Kılıçdaroğlu da İmamoğlu’nun hırsını ve azmini hesaplayamamıştı. Bu hesaplayamama ona CHP’nin genel Başkanlığına mal olarak geri döndü. Özgür Özel, herkesin bildiği bir sıra neferi olmaktan, İmamoğlu’nun İstanbul Belediye Başkanlığını kazanması ile CHP’ye yeni bir kan ve anlayışın gelmesinin ne olacağını fark etti. Herkes kurultayda Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını beklerken (Özgür Özel/Ekrem İmamoğlu ikilisi CHP de yeni bir anlayışla, yeni bir dönemi başlatmaya çoktan karar vermiş ve Erdoğan’ın bütün hesaplarını çöpe atılmasına neden olmuştu) ülkenin son yirmi yıllık makus talihinde değişimin startı verilmişti.
Erdoğan, alışıla geldiği gibi ilk andan itibaren bu yeni oluşumu karşısına almaktansa; onları da yumuşama adı altında yanına çekebileceğini düşündü. İlk anda Özgür Özel, bu normalleşmeye uyumlu davrandı. Ama artık sahneye yeni ve güçlü bir rakip çıkma kararlılığında olan Ekrem İmamoğlu, bu oyuna gelmedi. Erdoğan da, bu kez sert oynamanın zamanının geldiğini anladı ve işler başka bir zemine kaydı. Trump’ın seçilmesi ile Ortadoğu’nun yeni bir planla baştanbaşa dizayn edilmesinin adımları atılması için, Türkiye’nin yeni görevleri, Erdoğan’a iletildi.
Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan üçlüsünün yıllardır gizli sürdürdüğü görüşmeleri, artık gün yüzüne çıkarılmasının zamanı gelmişti. AKP+MHP+DEM üçlüsü, yeni bir anlayış ortaya koyuyorlardı: Terörü bitirme, Demokrasiyi yerleştirme ve yeni bir Türkiye’nin yaratılması için işe koyulundu. Ama bunun için bir de “Günah keçisi” gerekiyordu. Ve bu Günah keçisi bu kez CHP oldu. Erdoğan, son yerel seçimlerde kaybettiği belediye başkanlıklarını geri almanın fırsatını: CHP’yi şeytanlaştırmada buldu. Önce İmamoğlu’nun etrafını temizlemekle işe başlandı. Pek çok yeni kazanılan belediye başkanlarını uyduruk gerekçelerle hapse attıktan sonra İmamoğlu da yine aynı gerekçelerle hapse atıldı. Şimdi geriye kalan birkaç yıl içinde, İmamoğlu’nu ve diğer belediye başkanlarını yargılama adı altında seçimlerden uzak tutmak kalmıştı.
Ancak, Özgür Özel ve İmamoğlu, beklenenden de zorlu çıkmışlardı. Bu kez de yeni bir yol haritası çizildi: Temiz Eller Operasyonu. Aslında halkın büyük bir kesimi, Ekrem İmamoğlu’nu hapse atmalarını onaylamıyorlar. CHP’yi her gün bir hakimin taciz etmesini de doğru olmadığını düşünüyorlar. Ülkenin namuslu avukatları ise bu yapılanların hukuksuz olduğu konusunda birleşiyorlar. Ve Erdoğan kendisine bu konu için sorulan bir soruya: “ülkemiz yargı ülkesidir” diyor. Belki o an Erdoğan, hazırlıksız yakalandı veya danışıklı soru olmadığı için bu cevabı verdi. Yargı ülkesi ile hukuk ülkesi arasında temelden fark var. Ama Erdoğan için hukuktan çok yargı önemlidir.
Çünkü hukuk artık Afrika’da bir kabile ülkesi değilseniz; tüm dünyada evrensel değerleri içerir. Suçlu olduğu düşünülen kişi veya kişiler hukukun üstünlüğüne dayanan bir süreçten geçer ve suçlu olduğu düşünülen kişi veya kişiler, diğer ülkelerdeki gibi belirli süreçlerden sonra tüm delillerin ve savunmanın müdafasını sunmasından sonra: suçlu veya suçsuz olduğu yönde mahkemenin kararına tabi tutulur. Bu durum bizde tam aksi yönde işliyor. Hakimler AKP’li olmak kaydıyla Erdoğan tarafından atanıyor. Ve doğal olarak İktidarın istekleri doğrultusunda ama hukuktan arındırılmış halde işletiliyor.
Yok, Afrika’nın bir kabilesi iseniz; kabile reisi kendince suçlu olduğu kişiyi yargılar ve belki de uçurumdan aşağıya veya yırtıcı hayvanların olduğu bir kafese atıp, cezalandırmayı seçebilir. Bizde de aşağı yukarı süreç böyle işliyor. Sadece uçurumdan aşağı atarak cezalandırma yapılmıyor. Onun yerine sabahın köründe eve baskın düzenlenip; günlerce sorgu adı altında Emniyet veya Mahkeme koridorları arasında eziyet ediliyor. Bazen örgüt reisi olan kişi ev hapsi ve yurt dışına çıkmama cezası alırken, örgütün üyesi olup olmadığı kişiler ise aylarca tutuklu olarak hapse atılıyor.
Geniş halk yığınları bu oyuna belki fazlaca ses çıkarmazdı ama boş tencereler işi bozuyordu. Kümeste yolunacak kazlarda fazlaca bir tüy kalmadığı için, bu kez geçmişte kendilerinin servet transferi yaptıkları Holdinglerin kasalarına gözleri takıldı. Hem de böylece, CHP ve İmamoğlu ile politik dertleri olmadığını dosta düşmana göstereceklerdi, hem de seçim öncesi harcayacakları paraları şimdiden stoklamış olacaklardı. Hatta işi o kadar ileri götürdüler ki; hangi mafya babasının kendilerinin yanında duracağını, hangilerinin ise ortalıktan kaybolacağını istişare ile belirlediler. Bu çökme işinin sonunda: sermayenin (hem devlet hem de özeli) Erdoğan’ın elinin altında, mafyanın yeni dizayn edileninin sorgusuz bağlılığı, getirisi bol narkotik kaçakçılık ve Kürt hareketinin de katkılarıyla yeni bir Anayasa ile Erdoğan ve AKP, bir 5 yıl daha iş başında kalabilecek hale gelecek.
Peki, Devlet’in Bahçelisi, ne demeye ikide bir mazarat çıkarıyor? Öncelikle Erdoğan, kendi seçmenini, yıllarca terör ile korkuttuktan sonra, şimdi bir anda bu arkadaşların o kadar da terörist olmadıklarını bu insanlara nasıl yedireceğini kara kara düşünüp; işi zaman yayaraktan alıştırmak en kolay olarak seçildi. Ayrıca, Devlet’in Bahçelisinin her an ayağının altındaki halıyı çekebileceğinden de korkuyor. Ayrıca, Kürt halkının Öcalan bile olsa çağrısına tam karşılık vermediğine daha önce şahit olduğu için, eldeki bulgur ile Dimyata pirinç arasında kararsız kalıyor.
AKP ve Erdoğan, ülke insanlarımızın bugüne kadar görmedikleri bir zulüm ile iktidarını sürdürüyor. Ve hiçbir iktidar, ilelebet zulüm ve baskı ile ayakta kalamamıştır. Neo liberal kapitalizmin insanlığa vereceği pek bir şey kalmadı. Şu an yaşadıklarımız, toplumların son sabırlarını da ülke ülke terk ettiğini gösteriyor. Bize sıra kendiliğinden gelmeyecek. 1960’lardan başlayarak, gençlerin kendi geleceklerini göremediklerinde; ülkemizde mücadele bayraklarını açtıklarına şahit olduk. Ama bu kez onları yalnızlığa terk etmeyecek deneye sahibiz. Yoksulluk sınırına bile ulaşamayan milyonlarca insanı örgütleyecek sendika ve partilere sahibiz. Bu durumda tek bir gerçek var: YA HEP BERABER YA DA HİÇ BİRİMİZ.
Hamiş: Kürt halkı, tek başına özgür olamaz. Türk halkı da Kürt halkı ile birlikte, bu iktidara karşı mücadele etmeden asla özgür olamaz. İster Türk olsun, ister Kürt olsun, hiçbir burjuva iktidarı, halkın iyiliği için kılını bile kıpırdatmaz. Sorunları çözecek olan biziz. Biz ise yan yana gelmeyi becerenleriz.
YazıPortal Resmi İnternet Sayfasıdır