Taner Renda / 22.04.2022
2015 Haziran’ında yapılan seçimlerde, AKP ilk defa meclisteki çoğunluğunu kaybetmişti. Başbakan Davutoğlu’nun MHP ile yapılan görüşmeleri bir sonuç vermeyince; CHP ile istikşafı görüşmelerine başlandı. Aslında bu görüşmeleri Davutoğlu çok önemsiyordu. Ne var ki, Cumhurbaşkanı olan Erdoğan bu görüşmelerden bir sonuç almak yerine, farklı düşüncelerin planlarını yapmakla uğraşıyordu. Her şey “çok iyi gibi giderken”, ansızın Diyarbakır’da görevli iki polisin evine birilerin baskın yapması sonucu öldürüldüler. Birkaç saat içinde bu işi PKK üstlendi. O andan itibaren Devlet’in bütün mekanizmaları harıl harıl işlemeye başladı. Birkaç gün sonra ise PKK’nın üst yönetiminden “bizim böyle bir emrimiz yok” açıklaması geldi. Ama iş işten çoktan geçmiş, PKK’lı teröristlere (siz onu Kürtlere olarak anlayın) top yekün savaş açılmıştı. İki polisin katili olarak yakalananlar, daha sonra görülen mahkemede suçsuz oldukları ortaya çıkmıştı. Ama ne gam. Zaten mesele de kimin suçlu olup olmadıkları değildi ki. 2015 Kasım ayında yeniden yapılan seçimlerde AKP % 49 oy oranı ile tek başına iktidarını devam ettirmişti.
(Kısa bahar ve kanlı sonbahar, seçim yenilgisini kabul etmeyen AKP, karşı saldırısını örgütledi ve 7 Haziran ile 7 Kasım 2015 arasında yüzlerce insan terör saldırılarında hayatını kaybetti. Manşet Cumhuriyet gazetesinden-editör)
Bu bildiğimiz hatırlatmayı neden yapmak gereğini duydum?
Aynı senaryo, aynı nedenlerle tekrar sahneye konuyor. Rusya’nın Ukrayna’ya bahanesine benzer bir nedenle zaten içeride her dara düştüklerinde Erdoğan da Irak’ta yuvalanan hain teröristlerin inlerine ve dağa taşa bomba yağdırıyordu. Bu hafta da Kürdistan Başbakanı Barzani ile görüşerek, yüzlerce kez olduğu gibi dağa taşa bomba yağdırıldı ve bilmem ne kadar terörist öldürdüklerini Savunma Bakanı Akar tarafından açıklandı. Bu arada hain teröristler üstlerine uçaklarımız tarafından bomba yağdırılırken; boş durmayıp, askerlerimizin üzerine ateş açtılar ve şehitlerimiz oldu. Buraya kadar sanki her şey “rutin” gibiydi. Bursa’da gardiyanları taşıyan aracın geçişi sırasında EYP patlaması sırasında bir gardiyan öldü ve çok sayıda da yaralı vardı. 2015 sürecine ne kadar benziyor değil mi? Şimdi sıra geldi PKK’nın üst yönetiminin yapacağı açıklamaya derken, Duran Kalkan beklenen açıklamayı yaptı: Saldırılar devam ederse; biz de savaşımızı ülke içine yayarız. Al gülüm ver gülüm. Savaş ozanları ne de güzel karşılıklı atışıyorlar değil mi. Ha bu arada da geçtiğimiz ay Diyarbakır’a giden CHP Genel Başkanı, orada Kürt sorununu nasıl çözeceklerini ballandıra ballandıra anlatmıştı. Hatta daha önce AKP’ye oy vermiş olan bazı aşiretlerin, CHP ile anlaştığı haberleri duyulmaya başlanmıştı. Son Irak harekatının başlaması ile Kemal Kılıçdaroğlu, “Irak’ın kuzeyinde yürütülen Pençe-Kilit operasyonunda, dualarımız kahraman ordumuz ile birlikte. Allah bu mübarek ayda, Mehmetçiğimizin ayağına taş değdirmesin” demiş. Devletin muteber muhalefetinin Kürt sorununu nasıl çözeceğini böylece anlamış olduk. Tamam, İYİ Parti’ye ve sağ seçmenlere selam gönderiyorsun. Ama azizim yanlış zamanda yine yanlış yerde durdun. Buradan AKP’nin faşizan baskısını daha arttırmasından başka bir durum varsa; o da HDP’nin daha fazla baskı görmesi, Kürtlerin daha fazla öldürülmeleri ve sonunda da HDP’nin oylarının senin kucağına düşmesi yerine, CHP’nin de bu baskıdan gerektiği kadar nasiplenmesi olacaktır.
Bu sonbaharda en geç Kasım ayında erken seçim var. Ve bu yedi- sekiz aylık faşizan baskının dozajının olağan üstü arttırıldığı sürede açlık ve yoksullukla başa çıkmaya çalışan halk, Millet İttifakı yerine Cumhur İttifakı’nı seçerse; Kılıçdaroğlu’nun o gün nerede olacağını şimdiden kimseler bilemeyecek. Emeklilerin ikramiyesine küçük de olsa bir zam yapamayan Erdoğan, bu süreyi kendisi açısından “çok verimli” geçirmek zorunda. Önüne çıkan her türden engeli şimdilik çok zorlanmadığı için “yumuşak” biçimde hallediyor. İşler zorlaştığında ki zorlaşacak; işte o zaman iktidarı sana vereceğini söyleyen abilerin bile seni artık kurtaracak durumda olmayacaklar. Şimdi sürdürdüğün bir haftalık elektriksiz olarak karanlıkta yaşama eylemin, sanırım sürekli hale dönüşebilir. Bütün bu yaşanmışlıkları bilip de geleceği gören sadece bizler miyiz? Ne yazık ki hiç sanmıyorum.