Taner Renda / 24 Aralık 2021

Pek çok kamuoyu araştırma şirketimiz oldu ve doğal olarak da herkes kendi meşrebince araştırma yapıp, sonuçlarını ortaya salıyorlar. Her bir araştırma farklı bir ülkeyi ve seçmen grubunu anlatıyor sanki. Kimi araştırma sonuçlarına göre iktidarın hala pek çok seçmen tarafından olumlanmasını yere göğe sığdıramazken, kimi araştırma grubu da, iktidarın küçük bir dokunuşla yıkılacağını “bilimsel sayılar ve yorumlarla” bizleri ikna etmeye çalışıyorlar. Sanırım her birinin anlatısı: kör bir insanın fili tarif etmesine benziyor.
“Serbest seçimlerin” yapılması ile başlayan veri akışına bakarsak: ülkemizin toplam seçmen sayısının neredeyse üçte ikisine yakınının sağ, muhafazakar ve milliyetçi partilere oy verme eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz. Ülkenin büyük çoğunluğunun milli gelirden aldığı payın, yüzde yirmilik bir grubun aldığı paya nerede ise eşit veya daha az olduğunu görebiliriz. Kendisine dindar diyenlerin çok büyük çoğunluğunun hiç kaçırmamacasına Cuma Namazlarına ve iki adet Bayram Namazlarına gitmenin dışında Müslümanlığın olmazsa olmaz beş şartından birini aksak olarak yerine getirdiğine neredeyse pek çoğumuz şahit olmuşuzdur. Ve bu muhafazakar Müslüman kesimin çoğu yılda birkaç kere et yemesine karşın, içinde olduğu eşitsiz durumdan şikayet etmeyi hiç aklına geçirmez. O kadar Müslümandır ki; mutlaka bir yere girdiğinde Selamın Aleyküm diye cümleye başlar. Müthiş bir milliyetçidir. O kadar milliyetçidir ki; tasarruf olarak Dolar veya Euro’ya yatırım yapar. Hah işte bu Müslüman ve Milliyetçi muhafazakar kesim, her daim sağ iktidarlara oy verir. Oy vermeyenleri de: terörist, hain, yunan dölü vb. ile suçlar.
Kısacası, olgulara kimlikleri üzerinden bakarak, onlara karşı bir tepki geliştirirler. Oysaki her iki tarafın da aralarında küçük-büyük sermayedarlar, köylüler, işçi ve emekçiler vardır. Düşük ücretle çalışmak zorunda kalmaları, pazarda parasının yetmediğini görmeleri, ev sahibi olamamalarının ceremesini birlikte çektiklerini bir an için bile düşünmezler. Evet devlet bu durumda olmaları için “ellerinden ne geliyorsa” geçmişte yapmıştır ve bugün de yapmaya da devam ediyor. Demem o ki: kimlik üzerinden kendini tanımlamak ile sınıfsal olarak bakmak arasındaki dağın aşılması gerekiyor. Bu dağın aşılmaz olduğunu yine bize “yanılmaz” yorum ve sezgileri ile anlatan araştırma şirketleri olacaktır. Seksen beş milyonluk bir ülkeyi, on veya on bir şehre ve birkaç bin örneğe bakarak anlatanlara şöyle seslenmeliyiz: bahse konu olan insandır. Ve insanlar içinde yaşadıkları ve dışarısına da çıktıkları bir dünyadır. Zaman zaman onları etkileyecek araçlarınız olsa da; birbiri ile kimi zaman camide, kimi zaman otobüs veya pazarda, çoğu zaman da işyerinde birlikte yaşarlar. Bugün olmayabilir ama her geçen gün değiştiklerini ve kendi konumlarının farkına varmaya başladıklarını görmeye başladık. Bütün teorilerinize karşın, yeni yetişen gençlik, artık sizin değerlerinizi kabul etmiyorlar. Ve en korkulu senaryolarınızın başrollerinde onlar olacaklar.
Ülkemizde 20-21 Aralık tarihinde( daha öncede 17-25 Aralık tarihinde aşağı yukarı aynı başrol oyuncuları ile ama farklı bir senaryo ile oynanmıştı), sermaye transferi diye adlandıracağımız bir “keriz silkeleme” operasyonuna sahne oldu. Başrolde olan AKP Genel Başkanı Erdoğan, her gün ilgili veya ilgisiz toplantılarda “ Ben bir Müslüman olarak Nas neyi emrederse onu yapmakla yükümlüyüm” diye bas bas bağırdı. Ve O’nun her bağırışında Dolar ve Euro güdümlü füze gibi yukarı doğru fırladı. İktisat bölümünün ilk sınıfına giden her öğrencinin kolayca bilebileceği bu yanlışın defalarca ve inatla yapılmasının nedenini 20-21 Aralık gecesinden sonra ülkenin bir kısmı anladı. Ama kendilerine muhafazakar Müslüman ve Milliyetçi diyen kesim ise meydanlarda halaylar çekerek olan biteni ısrarla anlamadığını ve anlayamayacağını gösterdiler.
20 Aralık gecesi damat Berat Albayrak’ın evine giden gözleri ışıl ışıl Bakan Nebati, burada 4 saat kaldı. Ve ertesi gün büyük vurgunun yapılacağı operasyon asla konuşulmadı. Ve o gece milyarlarca Dolar, 18 TL’den el değiştirdi. Ve elbette hiçbir kamu bankası 18 TL’den Dolar satın almadı. Ve elbette ülkemizde en hassas muhafazakarların olduğu illerin, dövize en çok yatırım yapan iller arasında olmasında bir abukluk yok. AKP ve Erdoğan’a inanıyorlar ama Dolar’a daha çok iman ediyorlar. Ha bu arada, küçük sermayenin yıllar içinde bir biçimde biriktirdiği dövizler de, 20-21 Aralık gecesi yarı yarıya eridi. Ne gam. Reis Erdoğan, bu ülkeyi bu duruma getirmediği gibi, bizi bu durumdan çıkaracak tek ve yegane Reis olarak ışıl ışıl parlamaya devam ediyor. Muhafazakârlarımız, bu keriz silkeleme operasyonu ile abdestlerinden şüphe etmeye yok diye düşünmeye devam edecekler.
Şimdilik Dolar’daki düşüş gayet tatminkar olarak düşmeye devam ediyor. Reis, işçilere bol keseden asgari Ücret artışı verdi. Hızını alamadı, memurlara da, hatta emeklilere de bol keseden artışlar yapacak. Ardından 3600 ek gösterge, EYT’lilere istediklerinin bir kısmını da verdi mi; işlem tamamdır. Tüm ülke olarak mutluluktan uçarken; gelsin baskın seçim. Mart ile Haziran arasında yapılabilir mi? Elbette yapılabilir. Ama küçücük bir sorunumuz var gibi.
BOTAŞ, elektrik santrallerine ve sanayiye 4 bin liradan sattığı doğalgazı, evlere 1400 liradan veriyor. Hazineye yıkılan borç 50 Milyar TL. EPİAŞ, yapılması gereken zam miktarını yüzde 100-150 arasında belirledi. Ama bu zam yapılmayıp; Hazineye yıkılacak. Akaryakıttan alınmayan 75-80 milyarlık ÖTV de Hazineye yıkılıyor. Köprülere verilen garanti de 44 Milyarı çoktan aştı. Kısacası bütçe delik deşik, Hazinede zaten para yok. Merkez Bankası ise çoktan batık durumda. 11 Kasım’da 230,9 milyar TL olan Merkez Bankası iç varlıkları 21 Aralık’ta 480,4 milyara yükseldi. YAKLAŞIK 250 MİLYAR LİRA PARA BASILDI. Bizi bekleyen şey: açık bütçe riski/ya da enflasyon riski. Bu durumda faizler daha da yükselir. Ülke hasta ama verecek ilaç yok. Geriye tek bir çare kalıyor: Erken ya da Baskın seçim.