MİLLİYETÇİLİK, YURTSEVERLİK VE ENTERNASYONALİZM

Mert Yıldırım / 20.11.2025

Milliyetçilik, yurtseverlik ve enternasyonalizm, özellikle çok uluslu ve sömürge ilişkilerinin sürdüğü coğrafyalarda tarih boyunca tartışılan kavramlar oldu. Bu kavramlar yalnızca siyasal değil, toplumsal ve kültürel düzeyde de yoğun biçimde belirleyici oldu. Bir de Kürt politik kamuoyuna özgü bir kavram var: ilkel milliyetçilik. Bu kavram son süreçle birlikte daha fazla tartışılır oldu. Kavramın Kürt coğrafyasına özgü olup olmadığı tartışmalı olmakla birlikte, modern milliyetçilik veya yurtseverlik kapsamında değerlendirmek güçtür.

İlkel milliyetçiliğin anlaşılması, Kürt hareketinin dayandığı ideolojik ve kültürel kodların, tarihsel ve toplumsal dinamiklerin kavranması açısından kritik öneme sahiptir.

İlkel Milliyetçilik: Radikal Görünümlü Bir İdeolojik Boşluk

Kürt siyasetinde “ilkel milliyetçilik” olarak tanımlanan eğilim, görünüşte radikal bir ulusal duruş sergiler. Ancak bu yaklaşım, ulusal özgürlük mücadelesinin stratejik ve tarihsel dinamiklerine nüfuz edemez. Tarihe nostaljik bir geri dönüş, kültürel motiflere aşırı vurgu veya köken mistisizmi şeklinde beliren bu söylem, modern milliyetçilik teorilerinden kopuktur ve tarihsel karşılığı sınırlıdır. Temel sorun, radikal bir söylem üretiyor görünmesine karşın kolonyalist yapıları ve yeni dönem dünya gerçekliğini çözümleyememesi; egemen ulusun devletleşmiş tahakkümünü hedef almak yerine soyut “daha milli olma” çağrılarına sıkışmasıdır. Devrimci ulusal hareketlerin ayırt edici unsurları olan örgütlülük, strateji, cüret ve siyasal programdan yoksunluk, bu eğilimi modern milliyetçi olarak nitelemeyi bile tartışmalı kılar. Böylece ilkel milliyetçilik hem ideolojik hem de pratik açıdan ciddi boşluklar içerir.

Postkolonyal literatürde, “ulusal romantizm” veya “kültürel milliyetçilik” olarak tanımlanır ve sahadaki etkisizliği ile karakterize edilir. Dolayısıyla ilkel milliyetçilik yalnızca söylem üretir; stratejik ve örgütsel kapasite üretmez.

Modern milliyetçilik, 18. ve 19. yüzyılda burjuvazinin feodal yapıyı çözmesiyle ilerici bir içerik kazandı; ulusal pazarın oluşumu, yurttaşlık haklarının doğuşu ve merkezi devletin inşası bu sürecin sonucuydu. Ancak kapitalizmin emperyalist aşamaya geçmesiyle birlikte burjuva milliyetçiliği saldırgan, yayılmacı ve ırkçı bir karakter kazandı. Sömürgesel toplumlarda milliyetçilik ise çoğu zaman zayıf yerli burjuvazinin devletleşme kapasitesinin yetersizliği nedeniyle ulusal talepleri kültürel haklar düzeyine indirger ve son kertede emperyal sisteme eklemlenir.

1920’lerden itibaren başarıya ulaşan ulusal kurtuluş hareketlerinin büyük bölümü sosyalist nitelikli önderliklerin ve örgütlü halk dinamiklerinin ürünü olarak ortaya çıktı. “Soğuk Savaş”ın sonunda ortaya çıkan yeni devletler ise çoğunlukla ulusal devrimlerin değil, reel sosyalizmin bir arada tuttuğu çok uluslu yapıların çözülmesinin sonucuydu.

Avrupa Birliği gibi bölgesel ölçekli siyasi ve iktisadi oluşumlar ise ulus devletlerin sonu anlamına gelmedi; tersine hem Avrupa’da hem de dünyada çoğalmasına tanıklık etti.

1900’lerde yaklaşık 50 olan devlet sayısının bugün 200’ü aşması, ulus–devlet formunun hâlâ önemini koruduğunu gösteriyor.

Dünyada çok sayıda Devlet olup demokratik olmayan uluslar olduğu gibi, ayrı devlet olmadan çok uluslu statüde demokratik olan ülkeler de vardır.

Bu deneyimler bize şu sonuçları öğretir:
Birincisi, bağımsızlık ve devlet kurmak her zaman mümkün değildir; bunun için öznel koşullar kadar tarihsel ve konjonktürel koşulların da uygun olması gerekir.

İkincisi, ayrı devlet kurmak otomatik olarak bağımsızlık ve demokrasi anlamına gelmez. Zira demokrasinin olmadığı yerde özgür uluslardan söz edilemez.

Üçüncüsü, bölgesel ve uluslararası koşulların elverişsizliğine dayanarak ayrı devlet kurmayı önsel olarak reddetmek ve bunu teorize etmek başka bir sorundur.

Her Türlü Milliyetçiliğe Karşıyım Demagojisi

Türkiye’de egemen ulusun sol çevrelerinde sıkça görülen “milliyetçi değilim ama yurtseverim” veya “her türlü milliyetçiliğe karşıyım” söylemleri politik açıdan masum değildir. Çok uluslu yapılarda bu kavramları dillendirmek, kurulu devlete uyumluluk anlamına gelir ve mevcut ulusal baskıyı görünmez kılar. Ezen ulus solcusu, iki milliyetçiliğe eşit mesafe iddiasının tarafsızlık olduğunu düşünse de, bu tarafsızlık ezilen ulusun somut baskısını yok saydığı için pratikte devlet pozisyonuna denk düşer. Laiklik ve sol jargonla süslense de bu söylem kolonyalist ilişkileri yeniden üretir.


Postkolonyal teoriye göre baskının görünmezleşmesi ideolojik üretimle meşrulaştırılır. Bu bağlamda “tarafsızlık” söylemi çoğu zaman egemen ideolojinin yeniden üretiminin aracıdır.

Yurtseverlik ve Enternasyonalizm Diyalektik Bir İlişkidir

Ezilen ulusun mücadelesi milliyetçilik değil, yurtseverliktir; çünkü amacı başka bir ulus üzerinde tahakküm kurmak değil, kendi yurdunda özgürce yaşama hakkını savunmaktır. Sosyalist yurtseverlik ise ulusal kurtuluşu sosyal kurtuluşla, ulusal özgürlüğü uluslararası dayanışmayla birleştirir ve bu nedenle enternasyonalizmin somut biçimidir. Enternasyonalizm soyut bir “işçi sınıfı kardeşliği” değil; ezilen halkların özgürlüğünü temel alan maddi bir zorunluluktur. Kolonyalist koşullarda “önce sınıf, sonra ulus” demek indirgemeci ve son tahlilde gericidir; çünkü ulusal baskı ortadan kalkmadan toplumsal eşitlik mümkün değildir.

Kürt Hareketinin Sınıfsal Temeli ve Tarihsel Dönüşümü

1970’lerde yükselen Kürt özgürlük hareketi, kapitalistleşmenin yoksullaştırdığı, göçle kentlere taşınan ve eğitimle tanışan köylü gençlerin taşıdığı devrimci enerjiye dayanıyordu. Türkiye sol-sosyalist hareketiyle kurulan temas, hareketin hem sınıfsal hem ulusal bilinç kazanmasını sağladı. Bu tarihsel kopuş, geleneksel aşiret aristokrasisini tedirgin ederken, komprador ve işbirlikçi sınıfları doğrudan karşısına aldı. Hem sömürgecilikle hem de onun yerel dayanaklarıyla süren çarpışma, 1990’a gelindiğinde neredeyse ikili iktidar halini aldı. Politik-askerî öncü formdan kültür-sanata, meslek örgütlerinden sendikalara ve yerel yönetimlere kadar genişledi.

2000’lere gelindiğinde, radikal demokrasi programıyla birlikte demokratik siyaset daha da genişledi; yerel yönetim deneyimi, diplomatik ilişkiler ve sivil toplum ağlarının büyümesi hareketin toplumsal kompozisyonunu dönüştürdü. Orta sınıflaşma, temsiliyet siyasetinin güçlenmesi ve mevki–statü odaklı davranış biçimleri devrimci hegemonyayı daralttı. Mücadelenin ulusal-özgürlük boyutu giderek temsiliyet ve kimlik politikalarına sıkıştı. Bu süreç, Kürt hareketinin hem teorik hem örgütsel hem de pratik açıdan yeniden kurumsallaşma ihtiyacını ortaya koydu.

Kürt Hareketinde Güncel Gerilimler

Kürt hareketinin genişleyen toplumsal tabanı ve çok kanallı siyasal alanı, iki zayıflatıcı eğilim taşır:

1. Devlet uyumluluğuna kayan pragmatizm

2. Radikal görünüşlü fakat stratejisiz ilkel milliyetçilik

Orta sınıf tavrı olarak temsiliyet siyaseti ve mevki–statü eğilimi, aynı zamanda kolonyalizm ile uyumlu olan pragmatizmdir. Bu eğilimler nötralize edilmediği zaman, demokratik siyasetin genişlediği yeni dönemde daha büyük bir politik yabancılaşma eğilimi ortaya çıkacaktır.

Daha çok “milli” olduğunu iddia eden ilkel milliyetçilik, sosyal medya ve YouTube kanalları üzerinden pompaladığı popüler Kürtçülüğün sahada karşılığı olmasa da, genç kuşaklar üzerinde geçici de olsa etkili olabilmektedir. Bu nedenle bu eğilimin ideolojik ve politik planda teşhir edilmesi güncel bir görevdir.

Bu iki eğilim, özgürlük mücadelesinin devrimci çizgisini zayıflatma potansiyeli taşır. Oysa tarihsel deneyim gösteriyor ki Kürt mücadelesinin gücü dar milliyetçilikten değil; ulusal olduğu kadar toplumcu, demokratik, kadın özgürlükçü ve enternasyonal ufuklu siyaseti örgütleyebilmesinden gelir.

Sonuç: Yurtseverlik Halkın İradesidir, Enternasyonalizm Onun Evrensel Formudur

Milliyetçilik egemen sınıfların ideolojisidir; yurtseverlik ise ezilen halkların tarihsel özgürlük iradesinin siyasal biçimidir. Enternasyonalizm, bu iradenin evrenselleşmiş hâlidir. Bir halkın özgürleşmesi, başka halkların kaybı anlamına gelmez; aksine ortak kurtuluşun zeminini büyütür. Sosyalist yurtseverlik yalnızca kendi ulusunun özgürlüğünü değil; bölgedeki tüm halkların eşit, özgür ve barışçıl geleceğini hedefleyen bir siyasal ufuktur. Kürt özgürlük mücadelesinin geleceği, bu diyalektiği kararlılıkla kurma kapasitesine bağlıdır. Tarihsel sorumluluk, genç kuşakların bu ufku benimsemesi ve örgütlü pratikte hayata geçirmesinde yatmaktadır.

Diğer Yazılar

YANLIŞ ATA OYNANDIĞINDA; KAYBEDEN KÜRTLER OLACAK

Taner Renda / 24.11.2025 Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığı sırasında Erdoğan’ın HDP’yi şeytanlaştırması ile “Yanlış olduğunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir