Taner Renda / 16.11.2022
Balık hafızalı olmayanlarımız, ürkek bir telaş içinde son birkaç aydır bekliyorlardı. Tedirgindiler, yakın geçmişte seçim öncesi yaşadıkları; onları haklı olarak tedirginliğe sürüklüyordu. Ve beklenen tedirginlik 13 Kasım Pazar günü İstiklal Caddesinde yine kanlı bir biçimde gerçekleşti. Haklı çıkmanın kahredici duygusunu hep birlikte yaşamak zorunda kaldık.
Coğrafya kaderdir önermesini haklı çıkarırcasına ülkemizde 1960.1971.1980.28 Şubat ve 2015 de çok kanlı bir biçimde bize bu topraklarda “normal” bir ülke olamayacağımızı hatırlata geldiler. İyi niyetle bu son olsun diyenler; her seferinde yanıldıklarını çok acı bir biçimde deneyimlediler. Bugün de bu son olmayacaktır. Çünkü çözmediğimiz veya görmezden geldiğimiz sorunlarımız, biz ne yaparsak yapalım, çözülmedikleri sürece; hep önümüze çıkacak ve çözülmeyi talep edecektir. Bu fasit daire, son yüzyılda hep başa yani sorunların kaynağındaki eşitsizliğe işaret ediyor: Kapitalizm.
Geniş emekçi kitleleri, ülkedeki bütün üretimi yapıp; karşılığında kıt kanaat geçinebilecekleri bir düşük ücrete mahkum ediliyor. Bu geniş ve yoksullaştırılmış kitleler, bütün fedakarlıklarına karşın (elbette fedakarlık etmek istemeyenler için de yasalarla zorla ve baskı ile her türden kolaylıklar en uygun biçimde Devletimiz tarafından sağlana gelmiştir) bir türlü insanca yaşama kavuşamadılar.
İdeolojik olarak bir birlerine karşı olması gereken sermaye sınıfı ve geniş emekçi sınıfları, Devlet şemsiyesi altında bir ve bütünmüş algı politikası ile üstü örtülmeye çalışıldı. Ta ki AKP iktidarının Uluslararası Neo-Liberalizm çarklarını acımazsızca uygulaması sonucunda; işçileri açlık sınırında yaşamaya, köylüleri ellerindeki topraklarını sattırmaya, küçük esnafı ise geleceğini bankalara borçlandırmaya ve emeklileri ise yaşlılıklarında bile yoksullaştırmaya zorladılar. Artık toplumun bu “alt sınıflarının” gideceği, geri çekileceği bir milim bir yer kalmayana kadar.
2015 yılında provasını yaptıkları kanlı deneyi, bu kez farklı bir versiyonunu piyasaya sürüyorlar: ya daha fazla yoksullaşmaya razı olacaksınız ya da daha fazla kan ve gözyaşı ile yaşayacaksınız. Geçmişte de bu türden ikilemlerle toplumu karşı karşıya bırakmışlardı. Artık Komünizm tehlikesi geride kaldığı için bu kez de onun yerine bölücülük başrole alındı. Lakin domestik emperyalizm heveslilerin anlamadığı şey: sizin planlarınız, gerçek emperyalistlerin planları ile uyumlu olduğunuzda işe yarar. Yoksa kendi oyununuzla yenilirsiniz. Mor sweatshirt giymiş ve üzerinde NEW YORK yazan Suriyeli bir Arap kadın, İstanbul’un göbeğinde TNT kalıpları ile terör eylemi yapar. Siz istediğiniz kadar bu eylemi aşina olduğunuz PKK’dan emir aldığı söylemini kullanın. Gerçek apaçık ortada size sırıtıyor. Ama siz yine de bu felaketten fırsat çıkarmak için Kobani mahrecini kullanın. Biz bunları ülkece yiyebiliriz. Ama sizler bal gibi de biliyorsunuz ki; kalenize direkt şut çekildi ve gol oldu. Bence siz yine de hiçbir şey olmamış gibi devam edin. İstiklal Caddesine devasa bayraklar çekin, hatta şimdiden İstanbul’da başladığınız gibi her yere gökdelen boyunda bayraklar çekin. Ülkede milliyetçilik dalgası yaratın. Kobani’ye saldırmak için masallar anlatın. Ülkede bunları “yiyecek” kullanışlı kitleler ellerinizin altında bolca var. Ama unutmayın, zamanın ruhu saati aleyhinize işlemeye devam ediyor. Bu beceriksiz, korkak ve çapsız Altılı Muhalefete rağmen.
Hamiş: PKK’nın her türden sorumlu veya sorumsuz yetkilileri, geldikleri yeri iyice bir düşünmeliler: Bu türden durumlarda Devletin aklına ilk olarak PKK’nın gelmesi çok normal, peki ülke vatandaşının da aklına ilk olarak neden IŞİD ile PKK geliyor? Abdullah Öcalan yakalanmamış veya dışarıda olsa; Son 10 yıldır PKK’nın yaptıklarına onay verir miydi? Ve tutsak olarak hapiste tutulan Selahattin Demirtaş’ın net tutarlılığı ile HDP’nin ürkek tutarlılığını PKK’dan fırça yememek olarak mı açıklamalıyız? Ağzına sağlık Pervin Buldan: MHP’nin iki farklı Genel Başkanı olduğunu ve bunların oturup, HDP konusunda fikir birliği sağlamalarının önemini hatırlattığın için.