Ümit ÖZDEMİR / 17.08.2024
Kral 14. Lui, Fransız devrimi sırasında sarayın balkonundan ayaklanan yoksulları gördüğünde şu soruyu sorar. “Est-ce un soulèvement ?” (Bu bir ayaklanma mıdır?) naibi cevap verir: Non ces’t une révolution (hayır bu bir devrimdir). Yönetici sınıf olarak aristokrasinin, kiliseyle birlikte yarattığı çürüme ve yozlaşma ve yoksulluk ister istemez bu tarihsel blokla geniş halk yığınları arasında uzlaşmaz karşıtlığa ve devrime neden olur. Aşılması için yapılmış Fransız devriminden aktardığımız bu anekdot, ilginç ve öğreticidir.
***
Amok koşusunun ilk emareleri müesses nizamın koruyucusu ve destekçisi CHP ve liderliğinin normalleşme adımları atarak AKP-MHP ittifakını burjuva hukuk normları içine çekme çalışmalarıyla başladı. Cumhuriyet tarihinde özellikle 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra örneklerine sıkça rastladığımız ve hepsi de başarısız olan bu restorasyon çabası da iflas etmeye mahkumdu. İflası kaçınılmaz kılan olgu CHP’nin “normalleşme” siyasetinin stratejik hatasından kaynaklanır. Cumhur ittifakı tam da bu nedenle yani burjuva hukukunun ezilmesi yok edilmesi ihtiyacından doğdu. Sermaye birikiminin daha da hızlanması için hayata geçirilen ve neredeyse burjuvazinin bütün kirli işlerini üstlenen siyasal islamcılar için hukuk önemsiz bir ayrıntıydı. Ancak Cumhur İttifakının hesap edemediği olgu, hukuksuz denetimsiz tamamen yağmaya dayalı kapitalizmin eninde sonunda halkı felaket bir yoksulluğa iteceği gerçeğiydi. Hubris sendromuyla1 girdikleri bu yoldan her geri dönüş çabası anlamına gelen restorasyon çabaları, bir süre sonra MHP’nin saray rejiminden elde ettiği menfaat ve nüfuz ticareti yüzünden tıkanmaya yazgılıydı. CHP ve liberal önderliği, kendi fikirsizlik ve siyasetsizliklerinin sonucu 31 Mart’ta sendeleyen AKP-MHP ittifakına sadece tutunma imkanı vermedi, aynı zamanda karşı saldırıya geçme fırsatını sundu.
***
CHP’nin siyasi kavrayışının ana ekseni olan siyaseti burjuva partiler arasında siyasi elitler rotasyonu ve siyasetin halk sınıflarının özlem ve taleplerini engelleme faaliyeti, en çok domates üreticisinin yaşadığı büyük ekonomik yıkımla yola revan olduğu eylemde ortaya çıktı. CHP’li Balıkesir Milletvekili Serkan Sarı çıktığı traktörün üstünden “daha fazla taşkınlık yapmayın, yolu daha fazla kapalı tutarak rahatsızlık vermeyin” sözleriyle adeta yeni bir Şemsi Denizer olduğunu ilan ediyordu. İşçilerden toplanan aidatlarla Jaguara binmekte hiçbir sakınca görmeyen Şemsi Denizer, sağ sendikal hareketin iflasının ve sarı sendikacılığın figülerinden biri olarak tarihe geçti. Domates üreticisini tüccarların insafına bırakan AKP’nin neoliberal tarım politikasına yönelen öfke ve hükümet istifa sloganlarının önüne geçenlerin içinde CHP’lilerin olması tesadüf değil bir zorunluluktu. Tarihsel misyon, “daha fazla taşkınlığa müsaade edilmemesi için” güvenlik kuvvetlerine yardımcı olmayla” biçimlenince siyasal misyonun da restorasyon olması kaçınılmazdır.
Çöküşün emareleri Instagram yasağıyla şekillendi. DP’nin 1958-1960 dönemindeki gibi gazeteciliği ve gazetecileri hedefine oturtan otoriter siyasetinin bir benzeri, bu kez dijital mecrada Hamas lideri İsmail Haniye’nin İsrail tarafından katledilmesinden sonra “vitaminsiz Goebbels” lakaplı Fahrettin Altun’un taziye mesajını yayınlayamamasıyla ortaya çıktı. Instagram, mesajı sansürleyince AKP konuyu yine saptırdı ve bizzat adalet bakanı Tunç’un “katalog suçlar” açıklamasıyla sansürün sansürüne neden yüründüğünü de izah edemedi.
AKP’nin Filistin kurtuluş mücadelesini yozlaştıran, tünellerde kurduğu rüşvet ve yolsuzluk ağıyla servetine servet katan Hamas lideri İsmail Haniye’nin katledilmesinin ardından yayınladığı mesaj, Filistin “dava”sına nasıl baktığını özetler. Bir yandan İsraile her türlü malzemeyi satarak siyonist rejimin ömrünü uzatan AKP, öbür yandan “kutsal” ilan ettiği Filistin davasının siyasal islamcı Hamas’a ve yolsuz liderine övgüler düzmekten kaçınmadı. Sonunda Amerikancı ve seçim düşmanı Mahmut Abbas’ı mecliste konuşturarak kendi tabanlarının öfkesini soğurdu.
Türkiye sağının geleneksel eylemlerinden biri haline gelen düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesi, farklı düşünce ve kanaatlerin tartışılıyor olmasından duyulan rahatsızlık, AKP’nin de aynı kökenden gelmesi sebebiyle genetik kodlarında da yer alır. Dilruba’nın bir sokak röportajcısına verdiği röportajda siyasi iktidarı eleştirmesi, AKP’yi süratle pozisyon almaya zorladı. Dilrüba “halkı kin ve düşmanlığa sevk etme” ve klasik “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamalarından tutuklandı ve cezaevine konuldu. AKP’nin sokak röportajlarından duyduğu bu rahatsızlığın kökeninde, halkın özellikle üzerine Mehmet Şimşek’in neoliberal boğaz sıkma politikasının etkisiyle nefessiz kalmasıyla sokak röportajları hızla popülerleşti. Neoliberal yıkımın yarattığı tepkilerin en çok sokak röportajlarında dile ve düşünceye yansıması kaçınılmazdı.
Nitekim uçuşa geçen enflasyondaki sorumluluğunu Mehmet Şimşek’in özneyi yani kendisini gizleyerek “çok kötü bir vergi olarak görüyoruz” olarak nitelediği enflasyon, aslında burjuvazinin en adaletsiz vergilendirme yöntemidir. Üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde tutan burjuvazi ve patronlar sınıfı, burjuva ekonomistlerin -ücretlerin artmasının enflasyonu arttıracağı-iddialarının aksine enflasyon yaratarak karlarına kar katar. Enflasyonla sermaye sınıfına aktarılan kaynaklar, bölüşüm şokunu daha da derinleştirir. Bölüşüm şokuna eşlik eden dolaylı vergilerin çarpan etkisi, halkı sonsuz bir yoksulluğa iterken, sendikal hareketlerin zayıflığı ve örgütsüzlüğü ücretler genel seviyesini açlık seviyesinin de altına indirir. Kaçınılmaz olan sahne alır durgunluk ve seri iflaslar Türkiye üretiminin ithalata bağımlı yapısı nedeniyle yaygınlaşır.
Çöküşün ikinci fazı, yüksek enflasyon içinde durgunluk olarak tanımlanan Stagflasyondur. AKP’nin kurduğu neoliberal şirket devlet ve nepotist yağma rejimi ve bunun güvencesi CB hükümet sistemi, stagflasyonun müsebbibidir. Stagflasyonun ileri aşaması olan slumpflasyon, kanserin metastaz yapması benzeri, durgunluk içinde artan oranda yüksek enflasyonun tanımıdır. Bu iki tanımın mağdurları, sokak röportajlarından, domates üreticilerinin eylemlerinden, sendikalaştığı için işlerinden atılan Polonez emekçilerinin direnişiyle birleşerek halk muhalefetinin kendisine dönüşüyor…
Kayıp trilyon2 davasının yarattığı avantajla YRP’yi üstü kapalı tehdit eden ve YRP lideri Fatih Erbakan’ın karnından konuşmasına neden olan AKP, 23. kuruluş yıldönümünde vekil ve belediye başkanı transferleriyle ikinci hamlesini yaptı. Türkiye sağına yönelen hamleleriyle merkez sağın oluşmasına engel olan AKP’nin bu siyaseti boşa düştü. AKP’nin çöküş dönemine girdiği, hem yapılan anketler ve hem de sokak röportajlarında ortaya çıkan tepkiden görülüyor. Halk sınıflarının çok yoksullaştığı ve restorasyoncu muhalefetin alternatifi ortaya koymaktan özenle sakındığı mitingler ve komik lamba yakıp söndürme çabalarıyla da engellenemediği bir evrede, yapılan bu beyhude hamleler, paradoksal biçimde çöküşü daha da hızlandıracaktır. AKP’nin liberal teorisyeni Bülent Arınç’ın kendi parti kamu oyuna ve ülkeye verdiği “değişim gerçekleşecektir. Yaralar pansuman edilecek, kangren olan uzuvlar kesilip atılacaktır” çağrısı çok açık olarak MHP’yi hedefler. Kangren olan CB hükümet sisteminden hangi uzuvların kesilip atılacağı, değişim gerçekleştikten sonra eksik organlarla kör topal nasıl ilerleneceği ayrıca bir merak konusudur.
Kangren ve kan, TİP Hatay vekili Can Atalay’ın tutsaklığının sona erdirilmesi için yapılan TBMM toplantısında ortaya çıktı. TİP İstanbul vekili Ahmet Şık, AKP’lileri haklı bir biçimde hedefine oturtan sözleriyle başlayan konuşması, bir gerilim filminde yükselen temponun artması türünden çatışmaya dönüşmek üzereydi. Gerilimin fitili, oturuma başkanlık eden Başkan Bekir Bozdağ’ın oturuma ara vermesiyle ateşlendi. Gerekli tertibatı alan AKP, kürsüde konuşmasını bitiren Ahmet Şık’a Alpay Özalan fedaisi ve diğer AKP’lilerle saldırdı. AKP’nin bu saldırısına karşı DEM Partili Gülistan Koçyiğit’in de yer aldığı vekillerin araya girerek saldırıya engel olma çabalarıyla mecliste kan döküldü. Müesses nizamın bekası için gerekli olan TBMM’nin rıza üretme mekanizmalarını da tıkayacak olan bu saldırı, ister istemez bumerang etkisi yaratacaktır. Saldırıyla meclis içi muhalefete de aman vermeyeceğini ilan eden AKP, sonu nerede biteceği belli olmayan yeni arayışları kışkırttı.
Kangren olan AKP rejimi, vekilleri bile revirlik eden şiddet politikasını meclisin içine kadar genişletti. Sokak röportajlarından korkan, eleştirinin en küçüğüne bile tahammülü olmayan; siyasetini kendi yağmacı nepotist kadroları içinde bir rotasyon olarak hayata geçiren dar oligarşik AKP’nin saldırmaktan başka seçeneği yoktu. AKP’nin faşist saldırısı ile ortaya çıkan yeni çelişki, kurduğu nepotist yağma rejiminin çöküşünün hızlanmasıdır. Faşist şiddet ve cinnet, acz içindeki sağ siyasal partilerin yaşadığı hegemonya bunalımının negatif dışavurumudur. Siyaset ve rıza üretemeyen sokakta kendisini eleştiren vatandaşı tutuklatan, kendi ülkesinde 20 yıldır seçim yaptırtmayan gerici Mahmut Abbas’a bulunmaz hint kumaşı muamelesi yapan AKP adlı cambaz zor durumdadır.
Hepsi yaralar sonuncusu öldürür. İzmir Yamanlar’da başlayan yangın, özelleştirmelerin yarattığı yıkımla tasfiye edilen kamu yönetiminin büyük boşluğunu neoliberal şirket devletin uydurma uçaklarıyla kapatma çabası, Türkiye’nin üçüncü büyük kentini saran alevlerle felakete dönüştü. Bu dönüşümde şüphesiz yeni rant alanları açmak çıkardığı ormanlık alanların imara açan yasanın payı büyüktür. Özelleştirilmedik, satılmadık hiçbir şey bırakmadığı gibi halktan topladığı vergilerden oluşan hazineyi KKM, KOİ ödemeleri ve Carry Trade yağmasıyla uluslar arası sermayeye aktarmakla görevli, Mehmet Şimşek ve AKP neoliberal felaketin ana sorumlularıdır.
AKP, düzeniçi muhalefetin kadim partisi CHP’nin de desteklediği restorasyon çabalarının boşa düşmesiyle tutunacak son dalı da kavrayamayarak serbest düşüşe geçti. Bu düşüş, hem ikbalperest Türk sağını dibe çekiyor, hem de neoliberal yağmanın kışkırttığı bütçe açıklarının ve önlenemez enflasyonun yarattığı anafor etkisiyle içine giren her şeyi yutan devasa bir kara deliğe dönüştü. Ekonomideki çeşitli ölçeklerde üretim yapan sektörlerini de içine alarak genişleme emareleri gösteren (sanayi üretiminin son 8 ayda sürekli küçülmesi) çöküş evresi, birden çok siyasal aktörün kendine hareket alanı bulabileceği yeni bir aşamayı tarif ediyor.
Eğer sosyalist sol, kendi halkçı, planlamaya dayanan açık ve anlaşılır sloganlarla örülü alternatif ekonomi, dış siyaset ve eğitim ve sağlık politikalarını ortak program etrafında örgütlerse yarın hakkında söz sahibi olabilir. AKP’nin yarattığı neoliberal cehenemi, “serinletilmiş” sosyal liberal programlarla değil, gerçekçi, gelir ve bölüşüm şoklarından korumaya yönelik sosyal güvenceli ve halkın selametini en yüce yasa olarak gören bir politika demetiyle aşılması imkansız değil, üstelik gereklidir…
1Hubris terimi tıbbi bir hastalık olarak tanımlanırken abartılı gurur ve başkalarını küçümseme duygusu olarak ifade edilmektedir. Özellikle yöneticilerde ve liderlerde yaygın görülen bu sendrom, gücün belirli bir oranı aşması ve aşırı kibire kapılması sonucu görülen tıbbi bir hastalık olarak tanımlanmaktadır.