Ümit ÖZDEMİR / 16.12.2024

Heyet Tahrir Şam’ın deyim uygunsa bütünüyle çürümüş Suriye rejimine yönelik saldırısı, rejimin baş döndürücü bir hızla çökmesiyle sonuçlandı. Bu sonucun elde edilmesinde Hizbullah’ın paralize edilmesi olduğu kadar, Rusya’nın daha yıllarca sürmesi kuvvetle muhtemel Ukrayna sorununun çözümü için askeri kaynaklarının önceliğini Ukrayna’ya yönlendirmesinin büyük payı var. Rusya’daki oligarşik rejim, Suriye’de demokratik rejimin inşaası ve çatışmaların uzlaşma yoluyla sonlandırılması yönündeki girişimleri desteklemek yerine, Suriye’ye askeri üslerinin kurulduğu bir ülke gözüyle baktı…
AKP, böyle hızlı bir çöküşü beklemediğinden, vaziyeti kurtarmak adına bizzat Erdoğan’ın dilinden “Esad ile uzlaşma aradıklarını”, “ona el uzattıklarını, ama Esad’ın bu eli havada bıraktığını” yani aslında Suriye rejiminin çökertilmesinde merkezi bir rol oynamadıklarını ima etmeye çalıştı. Resmi söylemden yansıyan bu böbürlenme ve kibrin kökeninde ise Suriye sorununun Esad rejiminin çökmesiyle birlikte bir cehennem çukuruna dönüşmesi ihtimali olduğunun altını çizelim. Cehennem çukurunun açıldığını aylar önce öğrenen Devlet Bahçeli’nin “önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir inşallah Türkiye çok değişmez” sözleri cehennem çukurunun sinik ilanıydı. Suriye’de Esad rejiminin çöküşü, rejimin baskıcı karakterinden bir adım bile taviz vermemesinin doğal bir sonucuydu. Sendikaları ve işçi örgütlerini yasaklayan, mecvuttaki 9 partiyi yedeğine ve kontrolüne alarak bağımsız siyaset yapmalarına kalıcı engel koyan Esad ailesi rejimi, rejimin stratejik mevkilerini aile üyelerinin kontrol ettiği bir hanedanlık rejimiydi. Esad ve politik kadrosunun kendi ülkesinde çıkan, çıkartılan iç savaşa ve fiili bölünmeye çare aramak yerine, mevcut statükoyu benimseyerek emperyalist kuşatmanın varlığını inkar eden bir körleşme yaşaması, Suriye paradoksunun kökeniydi.
Saray rejiminin medyası büyük bir zafer kazanmışçasına başlattığı Esad rejiminin yıkılması kutlamaları, zamanla yerini daha itidalli değerlendirmelere bırakmak zorundaydı. İsrail’in Esad rejiminin devrilmesini fırsat bilip Şam sınırına kadar topraklarını genişletmesiyle beliren gerginlik, bu itidalin ve rejimin çöküşüyle ortaya çıkması muhtemel kaotik atmosferin ürünüydü. Pro İsrail bir rejim olarak AKP’nin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “İsrail yeni yönetimin durduğu yerden emin olmadığı için ilk başta ne kadar bu karmaşıklık içinde elinde ne kadar imkan varsa bu karmaşıklık içinde yok edebilmek için bir strateji geliştirdi. Bu strateji tabi çok tehlikeli büyük bir provokasyona yol açabilir. Bunu göz ardı ediyorlar” sözlerini sarf edebildi. İsrail’in fiilen Suriye’yi parçalaması karşısında yaşanan çaresizliğin dışa vurumu olan bu demeçle Fidan, kontrol edilemeyecek bir iç savaş potansiyeli taşıyan Suriye meselesinde saray rejiminin iplerinin elinden kaçırdığını da dolaylı yoldan itiraf ediyordu.
Fidan İsrail işgaliyle Suriye’de federal parçalanmanın kapılarının açıldığını da ilan etti. İsrail’in Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçlarından tutuklanması emredilen Başbakanı Netanyahu ise o esnada “İsrail’in sınırları genişleyecek demiştim, genişletiyoruz” açıklamasını yaptı. Saray rejimi ise gösterişli bir Emevi camiinde cuma namazı kılma seremonisiyle, cihatçı Colani’nin arabasından fotoğraflar servis ettirdi. Böylece Suriye’deki HTŞ merkezli yeni rejime selam durulur ve destek verilirken, servis edilen namaz fotoğraflarıyla da dünyaya Suriye’de vaziyete saray rejiminin hakim olunduğunun mesajı veriliyordu.
Bütün bu manzaradan çıkan toplam sonuç, BOP planının ne yazık ki bir ülkeyi daha parçaladığı gerçeğidir. BOP Eşbaşkanı olmakla övünen bir işbirlikçiliğin, bu sonucun alınmasıyla bölge ve ülke halkları arasında nasıl bir nefret dalgasını tetikleyeceğini görmemesi, görememesi izah edilemez bir cehaletin ürünü olsa gerek. Arap ülkeleri arasındaki gerilim ve çatışmaların tarafı olmak yerine bu çatışmalardan uzak durmanın çok daha faydalı olacağı yolundaki dış politika çizgisi de böylece ayaklar altına alındı. Saray rejimi, bütün siyasal stratejisini Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzatma üzerine kurguladığından, Suriye’de rejimin ani ve beklenemez çöküşüyle boşluğa düştü. Zayıflatılmış bir Esad rejimi ile Batı arasında “dengeye” ve “müzakereye” dayalı dış politika, muhalefetin sağcı “milli mutabakat” çizgisine savrulması ve ehven-i şer bir görüntü sergilenmesiyle, stabil bir manzara arz etmekteydi. Bu “denge” beklenmedik bir biçimde bozuldu ve Türkiye Astana anlaşmasındaki sorumluluklarını yerine getirmeyip, tam tersine cihatçı grupları desteklediği için Rusya’nın da öfkesini ve uzun erimde müdahalesine açık hale geldi.
Sığınmacılar için son şans oteline dönüşen Türkiye’de kamu oyu, Esad rejiminin çökmesiyle birlikte Suriyelilerin geri döneceği, ekonominin rahatlayacağı ve kira fiyatlarının düşeceği yollu temelsiz beklentilere kapıldı. Bu beklentilerin şekillenmesinde sosyal medya üzerinden servis edilen fake fotoğrafların büyük payı olduğunun altını çizelim. Fotoğrafların hileli olduğunu, bazılarının yapay zeka ürünü olduğunu ortaya çıkaran ise gazeteci Mirgün Cabas’tı. 1AKP bir kez daha algı operasyonu ile vaziyeti idare etmeyi denerken, Esad rejiminin yıkılmasını meşrulaştırmak adına sığınmacıların geri dönmeye başladıkları propagandasını yaptı. Dönen sığınmacıların propaganda edilenin çok altında kalması, Suriye’nin belirsiz geleceğinin ve fiili siyonist işgalin ve olası şeriat rejimiyle birlikte parçalanmanın derinleşebilme ihtimallerinin varlığında geri dönüşün sınırılı kalacağını ön görebilmek için siyaset bilimci olmaya gerek yok. Esad rejimi kendi iç çelişkileri sonucu yıkılırken, ortaya çıkan büyük jeopolitik ve sosyolojik riskin boyutları henüz yeterince kavranmadı. Suriye’nin geleceği üzerine yapılan planlara koşut olarak, rejimin ülkeyi ve halkı tamamen savunmasız bırakarak resmen sömürgeleşmeye çanak tutmasıyla bir baskı rejiminin hazin sonunu izliyoruz…
***
Saray rejiminin esprili bir dille kayyumlar eliyle yürüttüğü çöküm süreciyle, Öcalan’ın hapisten çıkarılarak süreci çözüm sürecine evriltme manevrası ise yine aynı belirsizlik ve kaos nedeniyle boşa düştü. Kürt sorununun saray eksenli ve icazetli bir yolda çözülmesi ve bu yolla Ortadoğu’daki yeni denklemde söz sahibi olmak adına devletin bahçelisi tarafından alınan risk, DEM Parti’ye verilen Erdoğan’ın yeniden başkan seçilmesi karşılığında Öcalan’ın serbest bırakılmasıyla sınırlı “süreç”, bırakın Türkiye’deki toplumsal muhalefetin demokratikleşme taleplerini, DEM Parti liberal çizgisinin bu politikasını da kendi kitle tabanına bile izaha muhtaç bir duruma düşürdü. DEM Parti’ye saray rejimi tarafından verilen sınırlı ve kontrollü liberal muhalefet rolüne razı olunması durumunda, muhalefet odağının daha sola kayması beklenebilir bir gelişmedir. DEM Parti-HDP çizgisinin Türkiye sosyalist solu ile bağlarını koparan ve giderek sağcılaşmasına neden olan bu yol, tıpkı ilk çözüm sürecindeki gibi belirsizlik ve güvencesizlikle malüldü.
Hukuki hiçbir düzenleme ve güvencenin olmadığı, tarafların hiçbirinin Kürt meselesinin çözümü için bir yol haritası sunmadığı ve daha çok meseleyi istismar ettiği “süreç”, havarilerin türemesine neden oldu. Çatışma çözümlerini de içinde barındıran her türlü çözüm çabası, toplumun çözüm süreçlerini daha rahat benimseyebilmesi ve kavraması adına herkesin gözü önünde ve her sınıfın ortasında, aleni yürütülmelidir. Bunun bugüne kadar denenmemiş bir yöntem olduğu ortada, ancak bugüne kadar denenen ve her defasında başarısız olan dar rotasyona dayalı, kapalı kapı siyasetlerinin de ne kadar başarısız olduğu da aşikar…
Suriye rejiminin çökmesi, destekçisi otoriter İran ve Rusya rejimlerinin zora girmesiyle AKP’nin kazandığı hiçbir şey yok. Zafer zannettiği ise aslında bir Pirus zaferi ! Suriyeli sığınmacıların bir kısmını oy deposu olarak kullanan ve bu yolda vatandaşlık dağıtan AKP ve saray rejiminin, giderek ağırlaşan ekonomik koşulların etkisinin daha net hissedileceği 2025’te konuyu daha fazla istismar etmesi de mümkün değil. Ortaya atılan planların hemen tamamının varsayımsal olması, ortada bu varsayımları hayata geçirebilecek bir rejimin bile olmaması, AKP’nin yüzleşmek zorunda kalacağı bir gerçeklik.. AKP, Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte, AB ülkelerinden gelen Suriyeli göçmenleri geri alın baskısı ile sığınmacılara yönelik milliyetçi reaksiyonun yükselmesi arasında sıkışması kaçınılmaz bir sonuçtur. AKP, Suriye adlı rubik küpüyle başbaşa kalırken, rejimin Suriye’yi parçalayan figüranlarının geriye itilerek sahneye gerçek aktörlerin İsrail, İngiltere, ABD ve onların kuklası siyasal islamcıların fırlamasıyla yepyeni bir siyasal durumla karşı karşıya kaldı. Tarih tekerrür (tekrar) etmez, tekerrür eden hatalardır sözü, tam da AKP’nin eline verilen bu rubik küpünü tanımlıyor.
Siyasal islamcı romantizm ve Neo-Osmanlıcı hayallerin bir sınırının olduğu, o sınırda, alt emperyalist aktör olarak AKP ve yedeğindeki sermaye sınıflarının yıkılan Suriye ile ilgili yeni inşaat ve rant faaliyetlerine yönelme beklentisi de, rubik küpünün bir başka yüzünü oluşturuyor. O yüzde, ister istemez şu sorunun sorulması kaçınılmazdır: Emperyalizmin bile yeni rejimin aktörlerinin kimler olacağı konusunda henüz bir uzlaşmaya varamadığı Suriye’nin geleceği konusunda 5’li çete olmak üzere neden AKP’ye bu inşaat payı verilsin ? Suriye’de iç savaş nedeniyle yakılan yıkılan kentler ve altyapı onarımları için 500 milyar dolarlık inşaat pazarının oluştuğu iddia edilirken, bu büyüklükteki bir rant sahasının AKP ve yedeğindeki sermaye sınıflarına sunulmayacağı kesin. Figüranların rollerini tamamladığı, gerçek aktörlerin birbiriyle pazarlığa tutuştuğu bu siyasal evre, etkisi yıllara yayılacak yeni kaosların kapısını aralamış olabilir: Emperyalizmin böl ve yönet politikasına kurban edilen bir ülke olarak Suriye’nin bu ibretlik durumu, bir Rus atasözünü çağrıştırıyor: “Her anını planladığın bir günün akşamında keşke bu planı yapmasaydım demek en büyük yenilgidir”
1Elektronik Erişim: https://www.youtube.com/watch?v=ZqivfDjlbbA