RÖPORTAJ: “AÇIK, ÖZGÜR, MÜCADELEYE DÖNÜK” BİR TARTIŞMA YAPMALIYIZ

Politikahaber’de S.Zeki Tombak ile yapılan Ne Yapmalı serisi üzerine yapılan bu röportajı yayınlıyoruz.

Bir süredir, sosyalist solun önemli isimlerinin katıldığı “Ne Yapmalı” programının sunucularından Salih Zeki Tombak ile yapılan tartışmalardaki gündemler, değerlendirmeler üzerine görüştük.

Demokrasi İçin Birlik, HDK gibi birleşik yapılarda da görev almış olan Salih Zeki Tombak, “bu kadar farklı gelenekten önemli isimlerin bilgece, büyük bir olgunlukla, ortak konular, ortak tahayyüller üzerine konuşuyor olmasının, toprağı birlikte havalandırmasının değerini hissediyorum.” “Birleşik mücadele” ve “ittifak”larda karşılaşılan sorunların “açık, özgür, mücadeleye dönük” tartışılması gerektiğini söyleyen Tombak, tartışmanın yenilenme için hayati önemini olduğunu, “ne yapmalı” programında birçok konuyu ele alarak sürece katkı yapmaya çalıştıklarını ifade ediyor.

Bir süredir sosyalist hareketin değişik isimleriyle “ne yapmalı” başlıklı bir youtube programları yapıyorsunuz. Sosyalist hareket, genel seçimler sonrasında hayli yüksek dozlu “özeleştiri”ler yapmıştı. “Sınıftan uzaklaşma”, mücadele ortaklık kuramama vb. bu özeleştiri başlıklarının ilk sırasında geliyordu. Fakat hemen akabinde gelen yerel seçimlerde DEM Parti’nin ve CHP’nin başarıları bu “özeleştiri” dalgasının kesilmesine yol açtı. Sence solda özeleştiri devam ediyor mu yoksa genel olarak bir idari maslahatçılık mı egemen?

2024 Eylül’ünde, SONHABERCH YouTube kanalında Veysel Tekin ve Erdoğan Aydın ile birlikte “NE YAPMALI?” sorusunu merkezine koyan bir program yapmaya başladık. Bugüne kadar Mahir Sayın, Zeki Kılıçarslan, Yusuf Köse, Mehmet Yılmazer, Ziya Ulusoy, Zafer Aydın, Başaran Aksu, Ferda Koç, Binali Sağlam, Abdullah Demirbaş, Kenan Kalyon konuğumuz oldu. Bu isimlerin bazıları Türkiye devrimci hareketinin önemli geleneklerinin önde gelen kadroları.

Özeleştiri dalgasının güçlü olduğu günlerde de, Kürt siyasetinde, “hiçbir toplumsal karşılığı olmayan Türkiye solunu neden sırtımızda taşıyoruz ve TBMM’de temsilcileri olsun diye Kürt halkının oylarını heba ediyoruz” sesleri yükselmişti. Bu ilişkinin devam etmesinde Kürt siyasetinin sosyalist kanadı ısrar ediyor diye, o kanada karşı da itirazlar geliyordu. Gerçekten 31 Mart yerel seçimlerimden sonra o itirazlar da kesildi. Aslında ne gerçekten özeleştiri yapıldı, ne yapıldığı kadarıyla işçi sınıfı başta olmak üzere toplumsal mücadele dinamikleriyle bağ kurmaktan nasıl bu kadar radikal biçimde koptuk, örgütlerimiz nasıl bu kadar daraldı ve kurudu; nasıl toplumsal karşılığımız bu ölçüde zayıfladı gibi sorular üzerine kafa yoruldu. Herkes “hayatından memnun”.

“Ne Yapmalı” programıyla, mevcut durumdan mutlu olmayan, rahatsızlık duyan ve buradan çıkış için yol ve çözüm arayan bir yaklaşımla konuklarının bilgi, tecrübe ve birikimlerini konuşmaya ve hep birlikte çözüm aramaya çalışıyor. Bunu, “açık, özgür, mücadeleye dönük” bir tarzda yapmayı hedefliyoruz. Bizim yapmaya çalıştığımız tartışma, iki seçim arasında tabanın öfkesini yatıştırmak için yapılan özeleştiri ve herkesin, kendi içinde yaptığı tartışmalardan farklıdır.

Bildiğim kadarıyla birçok “birleşik mücadele” örgütünde çalıştın. HDK, DİB gibi. Bileşenlerinin kalabalıklığına rağmen bu örgütler solda birleşik tartışma ne de birleşik mücadele örgütlemede başarılı olamıyorlar. Bu tür girişimlerde eksik olan nedir, neden bir çatı altında bir araya gelip ayrı ayrı mücadele edilmeye devam ediliyor?

1980 ‘e gelirken, yerel anti-faşist “Eylem Birlikleri”nde, 12 Eylül sonrasında, “Devrimci Blok” ve “Konsey” örgütlenmelerinde, arada pek çok ortaklaşa faaliyetten sonra Halkların Demokratik Kongresi yürütme kurulunda ve Demokrasi İçin Birlik Koordinasyon’unda çalıştım.

Türkiye’de sosyalist siyaset rekabetçidir. Belki her yerde böyledir. Ama kendi tecrübeme dayanak söylüyorum, bizim sosyalist yapılarımız, birlikte mücadeleye yatkın değildir, rekabetle husumet, hatta düşmanlaşma arasında yaşar. Bir “ittifak”ta bir araya gelmiş “bileşenler”, var oldukları dernek, sendika şubesi ve meslek odaları vb. kongrelerinde hala ayrı liste çıkarıp yönetimi faşistlere teslim eden devrimciler, hepimizin bildiği hikâyelerdir.

Bu solculuk çeşidi uzun süredir sosyalist siyasi mücadeleyi, Kürt Özgürlük hareketiyle dayanışma faaliyetinden ibaret hale getirdi. Kürt Özgürlük hareketiyle enternasyonalist dayanışma çok önemli ve kıymetli. Ama tek faaliyeti protokol ilişkilerinin bir parmak altında veya bir parmak üstünde siyasi faaliyete hapsolmuş bir siyasi hayattan söz ediyorum. Böylece ortak açıklamalarla, kotalarla, protokol konuşmalarıyla yürüyor görünen birleşik yapılar gerçeğiyle karşı karşıya kalırız.

Devletin sosyalist solun işçi sınıfı içinde ve emekçi semtlerinde yaşamasına çıkardığı zorluklar bir yandan; 10 yıldır HDP’nin temsili siyaset alanında gösterdiği başarının yarattığı çekim bir yandan ve neredeyse her yıl sandık başına gidilmesi bir yandan; Sosyalist sol ve birleşik yapılar için, temsili siyaseti her şey haline getirdi. Böylece ortak çatılar, birleşik mücadele çatıları olmaktan el birliğiyle çıkarıldılar veya fütursuzca tahrip edildiler. Sosyalist sol ve birleşik yapılar için, temsili siyaseti her şey haline getirdi. Varlık iddiası ne olursa olsun, bütün mevziler temsili siyasete hazırlığın bir basamağı haline geldi. Her mevzi bir adaylık için dosya hazırlama yeri, bir tramplen olma tehdidi altına girdi. HDP seçime girerken. Toplumsal mücadele dinamiklerinin ittifak zemini olan platformlar da seçime girdi. Bir şey yapmaya değil; bir şey olmaya gelenlerin köşe kapmaca oyunlarından sınıf mücadelesi/siyasi mücadele yürütmeye neredeyse imkan kalmadı.

Sınıfa gitmek” söylemi çokça dile getiriliyor ama bu aynı zamanda toplumdan kaçış anlamına da geliyor. Sınıf siyaseti yapıyorum diyenler Kürt sorununu dert edinmiyor, bu konuda bir tek eylemi olmuyor. Bu “sınıfa gitmek” söylemi ateşten gömlek olan Kürt sorunu alanından kaçmak eğilimi taşıyor mu sence?

Kürt Özgürlük Hareketi ile enternasyonalist dayanışmadan kaçışın türlü yolları var. Bunlardan birisi şoven milliyetçiliğe teslim olmanın en açık biçimidir. “Kürt siyasi hareketiyle yakın durursak, halkımızla yığınsal bağlar kurmamız zorlaşır.” Bu gerekçeyle KÖH ile arasına mesafe koyanların kitleselleşme hayali gerçekleşmedi.

Kaldı ki Türkiye işçi sınıfı içinde Kürtler küçük bir azınlık değil. Zaten, sınıf içinde siyasi çalışma, şovenizme, ırkçılığa, savaş politikalarına itirazı içermiyorsa, ona sendikal çalışma bile diyemeyiz.

Bir de Kürt siyasetinden uzak durmak için, “siz emperyalistlerle temas halindesiniz, biz anti emperyalistiz” veya “biz laikliği çok önemsiyoruz, Kürt siyasetinin yönetim organlarının içinde inançlı insanlar var, inanç grupları bileşen konumunda; Şeyh Said’i vb ulusal mücadelenin bir değeri olarak önemseniyor; biz bu isimleri, elbette resmi tarih anlatısından, emperyalizmle işbirliği yapmış gericiler olarak biliyoruz” gibi Kemalist kaçaklar var.

Bu kaçış yollarının hiçbiri, devrime, sosyalizme çıkmaz.

Diğer taraftan Kürt siyasal hareketi hem çok büyük bir toplumsal karşılığa sahip; hem devletin sürekli hukuksuz ve düşmanca saldırılarına maruz kalıyor ve hem de İmralı’da yıllardır ağır bir tecrit altında tutulan A. Öcalan’ın tecridi; tecrit aralanırsa ne diyeceği; Rojava’da ve Güney Kürdistan’da, İran Kürdistan’ında yaşanan saldırı ve baskılar gibi asla görmezden gelemeyeceği, alabildiğine hassas olduğu konuları var. Kürt siyaseti ile stratejik ittifak kurması istenen Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin hem toplumsal karşılığı çok zayıf; hem de İran, Irak, Suriye’deki, sadece kendi kaderini değil; Ortadoğu’nun kaderini değiştirebilecek Kürt dinamiğiyle neredeyse sadece Türkiye’de değdiği, dokunduğu yüzeyleri var. Türkiye’de kazanılan seçim başarısı; birden Rojava’daki var olma, yok olma problemi karşısında önemsizleşebiliyor. Veya tecrit hafiflediğinde; Öcalan’ın ne dediği birden bire dün kendi aramızda veya kurullarımızda ne konuştuğumuzu bir kenara koyabiliyor. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, HDP tarihinde ve Türkiye siyasetinde çok önemli bir konuma sahip bu isimler, yıllardır hukuksuz olarak cezaevinde ve Demirtaş’ın yaptığı her açıklamanın ortamı nasıl dalgalandırdığını görüyoruz.

Bu durum ortadayken; yani dört ülkede, dört kan dökücülüğüyle ünlü devletin sömürgeci baskı, şiddet ve tehditleri altında yürüyen ve Ortadoğu’daki gücüyle, uluslararası siyasetin bütün büyük güçlerinin de ilişki kurup muhatap aldığı bir ulusal hareketin, sadece Türkiye’de demokratik siyaset alanında var olan bir siyasi partide bileşen(ler) olarak yer alıp stratejik müttefiki olunamaz. Etki alanı bu kadar geniş bir hareketin, Türkiye’deki demokratikleşme mücadelesinin stratejik müttefiki olunabilir; ama yukarıda dikkat çektiğim nedenlerle, müttefikimizin aklı, dönemsel hassasiyetleri ve sorunları “başka yerde” olur. Kürt siyaseti ile bütün bu başlıklarda dayanışma içinde olmak gerekir. Bileşen sollar da bugüne kadar bu dayanışmayı eksik etmemeye çalıştılar. Ama kendilerine ait bir gündemleri olmadı; bileşenlerin gündemi Kürt siyasetinin gündemi olamadı ve gündemler arasında her zaman bir hiyerarşi yaşandı.

HDP-DEM Parti dışında Emek ve Özgürlük İttifakı, bir “ittifak” olamadı. Bununla beraber yeni sınıf cephesi, yeni birlik önerileri, yeni ittifak çağrıları yapılıyor ama hâlihazırda hiçbirinde somut bir ilerleme gözükmüyor. İttifak siyaseti bitiyor mu, herkes kendi dükkânına geri dönüş eğiliminde mi? Sizin yaptığınız “ne yapmalı” programlarından çıkardığın eğilimler, sonuçlar neler?

Ne Yapmalı programında, küresel kapitalizmin bugünkü şekillenişi; yüksek teknoloji, yapay zeka, çok kutupluluk ve bloklaşmalar; Türkiye’nin uluslararası ittifaklar içindeki konumlanışı; SSCB’nin çözülüşü sonrasında kapitalist ülkelerde süren devrim ve sosyalizm mücadelelerinin ve sömürgeciliğe karşı verilen anti emperyalist, anti sömürgeci ulusal kurtuluş savaşlarının gerileyişini; devrim stratejilerini ve bugün strateji tartışmalarının yapılmamasının eksikliğini; sosyalist hareketlerin, sahada, sınıfın hayatının doğrudan bir parçası olmaktan uzaklaşmasının nedenlerini, sınıf mücadelesi tarihimizin birikimlerini, Kürt Özgürlük hareketini ve Ortadoğu’da devrim dinamiklerini, enternasyonalizmi; enternasyonalist dayanışmayı, KÖH ile stratejik ittifakı, demokrasi güçlerinin en geniş ittifakını; HDK ve HDP’yi ; Gazze’yi, Suriye, Lübnan, Yemen ve gelecekte Irak ve İran’a yönelik batının askeri operasyonlarını konuştuk. Bunlarla birlikte strateji, örgütlenme çalışma tarzı; devrimci hareketin terk ettiği eski meziyetleri; hatalarıyla/yenilgileriyle hesaplaşmaktan kaçma momentleri, siyasal taktikler konusunda yetersizliği vb vb vb üzerine konuştuk. Birleşik bir emek siyaseti; birleşik bir sosyalist çatı; HDK’nin başlangıçtaki amacı olan toplumsal mücadele dinamiklerinin ve Türkiye devrimci hareketiyle KÖH arasındaki stratejik ittifak ve yerel meclisleşmeler nasıl gerçekleşmedi; bugün bu ittifaklar nasıl gerçekleştirilebilir vb konuları da tartışmaya çalıştık.

HDP-DEM Parti içindeki ittifak da, Emek Özgürlük ittifakı da, aksi yönde kim ne derse desin, seçim ittifakından, kotalardan, kontenjanlardan ibarettir. Açık devrimci eleştirinin yapılamadığı; taraflar arasında eşit yoldaşlık ilişkisinin kurulamadığı, herkesin birbirinin devrimciliğinden sorumlu olmadığı ve toplumsal mücadele alanlarında birleşik bir mücadelenin ürünü bir yoldaşlık yaratılamadığı şartlarda yapılan, seçime dair beklentiler temelinde seçim ittifakıdır. Üstelik bileşenlerin toplumsal karşılığı zayıfladıkça, temsili siyaset neredeyse tek varoluş alanı haline geldikçe, kotalara, kontenjanlara sarılmalar güçlenmekte, parti içindeki mevcudiyetleri bileşenlerden çok daha fazla olan bireylerin yok sayılması eğilimi öne çıkmaktadır.

İttifak siyasetinin bitişinden ziyade, sahadan kopma, işçi sınıfının hayatının bir parçası olmaktan vazgeçme başta olmak üzere toplumsal mücadele dinamikleriyle ilişkiyi “direniş ziyareti” ve bildiri yazma sosyal medyada paylaşım yapma düzeyine indiren örgütlerin bitmesinden, parti ile toplum ilişkilerini parti-seçmen ilişkisine indirgemiş, politika üretmekten ve politika yapmaktan uzaklaşmış yapıların giderek sistem partileri haline gelmesinden bahsedebiliriz. Yaşanan budur.

Ne Yapmalı programında bu durumdan çıkış için, eski ve sağlam yol ve yöntemleri, yüz yüze çalışmayı, dayanışmayı, sınıfın hayatına onun bir parçası halinde dokunmayı yeniden hatırlıyoruz. Tartışmanın yenilenme için hayati önemini; geçmişte üzerinden atlanmış hesaplaşma mecburiyetlerini; zoru görünce, devrimci tutum almak yerine kaçışları tespit ediyoruz. Gezi’den devrimci bir sıçrama çıkarmaya odaklanmak yerine “sandığa tıkılmayı” kabullenmenin nedenlerini değerlendiriyoruz. Strateji tartışmalarının hayatiyetini; taktik üzerine çalışmanın önemini konuşuyoruz.

Bu kadar farklı gelenekten önemli isimlerin bilgece, büyük bir olgunlukla, ortak konular, ortak tahayyüller üzerine konuşuyor olmasının, toprağı birlikte havalandırmasının değerini hissediyorum.

Ne Yapmalı sorusunun Lenin’den bu yana her zaman doğru ve kritik bir soru olduğunu, zihinleri ve kalpleri birbirine açtığını, yapmaya çalıştığımız çalışmadan da tecrübe ediyorum. Bu tecrübeyi çok daha geniş bir çevrenin sahipleneceğini ve paylaşacağını umuyorum.

Ne yapmalı tartışma serisinin Youtube kayıtları

NE YAPMALI: ORTADOĞU VE DÜNYADA SOSYALİST DÜNYANIN ACİLİYETİ

NE YAPMALI: ÇÖZÜM İLE KAYYUM TAHAKÜMÜ ARASINDA KÜRT SORUNU

NE YAPMALI: İŞÇİ HAREKETİ VE SOLUN MEVCUT DURUMUNDA NE YAPMALI ?

NE YAPMALI: SINIFIN HAK MÜCADELELERİNE NİTELİK SIÇRATMAK İÇİN SOSYALİST HAREKET NE YAPMALI?

NE YAPMALI: FAŞİZM VE KÜRESEL SAVAŞ TEHDİDİ KARŞISINDA NE YAPMALI

NE YAPMALI: İÇERDE VE DIŞARDA “YOLDAŞLIK” “MİLİTAN DAYANIŞMASI”

Diğer Yazılar

AY CARMELA: İSPANYA İÇ SAVAŞI’NA AĞIT

Ümit ÖZDEMİR / 10.02.2025 Fakat bombalar hiç bir işe yaramaz / kalplerin attığı yerde.. Sahnede …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir