Mert Yıldırım / 27.08.2022
Nereden nereye, kısa bir zaman öncesine kadar “Esed gitmeli” diyen Saray rejimi, şimdilerde rotayı yeniden “Kardeşim Esad’a” çevirmeye başladı.
Tabi bu ilk değil, daha önce İsrail ve Mısır örneğinde böyle yüz seksen derece bir ilişkiye tanık olduk. En son Suudilere ve Birleşik Arap Emirliklerine ilişkin Kaşıkçı ve Fetocular üzerine onca köşeli laflardan sonra biraz yavaş ve zamana yayılarak ilişki kurulacağı düşünülüyordu. Ama öyle olmadı. Kısa zamanda öyle bir sarmaş dolaş oldular ki dolar gelecek diye ağızlarında sular aktı.
Bütün bu baş döndürücü U dönüşleri bize Demirel’in “dün dündür bugün bugündür” deyişini hatırlattı.
Ama Süleyman Demirel’e haksızlık etmeyelim. Bugünlerin vıcık vıcık arabesk siyaseti Demirel’li günleri fersah fersah geride bırakır.
Bitmeyen Neo Osmanlı Hayali!
Aslında Neo Osmanlıcılık yeni bir şey değil. Bu siyasetin öncülüğünü Özal yapmıştı.
Özal’ın kendisi neo liberalizmin gereği olarak dönemi okumaya ve buna göre posizyon almaya çalışıyordu. “Adriyatikten Çin seddine kadar” bir hegemonya hayal ediyordu. Neo Osmanlı hülyasini görürken bunu ne salt pan-islamizme ne de pan-Türkizme dayandırıyordu. Rengi mat olan bir Türk-islam sentezini esas alıyordu. Bu yönüyle 12 Eylül’ün devamı idi ama onu aşarak misaki milli sınırlarını genişletmek istiyordu. Bunun içinde Kürtlerin posizyonu önemli bir yer tutuyordu. Vakti ile İdris-i Bitlisi ile kurulan ilişkiye benzer bir ilişki kurmak istiyordu. Ancak Kürt direniş hareketi bu proje önünde engel teşkil edince, köy koruculuğundan olağanüstü hal rejimine kadar envayi çeşit özel savaş yöntemlerini devreye soktu. Fakat bir süre sonra bunun devasa mali ve zaman kaybı olduğunu görünce hiç çekinmeden diyalog aramaya başladı.Tam da bu sırada garip bir biçimde fiziki tasfiyesi gerçekleşti.
Özal’ı tasfiye edenler ipleri eline aldı ve her türlü kirli savaşa başvurdu. Ama bir adım ileri iki adım geri halini aşamadı. Ülke gırtlağına kadar iç ve dış borca battı. Milliyetçilik ve siyasal gericilik at başı gitti. Bu durum artarak devam ediyor.
Emperyalizm Ortadoğu’da yeniden yapılanmaya karar verince, Türkiye’ye yeni bir rol verildi. AKP bu rolün bir projesi olarak piyasaya sürüldü. Kısa adı BOP olan Büyük Ortadoğu Projesinde, Erdoğan’ın eşbaşkan olduğu iddia edildi.
“Stratejik Derinlik” adını verdikleri perspektif ile önce Özal çizgisi itibarsızlaştırıldı. Özal’ın Pan-Türk-İslamizim tezinin yerine Pan-İslamizim tezi esas alındı. Bunun bir gereği olarak başta İhvan ve türevleri olmak üzere tüm cihadist çetelerle bölgesel koordinasyonlar kuruldu. İlk raund Emevi camide namaz kılmak olacaktı. Ama olmadı, işler hesaplandığı gibi gitmedi. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olundu. Bir yandan beslediği on binlerce cihadistin neden olduğu maddi külfet, diğer yandan dört milyonu aşan göçmenin neden olduğu iç gerilim sonucu saray rejiminin uykuları kaçmaya başladı. Artan yabancı düşmanlığı saray rejiminin aleyhine dönüştü. Ayrıca bu çizgi, yani ihvancılık ve cihadistlerle olan ilişkiler uluslararası güç merkezleriyle çelişki ve çatışmaya neden oldu.
Cihadist çetelerle kurulan ilişkinin kültürel ve ideolojik nedenleri olsa da, esas neden Kürt hareketini bastırmaktı. El Nusra ve İşid çeteleri Kürt hareketine yenilince bizzat kendisi devreye girmeye başladı. Bir çok bölgeyi kendisine bağlı paramiliter güçlerle işgal eden Saray rejimi, şimdilerde önce Tel Rıfat ve Münbiç’e, ardında tüm kuzey Suriye’yi operasyon yapmak istiyor. Ancak bunun şartları bir türlü istenilen düzeyde olgunlaşmadı. Bu noktada kimilerinin umduğu ve beklediği gibi engel teşkil eden ABD değil, Suriye’nin kendisidir. Kendisine güveni gelen Suriye, Putin’den aldığı destekle daha dik durmaya başladı. Rojava sistemini tasfiye ve imha etme operasyonuna karşı kendi şartlarını ileri sürüyor. Bulunduğu topraklarda geri çekilmesi ve cihadistlere verilen desteği kesmesini istiyor. Tabi bu şartlar Türkiye’yi fena halde zorluyor. Özellikle işgal edilen bölgelerde bayrak yakmaya kadar giden kitle gösterileri bunun işaretidir.
Ama her şeye rağmen saray rejimi operasyon yapmak istiyor ve bunu kendisi için hayat-memat meselesi olarak görüyor. Söz konusu operasyon ile hem Rojava statüsünü tasfiye etmek hem de bir miktar göçmeni geri gönderip iç tansiyonu düşürmek istiyor. Bir başka amacı da ekonomik krizin üstünü örtmek ve savaş atmosferi içinde seçime gitmektir.
Bu o kadar önemli ki, bir süredir Dışişleri Bakanlığı’na soyunan Perinçek, bir vakit Erdoğan’a aşk ilanında bulunan ve bu nedenle “yeni Şems” adını alan Ethem Sancak’ı yanına alıyor. Perinçek, Sancak ve Suriye ziyareti gündeme gelince Sancak’ın Akp’den istifa etmesinin perde arkası aralanmış oluyor.
Perinçek ve Sancak Avrasya ekolünü temsil ediyor. Son zamanlarda Batı’ya rota çeviren veya çevirir gibi olan Saray şürekasına uyarılar çeken Perinçek ve Sancak, bir yandan da dümeni yeniden Avrasya ya çevirmeye zorluyor. Bunun için Rusya-Ukrayna savaşı çıktığında Rusya ile görüşen Perinçek şimdilerde ise Esad ile dirsek temasına geçiyor.
Saray başı “biz terör yapılanmasını sınırlarımızdan uzaklaştırmak istiyoruz” derken, Perinçek “biz terörü bitirmek istiyoruz” diyerek Rakka’ya ve Deyrizor’a kadar uzanarak ABD’nin sahasına göz dikiyor.
Saray başı hem ABD’yi hem de Rusya’yı ikna ederek operasyon yapmak istiyor. Avrasyacılar ise Rusya ve Esad ile anlaşarak operasyon yapmak istiyor. Saray başı kuzeyde otuz kilo metre içeri girerek hem tehlikeyi bertaraf etmek hem de bir miktar göçmeni geri göndermek ve cihadist çetelere alan açmak istiyor. Orta ve uzun vadede ise adı geçen alanları zamanla misaki milli sınırlarına katmak istiyor. Ama Avrasyacılar bu noktada hemfikir değil. Bunlar Rusya ve esas olarak Suriye ile birlikte hem Türkiye için terörist olanları hem de Suriye için terörist olanları tasfiye etmek, ama sürekli orada kalmak istemiyor.
Saray rejimi için Rojava statüsü birincil çelişkidir. Şam buna karşı cihadistleri ileri sürüyor. Rusya ise arabuluculuk yapıyor. Yakın bir zamanda üçlü bir araya gelecek. Bu üçlünün ortaklaştığı tek nokta ABD’nin aldığı pozisyon ve SDG ile kurduğu ilişkilerdir. Kürtler ise posizyonunu korumak ve bir statü elde etmek istiyor. Bunun için Türkiye hariç her kesimle ilişki kurmaya çalışıyor. Şam rejimi etrafında halen cihadistler varken şimdilik Kürtlerle çatışmak istemiyor. Rusya, Kürtlere bir kısım statü verilerek Şam’a bağlamak istiyor. Çünkü statü verilmez ise bu meselenin sürekli ABD’nin gündeminde olacağını biliyor.
ABD’nin pozisyonuna gelince, öyle kimi çevrelerin ve kişilerin ileri sürdüğü gibi Kürtlere bir statü kazandırma derdi bulunmuyor. Onun derdi kendi çıkarlarıdır. Çıkarlarına hizmet edecekse “Kürtler bizim müttefiğimizdir” demekte, ancak karşısında başka engeller çıkar ve Kürtleri desteklemek kendi çıkarına değilse “bunlar teröristtir” diyebilecek durumdadır. Bunun sayısız örnekleri bulunuyor.
Deniliyor ki Afrin’de güçleri bulunmuyordu. Peki Koban’ide ve Gre Spi’den niye çekildi? Yarın öbür gün diğer bölgelerden çekilmeyeceği ne malum. Sahi Kobani ve Gre Spi’den güçlerini geri çeken ABD neden Rakka ve Deyrezor’da çekilmiyor? Demek ki tüm ilişkiler tamamen duygusal!
Kürtler ne Yapmalı?
Dört bir yanı kuşatılmış olan Kürtlerin dört bir yana yumruk sallama imkanı yoktur. Bunu bekleyenler ya art niyetli ya da siyasetin tabiatından bi haberdir.
Kürtlerin ne ABD’ye ne de Rusya’ya kafa tutma lüksü vardır. Ama aynı zamanda ne ABD ne de Rusya Kürtlerin dostudur.
SDG, reel durumda ve mevcut kuşatma altında Suriye ile ilişkilenmesi en uygun olanı gibi görünüyor. Görece demokratik bir Suriye’de özerk bir statü ilk planda en reel olan gözüküyor. Bu durum hem Arapların hem Kürtlerin hem de diğer azınlık halkların lehine olur.
SDG, IŞID ile savaşmayı askıya almakla kalmamalı, yukarıdaki kazanımları garantörlükler gözetiminde tüm Arap topraklarından geri çekilmeli. Ve bunu hem Suriye hem Rusya hem de ABD ile pazarlık konusu yapmalı.