Taner Renda / 28.11.2023
Özellikle son yirmi iki yılda öyle bir ülke haline geldik ki; iyi olan, doğru söz söyleyen, namuslu kalan, işini en iyi şekilde yapan, ahlaklı davranışlarını bir dini inancı olduğu için değil, yanlış olduğuna inandığı için sergileyenlerin cezalandırıldığı, zulme uğratıldığı, hapse atıldığı, aç ve açıkta bırakıldığı, türlü haksızlıklara uğratıldığı ve işin en zor kısmı ise; tüm bu yaşananların çok doğal ve olağan sayıldığının toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul gördüğüdür.
Çalışanların büyük çoğunluğu adı Asgari Ücret olan ama aslında sefil bir hayattan fazlasına izin vermeyen ücrete tabi tutulması, emekliye yedi bir beş yüz lira gibi sadaka verilip; onunla idare etmesinin istenmesi ve yüksek enflasyon altında bu gelirlerin de çeşitli vergilerle ellerinden alınmasına yine ülke insanlarının büyük çoğunluğu tarafından çok da dert etmemelerinin kılıfını da: ülke politika yapıcıları tarafından din ve milliyetçilik olarak tarif edilmiş.
Ülkeye giydirilen bu deli gömleğinin yanı sıra, sistemin boşluklarından ve/veya oluşturulan sistemin kendisinden şu veya kişi ve grupların ise milyon/milyar Dolarları “kazanmalarında” kimse bir sakınca görmediği gibi edindikleri bu servetler üzerinden haklılık/yerindelik ile değerlendirilmeleri çok fazla iç karartıcı bir durum olarak önümüze çıkıyor.
Denizbank Şube Müdürü olarak çalışan bir kişi, Galatasaray kulübünü hedef alarak ellerindeki Dolarları kimsenin bilmediği! Sadece küçük ama çok özel kişilere yatırım yapma fırsatı verip; çok kısa bir zaman içerisinde akıl almaz karlar edeceğine inandırmış. Elbette bu işin koç başı olarak da Galatasaray camiasında saygın bir isim olarak anılan Fatih Terim’in ismi ve onun da bu güzide olanaktan yararlandığını peşin peşin ama çoook gizli bir biçimde bildirilmesiyle bu Ponzi tuzağına sineklerin yapışması sağlamış.
“Ortalama zekaya” sahip hiç kimse, resmi bir işlem olmadan ve pastane, kahvehane gibi abuk subuk ve de illaki gizli bir biçimde milyonlarca Dolarını bu kişiye teslim etmez. Amma işin içine Fatih Terim gibi bir efsane girince; akan sular ve kokan akılların çöpe atılması hiç de zor olmuyor.
Fatih Terim’in ismi kendi izni olmadan kullanılmış safsatası da çok kısa bir zaman içinde ortaya saçılınca; aklıma şu aptalca sorular takılıyor: Ponzi tezgahını hazırlayan bu özel bankanın Şube Müdürü müydü, yoksa Terim ve arkasındaki Ağır isimler miydi? Bu paranın bankalar arası işlemlerde görünmüyor oluşu; tezgahın bir gereği miydi, yoksa bu toplanan paralar uyuşturucu ödemelerinde kullanılacağı için mi? Mahkeme kayıtlarından Fatih Terim’in isminin çıkarılmasını sağlayan güç Ağar mı? Bütün bu girift ama büyük bir suç ağının, aylarca kara paranın ve uyuşturucu Baronlarının nasıl ortaya çıkarıldığını bizlerin gözüne sokan İçişleri Bakanı’nın gözünden nasıl kaçmış olabileceğini soracak bir Parti/kimse yok mu? Gri Listeden çıkmak için yapılan bu şaklabanlıklar bizlere “Temiz Eller” gibi sunulmasının hemen ertesinde hesaplanamayan bir Ponzi tezgahı ile gölgelenmesi nasıl örtülecek derken; Cumhurbaşkanlığı’nca araştırılması için eski İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu’nun görevlendirilmesi bize neyi anlatıyor?
Hamiş: Anadolu’da güzel bir atasözü vardır: İti, öldürene çöpe attırırlar. Sermaye, bu iktidar tarafından ülkeyi uçurumun kenarına getirilmesini düzeltecek tek bir iktidar var olduğunu bildiği için, zehir gibi acı reçeteyi uygulayacak CHP ve Millet İttifakı olduğunu düşünmediğinden: Erdoğan ve Bahçeli’den son bir görev daha istemiş olabilir mi?