TÜRKİYE’DE SOL YAYINCILIĞIN GELİŞİMİ

(Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nin 62. Fasikülü’ndeki 27 Mayıs Sonrası Sosyalist Hareket bölümünden alıntıladığımız Doğan Özgüden imzalı bu makaleyi okumanız dileğiyle yayınlıyoruz.)

Onyıllar süren bir baskıcı dönemden sonra DP’nin 1950’de büyük kitle desteğiyle iktidara gelmesi, basın rejiminde de belli bir liberalleşmeye yol açmıştı. Bunda, yeni iktidarın önde gelen liderlerinin ’40’larda bizzat gazetecilik yapmış olmalarının ve basın özgürlüğü uğrundaki mücadeleye kendi pratikleriyle angaje olmuş bulunmalarının büyük etkisi vardı. Bu angajmanın sonucudur ki, 21 Temmuz 1950’de Basın Yasası değiştirilerek gazete ve dergi çıkarmak için izin alma zorunluluğu kaldırılmış, bildirimde bulunma yeterli sayılmış, gazete sahipleri cezai sorumluluktan muaf tutulmuştu. 13 Haziran 1952’de de, Basın Mesleği’nde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki İlişkilerin Düzenlenmesini Öngören Yasa’yla gazetecilere ilk kez bazı sosyal haklar, daha da önemlisi sendika kurma hakkı tanınmıştı. Ama tıpkı İkinci Meşrutiyet sonrasında olduğu gibi, bu coşku ve heyecan dönemi kısa sürecek, gazeteciler bir yıl dahi geçmeden kendilerini yeniden basın özgürlüğünü elde etme mücadelesi içinde bulacaktı.

DP döneminde basın özgürlüğüne ilk darbe, 19S3’de ana muhalefet partisi CHP’nin mallarına el konurken Ulus gazetesinin de yayınının durdurulmasıyla indirildi. 9 Mart 1954’te Neşir ve Radyo Yoluyla İşlenecek Cürümler Hakkında Kanun çıkartılarak basın suçları için öngörülen cezalar ağırlaştırıldı, basın dâvalarında ispat hakkı kaldırıldı, savcılara şikayete bağlı olmaksızın dava açma yetkisi tanındı. 7 Haziran 1956’da “kötü niyetli ve özel maksada matuf yayında bulunmak” ceza kapsamına alındı, gizli nitelikteki hükümet ve parti meclis grubu toplantılarını basına yansıtmak suç sayıldı. 26 Kasım 1957’de gazete ve dergi kâğıtlarının ithal ve dağıtımı devlet tekeline, 3 Eylül 1958’de de resmi ilan ve reklam dağıtımı devlet kontrolüne alınarak muhalif basın üzerinde ekonomik baskı uygulanmağa başlandı. Resmi ilan ve reklamlardan arslan payı, tirajları düşük de olsa, iktidarı destekleyen gazetelere verilirken, muhalif gazetelerin ve dergilerin, tirajları yüksek de olsa, tüm resmi ilan ve reklamları kesildi. Bu uygulamanın yanısıra, İktidan destekleyen gazeteler Başbakanlığın emrindeki “örtülü ödenek”le de beslenmeğe başlandı. Böylece Türkiye’de, tıpkı CHP’nin tek parti döneminde olduğu gibi, “besleme basın” diye adlandırılan bir uydu basın kategorisi ortaya çıktı. Bunların karşısında muhalif günlük gazete olarak Ankara’da Ulus’un yerine çıkartılan Halkçı, İstanbul’da Dünya, İzmir’de Demokrat İzmir ve Sabah Postası yaralıyordu. Bu arada, Time ve Newsweek gibi Amerikan dergilerinden esinlenerek yayınlanan Akis ve Kim haftalık haber dergileri, mülkiyeliler çevresinin çıkarttığı Forum dergisi, mücadeleci yayınlarla Türk basınına yeni bir dinamizm getirdiler.

Klasik hak ve özgürlükleri savunan basına dahi tahammülsüz hale gelen DP iktidarı, sosyalist düşüncenin yayılmasına ta başından beri karşıydı. Soğuk savaş atmosferi içerisinde tamamen ABD’nIn dümensuyunda bir dış politika izleyen iktidar, sosyalistliği afişe olanlar şöyle dursun, Türk-Amerikan ilişkilerine eleştirel gözle bakan gazetecileri dahi “komünist” veya “Sovyetler’In beşinci kolu” saymaktaydı. Sosyalist aydınlar bu dönemde sosyal gerçekleri sadece tirajı sınırlı Varlık, Yedltepe, Yeni Ufuklar, Seçilmiş Hikayeler, Ataç, Pazar Postası, Hisar gibi edebiyat ağırlıklı dergilerde veya Akbaba, Tef, Kırkbirbuçuk gibi mizah dergilerinde, ama tam bir oto-sansür altında dile getirebiliyorlardı.


Muhalif gazeteciler aleyhinde açılan davaların ilk kurbanı, Türkiye’nin o dönemdeki en yaşlı gazetecisi Hüseyin Cahit Yalçın idi. 1954’te Halkçı gazetesindeki bir başyazısından ötürü 26 aya mahkum edilerek hapse atıldı. Bunu DP iktidarının son altı yılında binlerce gazetecinin en sudan bahanelerle mahkemelere sevk edilmesi, yüzlercesinin mahkum edilmesi izledi. Bu baskı döneminin sadece ilk dört yılında (Mart 1954-Mayıs 1958), bizzat Adalet Bakanı’nın açıkladığı rakamlara göre, yargılanan gazetecilerin sayısı 1161’i, mahkum olanların sayısı ise 238’i buluyordu. Hükümetin bir provokasyonu sonucu patlak veren 6-7 Eylül 1955 Olayları’ndan sonra sıkıyönetim ilan edilerek en ufak bahaneyle gazetelerin kapatılması uygulamasına geçildi. Sıkıyönetim komutanlığı tarafından hükümeti eleştirmek yasaklandığı gibi, darlık, kıtlık ve yokluk haberleri yazılması da yasak kapsamına alındı. Aynı yıl muhalefet liderlerini izleyen gazetecilere yapılan baskıları ve saldırıları protesto ettiği için İstanbul Gazeteciler Sendikası da, hükümet kararıyla tam dokuz ay kapatıldı. Dönemin ünlü muhalif gazetelerinden Demokrat İzmir’in binası 2 Mayıs 1959 tarihinde DP militanları tarafından basılarak ateşe verildi, dizgi ve baskı makineleri tahrip edildi. Basına baskılar, 27 Nisan 1960 tarihinde TBMM Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasıyla en üst düzeye ulaşıyordu. Komisyon yayınlara yasak koyma, basım ve dağıtımını önleme yetkisiyle donatıldı. Öte yandan sıkıyönetim ilan edilerek, 12 günlük gazete ve dergi arka arkaya kapatıldı.

Aynı dönemde, hükümetin baskılarına paralel olarak, Türk Basını üzerinde kapitalist çevrelerin kontrolü da gittikçe güçlendi. Kapitalizmin gelişmesi ve tüketime yönelik sektörlerin sürüm arayışı, doğal olarak reklam kampanyalarına ağırlık verilmesine yol açıyor ve bu reklamlar giderek yüksek tirajlı gazetelerin ana gelir kaynağı haline geliyordu. Hürriyet’in 1948’de başlattığı sansasyon gazeteciliği teknolojik yenilikleri finanse edebilmek için özel sektörün reklamlarına iyice bağımlı hale gelmişti. Daha sonra yayınlanmaya başlayan Yeni Sabah, Milliyet, Tercüman veya sahip değiştiren Akşam gibi günlük gazeteler de, özel reklam pastasından daha fazla pay atabilmek için, belli içerik farklılıklarına rağmen, tiraj artırmanın tek yolu olarak sansasyon gazeteciliğini benimsemekte gecikmediler.


İdeolojik planda esasen daha CHP’nin tek parti döneminde antl-komünizme ve şovenizme koşullandırılmış olan günlük basın, DP döneminde bu çizgiyi daha sansasyonel biçimde geliştirdi. İç politikada zaman zaman iktidara ters görüşleri savunsalar da, tüm büyük tiraj gazeteleri dış sorunlarda ABD’nin dayattığı politikaların itirazsız destekleyicisi kesilmekteydi. “Sovyet tehdidi”, “komünist komplosu” istisnasız tüm gazetelerin ortak jargonuydu. Ancak bu ideolojik yakınlığa rağmen, “besleme basın” hariç, tüm gazeteler 50’lerin sonunda DP iktidarına muhalif bir konuma gireceklerdi, ilk bakışta böyle bir zıtlaşma paradoksal görünse de, bu muhalefet belli nesnel koşullardan kaynaklanıyordu: Her şeyden önce, hükümetin ekonomik politikalarının ülkeyi tam bir döviz bunalımına sürüklemesi ve geniş kitlelerin satın alma gücünün düşüşü, Bâbıâli devlerinin ekonomik durumunu doğrudan etkilemeye başlamıştı. Gazetelerin ana gelir kaynağını oluşturan özel reklamlar sürekli azalmakta, döviz yokluğu nedeniyle modern basım teknolojisinin gerektirdiği maddeler ve kağıt ithal edilememekteydi. DP iktidarının bu bunalıma çözüm getirebileceğinden, Bâbıâli patronları da umudu tamamen kesmişlerdi. Günlük basında muhalefet dozajı arttıkça. Başbakan Menderes daha da tahammülsüz hale geliyor, her konuşmasında Bâbıâli patronlarına saldırıyor, tedbir üstüne tedbir getiriyordu. Sürekli açılan basın davaları ve baskı uygulamaları nedeniyle gazete çalışanları daha 1954’den beri iktidarın karşısında yer almış, gerek şahsen, gerekse üyesi bulundukları sendikalar ve cemiyetler aracılığıyla gazete yönetimlerini muhalefete zorluyorlardı. Özellikle 1957’den sonra ekonomik bunalımdan ezilen geniş kitleler, DP iktidarının karşısına geçmiş, CHP muhalefetini desteklemeğe başlamıştı. Bırakın iktidarı desteklemeyi, gittikçe büyüyen iktidar-muhalefet çatışmasında tarafsız görünmek dahi, herhangi bir gazetenin hızla tiraj kaybına neden olmaktaydı. Tirajları devam ettirebilmek için günlük gazeteler kitlelerin gelişen muhalefetini yansıtmak ona destek olmak zorundaydı.

27 Mayıs 1960 darbesi, Türkiye’de tüm muhalefet güçleri gibi büyük basın tarafından da büyük coşkuyla karşılandı. Bir zamanlar Menderes’in dalkavukluğunu yapmış gazetelerde dahi devrilen DP yöneticileri zaman zaman iftiraya varan ifadelerle suçlanırken, darbeci subaylar “büyük kurtarıcılar” olarak göklere çıkartılıyor, efsaneleştiriliyordu. Yönetime el koyduğunda en yakın müttefik olarak basını bulan MBK’nin ilk uygulamalarından biri, hapisteki gazetecilerin salıverilmesi oldu. 12 Ekim 1960’da “Neşir yoluyla veya radyo ile işlenecek cürümler” hakkındaki 6334 ve 6732 sayılı kanunlar İptal edildi. 29 Kasım 1960’da da Basın Kanunu’ndaki antidemokratik hükümleri kaldıran 143 sayılı kanun kabul edildi. Ayrıca, 1 Aralık 1960’da Ceza Kanunu’nun 481. maddesi değiştirilerek gazeteciye, mahkemeye verilmesi halinde, iddiasını ispatlama hakkı tanındı. Darbe sonrası özgürlük ortamında sosyalist aydınlar da düşüncelerini, sadece dergilerde değil, günlük basında da duyurma olanağına kavuştular. Örneğin, Ankara’da 1960’da yayınlamaya başlayan Öncü gazetesi başlangıçta Alparslan Türkeş, daha sonra Aydın Yalçın aracılığıyla Yeni Türkiye Partisi tarafından güdümlendirilmek istendiyse de, kadrosunu oluşturan sol eğilimli genç gazetecilerin bu manipülasyonlara karşı direnmesi sonucunda sol bir yayın politikası benimsiyor, hatta Türkiye İşçi Partlsi’ni açıkça destekliyordu. Daha sonra Cumhuriyet, Vatan ve Tanin gazeteleri de sosyalist aydınların görüşlerine yer vermeye başlayacaklardı.

Bâbıâii patronlarıyla askeri yönetim arasındaki ilişkilere ilk soğukluk, MBK’nın bazı genç radikal üyelerinin “Yakında Bâbıâli’den de geçeceğiz,” şeklindeki demeçleriyle ortaya çıktı. Basın mevzuatı demokratikleştirilse de, ifade özgürlüğünün bir avuç Bâbıâli patronunun çıkar ilişkileriyle sınırlı olduğu gerçeği, radikal subayları, bu yapıyı kıracak reformlar araştırmaya yöneltmişti.

“Bâbıâli’den de geçme” tehdidinde bulunan komitecilerin kısa süre sonra tasfiye edilmesine rağmen, basın sendikalarının dayatması sonucunda MBK 10 Ocak 1961’de basınla ilgili iki önemli reformu gerçekleştirdi. 5953 sayılı Fikir İşçileri Kanunu 212 sayılı yeni bir kanunla değiştirilerek, çalışan gazeteciye patron baskısı karşısında daha güvenceli bir statü kazandırmak üzere: Gazetecinin kıdem hakkının mesleğe giriş tarihinden itibaren hesaplanması; ölümü halinde çalışan gazetecinin ailesine ek bir ödenek verilmesi; gazetelerin kapanması halinde çalışan gazetecilere kıdemine uygun bir ödenek verilmesi; çalışan gazeteciye, kendisinin istifa etmesi halinde de, kıdem tazminatı ödenmesi; aylıkların peşin ödenmesi, ödemelerin gecikmesi halinde her geçen gün aylığa yüzde 5 faiz eklenmesi; gece çalışan gazetecilere haftada iki gün izin hakkı tanınması zorunlu hale getirildi.

Aynı tarihte kabul edilen 195 sayılı kanunla çalışan gazetecilerin de temsil edildiği özerk bir Basın İlan Kurumu kurularak, gazetelere resmi ilan ve reklam dağıtımı hükümetin kontrolünden çıkartıldı. Bu önlemler, basın emekçilerini ne kadar memnun ettiyse, darbeci subaylara giderek daha şüpheci bakmaya başlayan gazete sahiplerinin şiddetli tepkisine ve top yekün MBK yönetiminin karşısına geçmelerine neden oldu. Dokuz büyük günlük gazetenin. Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah’ın sahipleri ortak bir bildiri yayınlayarak bu kanunları protesto için gazetelerini üç gün yayınlamayacaklarını açıkladılar. Ancak, basın çalışanları üç gün süreyle Basın adında bir gazete çıkartarak ve yürüyüş düzenleyerek yeni çıkartılan yasaları savundular. Gazete çıkartmamakla gazete patronları hiçbir değişiklik sağlayamadıkları gibi, fikir işçilerinin kendileri karşısında daha örgütlü ve mücadeleci bir konuma girmelerine bizzat yol açmış oldular.

Daha sonra Kurucu Meclis’çe kabul edilerek halkoyundan geçirilen 1961 Anayasası da, basının sansür edilemeyeceği, yayın yasağı konamayacağı, gazete ve dergilerin toplatılamayacağı ve kapatılamayacağı gibi hükümler getirdi. Ancak yeni anayasanın da, basın özgürlüğünü tam anlamıyla güvence altına aldığı söylenemez. Nitekim, gazete ve dergi toplatma ve kapatma konusunda mahkemelere yetki tanınarak, daha da önemlisi, 2 2 . maddede “ devletin bütünlüğünü, kamu düzenini, ulusal güvenliği ve genel ahlâkı korumak” gerekçesiyle basın özgürlüğünün sınırlandırılabileceği hükmü getirilerek ilerideki yıllarda basın özgürlüğünü hiçe sayacak uygulamalara açık kapı bırakılıyordu. Daha da önemlisi, yeni anayasa “ sosyalizme açık” olup olmama konusunda muğlaklıklar taşıyor, sosyalist düşüncenin özgürce yayılması için gereken güvenceyi vermiyordu. Nitekim, gelmiş geçmiş tüm siyasal iktidarların ortak çizgisini oluşturan sol düşmanlığı, 27 Mayıs’tan kısa bir süre sonra kendisini tekrar göstermekte gecikmedi. Tanin gazetesi yazan Aziz Nesin ile genel yayın müdürü İhsan Ada’nın 18 Mayıs 1961 günü gazetede sol propaganda yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alınmaları, Miiii Birlik yönetimini destekleyen demokratik güçlerde bir şok etkisi yarattı. Gazetenin sahibi Kasım Gülek’In. bu tutuklama olayı üzerine “Dün nezaret altına alınan muharrir Aziz NesIn’In son zamanlarda gazetemiz için yararlı olmadığına kanaat getirmiş ve kendisiyle ilgimizi kesmiştik. Tanin daima Büyük Atatürk’ün izinde ve Türk milletinin hizmetinde vazife görecektir,” şeklinde bir açıklama yayınlaması, kısa süren bir özgürlük döneminden sonra antl-komünist histerinin yeniden kabarmaya başladığını kanıtlıyordu.

MBK dönemi kapandıktan sonra, CHP’nIn başı çektiği koalisyon hükümetleri döneminde, 5 Mart 1962 tarihinde kabul edilen 38 sayılı Tedbirler Kanunu ile basın özgürlüğüne İlk yasal sınırlama getirildi. Ordu’nun baskısıyla kabul edilen bu yeni yasaya göre, “27 Mayıs devrimini söz, yazı, haber, havadis, resim, karikatür ve başka araçlarla yersiz, haksız veya gayrimeşru göstermeye çalışan veya DP iktidarını öven ve savunan” gazetecilerin cezalandırılması öngörülüyordu. Ancak, bazı kovuşturmalara dayanak olmasına rağmen. Tedbirler Kanunu kısa zamanda işlemez hale geldi. Çünkü dönem, DP’nin mirasçısı AP’nIn yükselme dönemiydi. Bu yasaya rağmen, 27 Mayıs’tan bir süre sonra yayınlanmağa başlayan Yeni İstanbul, Kemal llıcak’ın mülkiyetine geçen Tercüman ve daha sonra çıkan Son Havadis ve Adalet gazeteleri 27 Mayıs’ı eleştiren ve DP dönemini yücelten yayımlanyla AP’nln güçlenmesine önemli katkılarda bulundular.


AP’nln İktidara gelmesinden sonra, sadece DP çizgisini savunan yayınlar değil, aşın sağın çeşitli eğilimlerini temsil eden yayınlar da birdenbire artmaya başladı. Özellikle Suudi Arabistan ve Körfez emirlikleriyle ekonomik ve İdeolojik bağlarını geliştiren İslamcı çevreler, yarım yüzyıllık bir aradan sonra ilk kez Bugün, Bâbıâli’de Sabah, Bizim Anadolu, Yeni Asya gibi günlük gazetelerle ve çeşitli dergilerle seslerini güçlü bir şekilde duyurmağa başladılar. Faşist hareket ise bu dönemde Düşünen Adam, Türk Düşüncesi, Milli Hareket, Devlet, Milli Çığır, Milli Işık ve Toprak gibi dergilerle görüşlerini yayıyordu.

Sosyalist aydınlara karşı gerek MBK, gerekse daha sonraki CHP yönetimlerinin olumsuz tavrına rağmen, 1962 başında Yön dergisinin yayınlanmaya başlaması, basındaki sola açılışa yeniden ivme kazandırdı. Ancak, yayınlarında eski Kadro çizgisinin egemen olması, sınıf mücadelesinin küçümsenerek neo-Kemalist öneriler geliştirilmesi, sosyalist aydınların önemli bir kesiminin giderek Yön’e karşı mesafe koymasına neden oldu. Bununla beraber Yön, sosyalizm kelimesini İlk kez açıkça telaffuz ederek. Nazım Hikmet üzerindeki yasağı kırarak, Türkiye’nin dışa bağımlılığını ve çeşitli sömürü mekanizmalannı belgeleyerek 1967’de kapanıncaya kadar sol düşüncenin gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Bu arada Türkiye İşçi Partisi’nin “İşçi sınıfı örgütü” olarak Türkiye’de ilk kez kitlesel bir örgütlenmeyi başarması, sendikal mücadelelerin giderek şiddetlenmesi, çeşitli sosyal kesimleri ve meslekleri temsil eden demokratik örgütlerin kurulması, yayın planında Yön’ün neo-Kemalist çizgisinin hızla aşılmasına ve Marksist çizgiyi benimsemiş dergilerin çıkmasına olanak sağlıyordu. Bu İlk sol dergiler arasında, TİP taraftarı aydınların çıkarttığı ve yaydığı Eylem, Sosyal Adalet ve Dönüşüm dergilerini, Kürt aydınlarının çıkarttığı Dicle-Fırat ve Deng dergilerini belirtmek gerekir. Sosyalist düşüncenin büyük kitlelere ulaşmasında, fabrika işçisinden küçük üretici köylüye, bakkal çırağına kadar sosyal gerçeklerin duyurulmasında ve sol düşüncenin kitleler tarafından algılanmasında önemli bir aşama, Bâbıâli’nin büyük gazetelerinden Akşam’ın 1964 sonlarında bir grup sosyalist gazetecinin yönetiminde sola açılımıdır, özellikle 1965- 1966’da Akşam, bir yandan ajitatif başlıkları, olayları herkesin anlayabileceği biçimde yansıtan haberleriyle, öte yandan sosyalist aydınların kaleminden çıkmış fıkra, makale ve röportajlarıyla tirajını 300 bine kadar yükseltti. 1965 seçimlerinde TİP’in parlamentoya 15 milletvekili sokmasında Akşam’m yayınının büyük katkısı oldu.

’60’larda yurtdışına yüzbinlerce göçmen işçinin gitmesi, Bâbıâli basını için bir başka ekonomik olanak sağladı. Hürriyet, Milliyet, Tercüman gibi büyük gazeteler özel Avrupa baskıları yapmağa başladılar. İçeriği Türkiye’dekinden değişik olarak hazırlanan ve Almanya’da basılan bu gazeteler göçmen İşçilere Türklye’dekinin üç dört misli fiyatla satılırken, Avrupa’daki Türk firmalarından reklam alınarak ek bir gelir sağlanıyordu. Gazete sahipleri, yurt dışında döviz olarak biriken bu gelirleri ya ileri teknolojinin gerektirdiği malzemeyi İthal etmekte ya da yine göçmen işçilerin sırtından para kazanmaya yönelik başka ticaret ve hizmet sektörlerine yatırım yapmakta kullanıyorlardı. Tüm bu yenilikler sonucunda basında tekelleşme öyle güçlenmişti ki, 12 Mart’a gelindiğinde 1,6 milyon olan toplam günlük gazete tirajının yüzde 62’sl (Hürriyet 138 bin. Günaydın 376 bin, Saklambaç 216 bin) SimavI ailesi elinde toplanıyor, onu yüzde 15’le (246 bin) Tercüman ve yüzde 12’yle (195 bin) Milliyet izliyordu.


Bu koşullar altında, ’60’ların ikinci yarısında sosyalist gazeteciler ve yazarlar mücadelelerini ya büyük kentlerde militanca bir özveriyle çeşitli haftalık ve aylık dergiler veya sol kitaplar yayınlayarak sürdürdüler.

 

 

Diğer Yazılar

AY CARMELA: İSPANYA İÇ SAVAŞI’NA AĞIT

Ümit ÖZDEMİR / 10.02.2025 Fakat bombalar hiç bir işe yaramaz / kalplerin attığı yerde.. Sahnede …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir