Mert Yıldırım / 06.02.2024
Dem Parti, ekstrem bir durum gelişmezse İstanbul ve Ankara başta olmak üzere hemen hemen her yerde aday çıkaracak gibi görünüyor.
Aslında Dem Parti, 31 Mart seçimlerinin startı verildiği ilk günden tavrını ortaya koymuştu. 2019 yerel seçimlerinde ortaya koydukları tutumdan farklı bir tutum sergileyeceklerini ilan etmişlerdi.
Bilindiği üzere 2019 yerel seçimlerine giderken bölgede daha önce kazanılmış tüm belediyelerine kayyum atanmıştı. Kayyum atayan kimdi? Bugünkü saray rejimi. Nedeni, Kürt hareketinin tek adam rejimine onay vermemesi, dahası “seni başkan yaptırmayacağız” diyerek sert muhalefet yapmış olmasıydı. Peki buna karşı Batı’da, CHP başta olmak üzere tepki geldi mı? Hayır. Aksine Demirtaş başta olmak üzere HDP’li vekillerin dokunulmazlığı kaldırılıp hapse atılırken, dönemin CHP Genel Başkanı “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” demişti. Sonra belediye başkanlarının, meclis üyelerinin, millet vekillerinin, il ve ilçe başkanlarının da olduğu binlerce HDP’li hapse atıldı. Binlercesi mülteci durumuna düştü. Ama bütün bu saldırılara rağmen direniş çeşitli biçimlerde devam etti. Ve aynı HDP, Kayyumlara sessiz kalan, dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyen CHP’nin adaylarına 2019 yerel seçimlerinde destek verdi. Bu destek sonucu başta İstanbul’da olmak üzere Adana’yı, Mersin’ni, Antalya’yı, Esenyurt’u ve Küçükçekmece’yi CHP’li belediyelere kazandırdı. Kazandırılan bu belediyelerde HDP’ye hiç bir alan açılmaz iken, İYİ Parti’ye daire başkanları dahil bir çok mevkide yer verildi. Bu arada adı geçen belediyeleri kazanan CHP, HDP’nin adını anmamaya devam etti. Dahası yer yer değerlerine hakaret etti. Hassasiyetlerine dikkat etmedi. Buna rağmen HDP, Saray rejimine kaybettirme siyasetini 2023 Mayıs seçimlerinde de sürdürdü. Birleşik mücadele ve dayanışma amacıyla sol-sosyalist çevrelere her zamankinden daha fazla vekil kontenjanı verildi. Hiç bir pazarlık yapmadan Millet ittifakının cumhurbaşkanı adayına destek verildi. Nitekim Kılıçdaroğlu’na en büyük destek Kürt coğrafyasında çıktı. Peki sonra ne oldu? “Yürü Piro” diye destek verilen Kılıçdaroğlu, %1 oyu olmayan sağcı partileri meclise taşıdı. Irkçı bir parti olan Zafer Parti ile gizli protokol yaptı. Protokolde Kayyumlar atanabilir denilmiş, bu yetmemiş Soylu’ya rahmet okuyan Ümit Özdağ’a İç İşleri Bakanlığı vaadedilmiş. Tabi bu durum en çok Kürtlerin tepkisine neden oldu. Dem Parti içinde yoğun tartışmalara yol açtı. Bu tartışmalar üzerine Dem Parti tutumunu değiştirmek zorunda kaldı. Ama buna rağmen Batı’da kent uzlaşısını yaklaşımını ortaya attı. AKP ile dolaylı mesajlaşma yapılmak istenilse de, CHP ile açık açık görüştü. Bazı ilçelerin yönetimi talep edildi. Atanacak olan adayların kriterlerine dikkat çekildi. Belediye yönetimlerinin anti ırkçı, anti cinsiyetçi olması talep edildi. Ancak CHP geçen zaman içinde buna olumlu yanıt vermedi. Kendisinin kazanma şansı olmadığı Kars, Iğdır vb.yerlere aday gösterdi. Ankara’da koydukları mevcut adayın Kürtlere hakaret etmesi yetmezmiş gibi bütün Ankara ilçelerine MHP kökenli isimler aday gösterildi. Bolu ve Antalya’da olduğu gibi, ırkçı şahısları yeniden aday göstermekten geri durmadı. Bir miktar demokrat özellikleri olan İzmir belediye başkanı yerine hırsız ve rantçı sicile sahip birini aday gösterdi. Üstte Özgür Özel’in demokrat söylemine rağmen koydukları adaylar bu özelliklerden fersah fersah uzak kaldı. Buna rağmen Dem Parti, CHP’ye destek verdiği takdirde kendi ayağına sıkmış olur.
Gelelim “Dem Parti’nin AKP ile işbirliği yaptığı” iddiasına. Bunu söyleyenler önce aynaya bakmalıdır. Yukarıdaki mazara bir yana, en başa gidelim, Saray başının siyaset yasağını kim kaldırdı? Siirt’e vekil seçtiren kim? 7 Haziran seçimlerinden sonra üç gün dışarı çıkmayan Saray başını ilk önce kim ziyaret etti? Bu ziyarette üç saat ne konuşuldu? Hemen akabinde o güne kadar Saray başına demediğini bırakmayan Bahçeli ne oldu da makas değiştirdi? Ne oldu da tek adam rejiminin önünü açan seçim kararı alındı? Bu sorulara yanıt vermek yerine sanki bu günlerin müsebbibi Dem Parti geleneği ve “yetmez ama evet”çilermiş gibi hedef şaşırtmak neyin nesidir? Ama biliyoruz ki bu söylemleri yayan ulusalcı çevrelerin amacı yukarıda ki bütünlüklü fotoğraf içinde kendilerinin payını gözden kaçırmaktır. Ha bu arada bugünki tabloda “yetmez ama evet” diyenleri günah keçisi göstermek isteyenlere o günleri yeniden okumalarını tavsiye ediyoruz. Birincisi, o dönemde Dem Parti ve bileşenleri evet değil boykot demişti. Bu arada yetmez ama evet diyenlerin tavrı bu günlerle kıyasladığımızda son derece masum kalmaktadır. Örneğin Dem Parti ve bileşenlerinin 2019 yerel seçimlerindeki tavrı, 2023 Mayıs seçimlerinde Kılıçdaroğlu’na verilen destek tavrı “yetmez ama evet” anlamına gelmiyor mu? 2010 referandumunda yetmez ama evetçilerin tavrı askeri vesayet ve 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını içerdiği içindi. Bunun olması kötü bir şey miydi? Değildi. Benim de içinde bulunduğum boykot diyenler ise ortada bir aldatmaca olduğunu, buna hayır denildiğinde 12 Eylül darbecileri ve askeri vesayeti savunmak anlamına geleceğini, evet denildiğinde ise 82 faşist Anayasasının bir iki makyajla devamının desteklenmesi anlamına geldiğini, yapılması gerekenin 82 faşist Anayasasını baştan sona değiştirmek olduğunu söyleyerek tavrını ortaya koydu. Haklı çıkan boykotçular oldu. Çünkü mevcut Anayasa devam ediyor. Bugüne dek yapılan değişiklikler tek adam rejiminin önünü açmaya hizmet etmiştir. Muhtemelen önümüzdeki yerel seçimlerden sonra Anayasa değişikliği yeniden gündeme gelecek. Ve daha gerici bir muhteva verilmesi için uğraşacaklar.
Bu arada, bu günlerin temel nedeni kimi ulusalcı kesimlerin ileri sürdüğü gibi yargıdaki değişiklik değildir. Zira o zaman Anayasa mahkemesi ve HSYK’daki sayıların artması ve atanma şeklinin değiştirmesi sonucu cemaat hakim olmuştur iddiası doğrudur ama eksiktir. Çünkü o zaman cemaat sadece orada değil, daha önce polis ve ordu başta olmak üzere devletin bir çok kurumunda güçlenmişti. Ayrıca, tek adam rejimi esas olarak bunun üzerinden inşa edilmedi. Aksine, tek adam rejimi 15 temmuz darbe girişiminden sonra bu alanlarda var olan cemaat mensupları tasfiye edilerek inşa edildi. Peki bu alanlara kim yerleşti? 2010 referandumunda hayır diyen MHP kadroları yerleşti. Can Atalay olayında yaşanan çatışma bunun bir sonucudur.
Bu noktada Dem Parti’nin AKP ile işbirliği yaptığı iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Dem Parti’nin tavrı ve tutumu, geçmişten bugüne kadar nettir. Öncelikle daha önceki seçimlerdeki tutumu ve şu anki seçim stratejileri göz önüne alındığında bu iddiaların gerçekçi olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Son olarak, Dem Parti’nin seçim stratejisi ve tutumunun tartışmaların ötesinde bir çözüm bulma amacı taşıdığı ve ulusal çıkarları gözeterek hareket ettiği ortadadır. Çünkü savaş da barış da muhataplarıyla yapılır.
Radikal demokrasiden kent uzlaşısına nasıl evrildik.Bu konuda bilgilendirme yapmanızı rica ediyorum.