HEGEMONYA BUNALIMINDAN AÇILIMA CUMHUR İTTİFAKININ YENİ RUBİK KÜPLERİ

Ümit ÖZDEMİR / 31.10.2024

@masumlevrek

Her şey Türkiye düzen siyasetinin oyun kurucularından Devlet Bahçeli’nin “önümüzdeki günlerde pek çok şey değişecektir, inşallah Türkiye değişmeyecektir” sözleriyle başladı. Bahçeli, ikinci hamlesini DEM Partililerle ve CHP’lilerle el sıkışmayla devam ettirdi. Siyasi rakiplerini teslim almadan önce yapılan bu stratejik jestler, saray rejiminin suç yuvası MHP liderliğinin ne kadar esneyebileceğinin açık kanıtlarıydılar. Bütün bu tutumlar ve açıklamalar, daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz üzere restorasyon projesinin ve yumuşama siyasetinin uzantısıydı. DEM Partiyi saran sol liberal sentez, partinin kendi içindeki sosyalistleri tasfiye ederken “daha Kürdi bir siyaset izleneceği” yolundaki söylemle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Yeni Yaşam Gazetesinde Türk aydınlarını “devletçi” olmakla suçlayan eski Birikimcilerin mesnetsiz yazı dizisiyle, “Kürdi siyasetin” ne demek olduğu ortaya çıktı. 14-23 Mayıs seçimlerinde yaşanan başarısızlığın yarattığı reaksiyonla alındığı her halinden belli olan bu karar, kimlik siyasetinin daraltıcı etkisini de görmezden gelir. Bu liberal körlük, kendi başarısızlığını örtbas etmek için günah keçisi arıyordu ! Aranan günah keçisi bulundu ve sosyalist sol HDK çatısı altından tasfiye edildi. Bu tasfiyenin görünür nedenlerinden birinin DEM Parti kurmay heyetinin, aylar önce alınan ve Öcalan’ın da bir parçası olduğu ikinci açılım sürecinin sessiz bir ortağı olduğu ortaya çıktı. DEM-HDP çizgisinin sonu faciayla biten ilk açılım sürecinde olduğu gibi saray rejimiyle arka kapı diplomasisi yaparak kendi seçmeninden gizlediği bir görüşmeler zinciri izlediği ortaya çıktı. Bu taktiğe gelebilecek olası itiraz ve eleştirilerin bastırılması için bulunan bahane “Daha Kürdi bir siyaset” yolu, sanılanın aksine Kürt siyasi hareketinin daha da küçülmesiyle sonuçlanabilir. 

Nitekim sol liberal kadroların TÜSİAD ziyaretiyle başlayan mekik diplomasisi, DEM Parti’nin içindeki sosyalistlerin olası itirazları karşısında sıkıntıya gireceği kesin gibiydi. Bu soruna engel olmanın bilinen en kestirme yolu, sessiz bir tasfiye operasyonunu sürdürmekti. Burada burjuva siyasetinin kapalı kapılar arkasından yürütülen ve DEM partinin de buna ram olduğu, sağcı çizginin açmazı bir kez daha gözler önüne serildi. Ancak herhalde DEM Parti’de sol duyu galip geldi ve 2. Açılım sürecinin Kürt siyasetini yeni bir tasfiye operasyonu olduğu görüldü ve saray rejimiyle girilen açık-gizli görüşme trafiği durduruldu.

Akademisyen Fatih Yaşlı’nın bütün bu karmaşık süreçleri basitleştirmek için savunduğu ve hemfikir olduğum Erdoğan’ın iktidardaki ömrünü uzatmak adına yapılan bu hamlelerin açmazı, tam da burada ortaya çıkıyor. 31 Mart seçimleriyle hegemonya bunalımına sürüklenen ve her türlü ürünü sattığı İsrail’e tahta kılıçlarla saldıran AKP ve Saray rejimi, yeni hayali düşmanlar yaratarak zaten iyice yoksullaştırdıkları toplum kesimlerini biraz daha yoksullaştırmanın aracı olacak “iç cephe” söylemine sarıldılar.

İÇ CEPHE: YENİ YETMEZ AMA EVET

İç Cephe, yeni bir yetmez ama evet söyleminin bu kez saray istibdatı altında geliştirilmeye çalışıldığı bir sağ siyasal söylem. Alman siyaset bilimci Ernst Schmitt olağanüstü hale karar verenin, hegemonyayı da belirleme gücüne sahip olduğu öne sürer. Nazizmin teorisyenlerinden Schmitt’in bu söylemi, Nazilere ilham verdi ve kurdukları faşist rejimle, kimin iç veya dış “düşman” olduğuna karar vererek siyaset tarihine geçtiler. Saray rejiminin bütün siyasi aktörleri “iç cepheye” davet etmesi, aynı zamanda asgari ücret tartışmalarından başlayarak emekli maaşına kadar uzanan ve toplumun üreten kesimlerinin en büyük problemlerinden biri olan yoksulluk tartışmalarının bastırılmasında, bu olmuyorsa yönlendirilmesinde etkili bir ideolojik işlev görebilir. İç cephenin su aldığı yer, Türk-İş’in Ankara mitingi oldu. Bütün sağcılığına ve sendikal önderliğinin işbirlikçiliğine rağmen, Ankara mitinginde Türk-İş’e bağlı sendikaların yoğun katılımı ve mitingin sonuna kadar sınıf ve hak eksenli sloganları haykırmaları, AKP-MHP iktidar bloğunun işinin bu kez o kadar da kolay olmadığını gösterdi.

RUBİK KÜPÜ: 2. KÜRT AÇILIMI

İkinci Kürt açılımını Rubik küpüne benzetmemizin nedeni, tam da içinden geçilen siyasal konjonktürün bir ürünü olmasıdır. Bu konjonktürde AKP-MHP bloğu yumuşama-helalleşme apolitizminin devam ettiricisi Özgür Özel’e görülmemiş bir muhabbet göstererek CHP’yi kendi çizgisine getirmeye çalıştı. CHP’de liderlik krizini tetikleyen bu tartışmayla saray rejimi, apolitik muhalefeti yeniden dizayn etmeye çalıştı. AKP, temellerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun attığı ve CHP’yi ele geçiren sosyal liberal kadroların yardımıyla muhalefeti yumuşatmayı başarmış, ancak hiç beklemedikleri yerden halk muhalefetinin bütün yaz ayları boyunca ortaya koyduğu eylemlilikle, düzen içi muhalefete mecbur ve mahkum olmadığını görmesiyle daha derin bir hegemonya bunalımına sürüklenmiştir. Benzer bir örneğini Gezi Parkı direnişi öncesinde yaşadığımız bu hegemonya bunalımı, sistemin kurucu aktörlerinin daha fazla risk almasıyla sonuçlandı. Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ın mecliste konuşturma fantezisi, iktidarda kalabilmek adına alınabilecek siyasal riskleri göstermesi bakımından öğreticidir.

Devlet Bahçeli’nin bu el yükseltme hamlesine cevap olarak PKK’nın TUSAŞ terör eylemi, tahmin edilebileceği üzere milliyetçi bir depresyona neden oldu. Güvenlik ve istihbarat yazarı Tolga Şardan’ın makalesinden öğrenebildiğimiz kadarıyla Jandarma ve Polis arasındaki gerilim ve sürtüşmeden doğan güvenlik açığı, neoliberalizmin her şeyi, bu arada güvenliği de özelleştiren mantığıyla güvenlik açığına ve 5 TUSAŞ personelinin ölümüne neden oldu. Liyakatsizlik ve hukuksuzluğun yarattığı yozlaşma, saray rejiminin tel tel döküldüğünü iyice gösterdiği TUSAŞ saldırısı, depresyonu daha da derinleştirdi. TUSAŞ saldırısı sonrası muhtemel sonuçları arasında AKP-MHP iktidar bloğunu oluşturan milliyetçi hareketin daha fazla parçalanması ihtimalinin belirmesi üzerine, milliyetçi söylemin klasik inkarcı jargonuna geri dönüldü.

Bu geri dönüş ve ortaya çıkan türbülans “lidere sadakat şerefimizdir” sloganıyla bastırılmaya çalışılsa da, ortaya çıkan tablo vahimdi. Milliyetçi-muhafazakar cenahı da etkisi altına alan ve toplumu çürüten yoksullaştırma politikalarının bastırılması ve yönlendirilmesi zorunluluğu, hiç olmadığı kadar belirginleşti. Türbülans ve savrulma, milliyetçi cenahta Sinan Ateş suikastiyle başlayan derin yarılmanın etkisiyle derinleşirken, Zafer Partisi’nin milliyetçileri de cezbeden sığınmacı karşıtı söylemiyle birleşerek milliyetçi sağda yeni bir bölünmenin emarelerini gösterdi. Milliyetçi sağ deyip geçmeyin, bölündüğünde veya iç çatışmaya sürüklendiğinde ne gibi vahim sonuçlarla karşılaşıldığı yaşanan deneyimlerle sabit…

RUBİK KÜPÜ 3: ESENYURT KAYYUM DARBESİ

Hegemonya bunalımını aşmak için daha saldırgan bir strateji izleyeceğini ilan eden Cumhur ittifakı ve saray rejimi, bu uğurda herkesi Franz Kafka’nın unutulmaz roman kahramanı Bay K yapabilecek, etki ajanlığı yasasını açılım gürültüsünde çıkardı. Etki ajanlığı yasasının sorunu, islamofaşist rejimin kanun hazırlama pratiklerinde deneyimlediği üzere, oldukça muğlak ifadeleri içermesi. Bu muğlak ifadelerle herhangi bir ülke adına “etki ajanı” yaftası yiyebilir, attığınız eleştirel bir tweet nedeniyle yargılanabilir ve hapsi boylayabilirsiniz ! Bay K’nın unutulmaz roman repliğinde hakime sorduğu soru “neden yargılanıyorum?” el cevap: “Bilmiyorum” ! Romandaki kurgunun gerçeğe dönüşmesi ihtimalinin ufukta belirmesi ve benzeri yargı sahnelerin yaşanmasına neden olabilecek yasa ile düşünce ve ifade özgürlüğü iyice kısıtlanmak isteniyor. Pilot uygulamanın Dilruba Kayserilioğlu’nun bir sokak röportajında iktidarı eleştirmesi üzerine ortaya çıktığı etki ajanlığı yasası, islamofaşist rejimin halk düşmanı niteliğini gözler önüne seriyor.

Saray rejiminin devam eden saldırısı, CHP-DEM partisinin “kent uzlaşısı” formülüyle İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden, ilçe ne kelime kente sonradan eklenmiş kentlerinden biri olan Esenyurt’un seçilmiş Belediye Başkanı Ahmet Özer’in sabahın bir kör saatinde evinin basılarak tutuklanmasıydı. Özer’in tutuklanmasında gerekçe olarak öne sürülen, “KCK’lilerle telefon görüşmeleri”, elbette saray rejiminin iki yüzlü istibdatının bir başka versiyonuydu. Öcalan’ı mecliste konuşturmayı deklare edecek kadar el yükselten saray rejimi, görevdeki belediye başkanını, üstelik akrabası olan Remzi Kartal ile telefon görüşmelerinden yürüyen bir operasyonla tutuklayabileceğini ilan etti. Her türlü uzlaşıyı ezmekle biçimlenen saray rejimi, ilk pratiklerini Kürt illerinde el koyduğu belediyeler ve hiçe saydığı halk iradesiyle göstermişti. Van’da seçimlerden hemen sonra yaptığı kayyum darbesi, halkın sokaklara dökülmesi sonucu geri alınmak zorunda kaldı.

Saray rejimi Esenyurt’a yaptığı operasyonla yeni ve daha baskıcı denemelere girişeceğini gösterdi. Kayyum darbesi ile tutuklanarak hapse gönderilen Ahmet Özer’in yayınlanmış 15 kitabı olan bir akademisyen olduğunun altını çizelim. Özer’in tutuklanmasının görünür iki siyasal sonucu olacaktır. Birincisi hiziplere bölünen ve daha şimdiden anlamsız bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde kim aday olacak tartışması etrafında kutuplaşan CHP, kayyum darbesiyle bu krizi geçici olarak erteleyecektir. İkincisi saray rejiminin Erdoğan’ın görev süresini uzatmak için desteğini istediği CHP’yi, kayyum darbesiyle pazarlığa zorladığı görülüyor. Yumuşama apolitizminin kurbanı olan ve liderlik krizi de yaşayan CHP’nin bu durumda yapabileceği en iyi şey, sivil itaatsizlikle bu saldırıya cevap vermek olabilir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da hedefe oturtulduğu kayyum darbesi ve siyasal mühendislik, doğru siyasi tutumla ve eylemlerle geri püskürtülebilir.

Bütün bunların haricinde Esenyurt’taki operasyonların Esenyurt ile sınırlı kalmayacağı, MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman’ın Akdeniz ve Toroslar bölgesindeki belediyelere de çöküleceği minvalindeki açıklaması takip etti. Saray rejimi içine düştüğü hegemonya bunalımından çıkış için tasarladığı bu operasyonlar, paradoksal bir biçimde hegemonya bunalımını daha da derinleştirebilir..

AKP-MHP ittifakından herhangi bir soruna çözüm bulmasını bekleyen liberallerin bile ihtiyatlı davrandığı “süreç” ve krizin yarattığı çelişkiler kimlerin hangi safta olduğunu gösterdi. Bu saflar arasında halkın, ezilenlerin emekçilerin safında mevcut düzen partilerinin hiçbirinin olmadığı da görüldü. Saray rejiminin işlevsiz hale getirdiği parlamentonun bir dekor olarak bile hiçbir hükmi şahsiyeti olmadığı, olamayacağı ve sırf bu nedenle mevcut siyasal sistemden kopuş çabalarının devrimci çabalar olduğunun altını bir kez daha çizelim. Siyaset, halk sınıflarını yeniden sahneye davet ederken, saray rejimi ve apolitik muhalefetin hiç bir sorununa çözüm olamayacağını bir kez daha gösterdi. Bu despotizme ve onun muhalifi gibi görünen apolitizme verilebilecek sol cevaplar, halkçı çözüm önerileri eninde sonunda halk yığınları arasında karşılığını bulacaktır..

31 Mart seçimlerinden sonra ortaya çıkan Restorasyon çalışmalarının uzantıları ve varyantları olan yumuşama ve kadük kalan 2. açılım süreci, mevcut siyasal sistemden kopuş ve yeni bir siyasal rejimin kurucu esprisi olabilir. Bu espri, halk sınıflarının yönetime katılma isteklerini, ekonomik çöküş sonucu ortaya çıkan yeni arayışlarından beslenen sosyal adalet taleplerini karşılayabildiği ölçüde sol hegemonyanın kurucu öğeleri olabilir. Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında ortaya çıkan enerji, henüz politik bir güce dönüşecek bir siyasi muhtevaya bürünemese de, AKP karşıtı, saray rejiminin muhalif koalisyonunun merkezi öğelerinden birine dönüşebilir. Yeter ki bu dönüşüm, 2007’de olduğu gibi siyasal islamcıları yeniden kirpi reaksiyonuna sürükleyecek, kaba-dışlayıcı bir siyasal söylemle birleşmesin. Sosyal adalet söylemi ve ortak programı neoliberal saldırı dalgaları altında bütün haklarını kaybeden ve saray rejiminin yoksullukta eşitlediği halk yığınlarını ortak bir paydada buluşturabilir. Bu başarıldığında, saray rejimi ve onu bütünleyen düzen içi muhalefetin bütün aktörleri, hesaba katmak zorunda kalacakları, yeni bir toplumsal muhalefet odağıyla bir odakla karşı karşıya geleceklerdir..

Diğer Yazılar

AY CARMELA: İSPANYA İÇ SAVAŞI’NA AĞIT

Ümit ÖZDEMİR / 10.02.2025 Fakat bombalar hiç bir işe yaramaz / kalplerin attığı yerde.. Sahnede …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir