BOYKOT NEDİR ? NİÇİN BOYKOTA SAHİP ÇIKMALIYIZ ?

Ümit ÖZDEMİR / 09.04.2025

@masumlevrek

AKP’nin neoliberal şirket devleti, bir ahtapot gibi toplumu sardı. Şirket devletin kar ve sömürü ve rant odaklı gelişimi, kendini ister istemez sermaye sınıfının bir parçası haline getirecekti. Boykot, 18 Mart darbesi sonrası üniversite kantinlerini ele geçiren Espresso Lab adlı firmaya karşı gelişen eylemlerle boyutlandı. Ancak bu tepki ve eylemler 18 Mart öncesinden de geliyordu. Öğrenciler hayat pahalılığı ve enflasyon karşısında ezildiklerinden kantin hizmetlerinin özelleştirilmesi ve şirketleşmesine karşı kendi dayanışma kantinlerini örgütleyerek yürüme kararı aldılar. Kantin komünleri, zaten kıt kanaat geçinmekte olan öğrencilerin politize olmalarını tetikledi.

18 Mart darbesinden sonra çığ gibi büyüyen toplumsal muhalefet, İBB’ye kayyım atanmasına engel oldu. Darbenin bütün programının hayata geçirilmesine engel olan direniş, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin polis barikatını ezip geçmesiyle yeni bir seviyeye ulaştı. O seviye, anti-kapitalist, anti-tekel bir seviye olmak zorundaydı. CHP lideri Özgür Özel’in mecburen ve kısmen bazı firmaları hedef göstererek boykot çağrısında bulunmasının manası budur. Boykot, eğer tekelci sermaye gruplarıyla işbirliği içindeki siyasal iktidarın kar oranlarının artması için uyguladığı baskıcı politikanın sınıfsal içeriğini teşhir etmiyorsa, anti-kapitalist bir niteliğe bürünemez. CHP’nin yaptığı seçmeli boykot çağrısı ve ilgili firma ve sermaye gruplarıyla uzlaşıya açık tutumu, boykotun anti-kapitalist niteliğinin üzerini örtmeye yönelik bir siyasettir. Bu yüzden boykot, esasen zaten küçük cirolarla ve çoğunluğu esnaf olan işletmelerin hedeflemek yerine, AKP döneminde semirmiş, 15-20 Temmuz karşı devrim sürecinde zenginleşmiş tekelci firmaları hedef almalıdır.

Emekçi sınıfların mücadele tarihinde pek çok başarılı boykot örneği vardır. Türkiye’de yaşanan sosyal uyanışın etkisiyle sendikalar 1962’de İzmir’de fahiş et fiyatlarını 10 gün süreyle boykot ettiler. Temmuz 1965’te sebze-meyve 1967’de İskenderun’da 1968’de Adana’da sendikalar boykot yaptı-Bilgiler Emeğin Halleri x hesabından alındı)

Sermaye sınıfının boykot karşısındaki tavrı, paniğe kapılan AKP’lilerin alışverişe koşmalarıyla sınırlı değil. Sınıflı toplumu ve bunun yarattığı eşitsizliği bir erdem gibi yedirmeye çalışan burjuvazinin bütün kanatları, bu kriz anlarında kendi aralarındaki suni çatışma ve gerilimleri unutarak bir araya gelirler. İlk örneğini Paris komününde Fransız burjuvazisi ile Alman monarşist burjuvazisi arasında gördüğümüz sınıf ittifakı, devrimci krizi bastırmak adına burjuvazinin bir araya gelebileceğinin somut örneğiydi. Daha mikro ölçekte saray rejiminin koyu istibdatından çekinen “laik “ sermaye gruplarının elçi olarak Çiğdem Simavi’yi Espresso Lab’a göndererek verdirdiği fotoğraftı. Sermaye sınıfının bütün kanatları, saray rejiminde kar oranlarını inanılmaz seviyelere ulaştırdılar. Kar rekorlarının görülmemiş bir seviyeye ulaşmasında, devlet kapitalizminin yıkılması ve KİT’lerin tasfiye edilerek gündelik hayattaki bütün hizmetlerin metalaştırılması adına hemen her şeyin özelleştirilmesi olduğu kadar, yoksul halkı sefalet çukuruna itme pahasına sağlanan kredi-teşvik ve rantların payı olduğu inkar edilemez bir gerçek. AKP Türkiye’nin en çok kar eden devlet şirketi TÜPRAŞ’ı Koç Holding’e verirken, kurmaya başladığı tek adam dikta rejimine destek istedi ve istediğini aldı. TÜSİAD’a bağlı şirketlerin hemen tamamının kar rekorları kırdığı AKP’nin neoliberal dönemi, grevlerin milli güvenlik gerekçesiyle yasaklanarak ücretler genel seviyesinin fiilen düşük kalmasının yolunu açtı. Kapitalistlerin tekelci sermaye yapılarının üretimi olan enflasyon olgusu, halkımızı soymanın bir diğer aracı haline getirildi. Küçük burjuvanın boykota bakışı, işte bu gerçeklerin yadsınmasına dayalı olduğundan boykotun sınıfsal içeriğini kavramaktan acizdir. Kısmi boykot yerine boykotu bütünleyecek genel grev, bu yapılamıyorsa iş yavaşlatma vb eylem hattı otoriter faşist siyasal islamcı istibdat rejiminin sınıf kimliğini deşifre eden bir siyasallaşma düzen aktörlerinin sadece geri adım atmasına neden olmaz, aynı zamanda geniş halk yığınlarında “hak verilmez alınır” bilincinin serpilmesine imkan verir. Bu siyasallaşma bugüne kadar tabileştirilmiş, köleleştirilmiş ve vasalize edilmiş ve siyasal islamcıların ideolojik aygıtları tarafından uyutulmuş geniş halk yığınlarının zinciri kırarak kendi siyasal taleplerini ifade edebildiği ve “kendi içinde bir sınıf olma” bilincine ulaştırabilir. Siyasal uyanışların toplumsal muhalefetin katkısıyla genişlemesi ve kendini boykot, uyarı grevleri, öğrenci öz örgütlenmeleri, komünal yaşam pratikleri yle yeni enstrümanlar yaratması, olumlu bir rotaya oturması anlamına gelecektir. Kendi pratiğinden öğrenen ve öğreten, bu arada salt satın almama gibi dar sekter tutumlarla kendini sınırlamayan bir zihniyet eylemlere ilham verdiğinde tekelsiz, şirketsiz dolayısıyla sömürüsüz bir dayanışma toplumunun nüveleri oluşuyor demektir…

(Boykot zaman zaman anti sömürgeci bir siyasal içeriğe de kavuştu “Güney Afrika Apartheid rejimini kınayın ve uluslararası boykotu destekleyin- afişi “Kaynak:iscisinifisanati.com.tr)

Türkiye yeni bir siyasallaşmanın eşiğinde, bu siyasallaşma boykotu bir siyasi pazarlık konusu haline getirmeden, anti-kapitalist dayanışma ve ortak müştereklerle buluşturmak gibi hayli zor, ama bir kere başarıldığında komüner yaşam imkanlarının yolunu açacak yeni bir yola doğru evrilebilir. Komün yaşamı, para ilişkilerinin adım adım ortadan kaldırıldığı, “herkesten emeğine göre, herkese ihtiyacı kadar” ilkesinin hayata geçirildiği yeni bir siyasallaşmaya ve emeğin nihayet toplumsallaşmasına doğru giden yolu tarif edebilir. Emeğin toplumsallaştığı, insan toplumlarının nihayet kar amacı gütmeden ihtiyacı kadar ürettiği, üretileni adil bölüştüğü ve toplumsal gelişimini özgür üreticiler olarak planladığı bu siyasal evre, yarı-sömürge ekonomisinin zincirlerini koparıp atabilir. Bu ütopya gibi görünen toplumsal altyapı, ister istemez yeni ve insanlığın hayrına yeni bir üstyapı kurulmasını zorunlu kılacaktır.

Diğer Yazılar

EFLATUN: BÜYÜLENSE YENİDEN DÜNYA

Ümit ÖZDEMİR / 11.04.2025 Türk sinemasında engelli bireylerin sunumu bugüne kadar oldukça ağır ve melodramatik …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir