İSYANBUL : BİR HAYSİYET İSYANININ ŞİİRLİ ANATOMİSİ

Ümit Özdemir / 23.03.2025

@masumlevrek

Saraçhane’deyiz sloganlar atıyoruz en güzeli şu: “sandık değil çözüm sokakta” Sloganın hedefi CHP’nin bürokrat-sosyal liberal tayfası. İsyanı yatıştırmak ne mümkün ? İstanbul Üniversitesi öğrencileri, çevik kuvvet barikatını “çevik” bir hareketle yarıp geçmiş, 15-16 Haziran’daki gibi o basınca kim dayanır ?

Tam karşımızdaki duvarda 15 Temmuz kanlı darbesinde yani AKP-Fetö çarpışmasında Saraçhane’yi savunurken, hayatını kaybedenlerin resimleri var. Bizim hiç bitmeyen dejavumuz budur: Bu kez sivil bir darbeye karşı ölenlerin resimlerinin az ötesindeyiz… Az ötede bir öğrenci, elindeki Suç ve Ceza kitabını havaya kaldırmış, eyleme entelektüel bir hava veriyor… Raskolnikov mu ? Okuyabilmek için bir tefeciyi öldürmüş, sonra vicdanı ile suçu arasında kalmıştı.. Okuyan herkesi Raskolnikov yapmaya iten ölümsüz romandır. Rusya’da eğitim parasız olsaydı, Raskolnikov olur muydu ? Kafamda deli sorular…

Diktatörlük öyledir, diplomanızı iptal ederler, hiç utanmaları yoktur. Saray rejiminin işbirlikçilerinin çakma bürokrat takımı, sonradan çok pişman olacakları bir karara imza attılar. Diploma güvencesini ortadan kaldırırken, korku salacaklarını düşündüler. Korku mu ? Bir yere kadar işlevlidir. Bir noktadan sonra önce melankoli, hüzün ve sonunda isyanı tetikler. Korku, yalanın ikiz kardeşidir ve bütün iktidarlar bu ikiz kardeşi üretmek için kendi besleme medyalarını yaratmanın peşindedir. Utanmadan her gün aynı yalanı dolaşıma sokarlar. Yine de bardak taşar, çelişkilerin kırılma anı da denir buna.. Ekim devriminde bardağı taşıran son damla, Çarlık donanması askerlerine kurtlu et yedirmeleriydi. Filmi de yapıldı bilirsiniz Potemkin Zırhlısı.. Askerler isyana başlayınca uzun süredir hazırlıkları yapılan devrim sahneye çıktı.. Fransız devriminde Marie Antoinette’nin halkı hiçe sayan kibrinin dile gelmiş haliydi bu: “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü.. Haysiyet isyanı öyledir, bir damlaya bakar, insanı insan toplumu toplum yapar.

CHP, Saray rejimini “yumuşatma” siyasetiyle, restorasyon çalışmalarının tamamı iflas ettiğinde çok sert bir gerçeklikle yüzleşmek zorunda kaldı. İslamofaşizmle her uzlaşma ve restorasyon çalışması kendilerini geriye itti, gide gide Saraçhane duvarına kadar dayandılar… Tıpkı DEM Parti’nin şu ara yaşadığı yanıltmacalar ve yönlendirmelerle dolu “süreci” gibi.. Kitlelerin genel isyanı, müesses nizam tarafından kontrol edilemez noktaya geldiğinde, ortaya çıkan somut bir başka gerçek el yükseltmektir. Mecburen el yükseltirler ama öte yandan isyanı da kontrol altına almak isterler. Sömürü düzeninin bir kısmı budur, karşısında duramıyorsan yanında dur !

Menderes-Bayar istibdatının üniversiteye yönelik polis saldırısıyla başlattığı ve tam dikta rejimine geçiş hamlesine karşı 28-29 Nisan şanlı ayaklanmamızda Turan Emeksiz vurulduğunda, arkadaşları onu hastaneye yetiştirdiler. Emeksiz vefat etti, Anadolu’nun yoksullarındandır Emeksiz, İstanbul’a okumaya, memlekete faydalı bir insan evladı olmaya gelmiştir. Nereden bilsin İstanbul’un İsyanbul’a dönüşeceğini… Emeksiz’in yoksulluğunu aşmasının tek yolu okumasıydı, tıpkı Vedat Demircioğlu gibi. Günü birlik işlerde çalışıp biriktirdikleriyle okumaya çalışan Demircioğlu’nu İTÜ yurduna düzenlediği bir baskında polis camdan atarak öldürmüştü… Hikayesini bilirsiniz, tanıdıktır ve tabi yoksul, yoksulu hüznünden tanır. Emeksiz için önce Enver Gökçe “Ham meyvayı kopardılar dalından dizesinde Emeksiz’in martirliğini pek güzel betimledi ve sonra Nazım, Beyazıt’ta şehit düşen / silkinip kalktı kabrinden / ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını / yıktı şahmeran’ın mağarasını cümleleriyle selam durdu isyana.. Ama herhalde şiirden çok bir isyan manifestosuna benzeyen 555 K ile Cemal Süreya bu yolu çoktan açmıştı: Biz bir araya gelip tutturduğumuz gün hürlüğün havasını / işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz dizeleriyle isyanın estetiğini yazdı. Her isyan, kendi şiirini, kendi isyancısını ve kendi sanatını yaratır. İsyanlar umudu büyütür, umutsuzluğu yatıştırır… İsyanla umut tek yumurta ikizleridir..

Bu güzel ve hüzünlü kente İstanbul değil İsyanbul dememizin sebeb-i hikmeti budur. İsyanlar bir değil ki, Sultanahmet Mitinginde Halide Edip’in ateşli konuşması, ki kendisi nam bir Amerikancıdır. Kurtuluş savaşını başlatmıştı. Deniz Gezmiş’in Alman çeşmesi üzerine çıkarak, sosyalist gençlere and içtirmesi de 68 öğrenci isyanına neden oldu. Tarihin garip cilvesi işte, Deniz Gezmiş’in üzerine çıkıp devrimci gençlere and içtirdiği o anıt, Alman emperyalizminin Türkiye’yi kuşatıp Osmanlı’yı 1. Dünya Savaşı felaketine sürüklemesinin sembol anıtıdır. İşçiler barikatları yara yara DİSK’in kapatılmasına ve açlığa mahkum edilecek olmalarına karşı 15-16 Haziran’ı örgütlerken, bu güzel kentin ismi bir kere daha değişmişti. İsyanbul’da bir şair bastırılan bir isyanın hüznünü ağır yükünü dizelere taşıdı gece leylak ve tomurcuk kokuyor / bir basın işçisiyim / elim yüzüm üstüm başım gazete / geçsem de gölgesinden / tankların tomsonların / şuramda bir kuş ötüyor dizeleriyle direkten dönen işçi devriminin hüznünü, dile getirir. Dildir söyler, akıldır konuşur mücadeledir üretir.. Ardından Gezi isyanı geldi ki 15-16 Haziran’ın torunları bu kez, kendilerini hiç bilmedikleri “şeylerin” içinde buldular. Kahrolsın bağzı şeyler derken apolitiktiler tam yerine oturtamıyorlardı olan biteni.. İşte tam o anda bir başka şair yetişti imdada çünkü elbette bir su / kendi akacağı toprağın sertliğini bilir / ve suyun gövdesinde yırtılınca toprak / artık ırmak mı ne denir / işte devrim / ona benzer bir şeyin akışına denir. Gezi isyancılarının ayakları yeni yollarla tanıştı, dilleri yeni bir dil oldu, düne kadar bilinen kalıpların ötesine taşan bir yeni dil kurdular. Tam o esnada Ethem Sarısülük, hani şu yazları tatil yapamayan işçilerden biri… İşte o Sarısülük Ankara’da yenebilmek için istibdat karanlığını dövüşürken, katil bir polisin açtığı ateşle vuruldu, düştü sokak ortasında… Cinayeti herkes gördü, katili herkes tanıyordu: Ahmet Şahbaz. Düşenin şarkısı hiç beklenmedik yerden geldi: ben yenildim / siz yendiniz / ama ben kazandım siz kaybettiniz diyordu şarkıda Alpay.. Sarısülük yorgun ayrıldı aramızdan, isterdi ki o gündüzlerinde sömürülmeyen/ gecelerinde aç yatılmayan / ekmek gül ve hürriyet günlerinin ülkesinde yaşayabilelim. Gezi kuşağının insanları özgürlük için kaybettikleri arkadaşlarına, yoldaşlarına beraber üzüldüler. Ekmeği, kitabı ve şiiri bölüştüler kendi aralarında. İsyan, hüzne döndü bazen… bazen de dayanışmanın erdemine ve mutluluğuna..

8 Mart’ta kadınların Taksim’i zorlamasıyla başlayan yarılma, uzun süredir beklenen Yaren leyleğin görünmesiyle çok alametler belirdi yorumlarına neden oldu. Yaren leylek deyip geçmeyin sıkı bir dostluk öyküsüdür, baharı müjdeler. Bahar dediğin ise şairin bahar yakın demek ki / mevsim böyle kışladı sözlerinde tariflediği şeydir. Uzun bir kışın sonuna doğru Ernst Bloch’u anmadan geçmek olmaz. Bloch’a göre umut sadece bir beklenti, ya da arzu değildir, aynı zamanda geleceği şekillendirme potansiyelidir. Umut, mevcut koşulların ötesine geçerek var olanın sınırlarını zorlamayla ortaya çıkar. Bahar geldi zannedersiniz basit bir mevsim değişimi değildir oysa, umut isyandan büyür ve galiba İsyanbul bu yüzden umudun en yakıştığı şehirdir.

Saray rejimi kendi ikbalini soygun, yağma ve talan üzerine inşa ettiğinden ve tam da muhalefetlerini kendi istediği gibi yönlendireceği kibrine kapıldığından, beklenmedik bir sonla karşı karşıya kalabilir. Şair yazdı zaten dizesini umulmadık bir gün olabilir / kan var bütün kelimelerin altında. Hiç hesapta olmayan şey gerçekleşebilir, umut ve umutsuzluk arasında salınıp duran geniş yığınlar geleceklerini kazanmak için otoriter saray rejimine son verebilir. O sonda hakkı yenenlerin, atanamayan öğretmen adaylarının, kuru kış ayazında Kent lokantalarında kuyruğa girmek zorunda bırakılanların, iş cinayetlerine katledilen işçilerin ve cins kırımına dönüşen kadın cinayetlerinin öfkesi var. Direnişçi yazmış işte ne denir ki üzerine: “vizeleri dert ediyorsun boş ver, diplomanın da garantisi yok” Diplomalı bir işsizliğe mahkum edilmeyle, Profesörü bile bir kararnameyle lise mezunu haline dönüştüren islamofaşizme direnmek, isyanı büyütmekten başka yol kaldı mı ? Başka yol olmadığı, güzelim İsyanbul’dan büyüyen ve Ankara’ya, Trabzon’a, Konya ve başka yerlerine yayılan isyan dalgalarıyla görüldü. Boşuna mı okuduk ? Hissiyle, işsiz dolaşmanın, olmadık yollara sapmanın ve üç otuz paraya çalıştırılmanın utanç duyulması gereken adaletsizliğidir söz konusu olan… Sonrası barikatları yararak gelen ODTÜ öğrencileriyle Ankara’nın diğer üniversitelerinden gelen arkadaşlarının kucaklaşmasının gönül ferahlığıdır.

Bize göre isyanlar toplumları inşa eder. Yukarıdan resmi ideoloji, din ve aile gibi kapitalist düzenin ideolojik aygıtları tam da bu isyanlar sırasında işlevsizleşir. Brecht’in sloganları atılır tek başına kurtuluş olmadığını söylemiştir Brecht, haklıdır ama bir başka şey daha söylemiştir: Eleştiri krizden doğar ve krizi besler. Krizi besleyen eleştiri, eyleme dönüştüğünde korku yer değiştirir. Zalim ve ceberrutun hubris sendromuna, bir nevi asla iktidardan inmeyeceği yanılgısına dönüşür. Hayatın ve mücadelenin diyalektiği budur, korku en çok korkutanları esir alır. Korku duvarı aşıldığında, anlamanın aşmak olduğu kavranır. Korku ve baskıyla dumura uğratılan idrak kapıları yeniden açılır. Direnenler kucaklaştığında ve bütün yasaklar anlamsızlaştığında, korku yerini güvene ve haysiyete bırakır. Tıpkı düzenin koyduğu yasaklar ve anlamsız kurallar gibi işlevsizleşen her yasak, ona karşı mücadele edenlerin ve özgürlük için ağır bedeller ödeyenlerin ellerinin ve emeğinin ürünüdür..

Bütün mümkünlerin kıyısında olduğumuz bu enteresan ve cüretkar anı, Gezi isyanı sırasında bir duvar yazısında “Turgut Uyar’ın dizeleriyiz” diyerekten isyancıların selam durduğu Turgut Uyar tanımlasın: umut yoktur / kimse yoktur umut etmemeyi öğretecek / çünkü umut kaçınılmaz gelecektir / bütün gümbürtüsüyle / umut kaçınılmaz gelecektir çünkü / biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar…

Biri biterken bir yenisini başlatan umut, insan olmanın en temel erdemidir. Ancak umut kolektif bir şeydir ve onu yaratan şey, bir köstebeğin yeraltından açtığı tünellerde zor, zahmet yarattığı emeğin ta kendisidir. Yeryüzüne çıktığında tanıdık bir dizeyle buluşur umut. buğday nasıl filizini sürer de / çıkarsa toprağın üstüne / güzelim kırmızı elleriyle / sessizliği burgu gibi deler de / biz halkız yeniden doğarız ölümlerde..

Yazıdaki şiirler: Enver Gökçe / Turan Emeksiz, Nazım Hikmet /Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü, Cemal Süreya / 555 K, Hasan Hüseyin Korkmazgil / Haziran’da Ölmek Zor, Arkadaş Zekai Özger / Aşkla Sana, Nazım Hikmet / Türkiye İşçi Sınıfı’na Selam, Can Yücel / İşçi Marşı, Cemal Süreya / Kan Var Bütün Kelimelerin Altında, Turgut Uyar / Umuttur, Pablo Neruda / Buğdayın Türküsü.

Diğer Yazılar

EFLATUN: BÜYÜLENSE YENİDEN DÜNYA

Ümit ÖZDEMİR / 11.04.2025 Türk sinemasında engelli bireylerin sunumu bugüne kadar oldukça ağır ve melodramatik …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir