ÖRGÜTSÜZLÜK VEYA HOMOSAPİENS’TEN NEANDERTAL’E DÖNÜŞ

Taner Renda / 19.02.2024

@RendaTaner

Hiç merak ettiniz mi Neandertal insanı ile Homosapiens insanı aynı zaman diliminde yaşamış olmasına karşın, yeryüzündeki milyarlarca insanın Homosapiens’ten neden çoğaldığını? Aslına bakarsak: Neandertal insanı, ortalama iki metre civarında boyu ile içinde yaşadığı zaman dilimindeki vahşi doğa koşullarında ayakta kalması daha olasıyken; ortalama 1 metre 50 santim boyu ile Homosapiens’in ise yeryüzünden kısa sürede varlığı tükenmeliydi. Bu olmadı. Akla ve mantığa aykırı bir durum neden gerçekleşti? Cevabı çok basitti aslında. İri cüsseli Neandertal, kimseye gereksinim duymadan tek başına avlanıp; kendini vahşi doğadaki tehlikelere karşı koruyordu. Oysa, Homosapiens ise ufak tefek olduğu için tek başına avlanamıyor ve vahşi doğada tek başına ayakta kalamıyordu.

Birinin gücü, diğerinin güçsüzlüğü söz konusuydu asıl mesele. Ve burada bildiğimiz gibi kaybeden güçlü olduğu için tek başına olmayı seçen Neandertaller oldu. Kazanan ise güçsüzlüğünü, temel alıp; güçlenmenin yollarını arayan ve sonuçta bu dezavantajını, avantaja çeviren, birlikte olmayı temel alan bir hayat tarzını seçen Homosapiensler oldu.

Bu evrimleşmenin üzerinden yüz binlerce yıl geçti. Bu gelişmeden ders çıkaran yine de Neandertallerin soyundan gelen sermayedarların olması sizce de garip değil mi? Oysa Homo Sapienslerin soyundan gelen geniş emekçi sınıflar ise atalarına bakıp, birlikte olmayı, birlikte davranmayı ve birlikte güçlü olmayı neden seçmezler?

Elbette on binlerce yıllık geçmişlerindeki İlkel Komünal Toplum deneyinin yerini alan önce Feodalizm ve ardından da Kapitalizm; 80’lerden itibaren Liberal Kapitalizm aşaması ile tüm yerküreyi üretim ve satış alanı olarak görüp, kullanmasına karşın; çalışan sınıf emekçileri olarak hala özellikle ülkemizde örgütlü işçi sınıfının oranı, yüzde onlar düzeyinde seyretmesinin acı sonuçları ile karşı karşıyayız. Bir Avrupa ülkesi olan İsviçre’nin Sendika, Dernek, Demokratik Kitle Örgütü bazında, toplam nüfusun dört katıdır. Yani, her bir birey, birden fazla örgüte üye olarak toplumsal yaşamını sürdürüyor demektir.

İyi de, bizim ülkemizin insanı neden örgütlenmeye yatkın değil? Resmi tarih kitaplarına baktığımızda: Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u aldığını, Kanuni Sultan Süleyman’ın Alman İmparatorunu boyunduruktan kurtardığını, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetini kurduğunu, İsmet İnönü’nün İkinci Dünya Savaşında ülkemizi savaşa sokmadığını ve son yirmi yıldır da Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün Dünya’ya karşı savaş verdiğini söyler dururuz. İşte bu tarih anlayışı nedeniyle, Devlet Baba kültü ile ve de işçi sınıfının kendisi için değil de, kendiliğinden bir sınıf olarak her an sınıf atlayacağına olan inancının sürekli pompalanması sonucunda: ÖRGÜTÜN/ÖRGÜTLENMENİN Devlet tarafından ne kadar kötülük varsa bünyesinde toplandığını özellikle son elli yıldır topluma pompalamasının sonucunu yaşıyoruz.

Bütün muhalefet partilerinin yetkili kişileri, sokak röportajlarındaki yoksul kişiler ve emeklilerin her partiden taraftarları sürekli geçinemediklerinden yakınırlar. Ama bu yakınmaların oy sandıklarına yansımaları beklendiği kadar olmaz. İşte toplumsal örgütlülüğün eksikliği tam da burada devreye giriyor. Sınıfsal davranış kalıpları yerine, basın yayın organlarının etkileri ile oy verme güdüleniyor. Üzülüyorum ama toplumumuz hala Neandartel insanından, Homosapiens insanına evrilememiş.

Hamiş: Devlet destekli muhalefet partilerinin, sadece kendileri iktidarda olmadığı için karşı çıktıkları bir düzenin de katkısını asla göz ardı etmemeliyiz. İktidara ve Devlete birlikte karşı çıkılmadığı sürece; böyle gelmiş ve böyle gidecektir bu düzen.

Diğer Yazılar

HAMAS’IN İSRAİL’E FÜZE ATMASIYLA MI BAŞLADI HER ŞEY?

Taner Renda / 03.12.2024 2001 yılının 11 Eylül’üne gelindiğinde; dünya o gün yeni bir aşamaya …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir