Mert Yıldırım / 09.04.2025
Son zamanlarda epey moda oldu, herkesi ve herşeyi aynı çuvala koymak. Saraçhane direnişi sırasında buna bir kez daha tanık olduk.
Herkese faşist” diyor. Yada “Aslında yoktur birbirlerinden farkları” diyerek kendince büyük laflar ediyor.
Peki herşey bu kadar düz, siyah veya beyaz mı? Ara tonlar, nüanslar yok mu? Tonlar ve nüanslar önemli değil mi?
Sahiden faşizm nedir? Mesela faşizmin politik ve iktisadi temeli yok mu? Her baskıcı ve sömürücü sisteme, her sömürgeci sisteme faşizm denilir mi?
Eskiden olsa bütün bunlar tartışılırdı. Program, strateji, taktik, çalışma tarzı vb başlıklar yanında kavramların disiplini de tartışılırdı. Ama şimdi o günlerin çok gerisindeyiz. Şimdi kısa cümleleri tercih ederken, aynı zamanda kavramların arkasını ve önünü önemsemeden herşeyi bir torbaya koyuyoruz.
Örneğin çok rahatlıkla tüm burjuva partilerine faşist deyip sapla samanı birbirine karıştırıyoruz. Böylece liberalizm, sosyal demokratlık, muhafazakarlık, milliyetçilik ve faşizm arasında olan ayrımı bir tarafa atıyoruz. Tabi bu formel mantığa göre en büyük faşizm Roma, Osmanlı ve Britanya olması gerekiyor.
Sahiden Tüm Sistem Partileri Faşist midir?
Faşizmin tarihi 1922 yılında İtalya’da başlamıştır. İtalyan’ın Mussolini’si kendisini açık bir biçimde faşist olarak tanımlamıştı. 1933 yılında iktidara gelen Hitler Almanya’sı ise Sosyalizm adını kulanarak faşizmi icra etmişti. Neyse ki sosyalizmin önüne Nasyonalizm adını koyarak büyük ölçüde enternasyonal sosyalizmin zıddı olduğunu ortaya koymuştu.
İtalya’da ve Almanya’da geçen on küsür yıllık faşizm icrası insanlık tarihinin en büyük yıkımlarına neden oldu. Ve böylece faşizm kapitalizm tarihinin en baskıcı, en kanlı rejim biçimi olarak tarihe geçti.
O dönemde, özellikle Almanya’da faşizmin iktidara gelmesinde Sosyal demokrat partinin rolü olmuştu. Çünkü sosyal demokrat partiler dahil tüm burjuva partileri, faşizmin esas hedefinin sosyalizmin anavatanı, yani SSCB olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle Hitler faşizminin iktidara gelmesine destek vermişti. Bu pratik sonucu Komintern ( Komünist Enternasyonal), Sosyal demokrat partileri “Sosyal faşist parti” olarak ilan ederek “Sınıfa karşı sınıf” siyasetini benimsemişti. Ancak bir kaç yıl aradan sonra bu siyasetin “sol sapma” olduğu görülmüş ve mahkum edilmişti.
Komintern, faşizmin analizini yeniden yaparak kapitalist sistemin en gerici rejimi olarak tarif etmişti. Ardından anti Faşist siyasetin taktik hattının nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştu. Sosyal demokrat ve liberal demokrat partilerin de içinde olduğu Halk cephesi siyasetini benimsemeye başlamıştı.
Bonapartist CHP mi? Sosyal Demokrat CHP mi?
Türkiye’de halihazırda onlarca sistem partileri bulunmaktadır. Siyasal islamci partilerden klasik faşist partilere, liberal partilerden ulusal sol partilere kadar geniş bir yelpaze sözkonusudur. Cumhuriyet Türkiye’sini kuran CHP de bu partilerden biridir.
CHP’nin kuruluş niteliği Bonapartisttir. Bonapartizm faşizm değildir ama onun eşiğidir. 1950’lerden sonra çok partili sisteme geçişle birlikte CHP eklektik bir parti haline gelmiştir.
1960’lardan sonra sol-sosyalist hareketin gelişmesiyle birlikte CHP’ye “ortanın solu” misyonu verilmiştir. Amaç sol-sosyalist hareketi sistem içine çekip pasifize etmektir. Bu arada CHP kah Bonapartist çizgi kah sosyal demokrat çizgi arasında gidip gelmiştir.
Kökeni Bonapartist olduğu için hiç bir zaman sosyal demokrat parti hüviyetini kazanamamıştır. Ama içinde sosyal demokrat damar şu veya bu oranda hep var olmuştur. Kürt alevileri dahil alevilerin ekseriyeti CHP içinde yer almaktadır. 1980 öncesinde Maraş’ta ve Çorum’da gerçekleşen Alevi katliamının CHP’nin iktidar olduğu zamanda, 1993 yılında gerçekleşen Sivas madımak katliamının SHP iktidari zamanında yapılması gerçeği değiştirmemiştir. Alevi kesiminin CHP’ye olan desteği devam etmiştir. Sürekli kıyım tehditi altında olan Alevler “seküler” CHP’yi kendisi için güvenli liman olarak görmektedir.
CHP kurulu sistemin partisidir. İçinde üç ana eğilim bulunmaktadır. Birinci eğilim kodlarını kuruluşundan alan Bonapartist eğilimdir. Bonapartizm ile klasik faşizm arasında çok ince bir çizgi bulunmaktadır. İkincisi kendisini solda gören ve sosyal demokrat olarak tanımlayan kesimdir. Üçüncü kesim ise bu iki kesim arasında gidip gelen hem ulusalcı hemde liberal diyebileceğimiz kesimdir. Bu kesim CHP de çoğunluktadır. Sol-sosyal demokrat atmosfer oluştuğunda sola yelken açmakta, milliyetçi ve militarist atmosfer oluştuğunda Bonapartizme yelken açmaktadır.
Sonuç olarak CHP’de sol ve sosyal demokrat insanlar olmakla birlikte, sosyal demokrat bir parti değildir. Kuruluş kodlarında bulunan Bonapartizm ve arasında çok ince bir çizgi bulunan faşizmin izdüşümüne sahip insanlar olmakla birlikte faşist parti diyemeyiz. Faşist demek faşizmin kavramsal sınırlarını zorlamak olur.
Gerici Günlerdeyiz!
Adına ne diyeceksek diyelim, ister açık faşizm, ister otoriterizm, ister tek adam rejimi diyelim, artık on beş yıl önceki günlerde değiliz. Yer yer 12 mart ve 12 Eylül günlerine benzer, yer yer o günlerin gerisindeyiz. O günler, yani 12 mart ve 12 Eylül açık fasizmi günleri geçici günlerdi. Ama şimdi olan bambaşka bir şeydir. Buna “faşizmin kurumsallaşması” diyenler de var, darbe mekaniği” olarak tarif edenler de. Sonuçta buna “Rejim değişikliği” demek yanlış olmaz. Bu kavramsalaşmaların hepsinin kendi içinde bir karşılığı bulunuyor. O zaman, bu manzaradan rahatsız olan herkesin bir araya gelmesi gerekiyor. Büyük bir şemsiyenin altına yani… Ama ve fakat demeden… Hem de buna en çok ihtiyaç duyanları önemseyerek… Mesela en başta Kürtler, Aleviler, Sosyalistler…Henüz kendisi için sınıf olmasa da, çark ve çekiç sallayanlar…
Ve evet bütün bu kesimlerin konuşacağı dil ne yazık ki Fransızca değil, Almancadır…
Bu günlerdeyiz yani…Lenin’in dediği gibi gerici günlerde…
Gerici günler kitle hareketinin zayıf olduğu, olan hareketlerin de kendiliğindenci ve örgütsüz olduğu günler demektir.
Bugünlerde her yere yumruk sallama imkanı yoktur. Yapılması gereken en geniş muhalefet kesimleriyle birlikte hareket etmektir.
Bugünlerde öncelikli hedef Saray iktidarıdır. Saray karşıtı kesimlerle yan yana durabilmek için asgari müştereklerde buluşulmalı. Bunun için, bu dönemde sen geçmişte bunu yaptın, ben de bunu yaparım demenin zamanı değildir. Ama bu ayrım çizgisini ortadan kaldırmak, “Herşey çok güzel olacak”, “Yürü piro” demek de değildir. İdeolojik mücadele ihmal edilmemeli. Aradaki çizgi silikleştirilmemelidir.