Ahmet Oktay’ın bu makalesini Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nin 16. Fasikülü olan “Rus Devrimci Hareketi” fasikülünden alıntıladık.
08.10.2024
Rus toplumsal düşüncesinin bir ayağını “kişinin kendi kendini toplumun iyiliği için kurban etmesinde doruğa ulaşan non-konformist etik bireycilik’’ kavramı ile açıklayan tarihçi Razumnik, Intelegentsiya’yı da “tam anlamıyla bir etik kategori” olarak tanımlıyor. Razumnik’e göre intelegentsiyanın üyesi olabilmenin önkoşulu İse şu: “Burjuvaziye karşı çıkmak” . Bu tanım, sadece siyasal düzeyde değil yazınsal/sanatsal düzeyde de geçerli. Rus yazınsal düşüncesinin açılımının da doğrudan doğruya bu etik tavır alış çerçevesinde gerçekleştiği kesindir. Lenin’in “Asya ve Avrupa’nın en zorba düzeni” diye tanımladığı Çarlığın yıkılması, Rus aydınlarının ve yazarlarının tek düşüncesi olmuştur. Bu yönlendirici ve güdülendirici düşüncenin, Rus egemen sınıfının yöneticilerince daha tohum halindeyken fark edildiğini de söylemek gerekir.
(Toprak köleliğini 1861 gibi oldukça geç bir tarihte kaldıran Çarlık Rusya’sında köylülerin sefaletini anlatan bir resim. İlya Repin imzalı Volga Kıyısında Taşıyıcılar-editör)
Örneğin Çar I. Nikola, meşrutî bir yönetim ve köleliğin kaldırılması dışında muhalif bir düş görmemiş ve eleştirilerinde “temkini” elinden bırakmamış olan Puşkin’den daima kuşkulanmış ve ürkmüştür. O kadar ki, sağlığında sürgün ve zindan korkusuyla yaşattığı şairin ölüsünden dahi çekinmiş, bir düelloya kurban giden Puşkin’i gizilce gömdürmüştür. Fransız Aydınlanma düşüncesi Rusya’ya Voltaire’in “Güzel Kato” diye nitelediği Çariçe II. Katerina’nın himayesinde girmiş, ancak otokrasiyi tek yönetim biçimi sayan ve Pugaçov ayaklanmasının anısını hiç unutmayan Çariçenin özgürlük yandaşlığı, Andrzej Wallecl’nin Rus Düşünce Tarihi adlı kitabında belirttiği gibi, aldatmacadan öteye gitmemiş, yeni düşünceler iktidarın gücünü zayıflatıcı muhalif bir içerik kazanmaya başlayınca aydınlar ve yazarlar üzerindeki baskı artarak devam edip gitmiştir. Rejimden nefretin yoğunluğu İle kurtuluş için verilebilecek mücadele yollarının azlığı ve kitlelerin başkaldırı konusundaki bilinçsizliği İle isteksizliği, aydınları derin bir umutsuzluğa sürüklemiştir.
(Pugaçev ayaklanmasının tasviri-İsyancılar ressamı belli değil-editör)
Aydınlanma hareketinin ilk temsilcilerinden Aleksandr Radişçev toplumsal adaletsizlik karşısında duyduğu öfkeyi “yağmacı hayvanlar, doymak bilmez sülükler olarak köylülere ne bıraktık? Onların elinden almadığımız tek hava kaldı” türünden cümlelerle dile getirmenin bedelini Sibirya sürgünüyle ödemiştir. Sürgün dönüşünde de yoksulluk içinde yaşayanlara “Elinizden almaya çalıştıkları mutluluk tacını bırakmayın. Ölün!” diye seslenerek intihar etmiş, şiddete dayalı bir başka eylem yolu göstermiştir. Waiicki, bu intiharı “siyasal bir meydan okuma” oiarak değerlendiriyor. Gerçekten de, Radişçev’in eylemi ile Dekabristlerin Çar’a suikast girişimi arasında özveri anlayışı açısından hemen hiç fark yoktur. Söz konusu oian kurban imgesidir. Rus yazınsal düşüncesinin gelişme sürecinin, felsefi ve siyasal düşüncenin izleklerine, sorunsallarına ve tartışma konularına sıkı sıkıya bağlı olduğu bellidir. Yazınsal düşüncenin radikal kanadında yer alan yazarların toplumsal eleştiriye olduğu kadar dinsel eleştiriye yer vermelerinin nedeni de budur.
Sorun, tarihsel süreç içinde ilk kez Fransız Devrimi ile birlikte gündeme gelmiştir. Albert Camus, önermeleri hâlâ tartışılabilir olan yapıtı Başkaldıran İnsan’da siyasal yetke ile dinsel yetke arasındaki işbirliğine aynı anda karşı oluşun temel bir felsefi tavır almış olduğunu anımsatır. “ Kral Öldürücüler” ile “Tanrı Öldürücüler” sadece yazınsal bölüm başlıkları değil, açımlayıcı adlandırmalardır. Buradan bakıldığında, Dekabristlerden dolayımlanarak, şiddetin “toplumsal ebeliğini” şart görmenin Rus aydınlarının temel bir özelliği olduğunu anımsatmak gerekir. Özgürlük ve kurtuluşun bir aracı olarak şiddetle toplumsal ütopya arasındaki sorunsal ilişkiyi, Rus aydınlarınınkine hiç benzemeyen bir kültürel çevrede yetişmiş olan Saint-Just çok çarpıcı biçimde dile getiriyor: “ Hiçbir şey erdeme büyük bir suçtan daha fazla benzeyemez” .
Marksizm öncesi Rus yazınsal düşüncesinin etkin kişilerinin de farkında oldukları bu ikilem yazınsal düzeyde en somut örneğini Stalinciliğin doğal uzantısı olan Jdanovculukta vermiştir. Bir noktanın özellikle vurgulanması gerekir: Rus aydınları ve yazarları, uslamlamalarının sonuçlarından hemen hiç ürkmezler. Geleceğin mutluluğu adına tüm “vahim” sonuçları üstlenirler. 19. yüzyılda yazarlann siyasal gelenekten devralınmış toplumsal sorumluluk duygusuna büyük öncelik vermesinin başlıca nedenini Arnold Hauser çok net biçimde açıklamaktadır: “ Rusya’da zorba yönetim, entelektüel güçlere kendilerini topluma hissettirebilmeleri için edebiyat alanından başka yol tanımamakta, denetim uygulaması ise toplumsal eleştiriyi, ancak edebiyat biçimleri içinde ifade bulmaya zorlamaktadır”.
Bu zorlanış intihar, suikast ya da ayaklanma biçiminde gerçekleştirilen şiddetin, yazın alanında estetik düzeye yöneltilmesine yol açmıştır. Sanatın “kendisinin bir karabasanı” haline geldiğini belirten Rus nihilizminin babası Pisarev “Bir Rus kunduracısı olmayı bir Rus Raphael’i olmaya tercih ettiğini” söyleyecek kadar ileri gitmekten çekinmemiştir. 1865 tarihli ünlü yazısının başlığı bile, yazın’ın/sanatın toplumsal amacı konusundaki radikalizmini göstermeye yeter: “Estetiği Yerle Bir Etmek”
(Dimitry Pisarev)
Sanatsal değerden şüphelenmekte hiç kuşkusuz Pisarev kadar Ortodoks değillerdir ama, Marksizm öncesi eleştirinin iki büyük adı Belinsky ve Çernişevsky de yazın’ın toplumsal sorumluluğuna öncelik tanımakta, dikkatlerini gerçekçilik ve yararcılık gibi ilkeler üzerinde yoğunlaştırmaktadıriar. Özellikle Çernişevsky’nin 1853’te yazdığı tez çalışması Sanat ve Gerçeklik Arasındaki Estetik İlişkiler dönemin eleştirel düşüncesi üzerinde büyük etki yapmıştır. Öylesine bir etki ki Turgenyev bu çalışmayı “ kör bir musibetle aptallıktan peydahlanma ölü doğmuş döl” biçiminde tanımlamıştır.
Tarihi tinin yükselişi olarak anlayan Hegel, doğal olarak sanatı da Tin’in görünümlerinden biri sayıyordu: “Sanattaki güzel doğadaki güzelden çok daha üst düzeyde yer alır. Çünkü sanat güzelliği Tin’den doğmuştur” . Belinski’nin açtığı yolda yürüyen Çernişevsky, bir adım daha atıyor, Marx’ın felsefi-politik düzeyde yaptığını estetik düzeyinde ve ondan fazla haberdar olmadan gerçekleştirmek istiyordu: Hegel’i ayaklan üzerine dikmek. Gerçekten de Çernişevski’nin tezleri Hegelci ilkenin tersine çevrilmesine dayanıyordu: “Hayal gücüne karşı gerçeği övmek, sanat eserinin yaşanan gerçekle kıyaslanamayacağını göstermektir amacımız. Bilim, gerçeğin üstüne çıkmayı düşünmez. Bilim, ereğinin gerçekliği anlamak ve açıklamak, sonra bu açıklamaları insanoğlunun rahatı için kullanmak olduğunu söylemekten utanmaz. Sanat, şu yüce ve harika erekle yetinmelidir: Gerçekliğin yerini tutmak, onun eksikliğini aratmamak ve insanoğluna bir yaşama elkitabı sağlamak. Gerçek, düşten üstündür”. (Vurgulamalar benim) Marx ve Engels’ten değil, Feuerbach’tan esinlenen Çernişevsky, sanatı basit bir yansıma saydığı için gerçekle sanatsal üretim arasındaki dolayımlan ve ideolojik sorunları gerektiği gibi ayrıştıramıyordu. Çağın söylemine uyarak toplumun dönüştürülmesi sorununa öncelik veriyordu.
(Nikolay Çernişevsky)
Sanatın “gerçekliği yeniden yaratmakla sınırlı kalmamasını, gerçekliğin bir kopyasını vermekle yetinmemesini”, onun “gerçekliği açıklamasını, değerlendirmesini ve yargıda bulunmasını” İstiyordu. Çernişevsky’nin “sanat eserleri, yalnız gerçekliğin verdiği izlenim sanat eserlerinin yarattığı izlenimden daha canlı olduğu için değil, aynı zamanda estetik açıdan da gerçek yaşamdaki güzelden (ve bu arada yüce, trajik ve komikten) daha değersizdirler” sonul önermesini Pisarev’in yanlış değerlendirmesine ve Estetiği Yerle Bir Etmek adlı makaleyi yazmasına şaşmamak gerekiyor. Valicki, dönemin söylemi göz önünde bulundurulduğunda doğruluk payı yadsınamayacak bir uyarıda bulunuyor ve Çernişevsky’nin saldırısının estetiğe değil estetizme karşı olduğunu söylüyor. Gerçekten de, Çernişevsky gerçekliği ve gerçekçiliği savunurken, yazın’ın/sanatın belli bir biçim/biçem kaygısı çekmesi gerektiğini de anımsatıyordu elbet.
Gerçi, Çernişevsky’nin metinlerinden çok farklı sonuçlar çıkarmışlardır ama Pisarev ite Dobrolyubov arasında sadece yazının küçümsenmesi noktasında büyük benzerlik görülmektedir. Çernişevski’nin izleyicisi ve dostu olan Dobrolyubov, hem ustasının hem dönemin söylemini paylaşarak estetizme karşı çıkar: “Estetik eleştiri, duygulu genç kızlara ait bir şey olup çıktı” . Bu yüzden de eleştiriyi bilimselleştirmek ister. Gerçi bir yazın ve estetik kuramı geliştirmiş değildir Dobrolyubov, ama çağdaşlarının yapıtlarına ilişkin çözümlemelerinde, halkçılık ve demokratlık ilkelerine verdiği önem, yazınsal metinlerin siyasal bilinç uyandırması gerekliğine ilişkin ima ve yorumları, onun yararcı anlayışının göstergelerini oluşturur. Dobrolyubov’un siyasal yaklaşımı önce Dostoyevski’nin eleştirilerine hedef olur ve ünlü yazar, eleştirmeni “sanat olmasa da olur” demeye getirmekle suçlar, ama asıl kıyamet Dobrolyubov’un 1859 tarihli Oblomovluk Nedir? adlı makalesiyle kopuyor ve Rus yazınının Puşkin, Lermentov, Herzen ve Turgenyev gibi ünlü yazarlarıyla kahramanlarını olumsuzlayan ve “gereksiz adamlar” olarak niteleyen bu metin, Herzen’in Çok Tehlikeli başlıklı yanıtına vesile oluyor. Herzen yanıtında Dobrolyubov’u ve yazıyı yayınlayan Sovremennik dergisini “Çarlık rejimine yardım etmekle” suçlamaktan bile çekinmiyor. Dobrolyulov’un, Dostoyevski’yi konu alan. Ezilenler ve Turgenyev’in romanı Öngün’ü eleştiren Gerçek Gün Ne Zaman Gelecek? adlı yazıları da yaşanan gerçeğin yeterince yansıtılmadığını öne sürerler. Daha da önemlisi, Dobrolyubov bu yazılarda, çok sonraları toplumcu gerçekçiliğin sözlüğünde birincil düzeyde rol oynayacak olumlu tip kavramının tohumlannı ekmektedir.
(Nikolay Dobrolyubov)
O, siyasal eyleme geçebilen, gerçeği açıklayabilen ve olması gerektiği gibi algılayabilen kahramanlardan, “yeni insanlar”dan söz etmektedir. Marksizm öncesi Rus yazınsal düşüncesinin bu üç önemli yazarını, görüşlerindeki mekaniklik dolayısıyla ilkin Plehanov eleştirmiş, özellikle Çernişevsky ve Dobrolyubov’un kuramlarını “ realizmle idealizmin bir karışımı” olarak nitelemişti. Ekim Devrimi’nin en yetkin sanat kuramcısı olan Troçki ise, bu üç eleştirmenin konumunu belirlerken “edebiyat eleştirisinin politikanın yerini aldığına” işaret etmiş ve şu tanıda (teşhiste) bulunmuştu: “Belinskyler’in rolü, edebiyat aracılığı ile kamuoyuna uzanan bir hava deliği açmaktı”. (Vurgulama benim). Bu “hava deliğinin” açılması amacıyla geliştirilen kuramların yetersizliğinden, toplumcu bir sanat anlayışına bağlı kalındığında, ancak o günlerden sonraki zamanların koşullarında söz edilebileceği açıktır. Kendi çağlarında Belinsky, Çernişevsky, Dobrolyubov, düşüncelerini koşullayan somut gerçekliğin hem doğal ürünleri hem de doğal tepkileriydiler.
(Belinsky)
Rusya gibi siyasal ve kültürel dalgalanmalar içinde bulunan bir ülkede tutarlı bir kuram oluşturulması için daha uzun bir zaman geçmesi gerekecekti. Tolstoy gibi bir büyük yazar bile işi kurama döktüğünde, törel açıdan göz kamaştırıyor ama kuramsal açıdan yetersiz kalıyor. 1898 yılında yayınladığı Sanat Nedir? adlı yapıtı, çağdaşlarının, yani Belinsky’nin, Çernişevski’nin, Dobrolyubov’un düşüncelerinin bir toplamı olmaktan öteye geçemiyor ve büyük romancı şu formüiasyonla sınırlı kalıyordu: “Sanatı doğru şekilde tanımlamak için, her şeyden önce onu bir zevk verme aracı olarak düşünmekten vazgeçmek gerekir.” Tolstoy’un kuramında dinsel olanla toplumsal/siyasal olanın garip bir birlikteliği gözlenir. Bu tutarsızlık, öteki eleştirmeciler için de geçerlidir elbet. Örneğin Belinsky naradnost (halkçılık) ve natsionalnest (ulusçuluk) kavramlarını açıklarken bir yandan Rus yazınının köksüzlüğünden söz etmekte bir yandan da folk-mania dediği halk düşkünlüğünü şiddetle eleştirmektedir.
Rusya’nın bu ilk sanat kuramcısı, çok sevmesine rağmen Gogol’un George Sand kadar bile “ uluslararası” olamadığını öne sürmektedir. Slavcılık ile batıcılık, gelenekçilik ile yenilikçilik, halkçılık ile devrimcilik görüşleri arasında bölünmüş bulunan Rus aydın ve yazarlarının toplumsal yarar ve sanatsal yarar sorununu çözümlemeleri, bir bireşime ulaştırmalan tarihen mümkün değildi. Belinsky, Çernişevsky ve Dobrolyubov’a haklı eleştiriler yöneltmiş olmasına rağmen Plehanov bile sorunu çözümleyememişti. Gerçekten de, ileri bir adım atmış olmasına rağmen, Plehanov da sadece sosyolojik düzeyin çözümlenmesi konusunda bilimsel olabilmiş ama artistik düzeyin açıklanmasına ilişkin görüşlerinde kuramsal bir taban oluşturamamıştı.
Alt-yapı ile üst-yapı arasındaki sorunlar, çok daha sonraki yıllarda gündeme gelecek, üstyapının görece özerkliği ve ideolojinin içeriği gibi konular ancak devrimden sonra tartışmaya açılabilecekti. Kaldı ki, Buharin’in “psikoloji ve ideolojinin belirtisidir üslup. Yalnızca dış biçim değildir, öze ilişkin görülen tüm simgeleriyle birlikte özdür” biçiminde dile getirdiği anlayış da Lenin’in yazınsal düzeye tanıdığı özerklik de, sorun’un kılgısal düzeyde çözümlenmesine yetmeyecekti. Çünkü, popülizmden devralınan ideolojik ve siyasal öğeler, devrim dönemi yazınının eleştirel düşüncesinin de yönlendiricisiydi. Mihall Lifşitz’in Marx ve Engels’den önceki yaklaşımları değerlendirirken yaptığı “sanat felsefesi, tarih ufkunun darlığı yüzünden hiçbir zaman çözemeyeceği sorunlar çemberi içinde kalır hep” şeklinde dile getirdiği yorum, devrim sanatı için de geçerliğini korumuştur. Yazın’ın özerkliği, özgürlüğü ve niteliği ile siyasal amaçlar arasındaki uyumsuzluk, Lenin’den çok daha fazla bu sorunlarla uğraşmış Troçki tarafından bile kesin bir çözüme ulaştırılamamıştır. Troçki’nin entelektüel üretiminin ve fütürizm, konstrüktlvizm gibi yenilikçi akımların yasaklanmasından sonra, yazınsallık, 19. yüzyılın eleştirmenlerinden daha büyük bir şiddetle dıştalanmış, ne var ki yazınsal üretimin temel sorunsalı olma özelliğini hiç yitirmemiştir. Bu sorunsalın içeriğini, çok yıllar sonra Lukacs şu sözlerle dile getirmiştir: “Güdümlü sanat Stalincilikten bu yana bildiğimiz biçimiyle yazarı götürse götürse yenidoğalcılığa ya da devrimci romantizme götürür; açıkçası yakın gelecek üstüne görüşler getirirken, gerçek yerine birtakım düzmece şeyler yaratan bir sanata”.

Rus yazınsal düşüncesinin açılımında büyük rolleri olan Belinsky, Çernişevsky, Dobrolyubov ve Plehanov’un, siyasal mücadelelere bağımlı olarak gündeme getirdikleri törel ve yazınsal sorunlar, görüldüğü kadarıyla önemlerini Marksizmin içinde bugün de korumaktadırlar. Toplumsal devrim düşüncesinin sonul amacı olan insanal özgürlük ve mutluluk, hiç kuşkusuz içinde yaşanılan koşulların algılanması ve aşılması ile mümkün olacaktır. Bu aşma sürecinde siyasetin ve sanatın rolleri sorunu, tarihin bize gösterdiği kadarıyla, hemen çözümlenebilecek bir soruna benzememektedir. 19. yüzyılın ömürlerini halkın mutluluğuna adamış büyük eleştirmecilerinin metinlerinden çıkarabileceğimiz en büyük ders budur. Yazın’ın yararının toplumsal yararla özdeşleştirilmesinden, estetik ve etik düzeylerin eşitlenmesinden doğan sorunların çözüm olanaklarının neler olabileceğini, gelecek on yılların kuramsal ve yazınsal üretimi belirleyecektir.