PANORAMA 2024: GEÇEN YILIN GÜNCESİ.

Ümit ÖZDEMİR / 30.12.2024

@masumlevrek

Almanak, Yıllık ya da televizyon haberciliği diliyle Roll-Up, geçen yılda öne çıkan önemli siyasi, ekonomik, sportif olayların serimlenmesiydi. Unutulmuş bu geleneği canlandırmak, sol bir yorumla okuyucularımıza dünyada ve Türkiye’de neler olup bittiğini aktarmak haberciliğin giderek zayıflatıldığı, tek sesli medya döneminin başlatıldığı neoliberal evrede önemli bir görev. Hafızaları yenilemek için hazırladığımız Panorama 2024, başka örneklerle umarım bu geleneği yeniden canlandırır.

Türkiye 2024’e yine çok yüksek enflasyonla girdi. NAS ekonomisiyle enflasyonu patlatan saray rejimi, burjuvazinin en adaletsiz vergilendirme yöntemi olan enflasyonu düşürmek şöyle dursun, sermaye sınıfı adına yıl içinde enflasyonu sürekli yükselten bir ekonomi politika yolu izledi. Açıklanan TÜİK enflasyonu %64.77 iken, açıklanan bu rakamın inandırıcı olmadığı, pek çok ekonomistin sosyal medya yayınından ve ENAG’ın açıklamalarıyla ortak kanaat haline geldi.

1 Ocak’ta Galata köprüsünde Filistin için siyasal islamcıların düzenlediği miting, cihat çağrıları ile gerici bir boyut kazanırken, yıl içinde gazeteci Metin Cihan’ın x hesabından yaptığı haberlerle Türkiye’nin İsrail’e her türden mal ve silah yapımında kullanılan çelik satmasıyla fiilen soykırımdan yana bir tutum aldığı ortaya çıktı. Metin Cihan’ın gemi takip rotalarını internet kaynaklarından araştırarak yayınladığı belgelerle yeni bir kamuoyu oluştu. Belgelerin yayınlanmasıyla mobilize olan yoksul siyasal islamcıların protestoları, AKP ve işgalci-soykırımcı İsrail’i teşhir eden bir içeriğe büründü. TRT World Forumu’ndaki konuşması esnasında Erdoğan’ı protesto eden Filistin İçin Bin Genç grubundan bir grup gencin, kameralar önünde yaka paça tutuklanmasıyla zirvesine ulaştı. Siyasal islamcılar arasındaki sınıfsal yarılmaya da işaret eden bu protestolar, Filistin “davasının” Hamas’ın eliyle islamizasyona tabi kılınmasıyla siyonizme hizmet eden bir yola girdiğini bir kez daha kanıtladı. Metin Cihan’ın yayınladığı belgeler ile gerçekleşen siyasal mobilizasyon, İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma, AKP tarafından verilen ticari destek, siyasal islamcı ajitasyonun gerçekler karşısında düştüğü aczi ispat etti.

19 Ocak’ta Saray rejimi, Astronot Alper Gezeravcı’nın Türkiye kaynaklarından 3.5 milyon dolar ödenerek uzaya yaptırılan seyahati büyük “bilimsel” bir zafer olarak ilan etti. Gezeravcı daha sonra AKP’nin seçim malzemesi haline getirildi.

23 Ocak’ta Türkiye İsveç’in NATO üyeliğini onayladı. Böylece Ukrayna-Rusya savaşının yarattığı gerginlik ve çatışma iklimi, NATO’nun kışkırtması ve çağrılarıyla tarafsız bir ülke olan İsveç’i NATO üyesi yaptı. Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini kayıtsız koşulsuz desteklemesi ve parlamentosundan muhalefeti ve iktidarıyla NATO üyeliğini onaylaması, Türk dış politikasının 1950’ler sonrası giderek Batı kampına yanaşmasıyla biçimlenen emre amade çizgisiyle uyumluydu.

28 Ocak’ta İstanbul Sarıyer’de bulunan Meryem Ana Doğuş kilisesine yapılan saldırıda bir kişi hayatını kaybetti. Cihadist terör örgütü IŞİD’in saldırısı, kilisenin müdavimi Polonya konsolosluğunu hedef aldığı çok sonra öğrenilecekti.

2 Şubat’ta Saray rejiminin Merkez Bankası başkanı Hafize Gaye Erkan istifa ettirildi. Erkan’ın istifasında Hürriyet Gazetesi’nden Ahmet Hakan’a verdiği röportajda, sarf ettiği sözlerin etkili olduğu iddia edildi. Erkan’ın istifa ettirildikten sonra Merkez Bankası’nda babası için özel bir oda ve görevliler tahsis ederek kayırmacılık yaptığı da ortaya çıktı.

13 Şubat’ta İliç’te maden iş cinayeti meydana geldi. Daha önce saha mühendisleri tarafından yapılan pek çok uyarı ve ölçüm raporlamasına rağmen yaşanan iş cinayeti, olayın basit bir ihmal olmadığı tartışmalarını beraberinde getirdi. Kazada yaşamını yitirenlerin cesetlerine aylar sonra ulaşılabildi. İliç iş cinayeti ve çevre katliamı, Soma gibi kapitalist vahşi madenciliğin insan ve doğa kaynaklarını yağmalandığının ispatıydı.

Mart ayının en önemli olayı 31 Mart yerel seçimlerinden CHP’nin seçim zaferiyle ayrılmasıydı. CHP kendi “cam tavanını” kırmakla kalmadı, daha önce hiç belediye başkanlığı çıkaramadığı Adıyaman gibi kentlerde kazanmayı bildi. Saray rejiminin halkı yoksullaştıran ekonomi politikasına yönelik öfkenin net bir biçimde açığa çıktığı 31 Mart seçimleri, muhalefet bloğunun 23 Mayıs’ta yaşadığı kaybın ardından yeniden toparlanması için bir fırsat yarattı.

2 Nisan’da Gayrettepe’de yeni bir iş cinayeti daha gerçekleşti. Bir gece kulübünün tadilatında çıkan yangın, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin hiçe sayıldığını yeniden ispatladı. Gece kulübü tadilatında kullanılan elyafların üzerine kaynak kıvılcımlarının sıçraması üzerine çıkan yangında 29 işçi hayatını kaybetti…

14 Nisan’da Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı üst üste ikinci kez Eurolig şampiyonu oldu. Voleybol Kadın Milli Takımı’nın başarısından sonra Fenerbahçe’nin bu başarısı, kadınlara pozitif ayrımcılık uygulandığında elde edilecek sonuçların olumlu sonuçlarını göstermesi bakımından örnek oldu.

25 Nisan’da Çorlu Tren Faciası’nda karar çıktı. Kararla faciada hayatını yitiren 25 yolcunun yakınlarının büyük bir özveri ve mücadeleyle sürüklediği davada, Ulaştırma Bakanlığı’ndan sorumlu düzeyde hiç kimsenin ceza almaması dikkat çekti.

1 Mayıs’ta İstanbul’da emek ve demokrasi güçlerinin Saraçhane’den yaptığı yürüyüş çağrısı, büyük bir polis ablukasıyla durduruldu. DİSK’in yürüyüşe katılan işçileri meydanda bırakıp terk etmesiyle büyüyen kriz, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da alanı terk etmesiyle yeni bir boyut kazandı. Emek ve demokrasi güçleri, polis barikatını zorladılarsa da Saraçhane’den Taksim’e yürüme girişimi ne yazık ki başarısız oldu. 1 Mayıs’ta yaşanan bu olumsuz tablo, 31 Mart seçimlerinden sonra yaşanan olumlu havanın dağılmasıyla sonuçlandı. Yürüyüşte göz altına alınan çeşitli siyasetlerden sosyalistler, aylarca süren duruşmaların ardından serbest bırakıldılar.

26 Mayıs’ta Ankara Tandoğan meydanında CHP’nin düzenlediği miting ile emeklileri yoksullaştıran saray rejimi karşıtı blok, yeniden toparlanmaya çalışıldı.

Cannes Film festivalinde en çok tartışılan film olan The Zone of Interest (ilgi alanı) seyirciden tam not aldı. İlgi alanı ile kapitalizmden faşizme geçmiş bir ülke olan Almanya’da Auschwitz toplama kampının hemen yanına kurulan bir evdeki mükemel aile ortamı ile az ötede işlenen büyük insanlık suçunun varlığı, dramatik olay örgüsünü gösterir. Nazi zulmü devam ederken az ötede hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranan Nazi subayının “mutlu aile” yuvasının yarattığı kontrast, Avrupa’da ırkçılığın ve mülteci karşıtlığının yükselişe geçmesiyle birlikte okunduğunda filmin etkisi de ortaya çıkar. Sinemayı bıraktığını üzülerek öğrendiğimiz işçi sınıfının yönetmeni Ken Loach, son filmi Old Oak (Umudunu Kaybetme) ile mülteci meselesinin politik sonuçlarını tartışır. Kimsenin sebepsiz göçmediği bu dünyada, sınıfdaş iki halkın arasındaki sorunların tali meseleler olduğunun altını çizen Loach, halklar arasındaki gerginlik ve çatışmayı sömürüyü derinleştirmek için kışkırtannın burjuvazi olduğunu gösteriyor. Loach, Umudunu Kaybetme filminde “bizi soyanlar yoksul ve göçmen değil, buralı ve zengin” fikrini işliyor. Türkiye’de 2024’te vizyon şansı bulabilen film, birkaç sinema salonunda gösterilebildi. Sol liberallerin 1978’de Ankara’da ülkücü faşistler tarafından 7 TİP’li öğrencinin katledilmesinin faillerini aklama girişimi olan Hiç Bir Şey Yerinde Değil filmi, film sanatının gerçekçilikten kopuk, ideolojik yanıltmaca örneklerinden biri olması bakımından kötü bir örneğiydi. Cem Karaca’nın Gözyaşları filmiyle yönetmen Yüksel Aksu, sol-protest müziğin ustasını var eden politik koşulların izinden yürüyerek, biyografik filmler serisine geçeceğini gösterdi. Görüntü yönetimi ve oyuncu İsmail Hacıoğlu ile Yasemin Yalçın’ın performanslarıyla film, 2024’ün akılda kalan yapımlarından biriydi.

Müzik alanında ise yılın en iyi çalışması Kalan Müziğin hazırladığı Abdallara Kalan albümü oldu. Anadolu müziğinin en köklü ve kadim geleneklerinden biri olan Abdal geleneğini yaşatmak adına yeni kuşak halk müziği sanatçılarının yorumladığı türkülerden oluşan albüm, T24 yazarı Murat Bjetuğ’un tanımıyla “kıratı ölçülemez değerde bir albüm” dü. Bir diğer önemli çalışma Müzik TR 100, Cumhuriyetin 100 yıllık müzik mirasını bir arkeolog titizliğiyle, birden çok formatta bir araya getiren bir çalışma. Çalışmanın müelliflerinden olan Murat Meriç ve Derya Bengi’nin Cumhuriyetin 100 yıllık müzik mirasından kayıtlardan oluşan müzikal kültürel miras örnekleri Müze Gazhane’de görülebilir.

 

27 Mayıs’ta Öğretmenler Sendikası üyesi öğretmenlerin taban maaş istiyoruz talebiyle başlattıkları eylem polis müdahalesiyle karşılaştı. Eğitim emekçilerinin eylemde haykırdıkları “Patronların bakanı Yusuf Tekin istifa” sloganıyla eğitimde özelleştirme saldırısının ana kaynağına işaret ettikleri eylemler, devrimci öğretmenliğin bayrağını güvencesiz öğretmenlerin taşıdığını gösterdi. Öğretmenler Sendikası’nın protesto yürüyüşleri, Ankara ve İstanbul’da parklarda tutulan nöbete dönüştü. Ücretli öğretmenlikle, öğretmenlik gibi önemli ve değerli bir mesleği itibarsızlaştıran, öğretmenleri yoksullaştırarak ek iş yapmak zorunda bırakan neoliberal zalimliğe karşı yükselen muhalefet, yıl içinde çeşitli eylem ve protestolarla devam etti. Öte yandan KPSS sınavını kazandıkları halde AKP’nin tasfiye sistemi olan mülakata takılarak elenen ve işsiz bırakılan öğretmen adaylarının protestoları da eğitimde neoliberal saldırı dalgasının hak gasplarıyla devam ettiğinin bir başka kanıtıydı. Eğitim sezonunun başlamasıyla birlikte, tasarruf tedbirleri olarak izah edilen devlet okullarındaki müstahdem kadrolarının ortadan kaldırılmasıyla ortaya çıkan temizlik ve hijyen sorunu, halk sağlığını tehdit eder boyutlara ulaştı. MEB’in tarikatlarla imzaladığı protokoller, ÇEDES ile şeriatçıları okullara davet ederek çocukları istismara açık hale getiren eğitim politikalarını fiilen desteklemesi, MESEM ile çocuk işçiliği ve sömürüsünü özendirmesi, AKP’nin eğitimdeki karşı devrimci hamleleriydiler. Eğitimde yaşanan bu çöküş tablosunun müsebibinin AKP’nin eğitimi piyasacılıkla-gericilik arasında sıkıştıran politikası olduğunun kesinlik kazanmasının ardından, kamusal bir hak olan eğitim hakkının kamusal temelde yeniden inşaası hayati bir önem kazandı.

2 Haziran’da İstanbul Küçükçekmece’de 3 katlı bina aniden çöktü. Daha önce çatırdama seslerinin duyulduğu bildirilen binanın bu biçimde çökmesi, beklenen İstanbul depreminde gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel büyük facianın küçük bir modellemesi olarak kayıtlara geçti.

Temmuz ayı sportif başarıların yaşandığı aydı. Altyapısı sağlam örülen kadın voleybolunun üst üste başarıları U 20 ve U 16 kadın voleybol takımlarının Balkan şampiyonluklarıyla devam etti. Olimpiyatlarda okçuluk ve Yusuf Dikeç ve Şevval İlayda Tarhan’dan oluşan atıcılık dışında kayda değer hiçbir başarı elde edilememesi eleştirileri ayyuka çıkardı. Eleştirilerin odağındaki Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’ın bakanlık bütçesinin önemli bölümünü AKP hinterlandındaki tarikat ve vakıflara aktardığı ortaya çıktı. Türkiye 3 Ağustos’ta sona eren Paris olimpiyat oyunlarında toplamda 3 altın 5 bronz madalya kazanarak olimpiyat tarihinde en başarısız dönemini yaşadı…

7 Temmuz’da Fransa’da seçimlerin ikinci turu yapıldı, 30 Haziran’daki ilk turdaki tablonun aksine, solcu Yeni Halk Cephesi’nin kazandığı seçim, Fransa’nın neoiberal devlet başkanı Macron’un bütün hesaplarını alt üst etti. Sağcı Macron’un tıkaç siyaseti izleyerek parlamentoda çoğunluğu elde etmesine rağmen, NFP’nin yerine AB Komisyonu üyesi Michel Barnier’i görevlendirmesi, siyasi krizi derinleştirdi. Barnier’in 5 Aralık’ta güven oyu alamayarak düşürülmesinin ardından siyasi belirsizlik devam ediyor.

19 Temmuz’da insanca bir ücret, sosyal haklar ve mobbinge son çağrısıyla örgütlenen 15 işçinin işten çıkarılmasıyla başlayan Polonez direnişi halen devam ediyor. Polonez direnişçileri uyguladıkları çeşitli eylem yöntemleriyle seslerini duyurmaya çalışırken, mücadele eden işçilere de yolu gösterdi.

Ağustos Intagram yasağıyla açıldı. Hamas lideri Haniye için Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın bir mesajına Instagram yönetimi tarafından getirilen yasak, Türkiye’de bütün Instagram kullanıcılarına yönelik daha büyük bir yasağa dönüştü. Kullanıcılar yasağı VPN yazılımlarıyla aşarken, bilişim uzmanları VPN kullanmanın olası sakıncalarını dile getirdiler. Instagram yasağı ve sansür, devletin ve saray rejiminin tarihsel köklerinden gelen bilgi ve iletişimi sansürleme refleksinin son örneği olarak kayıtlara geçti.

2 Ağustos’ta mecliste AKP-MHP bloğunun oylarıyla kabul edilen hayvan katliamı yasası, resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Hayvan hakları ve kamu oyundan yükselen bütün itirazlara rağmen geçirilen yasa ile hayvanların belediyeler tarafından itlaf edilmesinin önünde hiçbir engel kalmadı. Ankara Altındağ ve Gebze hayvan barınağından gelen hayvan katliamı görüntüleri infialin büyümesine neden olurken yasa, karşıtı hayvan sever örgütlerin desteğiyle Eylül ayında Yenikapı meydanında mitinge konu oldu. Hayvan katliamına engel olmak için verilen mücadele devam ediyor.

16 Ağustos’ta İzmir başta olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinde çıkan yangınlar gündeme damgasını vurdu. Yangınlara müdahale ekipmanı ve personelinin yetersizliği, neoliberalizmin kamuyu yok eden politikalarının tartışılmasına neden oldu.

17 Ağustos’ta U 20 Kadın Voleybol Milli Takımı’nın Avrupa şampiyonluğu, kadın voleybolcuların yeni bir başarısı olarak tarihe geçti.

31 Ağustos’ta Harp Okulu mezuniyet töreninde sınıflarını birincilikle bitiren kadın teğmenler gündeme damgasını vurdu. Harp okullarından mezun olan teğmenlerin, yemin töreni görüntüleriyle başlatılan soruşturma ve ihraç talebi, saray rejimi ile muarızları arasında yeni bir kutuplaşmanın başlığına dönüştü.

Ağustos ayı kara Afrika’da darbeler ayıydı. Gabon’da Ali Bongo’nun, hileli bir seçimle oyların % 64’ünü aldığını açıklanmasıyla tetiklenen darbe süreci sonucunda Bongo devrildi. Nijer’deki darbe AB’nin Nijer’deki zengin uranyum yataklarını yağmalayan Fransız Orano şirketine karşı gösterilen tepkiden kaynaklandı. Nijer’deki sömürgeleşmeye eşlik eden ABD, Fransa ve AB ülkelerinin askeri varlığına büyük darbe indiren darbeyle, AB’nin Rusya’ya uygulanan ambargoya karşı Afrika kaynaklarını devreye sokma planı da berhava oldu. Henüz anti-kapitalist bir içeriğe bürünmese de bu darbeler silsilesinin sınıf mücadelesinin gelişkin olmadığı yarı sömürge tipi ülkelerde ortaya çıkması, bu ülkelerin sosyo-ekonomik yapısının özgün bir ürünüdür. Böylece 1950’lere damgasını vuran üçüncü dünyacılık, bir kez daha ortaya çıkarken, emekçi sınıflar adına tıpkı 1950’lerin Arap monarşilerini deviren Nasır, Baas rejimlerinin kalkınma yolunu açmasına benzer bir yola girileceği de yapılan siyasi yorumlardan biri. Batı basını tarafından Afika’da gerçekleşen darbeler silsilesinin perde gerisinde Rusya’nın olduğu iddia edilse de, aslında bu darbeler silsilesi, tarihsel referans noktaları çok sağlam olan ve sömürgeciliğe karşı yükselen ulusalcı tepkinin ürünüydüler.

Ağustos ayı AKP’nin Türkiye’de tarım ve hayvancılığı çökerten tarım ve hayvancılık politikaları nedeniyle, çiftçilerin protestolarıyla devam etti. Balıkesir, Bursa ve ülkenin çeşitli yerlerinden yükselen protestoların temel motivasyonu, çiftçilerin ürünlerinin maliyetlerini karşılamaya yetmemesiydi. Protestolar ve traktörlerle yol kesme eylemleriyle ortaya çıkan öfke, muhalefet milletvekillerinin yatıştırma çabalarıyla düzen içi muhalefetin düzen adına üstlendiği rolü bir kere daha kanıtladı. Çiftçi protestoları, henüz kapitalist tarım şirketlerinin yağma ve sömürüsünü hedef alan bir örgütlülüğe ulaşmasa da, 2024’ün kayda değer protesto hareketlerinden biri olarak tarihe geçti.

4 Eylül’de Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Ankara’da resmi törenle karşılandı. Siyasi yorumculara göre Sisi ve Mısır rejimi ile barışma ve uzlaşma zemini olarak yorumlanan bu ziyaret, Türkiye’nin Orta Doğu dış siyasetinde “değerli yalnızlık” söyleminin aslında ne kadar boş bir söylem olduğunu bir kez daha ispatladı.

8 Eylül’de Diyarbakır Tavşantepe köyünde 21 Ağustos’tan beri kayıp olan 8 yaşındaki Narin Güran’ın cansız bedenine ulaşıldı. Narin Güran’ın neden öldürüldüğü günlerce ve haftalarca gündemi meşgul ederken, çocuk haklarının ihlal edilmesine yönelik tepkiler ve eleştiriler görülmemiş bir seviyeye ulaştı. Yargılama sonucu Güran’lardan anne Yüksel Güran, ağabeyin Enes Güran ve amca Salim Güran ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alırken, Narin Güran’ın cansız bedenini saklayan Nevzat Bahtiyar 4 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Narin Güran’ı kimin öldürdüğü ise hala meçhul !

Fernas Maden İşçileri’nin insanca yaşama ve çalışma koşulları için başlattıkları grev ve eylemler 2 Ekim’de Bağımsız Maden-İş sendikasının anlaşmayı imzalamasıyla sona erdi. 19. yüzyıldan beter koşullarda çalıştırılmak zorunda bırakılan Fernas maden işçilerinin Ankara’ya yaptıkları çıplak ayaklı yürüyüş ve eylemler böylece hedefine ulaşmış oldu.

Kadın cinayetlerinin hız kesmediği 2024’te yılın ilk 11 ayında 233 şüpheli olmak üzere, 375 kadın cinayeti işlendi. Sayının artmasından endişe edilirken, İstanbul sözleşmesinden tarikatların talebi üzerine çıkan saray rejimi, kadınların güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak yerine, mevcut özgürlüklerini de yok edecek yeni adımlar atmaktan imtina etmedi. Neredeyse her gün üç kadının öldürüldüğü cinnet vatanımızda, akıllara kazınan en vahşi cinayet, 3 Ekim’de Edirnekapı surlarında işlenen İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil cinayetleriydi. Bu vahşi cinayeti işleyen Semih Yalçın, işlediği cinayet sonrasında surlardan atlayarak intihar etti. İncel adlı bir tür internet faşisti grubuna üye olduğu ortaya çıkan Semih Yalçın’ın evinde yapılan aramalarda tuhaf objeler ele geçirildi. Cinayet sonrası feministlerden büyük bir protesto dalgası yükselirken, koruma amaçlı sprey satışlarında yaşanan patlama, güvenlik kaygılarının arttığına işaret ediyordu.

9 Ekim’de Discord’a getirilen erişim yasağı ile sosyal medya üzerindeki tartışmalar yeniden alevlendi.

14 Ekim’de Nobel Ekonomi Ödülü’nü Daron Acemoğlu, Simon Johson ve James A. Robinson kazandı. Türkiye’den ilk defa bir ekonomistin layık görüldüğü ödüle konu olan araştırma, kurumların nasıl oluştuğu ve bunun refahı nasıl etkilediği üzerineydi. Acemoğlu’na soldan yöneltilen eleştirilerin kökeninde, kurumsal yapıların oluşmasında salt reformların etkili olamayacağı yönündeydi. Kurumsal yapıları çökerten, ülkeleri yağmalayan ve ekonomik reformlara engel olmak için askeri, para-militer örgütleri kullanan emperyalizm geriletilmeden reformların nasıl kalıcı olabileceği hala yanıtlanmayan bir soru.

17 Ekim’de Açık Radyo RTÜK’ün lisans iptaliyle kapatıldı. Türkiye’de ilk kez bir radyo istasyonunun kapatılması, yayıncılık tarihine kara bir leke olarak geçerken, Açık Radyo gibi entelektüel bir mecranın susturulması, basın özgürlüğü üzerindeki otoriterizmin kanıtıydı. Açık Radyo’nun temel yayın politikası, program destekçilerinin ve dinleyicilerinin mali, entelektüel desteğine dayanıyordu. Açık Radyo çalışanları apacikradyo internet sitesi üzerinden radyo yayınlarına devam ediyorlar.

18 Ekim’de katil yine cinayet mekanına geri döndü. Cengiz Holding’e Kazdağları’nda 1 milyon ağacı daha kesilmesine verilen izin, çevre örgütlerinin nöbet direnişleri ve mahkemelerde açılan davalarla engellenmeye çalışılsa da bölgedeki orman varlığının önemli bir kısmı yok edildi. Ekolojik yıkımın etkilerinin giderek daha da çok belirginleştiği günümüz dünyasında, vahşi madenciliğe verilen izinle orman varlıklarının yok edilmesi, iklimin geri döndürülemez tahribiyle Türkiye’yi yaşanmaz bir ülke haline getirebilir. İnsan-doğa diyalektiğinin kurulmasında 3. kuşak siyasal hakların içinde yer alan yaşanabilir bir çevre talebi, kapitalizmin en geri teknikle üretim yapan sermayedarlarının hakim olduğu Türkiye gibi ülkelerde sıkça ihlal edilen bir hak…

21 Ekim’de MHP lideri Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Öcalan’ın hapisten çıkarılarak meclis’te DEM Parti grubunda örgütü lağvettiğini açıklama çağrısı karşılığında umut hakkından faydalandırılarak serbest bırakılması gerektiği yolunda sarf ettiği sözler büyük yankı uyandırdı. Milliyetçi seçmende dalgalanmaya neden olan bu çıkışıyla Bahçeli, Orta Doğu’da daha sonra ortaya çıkacak gelişmelerin sözcülüğünü üstlendi. Bahçeli’nin bu siyasi riski alması, saray rejiminin ömrünü uzatmak için yapılan bir hamle olarak yorumlandı. Nitekim Bahçeli daha sonra yaptığı açıklama ile bu niyetini gizlemedi. Saray rejiminin Kürt meselesini çözmekten çok, saray rejiminin ömrünü uzatma manevrası olarak da algılanan Bahçeli’nin bu çıkışı ve sözlerinin ilerleyen konuşmalarında da arkasında durması, Türkiye’nin kadim meselesi olan Kürt meselesinde çözüm süreci tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Saray rejiminin sol liberal DEM Parti ile anlaşarak Kürt meselesinin sömürülerek, yer yer duygulara oynayarak Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzatma çalışmaları, bu çabalara eşlik eden ve aynı filmin sıkıcı tekrarlarından oluşan arka kapı diplomasisinin payandasına dönüştürmesi, aynı şeyi defalarca deneyip farklı sonuçlar elde edilmesi gibi boş bir beklenti yaratmaktan başka bir şey değil. Bu beklenti ve sömürü, saray rejimiyle yola çıkılmayacağının defalarca ispatlandığı 22 yıllık pratikte yeterince öğreticidir.

23 Ekim’de bu kez blogspot uzantılı sitelere de erişim yasağı getirilerek, web üzerinden bilgi ve iletişim hakları biraz daha kısıtlandı.

30 Ekim’de İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt’un Belediye Başkanı Ahmet Özer, terör soruşturmasıyla göz altına alınırken, 1 gün sonra Esenyurt belediyesine kayyım atandı. Yoğun protestoların sebebi olan Esenyurt kayyım operasyonu ile kent uzlaşısı olarak ortaya çıkan siyasi iradeyi bölmekti.

4 Kasım’da bu kez DEM Parti’nin kazandığı Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine de kayyım atandı. Geniş sokak protestolarına konu olan kayyım atamalarını siyasi yorumcular, 31 Mart seçimlerini kaybeden AKP-MHP koalisyonunun halkın iradesini hiçe sayan anti-demokratik bir yöntem olarak yorumladılar.

5 Kasım’da ABD’de başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Parti lideri Donald Trump kazandı. Trump’ın gerek sağ popülist söylemi, başkanlık kampanyası esnasında uğradığı suikastlerin yarattığı popülarite ve gerekse ABD’nin yeniden “büyük bir ülke” olacağı söylemi ile birleşerek; senato ve temsilciler meclisinde çoğunluğu elde etmesiyle sonuçlandı. Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, ilk başkanlık dönemindeki faşist politikaları bu kez daha ağır bir biçimde savunacağı ırkçı-şoven pragmatist ve mülteci karşıtı bir siyasal dilin popülerlemesi gibi vahim göstergelere sahip. ABD’nin en şoven tiplerine kabinesinde yer veren Trump, Grönland’da, Kanada’da ve Panama kanalı’nda hak iddia ederek daha koltuğa oturmadan saldırgan bir dış politika izleyeceğini ilan etti…

Kasım ayının bir başka önemli siyasi gelişmesi Sri-Lanka’da gerçekleşti. Halk ayaklanmasıyla diktatörlüğün devrilmesinin ardından iktidara gelen Marksist Janatha Vimukthi Peramuna (JVP) partisi, zincirin en zayıf halkasının kopabileceğini göstermesi bakımından ilginç bir devrim deneyimi olarak tarihe geçti. Devlet başkanı Anura Kumara Dissnayake liderliğindeki sol koalisyon, Ulusal Halk Gücü (NPP) yapılan seçimlerde parlamentodaki 196 sandalyeden 141’ini ele geçirdi. NPP’nin bu başarısı, sınıflar mücadelesinde solun ortak bir çatı altında birleşmesiyle yolsuzluk ve yağma rejiminden kurtuluşun mümkün olabileğini gösterdi.

19 Kasım’da sağlıkta özelleştirme politikalarının bir sonucu olan Yenidoğan çetesi çökertildi. Yeni doğmuş bebekler üzerinden yağma ve yolsuzluk yapan çete üyeleri adliyeye sevk edilirken Türkiye, siyasal islamcı-piyasacı sağlıkta dönüşüm programının vahim sonuçlarını bir kez daha deneyimledi. Özel hastaneciliğin teşvik edilmesiyle ortaya çıkan sağlık hakkının gaspı, kapitalist sağlık hizmetlerinin yarattığı çürüme ve yozlaşmayı bir kere daha teyit etti. AKP’nin 12 Eylül pretoryen rejiminden devraldığı özelleştirme politikasını mantık sınırlarına kadar taşımasıyla sağlık hizmetlerinin çökmesi sonucu Aile hekimleri de grev kararı aldılar.

20 Kasım’da YSK tarafından gündeme getirilen elektronik oylama sisteminin sakıncalarını dile getiren x paylaşımı ile Akut Başkanı Nasuh Mahruki göz altına alındı. Sosyal medya kullanıcılarının protestolarıyla karşılanan bu tutuklama, Mahruki’nin serbest bırakılmasıyla sonuçlanırken, düşünce ve ifade özgürlüğü yeniden tartışma konusu oldu.

22 Kasım’da bu kez DEM Parti yönetimindeki Tunceli ve CHP yönetimindeki Ovacık belediyesine kayyım atandı. Kayyım atamalarının devam etmesi, görevdeki belediye başkanlarının görevden alınmasını zorlaştıran yasa teklifi önerilerini gündeme getirdi. Kayyım atamaları 29 Kasım’da DEM Parti yönetimindeki Van Bahçesaray’a kayyım atanmasıyla devam etti.

Saray rejiminin baskısının iyice derinleştiği Kasım ayının bir başka gelişmesi İBB’nin inşa ettirdiği kreşlerin kapatılması tartışmaları oldu. Ucuz bakım emeği üreten kreşlerin kadınların çalışma hayatına katılmaları için elzem bir destek kurumu olması gerçeği bir yana, giderek imkansızlaşan çocuk bakımı yükünün bir kısmının belediyeler tarafından paylaşılmasına imkan veren kreşler, AKP’nin saldırısına maruz kaldı. Karşılıklı restleşmeler ve el yükseltme hamleleriyle kreşlerin tarikat yurtlarına dönüştürülmesi, bu olmuyorsa kapatılarak, özel kreşlerin önünün açılması, kreşlere yönelik saldırının diğer boyutlarıydı. AKP’nin Milli Eğitim Bakanı üzerinden yürüttüğü saldırı operasyonu gelen yoğun tepkiler üzerine sümen altı edildiyse de tehdit hala geçmiş değil.

22 Kasım’da Birgün gazetesinin deneyimli muhabiri Timur Soykan’ın haberiyle havalimanı VIP girişinden MHP’li üç milletvekilinin altın kaçakçılığı yaptığı ortaya çıktı. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonunun bir kısmını oluşturan altın kaçakçılığı hadisesine benzer bir vaka olan altın kaçakçılığının önü, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın Türkiye’de cari açığın önemli bir kısmını oluşturduğu gerekçesiyle Ağustos 2023’e altın ithalatına kota getirilmesiyle açıldı. Altının Türkiye’den daha ucuza satın alınabildiği Dubai’den, Türkiye’ye kaçak yollardan getirilmesiyle yandaş şirketlere müthiş bir rant kapısı açıldı. Eski AKP Bolu vekili Fatih Metin’in eski özel kalemi Yunus Emre Morkoç’un 9 Kasım’da VIP’ten geçerken valizinde 60 kilo kaçak altın yakalanmasıyla ortaya çıkan yolsuzluk ve altın kaçakçılığı olayına adı karışmasıyla başlayan skandallar zinciri, MHP’nin Isparta Milletvekili Hasan Basri Dönmez, Bolu Milletvekili İsmail Akgül ve Kilis Milletvelkili Mustafa Demir’in adının karışmasıyla yeni bir boyut kazandı. VIP’ten üzerini aratmadan geçme hakkına sahip olan vekillerin yürüttüğü altın kaçakçılığı dosyası, Cumhurbaşkanlığı’na rapor edilmesiyle siyasi krize dönüştü. Kriz, 3 MHP’li vekilin partilerinden istifa ettirilmeleriyle tamamlanıken, vekillerin dokunulmazlığa sahip olması, kaçakçılık gibi katalog bir suçtan yargılanmalarına engel. Altın kaçakçısı vekillerin siyasi nüfuz sahibi olmaları nedeniyle de haklarında açılmış bir soruşturma yok. Altın kaçakçılığı dosyası, parti devletine dönüşen Türkiye siyasal sisteminde kayırma ve nepotizmin geldiği son noktayı göstermesi bakımından öğreticidir.

Sosyal çürümenin bütün belirtilerinin iyice netleştiği saray rejiminde son yolsuzluk, Yunus Emre Vakfı’nda yaşandı. Aile Bakanı Mahinur Göktaş’ın eşi Rahmi Göktaş ve MHP’li Semih Yalçın’ın oğlu Kutalmış Yalçın Yunus Emre Vakfı yönetim kurulundan istifa etmek zorunda kaldılar. İstifalara sebep olan bu isimlerin yönetim kurulu üyeliklerini kullanarak naylon faturalarla vakfı soymaları. Birgün gazetesinden İsmail Arı’nın ortaya çıkardığı soygun, mecliste Vakfın mütevelli heyeti başkanlığını da yürüten Kültür Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yanıtlaması istemiyle soru önergesine dönüştürüldü. Nepotizm, hakim durumunu kullanarak yolsuzluk ve haksız kazanç elde etme, naylon fatura ile soygun gibi suçların işlendiği Yunus Emre Vakfı, AKP döneminin tipik vakıf soygunlarından biri olarak kayıtlara geçti.

Aralık ayı sürpriz bir gelişmeyle sahne aldı 8 Aralık’ta 51 yıllık Esad rejimi, Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle fiilen çöktü. Cihadist Heyet Tahrir Şam’ın İdlib’den başlattığı harekat, ciddi hiçbir direnmeyle karşılaşmadan Suriye’nin başkenti Şam’da rejimin devrilmesiyle sona erdi. Batı medyası HTŞ’nin bu zaferini kutsarken, yıkılan Esad heykellerinin görüntüleri boca edildi. Süreç boyunca HTŞ’ye meşruiyet kazandırmak için kimi mizansen görüntüler Batı medyası tarafından servis edilirken, Esad rejiminin halkı nasıl inlettiği sergilendi. Çöküş ve sonrasında ortaya çıkan gelişmeler silsilesi, 13 yıl boyunca Sezar yaptırımlarına maruz kalan Suriye rejiminin aslında içten içe çürüdüğünü gösterdi. HTŞ etrafında Saray medyası çevrelerinden kopartılan büyük gürültü ve “zafer” havası, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’da Emevi camiine HTŞ lideri Colani ile kıldığı namaz ve otomobildeki samimi görüntüleriyle en üst seviyeye ulaştı. Gazeteci Nagehan Alçı’nın HTŞ lideri Colani’yi bir tür Fidel Castro ilan etmesiyle saçmalığa dönüşen bu hava, Suriyelilerin ülkelerine döndüğünü gösteren fake fotoğraflarla birleşerek algı operasyonuyla taçlandı. 2024’ün son günlerinde saray medyası tarafından estirilen “zafer” havası Suriye’ye dönen sığınmacıların yalnızca 7200 rakamında kalması, “Suriyeliler dönüyor” havasının dağılmasına, Lazkiye’den başlayan Alevi katliamlarıyla iç savaş emarelerinin yaygınlaşmasıyla hayal kırıklığına dönüşmek üzere. Suriye ve sığınmacılar meselesinin kendi boyutlarını çok çok aşarak uluslarası bir boyut kazanması, ekonomik krizin günden güne ağırlaşan etkileriyle birleşti ve 2024 biterken bu çelişki ve çatışmaların Türkiye kamu oyunu daha uzunca bir süre meşgul edeceğini gösteriyor.

Aralık ayı başında çıkarılan imar aktarımı kanunu ile Hatay depreminde pilot uygulaması yapılan mülksüzleştirme, rezerv alan ilan ederek hak sahiplerinin mallarını yağmaya açma yasası, iktidar ve muhalefetin oylarıyla parlamentodan geçti. Muhalif.org yazarı Önder Algedik’in yerinde bir tanımlamayla Çökkent 2.0 olarak adlandırdığı yasa ile kapitalizmin en temel güvencesi olan mülk edinme hakkı fiilen ortadan kaldırıldı. Siyasal islamcıların “mülk allahındır” sözü, yasa ile “mülk müteahhitindir” sözüne dönüştürüldü. Yasa ile belediyelerin imar ve iskan yetkileri önemli ölçüde budandı. İmar aktarımı yasası ile kentsel dönüşümdeki uzlaşma aramaya imkan tanıyan yaklaşım, yerini dayatmacı otoriter bir yağma anlayışına bıraktı. Yasa ile AKP’nin kontrolündeki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na olağanüstü yetkiler tanındı.

21 Aralık’ta gazeteci ve yorumcu Özlem Gürses, SMO ile PYD arasında yaşanan çatışma ile ilgili yaptığı bir yorum nedeniyle Ankara’da kaldığı bir otelden göz altına alındı. Hastaneye sağlık muayenesi için götürülen Özlem Gürses’in görüntüleri basına servis edilerek bir kere daha rencide edildi. Ev hapsi ve elektronik kelepçe ile yurt dışı yasağı getirilerek serbest bırakılan Gürses’in bu durumu, saray rejiminin eleştiriye tahammülsüzlüğünü göstermesi bakımından öğreticidir.

24 Aralık’ta Asgari ücret açıklandı. Açıklanan 22 bin 104 liralık asgari ücretle çalışanlar bir kez daha açlığa mahkum edilirken, AKP’nin neoliberal yağma rejiminin tekelci sermaye yanlısı politikası teyit edildi. Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’ın islamcı referanslara süslediği konuşması sonucunda açıkladığı asgari ücret, Türkiye gibi sendikal mücadelenin zayıflatıldığı ülkelerde ortalama bir ücret haline gelirken, ücretler genel seviyesinin düşürülmesiyle elde edilen artığın, devlet ve sermaye sınıfının çeşitli fraksiyonları arasında bölüşüldüğünü ilan edecekti. Liberallerin sürdürülebilir yoksulluğunun açlığa dönüştüğü neoliberal saldırı dalgası, sosyal devlet uygulamalarının berhava edilmesiyle mantık sınırına ulaştı. Sosyal Güvenlik uzmanı Aziz Çelik’in x hesabından paylaştığı bilgiye göre, Asgari Ücret Tesbit Komisyonunun aslında asgari ücreti belirlemediği, kararlaştırmadığı ve kendilerine saray rejimi tarafından dikte edilen rakamı açıkladığı ortaya çıktı. İşbirlikçi sarı sendika Türk-İş’in altına imza atmadığı asgari ücret rakamına tek itiraz MÜSİAD’dan geldi. MÜSİAD, 22 bin 104 liralık asgari ücretin bile fazla olduğunu ilan etti !

27 Aralık’ta Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, parlamentoyu feshederek Şubat 2025’te seçim kararı aldı. Almanya’da Rusya-Ukrayna savaşı sonrası büyüyen enerji maliyeti krizi, üretim maliyetlerini yükseltirken enflasyon ve durgunluğu tetikledi. Alman sanayi kapitalizminin dev firmalarının binlerce işçiyi bu bahaneyle işten atmasıyla derinleşen ekonomik krizin yarattığı öfke, faşist Afd’ye mülteci karşıtı söylemi kullanarak geniş bir hareket alanı tanıdı. Liberal Avrupa düşlerinin birer ikişer berhava olduğu ve AB’nin giderek ve daha fazla ABD emperyalizminin yörüngesine girdiği 2024 yılındaki bu çelişkilerin 2025’te daha da ağırlaşarak artması kuvvetle muhtemel…

Yıl bitmek üzereyken Balıkesir’de mühimmat üreten bir fabrikada gerçekleşen patlama sonucu 11 işçi hayatını kaybetti. İşçilerinin yakınlarının ölen evlatlarının uykusuz ve yorgun olduklarını dile getirmeleriyle sömürü gerçeği bir kez daha ortaya çıktı. Patlamanın nedeni ile ilgili doğru dürüst bir bilgi alınmazken, iş cinayetinde hayatını yitirenlerin sadece bir sayı olarak haber konusu olması, insan hayatının hiçe sayıldığının göstergesiydi. İş cinayetinde 8 kadın işçinin hayatını yitirmesi gibi detay bilgiler ise dile getirilmedi. Patlayan üretim tesisinin AKP’ye yakınlığıyla bilinen, Kalyon grubuna ait olduğu ortaya çıktı. Sosyalistlerin “çalışırken ölmek istemiyoruz” sloganı ile iş güvenliğini sınıf mücadelesinin temel dayanak noktası haline getirmeleri, henüz sınıf saflarında ve sendika yönetimlerinde anlamlı bir karşılık yaratamasa da geçerliliğini koruyor.

28 Aralık’ta CHP’nin düzenlediği Büyük Asgari Ücret mitingi, AKP’nin neoliberal yoksullaştırma politikalarına maruz kalan geniş halk yığınlarının yoğun katılımına sahne oldu. Halk yığınlarının kırmızı kart ve boş tencerelerle protesto ettikleri saray rejimine karşı tepkilerinin giderek yükseldiği 2024’ün son cumartesi günü düzenlenen miting, açlık seviyesinin altına indirilen asgari ücretin insanca yaşayacak bir düzeye çıkarılmasıyla, kasti olarak düşürülen emekli maaşlarının bağlanma oranının adil bir seviyeye yükseltilmesi gibi sınıfsal taleplerin öne çıktığı bir miting oldu. Mitingde halka mikrofon uzatan Birgün TV muhabirlerine verilen röportajlarda dile getirilen ortak istek, halka cehennemi yaşatan neoliberal saldırı dalgasına son verilerek insanca bir düzene geçilmesi talebiydi. Emek-sermaye çelişkisinin daha çok belirginleştiği 2024’teki kutuplaşma, erken seçim taleplerinin de dile getirilmesiyle saray rejiminden kurtulma çabalarının giderek arttığı enteresan bir siyasal momenti harekete geçirebilir…

Geride bıraktığımız 2024, sınıf mücadelelerinin çevre ve hayvan hakları mücadelelerinin yoğun olarak öne çıktığı bir yıl oldu. Saray rejiminin kabustan farksız yönetiminde hukukun bir lüks haline getirilmesine yükselen itirazlar, henüz ortak bir program ve eylem hattında buluşamasa da önemli bir potansiyel taşıdığını dosta düşmana gösterdi. Kadın hakları mücadelelerinden, depremzedelerin konut ve barınma haklarına, çocuk haklarından, ifade özgürlüğüne, susmanın artık ayıp olduğu enteresan bir siyasal momentten geçiyoruz. Bu siyasal momentte, her sınıfın kendi sesinin ve iradesinin yükselmesi, yığınlar içinde anlamlı bir karşılık bularak kültürel-siyasi hegemonya kurması, Türkiye’de yaşayan herkesin ortak derdi ve tartışma başlığı olmalıdır. 2025, bu cendereden kurtularak Türkiye halklarının iradesine ve özgürlüklerine sahip çıkabildiği bir yıl olsun…

Diğer Yazılar

PAX AMERİCANA VE “YENİ PARADİGMA”: “BARIŞ” SÜRECİNİN EKONOMİ-POLİTİĞİ

Ümit Özdemir / 11.01.2025 Filmi geriye on dokuzuncu yüzyılın sonuna saralım. 2. Abdülhamit’i devirerek anayasal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir