Taner Renda / 12.09.2023
Bugün 12 Eylül. Benim doğum günüm. Artık yetmişli yaşlara doğru bir hayli yaklaşmış bulunuyorum. Şöyle geriye doğru bir baktığımda: ülkemde ve Dünyamızda teknolojik anlamda pek çok gelişme olsa da; Kapitalizmin, bize yaşattıkları pek de değişmeden devam ediyor. Şu şimdilik kısa sayılacak yaşamımda daha doğmama sayılı birkaç gün kala 6/7 Eylül Pera-Beyoğlunda gerçekleşen gerici DP iktidarının azınlıkların mallarına el koyma girişimi olmuş. Henüz 15 -16 yaşlarındayken “toplumun uyanışının” fazla ileri gittiğinden yola çıkan ülke politika yapıcıları, gençlik önderlerini durdurmanın en kestirme yolu olarak ya infaz ettiler ya da TBMM kararıyla Deniz, Yusuf, Hüseyin’i idam ettiler. Ama bu bir on sene sonra için planlanan faşizmin sadece ayak sesleriydi. 12 Eylül 1980’e gelirken; her gün ortalama 35 insan öldürülüyordu. Hem okuyup, hem de çalışırken 25’inci yaş günümü kutlamaya hazırlanıyordum ki; sabahın altısında Hasan Mutlucan’ın kahramanlık türküleriyle uyandık ve ülkemiz gerçek anlamda askeri bir faşizm yönetiminin ilk gününe başladık. Düşünsenize hayatımın ilk yirmi beş yılına kadar yaşadıklarım bunlarsa; şimdi anlatacaklarım, bu kanlı yönetimin ilk gününden itibaren devamı sayılacak bugünlere kadar eskilerin deyimi ile “gün yüzü görmediğimizin” resmidir.
12 Eylül, solun önünü kesmek için yapıldı. Bakmayın siz Konya’da yapılan dinci yürüyüşlerin gerekçe gösterilmesine. Kenan Evren, elinde kuran ile mitinglerde konuşma yaptı. Ve Aydınlar Ocağı’nın düşü, bu dönemde gerçekleştirildi. Fetullahçılar bu dönemde en çok korunan İslamcılar oldu. Ve Siyasal İslamın önü bu dönemde ardına kadar açıldı. Ve küçük Amerika özlemi ile yanıp tutuşan ülkemizde 2 partili sistem en sonunda AKP/Erdoğan sayesinde oturtuldu. Ve Kürtler. Ah her şeyin kökünde bulunan şu Kürtleri daha 12 Eylülün ilk günlerinden itibaren hapishanelere tıkıp, Allah ne verdiyse (işkence, ölüm, toplu ölüm, sürgün ve binlerce yıllık yurtlarından yerlerinden koparıp attılar) gereken bütün zulüm çeşitlerini üstlerinde denediler. Ve Kenan Evren’e karşı olduğunu söyleyerek iktidara gelen Erdoğan, gün geldi Evren’in elinden tutup, güle oynaya onun getirdiği rejimi daha da ileriye götürdü.
Ya işte böyle bir günde aklıma gelenler böylesine” iç açıcı” bir zincir olarak karşıma çıkıyor. 69 yaşımın bu ilk gününde bütün bunlara karşın umutlu olmak için insanın gerçekten Pollyanna kadar saf olması gerekir. Peki, ben saftirik biri miyim? Hiç sanmam. Ama böylesine “saf” bir muhalefetin olduğu ülkede; böylesine hinoğluhin bir iktidarın oluşması kaçınılmaz. Karşımızda iktidarı ve muhalefetiyle birlikte koskoca bir Devlet ve onun ali çıkarları var. O zaman yapılacak olan: bunların dışında kalan Halk ile birlikte bir şeyler yapılmalı. Eh diyeceksiniz ki: bu Halk değil mi onlara oy veren? Evet, bu doğru ama siz onun önüne halden anlayan bir yapı koydunuz da; onlar size yanıt vermedi mi? Hangi Halk sürgit zalimleri başında tuttu ki; bizim Halkımız da onları başımızda tutsun?
Ne yapmalı ya da ne yapmamalı? Öncelikle aynı şeyleri yapıp; farklı sonuç almayı ummaktan vazgeçmeliyiz. Farklı bir bakış açısı denemeliyiz. Halkın bize gelmesini değil, bizim halka gitmemizi ve onlarla birlikte aynı potanın içinde erimeliyiz ki onların duygu ve düşüncelerini anlayabilelim. “Bu halk” diye başlayan cümleler kurmaktan derhal vazgeçmeliyiz. Ve Halkın kendi yapılarını kurmasını teşvik etmeliyiz. Belki o zaman bu ülkeye baharların gelmesinin önü açılır.