Ümit ÖZDEMİR / 19.01.2025

Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri 2. cildinde Sungur Savran, Türkiye’nin 1960-1980 dönemi arasındaki sosyal ve sınıfsal çelişkilere odaklanıyor. Sınıf mücadeleleri ekseninin uzun süredir tarih araştırmaları ve yayınlarında terk edilmiş bir perspektif olduğu düşünülürse, bu çalışmanın ayırt edici niteliği daha net kavranabilir.
Sungur Savran’ın çalışmasında öne sürdüğü tezlerden dikkatimi çeken iki tez var. Bunların ilkinde Savran, Türkiye’nin 1970’li yılların ikinci yarısında “kontrollü bir iç savaş” yaşadığı, kontrollü iç savaşın kontrgerilla-özel harp dairesi tarafından yürütüldüğünü öne sürüyor. Bu tez, iç savaşın ana aktörlerini MİT-Kontrgerilla-MHP ve CIA doğru yorumlamakla birlikte, Maraş ve Çorum katliam örneklerinde yaşananlar yakından ve bir kere daha incelendiğinde zayıflıyor. Sivas-Maraş ve Çorum katliamı ile askeri darbenin kostümlü provası olan Fatsa operasyonu bir kere daha incelendiğinde, şu gerçek daha net kavranıyor: Evet Türkiye’de bir iç savaş yaşandı, ancak bu iç savaş provalarının tamamında, kontrolden çok, kör bir faşist teröre dayalı bir saldırı kampanyası izlendi. Sosyalist solu sivil faşist bir hareketle ezme stratejisine dayalı faşist terör, doğası gereği sıradan sivilleri de içine alacak bir gaddarlığa yürümüştür. Sivil faşist hareketin sosyalist solun ezilmesini ve genel olarak bütün siyasi partileri, dernekleri ve demokratik kite örgütlerinin kapatılarak tekelci sermayenin yönetememe bunalımını aşmak adına bu uğurda hemen her yolu denediği hatırlanırsa, kontrolden çok tam bir kaosa dayalı iç savaş stratejisi izlediği daha net kavranır. Bu strateji, sosyalist solun mevzi direnişleri ve DİSK önderliğindeki sınıf ve kitle sendikacılığının genel grev havasındaki sert mücadeleleriyle karşılaştığından başarısız oldu. Bu başarısızlık, tekelci sermayenin sahneye cuntacıları davet etmesiyle yani 12 Eylül askeri darbesiyle sonuçlandı. 12 Eylül darbesi, Vehbi Koç’un cuntacılara yazdığı mektupta ortaya koyduğu taleplerle kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde tekelci sermaye sınıflarının darbesidir.
Kontrollü iç savaş tezini zayıflatan bir başka olgu, sınıf mücadeleleri sonucu tekelci sermaye ve devletin düzen partilerinin genel hegemonya bunalımına sürüklenmesidir. Faşist terör ve IMF/DB patentli neoliberalizmin kumarhane kapitalizmine geçilme denemeleri iki ucu keskin bir bıçak gibi küçük burjuvazi ve tekelci sermaye kesimleri arasındaki gerilimi de arttırmıştır. Üretim sermayesi zayıf ve bu yüzden ithal ikameci modele dayalı küçük burjuvazi ve onun siyasal alandaki temsilcisi MSP’nin, tekelci sermayenin örgütü TÜSİAD ve onun siyasi alandaki temsilcisi AP ile yaşadığı gerilim, kayda değer bir gerilimdir. Hegemonya bunalımı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden kilitlenen parlamentoya, ilan edilmesine rağmen hayata geçirilemeyen 24 Ocak kararlarına kadar yayıldı. 24 Ocak kararlarına İzmir’de Tariş fabrikasında verilen yanıt ve direnişteki işçilere destek olabilmek adına İzmir halkının kahir ekseriyetinin direnişe katılması, ortada kontolün kalmadığının somut bir başka göstergesiydi. Bunalım, bütün burjuva siyasi aktörlerin müesses nizamı koruyamayacağı anlaşıldığında çoklu sistem krizine dönüştü ve bu da kaosu doğurdu. 12 Eylül cuntacılarının anıları bir kere daha incelendiğinde tekelci sermaye partilerine verilen açık-gizli muhtıralarla vaziyeti idare etmeye çalıştıkları, son ana kadar ihtiyatlı davrandıkları göz önüne alınırsa cuntacıların darbeye giden planlamalarında pek de rahat olmadıkları görülür.
Sungur Savran’ın diğer tezi devrimci kriz yaşandığı tezindeki soruna gelirsek, egemen iktidar bloğunda sınıf mücadelelerinin yükselmesiyle başlayan bölünme ve iç çatışma, burjuva siyasi fraksiyonları arasındaki gerilim ve çatışmayı büyütse de, mevcut burjuva iktidarı devirerek demokratik halk iktidarı kurabilecek düzeyde bir karşı örgütlenme hiç olmadı. Bunun birincil faktörü, sosyalist solun dünya sosyalist hareketindeki temel kutuplaşma ve çatışmayı sanki çok matah bir şeymiş gibi aynen kendi ülkesinde örgütlemesiyse, diğer faktör bu gerilim ve kutuplaşmanın bir sonucu olarak kendi içinde de sayılamayacak fraksiyonlara bölünmesiydi. Fraksiyonel bölünme, yaklaşan faşist darbe tehdidi karşısında güç ve enerji yitimiyle sonuçlandığından, ortada Sungur Savran’ın öne sürdüğü üzere bir devrimci krizden çok, solun bütün enerjisini tüketen bölünme gerçeği vardır. 12 Eylül darbesi öncesinde sosyalist solun hegemonya kurmasındaki temel düstur, can güvenliğinin bile sağlanamadığı bir siyasi atmosferde halkın, öğrencilerin grevci işçilerin can güvenliğini sağlamaktı. Birincil öncelik ya da daha havalı bir isimlendirmeyle “force major” bu olunca, savunma için özel birimler oluşturma ve mevcudu koruma hayatileşir. Hatta neredeyse bütün siyasi faaliyetler bu birincil önceliğe göre biçimlenir. Türkiye’de 1980 öncesinde ne Ekim devrimi öncesinde yaşandığı gibi devletin parçalanıp bazı kurumlarının Bolşeviklerin / Marksistlerin kontrolüne geçtiği gibi bir devrimci durum yaşanmadı. Hatta tam tersine devletin eğitim kurumları başta olmak üzere pek çok kurumunda sağcıların kadrolaşmaya dayalı hakimiyeti mevcuttu. İç savaşta, iç savaşın bir mecburiyeti haline gelen kurtarılmış bölgelerin varlığı da aslında bu yukarıda tarif etmeye çalıştığım güvenlik ve korunma ihtiyacının pratik bir karşılığıydı. Bugün burjuva tarihçileri tarafından umacı gibi anlatılan bu durum, faşist saldırıların üniversite kampüslerinden, köylere, mahallelere. kahvehanelere kadar yayıldığı bir atmosferde, nefs-i müdafaanın meşruiyetine dayalı somut ve anlaşılabilir bir şeydir.
Bütün bu eleştirilerimin haricinde Türkiye’de Sınıf Mücadeleri 2 kitabıyla, Sungur Savran önemli bir boşluğu dolduruyor. Savran’ın özellikle sol liberalizm, sol Kemalizm gibi Türkiye sosyalist solunu zayıflatan ideolojik formasyonlarının kıyasıya eleştirisi çok kıymetli. Bu eleştiri doğru düzgün yapılamadığından, Türkiye sosyalist solu, etkileri günümüze kadar uzanan ideolojik zayıflığını bir türlü aşamadı. Eserin her bir bölümü başında kullanılan şiirler de özenli bir editörlük çalışmasının somut bir örneği olarak karşımızda duruyor. Yordam Kitap’tan yayınlanan Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri 2: 12 Eylül Karşı Devrimi’nden 28 Şubat’a çalışmasında Sungur Savran, serinin 3. kitabının 28 Şubat’tan AKP dönemine uzanan tarihsel dönemi inceleyen yeni bir çalışmayla devam edeceğini bildiriyor. Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir, bu perspektif yolumuzu aydınlatacaksa Sungur Savran’ın çalışması, bu konuda araştırma yapacak yeni araştırmacıları cesaretlendirebilir..