Mert Yıldırım / 18.02.2024
Artan ekonomik krize, siyasal baskıya ve gericiliğe karşın kitlesel bir tepkinin olmaması izahata muhtaçtır. En son yaşanan Can Atalay olayı buna bir örnektir. Vekil seçilmesine karşın hapishanede tutuldu ve yeterli tepkinin gelmemesi sonucu vekilliği çok tuhaf bir biçimde düşürüldü. Çünkü kendilerini zorlayacak fiili bir tepkinin olmayacağı bilinen Saray rejimi, adım adım diktatoryal yönetimi inşa ediyor.
Hukuk mu? Devleti baskı aygıtı olarak görenler için hukukun kendisi de taraftır. Bu anlamda dillerde pelesenk edilen “hukuk devleti” söylemi bir safsatadır. Ama bu safsata her zaman aleni bir biçimde ortaya çıkmaz. Çünkü siyasal iktidarı, yani devleti elinde tutanlar zorunlu kalmadıkça “hukukun varlığına” ve “devletin özerk” görüntüsüne özen gösterir. Devletin mekanizmaları (yargı, yürütme, yasama vb) arasındaki dengeye dikkat edilir. Buna da “kuvvetler ayrılığı” adı verilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi bu zamana değin çeşitli aşamalardan geçti. Bu aşamalar birbirinin reddi gibi görünse de esas olarak diyalektik bir ilişki içinde oldu. Ancak şimdi bambaşka bir aşama ile karşı karşıyayız. Bu aşamada hem sömürü ve istismar metodlarında hem de sosyolojide önemli değişiklikler yaşanıyor. “Tek adam rejimi” denilen aşama başlı başına yeni bir durumu ifade ediyor. Ve en önemlisi de bunun sosyolojisi oluşmuş durumdadır. Din ve milliyetçilik ile kodlanmış hatırı sayılır faşist bir kitle tabanı inşa edilmiştir. Tüm krizlere rağmen tek adam rejiminin arkasında duran bu taban bir çok alanda örgütlü hale gelmiştir. Buna itiraz eden toplumun yarısı ise son derece dağınık ve örgütsüzdür.
Ve ne yazık bu manzara, “Yeni Bir Hayat Mümkün” diyenler tarafından yeterince analiz edilmiş değildir. Halen otuz kırk yıl öncesinden inşa edilen kavramsal disiplinlerle yeni durum okunmaya çalışılıyor. Oysa yaklaşık on yıl önce başlayan süreç bambaşka bir manzaraya evrilmeye başladı.
2014 yılının sonunda karar altına alınan ve 15 Temmuz darbe girişimi vesilesiyle yürürlüğe konulan yeni aşama hem cumhuriyetin devamı hem de onun reddini içeriyor.
Mevcut iktidar birden çok eğilimin bir araya geldiği bir bloktan oluşuyor. Bu iktidar bloğu içinde yer alan eğilimler ciddi farklılıklara sahiptir. Temelde Abdülhamit eğilimi ile Enverci eğilimin oluşturduğu blok hem ittifak hem de çatışma içindedir.
Can Atalay şahsında, Yargıtay ile Anayasa mahkemesi arasında yaşanan çatışma aynı zamanda blok içindeki çatışmadır. Yargıtayın ısrar ettiği ve meclise gönderdiği karar, ardından vekilliğinin düşürülmesi Enverci eğilimin istediği biçimde sonuçlanmıştır. Hemen akabinde Abdülhamitçi anlayışın başı Müslümanlık ve Türklük üzerinden başlattığı tartışma ile açık açık şeriatı savunarak karşı hamle yapmıştır. Ve böylece önümüzdeki sürecin niyetleri daha açık bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Yerel seçimlerde başta İstanbul olmak üzere istenen sonuç alındığında Saray’ın yelkenleri daha da şişecek ve tek adam rejimi bir adım daha ileri gidecektir. Bunun için her yola baş vurulacaktır. Bir yandan muhalefet cephesinde çatlaklar köpürtülecek, bir yandan piyasaya sıcak para sürülerek ekonomik krizin tepkileri nötralize edilecektir. Bu arada muhtemel adımlardan biri de tecrit ve kayyum siyasetinde “yumuşama” işareti verilerek Kürt demokratik siyasetinin nötr kalması hedeflenecektir. Kürt demokratik siyaseti ise bu “yumuşama” sürecini bir toparlanma imkanı olarak kullanmaya çalışacaktır. Elbette bunun kırılma anları olacak.
Kırılmaların iki türlü olasılığı bulunuyor. Birincisi, Kürt hareketi ile Türkiye sol-sosyalist hareketi arasında cereyan edecektir. İkincisi ise Abdülhamit ve Enverci anlayışlar arasında bir çatışma yaşanabilir.
Abdülhamitçi anlayış MHP yerine İyi Parti veya Deva, Gelecek, Saadet ve Yeniden Refah partisi ile yana yana gelebilir. Bu süreçte “yumuşama” siyaseti ile Kürt hareketi nötr bırakılabilir.
Bütün bu süreç “yeni anayasa” tartışmaları etrafında yapılması kuvvetle muhtemeldir. Yeni Anayasa tartışmaları hem yeni dengelerin ortaya çıkarılması hem de ekonomik ve sosyal krizin ikinci plana atılması hedeflenecektir. Bu süreci tayin edecek esas dinamik ise bölgedeki gelişmeler olacaktır.
Devam eden Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşından sonra İran kuşatmasının eklenmesi üçüncü dünya savaşının yeni bir boyut kazanmasını gündeme getirebilir. Herkes kendisini buna göre yeniden dizayn edecektir.
Türkiye’de ya pan-islamizm ( Abdülhamit anlayışı) ya pan-Türkizm ( Enverci anlayış) ya da misak-ı millicilik (Kemalist anlayış) galebe çalacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz ve değişen siyasi dinamikler, yeni arayışları beraberinde getirecektir. İktidar bloğunun içindeki farklı eğilimler arasındaki çatışma ve işbirliği, önümüzdeki süreçte yeni biçim alacaktır. Ayrıca bölgesel ve uluslararası gelişmeler de Türkiye’nin siyasi ve ekonomik dengelerini etkileyecektir.
Bu süreçte, sol-sosyalist hareket ve Kürt siyasetinin nasıl bir pozisyon alacağı da önemli bir konudur. Yeni anayasa tartışmaları, ekonomik ve sosyal kriz ve Kürt realitesi yeni dengelerin oluşturulması için bir platform olacaktır.
Önümüzdeki dönemde, Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısındaki değişimlerin ve yeni oluşabilecek dinamiklerin dikkatle okunması gerekmektedir. Bu süreçte toplumsal muhalefetin ve demokratik güçlerin nasıl bir pozisyon alacağı, ülkenin geleceği üzerinde etkili olacaktır. Bu nedenle, yeni arayışlar ve stratejiler geliştirilmesi önem arz etmektedir.
Bunu önümüzdeki yazı çalışmalarında tartışmaya devam edeceğiz.