Ümit ÖZDEMİR / 26.07.2024
Normalleşme macerasının müellifleri, esasen varsayımlara dayalı liberal bir hayalin peşinde koştular. CHP’yi teslim alan sosyal liberal sentezin söylem dilinde ilk üreticisi Kemal Kılıçdaroğlu idi. Kılıçdaroğu’nun “hellalleşme” çağrıları ile başlattığı ılımlı liberal söylem, epigonu Özgür Özel tarafından “normalleşme” ile devam ettirildi.
Normalleşme ya da AKP cenahındaki karşılığı ile “yumuşama”, açlık düzeyine varan neoliberal saldırının halk kitleleri üzerinde yarattığı derin eşitsizliğin, neoliberal programın sahibi sermaye sınıfına yönelmemesi için uydurulmuş suni bir başlıktı. Erdoğan’ın kurduğu despotik tek adam rejimini korumak için bir tür restorasyon projesine dönmesi beklenen bu siyaset tarzı üzerine daha önce yazdığım “Restorasyon, Interregnum, AKP’nin Amok Koşusu 31 Mart Vakası” yazımı okuyabilirsiniz. Normalleşme söylemi üzerinden kurulan siyaset tamamen teslimiyetçi ve gerçeklerden uzak bir siyaset tarzıdır. CHP’yi yöneten siyasal kadro, seçim sonuçlarını bile tahlil etmekten aciz bir yaklaşımla Kılıçdaroğlu’nun 2015’te istikşafi 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi 6’lı masayla denemeye çalıştığı ancak eline yüzüne bulaştırdığı liberalleşmeyi, yeniden denedi. “Tarihte her şey iki kere tekrarlanır biri trajedi diğeri komedi” diyen Marx’ı bir kere daha haklı çıkaran normalleşme adlı apolitik siyaset, asimetrik bir siyasal güçle girilen görüşme silsilesini komediye dönüştürdü. Sorun çözme metodunu yeni ve daha büyük bir sorun yaratarak eskisini unutturma olarak benimseyen AKP ve siyasal islamcıların yarattığı sorunlar yumağının bir diğer ucunda BOP adlı emperyalist yıkım projesinin yarattığı Suriyeli sığınmacılar meselesi de vardır. Sığınmacılar meselesi, ön görüldüğü üzere hem kentlerin aşırı nüfuslanmasına koşut olarak altyapı baskısına, ucuz ve kalitesiz sömürüye açık emek rejiminin kurulmasına ve uluslararası ilişkilerde sürekli açık ve tavizler veren ülke konumuna sürüklenmemizin sebebidir. Tam anlamıyla bir açmaza ve iflasa sürüklenen Neo-Osmanlıcılığın teorideki “büyük kuramcısı” iç olgu Ahmet Davutoğlu, sorumluluktan kaçmak için “13 yıllık Suriye sorununun 8 yılında ben yoktum” diyebildi.
Sokak hayvanları meselesi, AKP’nin en eski ve en paslı silahı olan kültürel kamplaşma ve kutuplaşmayı ısıtıp yeniden önümüze fırlatmasıdır. AKP çıkardığı yasa ile kolektif bir suç ortağı yaratmaya çalışıyor. Bu suç ortaklığı, oldukça tehlikeli bir yoldur. İnsan toplumlarını faşizme sürükleyen olgu, faşist yükselişin durdurulamadığı karşı devrimci tarihsel momentlerde kolektif suç olan faşizmin yığınları bir süre sonra suç ortağına dönüştürmesidir. Sürekli iç düşman (hostile) arayan bu zihniyet, en geniş spektrumuna toplumu geniş bir barbarlığa ve manyaklığa sürükleyen paranoyayla beslenir. Paranoya üretimi ile kitleleri birbirine yönlendirilmesi sığınmacı düşmanlığı ile başlar, emeklilerin aldığı üç otuz maaş yüzünden “gençlerin işsiz kaldığı” utanmaz yalanı sonucu yoksullaşıldığı ile devam eder ve sokak hayvanlarıyla zirvesine ulaşır. Bütün bu oyun, yoksulun çektiği sefaletin sömürü düzeninden kaynaklandığı gerçeğinin üzerinin örtülmesi için sahnelenir.
Yasada tariflendiği ve belediye başkanlarına hapis cezası ön gören haliyle hayvan katliamı yasası, suçla orantısız cezanın faşizm olduğu gerçeğini bir kez daha ispatlıyor. Ama bundan da fazlası Cumhur ittifakı belediye seçimleri sonucu kaybettiği geniş imkan havuzunu, intikamcı bir yaklaşımla belediyeleri çalıştırmamak adlı sağ-tıkaç siyasetinin yeniden ve bu kez Türkiye çapında örgütlenmeye çalışıyor. AKP’den beklenen bir diğer olası hamle problemli, şiddete uğramış, istismar edilmiş sokak hayvanlarını muhalif belediyelerin bölgesine bırakılması olabilir. Bu hayvanların görüntülerinin sosyal medyada trol hesaplar üzerinden servis edilmesi ile sokak hayvanları katliamına meşru zemin hazırlanacaktır. Benzerlerine daha önce rastladığımız bu türden provokasyonlar, köpek Boji üzerinden “tramvaya kaka yapan köpek” yalan haberiyle servis edilmişti. Bojiye atılan bu iftira üzerinden yürütülmeye çalışılan karalama kampanyasının bir benzeri yukarında tarif ettiğimiz üzere sergilenebilir.
Cumhur ittifakının milliyetçi ortağı MHP’nin suçluların telaşıyla hazırladığı Sinan Ateş cinayetini tartışan 154 kişiyi hedefe oturttuğu bir iklimde “normalleşme” adı verilen ham hayalciliğin iflas ettiği bu suni ve uydurma apolitizmin özünde Cumhur ittifakına hizmet ettiği rahatlıkla söylenebilir. MHP en iyi bildiği şeyi, yani korku ve baskı yöntemlerini kullanarak ve aba altından sopa göstererek Sinan Ateş cinayeti üzerinden kendi kadrolarına yönelmesi kuvvetle muhtemel operasyonu durdurmaya çalışıyor.
Cumhur ittifakı Sinan Ateş cinayeti üzerinden birbirine ayar vermeye çalışırken, cinayeti kendi siyasi hareket sahasını genişletmek için etkili bir manivela olarak kullanan sağ siyasetin her türevi, Türkiye’deki çürüme ve yozlaşmanın kökenlerini anlamaya imkan veriyor. Makyavelizmin ta kendisine dönüşen bu siyaset tarzı, makyavelizmin açmazını da içinde barındırır. Elde olanı koruma, iktidar koltuğunu kaybetmeme adına her şeyin, her hilenin ve her aldatmacanın yapılabileceği olarak özetleyebileceğimiz bu siyaset tarzı, bu özellikleri nedeniyle çarpan etkisi ve olumsuz rol modeller yaratarak çürümenin ana kaynağına dönüşür.
Herhangi bir tarihi ve siyasi müktesebatının olmadığını her geçen gün kanıtlayan Özgür Özel’in “normalleşme” adlı suni siyasetini Lozan ile karşılaştırması ve buna benzetmeye çalışması, hayret vericidir. Lozan’da Türk egemen sınıfları, emperyalizmle uzlaşma aradı bunun mümkün olmayacağını görünce, içinde askeri güç kullanmayı göze alan caydırıcı güç seçeneklerini sahaya sürdü. Emperyalizm tarafındaki Lord Curzon’un Lozan’ı imzalarken söylediği “bir gün bu verdiklerimizin hepsini geri alacağız” sözü, emperyalizmin Türkiye üzerinde planladığı stratejiden vazgeçmediğinin belgesiydi. Özgür Özel’in anakronizmi, eğer söz konusu edebiyat olsaydı kabul edilebilirdi. Ancak örnekler bakımından normalleşme ve Lozan karşılaştırması, ne güç dengeleri, ne içinden geçilen tarihsel-siyasal konjonktür ne de görüşen ülkelerin kapsamı bakımından birbirine benzer.
Henüz 5 ay önce seçilmiş belediyelerin SGK borçlarının tahsil edilmesi için Erdoğan’ın yaptığı hamle, korkunç bir borç batağı devralmış ve borcun yarattığı kara deliği hesaplamaya çalışan muhalefetteki belediyeleri tamamen çökertme hamlesidir. Belediyeler AKP’nin elindeyken yapılan hile, cami ve meydanları belediyelerden güya satın alınarak Maliye Bakanlığı’na güya devredilmesiyle ödemiş gibi gösterilmesiydi. Böyle olunca da aslında belediyelere ait başta SGK olmak üzere pek çok borç hiçbir zaman ödenmedi. Zaten ödenemezdi çünkü AKP’nin belediyeler üzerinden kurduğu rant ve yağma rejimi borç yaratmak üzerine inşa edilmişti. Bu hamlenin kökeninde sağ siyasetin Türkiye’de her şeyi çürüten, yozlaştıran kurdukları yağma ve talan rejiminde merkezi bir rol oynayan belediyeleri arpalığa çeviren siyasetinin payı büyüktür. CHP’nin devraldığı belediyelerde bunu teşhir etmek ve sorumlularından hesap sormak yerine sineye çekip, devralınan borç batağının asli faili belediye bürokratlarından hesap sormak ise hiç düşünülmemiştir. Sadece Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 28 milyar lira civarında olan borcuyla hizmet sunulabileceğini zannetmek gerçeklikten kopuştur. İller Bankası’ndan belediyelere aktarılması gereken bütçenin kesilmesi ise belediyelerin bütün hizmet kalemlerine zam olarak yansıyacaktır. Hiç vakit kaybetmeyen İBB İstanbul’da 17 lira olan akbil ücretini 20 liraya yükseltti !
Neoliberal şirket devlet iflas etmiştir. Şirket devlet, kamu hizmetlerinin tamamen şirketleştirilmesiyle kuruldu. Tekelci basın ve kitle iletişim aygıtlarından her gün yapılan propaganda ile özelleştirme yanlısı söylemle, zihinler esir alındı ve ülkemiz tam bir yarı sömürgeye dönüştü. İzmir’de yağmurda sokakta yürürken elektrik akımına kapılarak hayatını yitiren müzisyenler Özge Ceren Deniz ve İnanç Öktemay’ın hafızalarımıza kazınan ölüm anları, özelleştirme denilen saldırıyla bütünüyle güvencesiz yaşamlarımızın neye benzediğinin ispatı değil midir ?
Erdoğan ve İngiliz Bakanı Mehmet Şimşek, bütün ekonomik göstergelerin çöküş sonrası anafora giden Türkiye ekonomisindeki açıkları yamama hamleleri, ne yaparlarsa yapsınlar paradoksal bir biçimde anaforu derinleştirecektir. Turizm gelirlerini yüksek enflasyon nedeniyle Yunanistan’a kaptıran, yüksek enflasyon nedeniyle halkın alım gücünün yok edilerek durgunluğun ve işsizliğin tavan yaptığı, yüksek faizler nedeniyle sanayi üretiminin durma noktasına geldiği, bu durumun İSO toplantısında isyana neden olduğu ve sermaye sınıfının tekstil yatırımlarını bile kaçırdığı bir ülkede, yapılan bütün hamleler öfkenin bu çöküşün müsebbiplerine dönmesini engelleyemez. Çöküşü derinleştiren bir başka faktör son 6 ayda verilen 747 milyar lira bütçe açığıdır. Bütün zamanların rekoru olan bu bütçe açığında aslan payı 600 milyar lira ile borç faizi ödemeleridir. Neoliberal Mehmet Şimşek’in yarattığı borç anaforunun finansal yağma araçları ise KKM, KOİ ve Carry Trade’dir. Yeni sömürgeciliğin bizim gibi yarı sömürge ülkeleri tek bir kurşun atmadan finansal yollarla yağmalamasının araçları olan bu finansal yağma araçları elbette halktan, geniş emekçi yığınlardan sermayeye ve onun ulusötesi birimlerine doğru müthiş bir servet aktarımı yapılması için yaratıldılar. Fikret Başkaya hocamızın tarif ettiği üzere bir sınıftan almadan başka bir sınıfa veremezsiniz…
Büyük çöküşü başlatan Özal dönemi neoliberal politikalarıydı. Bitişi ise 12 Eylülün çocuğu siyasal islamcıların eseridir. Ellerinde kalan rejimi ayakta tutmak adına sokak hayvanları üzerinden halkı birbirine sahte sınıfsallık ve kurgu siyasetle yönlendirmeye çalışıyorlar. CHP ve sosyal liberal siyasetinin açmazı ise dar koridorda siyaset yaparak, 31 Mart sonrasında restorasyon projesinin sözde ortağı olmaktı. Acı tecrübelerden de ders çıkarmayan bu siyasi kadro, “normalleşme” adlı rüyanın çalışamaz hale getirilen belediyelerle kabusa dönüştürülebileceğini göremedi.
Çözüm, halkı kendi çıkarının ve iradesinin aktörü yapmak… Bu düzen içi siyasetin yapabileceği bir şey değil. Halkın kendi iradesinin sahibi yapmak uzun erimli, sabırlı ve dirençli mücadelelerin ve herkese benimsetilecek ortak programın eseridir. Halkın selametini en yüce yasa olarak benimseyen bir sol siyaset tarzı, yığınları süratle politize edebilir ve sağ ile varyantı sosyal liberalizmin ülkeye verdiği büyük zararı ortadan kaldırabilir. Denenmemişi denemek ve kendi siyasal eyleminden öğrenerek kitlelere öğreten bir siyasi tarz, devrimci siyaset tarzıdır.