Ümit ÖZDEMİR / 25.01.2024
12 Eylül ile birlikte yeni ekonomi politikası ihracata yönelik üretim bantlarının oluşturulmasıydı. İthal ikameci ekonomi politikasının terk edilmesi, üretimin dünya kapitalist pazarının talepleri doğrultusunda yani emek-yoğun şekillendirilmesini beraberinde getirdi. Yani aslında bu durum 60’lı ve 70’li yıllarda uygulanan ithal ikameci işçi sınıfını da büyüten ekonomi politikası tıkandığından veya yanlış olduğundan değil, sermaye sınıfının genel çıkarları açısından battal hale geldiği için 24 Ocak kararları alınmıştır.1 Bu yolda 24 Ocak 1980’de ilan edilen IMF /DB patentli kararlar, esas olarak monetarist (parasal) bir politikanın eseridirler, yani ekonomiyi para politikalarıyla yönlendirme politikasının ürünüdürler.2 24 Ocak kararlarının tamamı, sivil bir idarenin ve halk muhalefetinin muhtelif sol sosyalist örgütlerin mücadelelerinin varlığında hayata geçirilemezdi. Askeri darbe işte bu yüzden tezgahlandı. 24 Ocak kararlarının halkın ekonomisi üzerindeki yıkıcı etkisi birçok ihtiyaç maddesine yapılan fahiş zamlarla ortaya çıktı. Mesela gübreye % 500-800 arasında elektriğe %78 oranında zam yapıldı. İstanbul Şehir Vapurları yolcu ücretlerine % 100 et ve et ürünlerine % 100, sakatata % 200, lastik fiyatlarına ise % 52 zam yapıldı.3 Yine de 24 Ocak kararlarının tamamının uygulanması yani Türkiye ekonomisinin neoliberal dönüşümü, sivil hükümetin boyunu çok aşan bir militer zorbalığı gereksiniyordu.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel 24 Ocak kararları alınmadan önce ordunun 27 Aralık 1979’da4 verdiği muhtıra üzerine dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’e brifing sunma kararı alır. Dönemin DPT Genel Sekreteri Hasan Celal Güzel bir röportajında 24 Ocak kararlarının askeri darbe sonrası kurulacak yeni düzen için oynayacağı merkezi rolünü “Yani siz muhtıra veriyorsunuz, yarın da belki darbe yapacaksınız. Sonra başınız belaya girer. Ekonomi de elinizde kalır” sözleriyle ifade eder. Dönemin Genelkurmay Başkaı Kenan Evren, brifing dizisini “ilk intibaımız olumlu oldu. Hakikatten öyle bir karara ihtiyaç vardı Türkiye’de”5 sözleriyle karşılar. Böylece 24 Ocak’la 12 Eylül arasındaki diyalektik ilişki programı yazanlarla uygulayacaklar arasında gerçekleşir. 24 Ocak ile 12 Eylül askeri faşist darbesini bütünleyen şey neoliberal ekonomi politikasıdır. IMF/DB patentli neoliberal 24 Ocak kararları ile AP hükümeti arasındaki dolaysız ilişki o kadar barizdir ki dönemin DPT Genel Sektereri Hasan Celal Güzel emperyalizme bağlı bir iç olgu olarak Dışişleri Bakanlığı’nın muhaberat servisinden IMF merkezine “operasyon tamamlandı, dövizi bekliyoruz” mesajını çektiğini yine aynı videoda söyler. 24 Ocak’ta ilan edilen kararlar ile 12 Eylül askeri faşist darbesi aynı amaca hizmet eden IMF/DB patentli ekonomi politikasının ürünüdür. Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün çok yerinde benzetmesiyle 24 Ocak kararları ile Türk parasının sürekli değersizleştirilmesi bir ilke haline getirilirken, ikinci olarak iş gücünün sürekli ucuzlaştırılması bir yönetim prensibi haline getiriliyordu. Üçüncü olarak tarımsal kesimlerin korumasının ortadan kaldırılması ileride büyük kentleri sarmalayan yoğun iç göç dalgasını kışkırtacaktı. 6 24 Ocak kararlarını sermaye sınıfı nasıl karşıladı ? Her zaman demagojik üslubuyla tanınan Sakıp Sabancı, 24 Ocak kararlarını “24 Ocak kararları bir deprem gibiydi. Bir reformdu, ilerici fikirlerdi. Çünkü büyük düşünen insanların yapabileceği işlerdi” sözleriyle sermaye sınıfının 24 Ocak kararlarına bakış açısını ortaya koyar.
Merkez kapitalist ülkelerde kâr oranlarının düşmesi, genel dünya ortalamasında %1’e kadar gerilemesi, kapitalist ülkelerin hemen tamamında ortaya çıkan ekonomik durgunluk ve krizin emperyalizme bağımlı Türkiye gibi ülkelere aktarılmasını zorunlu kıldı. Kanada, Japonya ve İngiltere’de sırayla %0.25, % 5.5 ve eksi düzeydeki büyüme oranlarıyla belirginleşen kriz, soğuk savaşın sonuna doğru krizin transferi ve neoliberal politikaların zor yoluyla benimsetilmesiyle mümkün olabilirdi. İşte 12 Eylül askeri faşist darbesi öncesinde alınan 24 Ocak Kararlarının Uluslar arası dış ekonomik dinamiği bu olguda ortaya çıkar. Kâr oranlarının düşmesini engelleyebilmek için metropol kapitalist ülkelerdeki değişmeyen (sabit) sermaye yatırımlarının bir kısmının değersizleşmesiyle yani toplam artık sermayenin paylaşılmasına katılan sermayenin bir kısmını kâr oranlarının eşitlenmesi sürecinin dışında bırakacak bu sermayeyi bağımlı ülkelere aktarmak 7söz konusuydu. Neoliberalizmin programı olan 24 Ocak kararları böylece yerli yerine oturur.
Bu kararlar ve 12 Eylül faşist darbesi sonucu dayatılan sendikasız, güvencesiz çalışma rejimiyle iç talep sonuna kadar kısılarak merkez kapitalist ülkelerin ihtiyaçlarına göre yeni bir ekonomik-siyasal yapı oluşturuldu. Uluslararası iş bölümünde Türkiye’nin yoğunlaşacağı sektörler, ağırlıkla yerli ham maddeye ve ucuz iş gücüne dayanan tekstil, konfeksiyon, gıda, cam, seramik, deri, otomobil dışındaki ulaştırma araçları, metal parça sanayii, turizm gibi alanlar olacaktı. Ağır sanayiyi gereksinen petro-kimya, demir çelik gibi sanayi yatırımlarından kaçınılması, varolanların yerinin daraltılması hiç olmazsa genişletilmemesi yolu benimsenecekti. 8
24 Ocak kararlarının içinde yer alan serbest bölgelerin kurulması kararı emekçi haklarına yönelik bir başka saldırı programıydı. İlk örneğine 1966’da Tayvan’da rastlanan serbest bölgeler ile sendikal haklar tamamen yok ediliyordu. İşçi sınıfının sendikasızlaştırılmasıyla savunmasız bırakılmasına koşut olarak dizginsiz artı değer sömürüsünün önü açılıyordu. Serbest bölgeler ile neoliberalizmin üretim mantığı yani güvencesizlik bir kural haline getirilerek, sermaye sınıflarının komprador unsurlarının Uluslar arası tekellerle ortaklığa girmesinin de temeli atılıyordu.
24 Ocak kararları ile Türkiye’ye biçilen bu iş bölümü, sanayisizleşmeyi özendiren yapısıyla yaygın ve giderek genişleyen işsizlik sorununu büyüttü ve kronikleştirdi. 24 Ocak kararları işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki ücret malları uzlaşmasının sona erdiğini ilan edildiği bir dönemeçtir. Ücret mallarının sübvansiyonu, işçi sınıfının kendini yeniden üretebilmesi için ihtiyaç duyduğu giyim, beslenme gibi malların ve buna koşut olarak ücretler genel seviyesinin düşük tutulabilmesi adına KİT’ler aracılığıyla üretilmesiydi. Alınan kararla KİT’lerin özelleştirilmesi yani sermaye sınıfına devri ile ücret mallarının da sermaye sınıfının insafına terk edilmesi, kalıcı bir yeni sorunu günümüze taşımaya yetti: Gıda enflasyonu ve buna bağlı olarak kötü beslenme.
24 Ocak kararları öncesinde bir talep unsuru olarak görülen ücretler 24 Ocak kararları ile birlikte bir maliyet unsuru olarak görülmeye başlanmıştı.9 Ancak bu kararın önündeki en büyük engel güçlü ve kitle bağları her başarılı grevle büyüyen sol sosyalist sendikal hareketin varlığıydı. İşçi sınıfının gerek ekonomik krizin etkisiyle gerekse Tariş örneğinde göreceğimiz üzere siyasi amaçlarla ve 24 Ocak kararlarının etkisiyle en fazla greve çıktığı yıl 1980 yılıydı. 1980 yılında (12 Eylül’e kadar) 220 iş yerinde gerçekleşen ve 84.832 işçinin katıldığı grevlerde kaybolan işgünü 1.303.253’ü buldu.10 İthal ikameci modelden ihracata dayalı bir büyüme modeline geçilmesi ancak işçi ücretlerinin düşürülüp bununla aynı paralelde sürekli devalüasyon anlamına gelen dalgalı kur sistemine geçişle mümkündü. Parlamentodaki kutuplaşma, sokakta yükselen grev dalgası ve toplumsal muhalefet özellikle işçi sınıfı aleyhine alınan kararların hayata geçirilmesine engel oluyordu. 24 Ocak kararlarının alındığı yıl olan 1980, aynı zamanda Kıdem tazminatı sorununun sermaye sınıfı açısından çözüme bağlanması gerektiği bir yıl olarak belirginleşir. Anayasa Mahkemesi’nin 1979’da verdiği bir kararla 14 Nisan 1980’den itibaren kıdem tazminatı tavanının kaldırılması, ödenecek toplu tazminat miktarını daha da arttırdı.Daha 1980’in ilk aylarında devletin işçilere 8 milyar liralık kıdem tazminatı borcu belirmiş ve Türk-İş’in üst yönetimiyle işbirliği içinde ödemeler geciktirilerek işçiler uzun süre oyalandırıldı.11 Kıdem tazminatının fona devredilmesi kararı askeri darbe sonrası hayata geçirilemese de kıdem tazminatına tavan getirildi. Darbe öncesi işten ayrılan her işçinin alabildiği tazminata erişim hakkı zaman içinde burjuvazi lehine iş kanununda yapılan yasal düzenlemelerle tazminata erişim hakkı sınırlandırıldı. Türkiye burjuva sınıfının yok etmeyi gündeminde tuttuğu ve zaman zaman denediği kıdem tazminatı hakkını yok etme planı, AKP döneminde mantık sınırına ulaştı. AKP döneminde denenen yaş sınırını baz alan torba yasa bu uygulamaların en bariziydi. 25 yaş altı ve 50 yaş üzeri işçiler için sigortasız, iş günü sayısız yapılan yasal düzenleme bir bakıma köle işçilik olarak nitelendirilebilecek bir emek sömürüsünün önünü açma girişimiydi. Sendikaların tepkisi ve eylemleri ile geri alınan öneri, sermaye sınıfının işçilerin çalışma haklarının gaspının sınırını gösteriyordu.
24 Ocak 1980’de alınan kararlarının mevcut hukuk düzeni içinde yürütülememesinin görünür ilk nedeni, toplumsal muhalefetin karşı koyuşuysa, bir diğer nedeni kararların hayata geçirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin parlamentonun kilitlenmiş, kutuplaşmış yapısından çıkarılmasının imkansız hale gelmesiydi. Parlamentarizmin tıkanmasının en belirgin örneği, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 124. tura kadar devam etmesiydi. Bütün bunlara rağmen kambiyo rejiminde, parasal ekonomiye geçiş için yapılan düzenlemeler ile neoliberal ekonominin alt yapısı oluşturulmaya çalışıldı. Kambiyo rejiminin değiştirilmesine paralel olarak uygulamaya konan deflasyonist politika sonucu, finansman sorunu yaşayan ve Türkiye iç pazarına üretim yapan pek küçük ölçekli firma iflas etti. İflaslar aynı zamanda bu firmalarda çalışmakta olan pek çok emekçinin işsiz kalması anlamına geliyordu. Ayakta durmakta zorlanan küçük ölçekli firmaların bazılarının birleşmeleriyle ekonominin tekelleşmesinin ilk adımları atılmaya başlandı.
Direniş
24 Ocak Kararlarına karşı direniş ve reaksiyon DİSK’in işyeri işgalleri ve Büyük Greviyle örgütlendi. Kararların açıklanmasının ardından 3. MC hükümetinin Tariş’e düzenlediği operasyon ve solcu işçileri işten çıkarma hamlesi, sınıf mücadelesinin daha da sertleşmesine neden oldu. Tariş’te başlayan direniş, sınıfın kendi mevzilerini korumanın çok ötesine geçerek, bütün İzmir ve Ege yöresini içine aldı. Bunda kuşkusuz 24 Ocak kararlarının emekçi sınıf saflarında yarattığı reaksiyonun payı göz ardı edilemez. Sermaye sınıfının başlattığı taaruz, emekçi sınıfların en geniş kesimlerini mobilize eden bir direnişle karşılanmakla kalmadı, yanı sıra emekçi sınıflarla birlikte hareket eden sol sosyalist gençlik kesimlerinin de süratle siyasal mobilizasyonuna neden oldu. 24 Ocak kararları Ecevit’in askeri darbeyi ön gören açıklamasında karşılığını buldu: Latin Amerika modelinin geldiğini açıklayan Ecevit, sermaye sınıfının neoliberal saldırı dalgasının darbeyi takip eden yıllarda ana aktörlerinden biri olacaktı.
24 Ocak kararlarının ikinci fazı ise 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile 1982 yılları arasında uygulamaya konulan kararlardır. Parlamentonun, siyasi partilerin ve sendilkaların kapatılmasıyla askeri faşist cuntanın desteğini alan Turgut Özal, kararları uygulamaya koydu. İkinci dönemin belirgin niteliği, ihracat için iç pazarın daraltılması ve artan finansman sorunlarıyla boğuşan ve buna karşı koyamayan küçük ölçekli firmaların önceki döneme göre daha hızlı batmasıydı. İflaslar ve el değiştirmelerin günlük olaylar haline geldiği bu dönemin bir başka belirgin niteliği, iç pazara yönelik üretimden hiçbir planlama olmadan kuralsızlaştırmanın (de-regülasyonun) ekonomik hayata egemen olduğu bir serbest piyasa mantığının askeri zor yoluyla dayatılmasıydı. İkinci dönem, yurtdışına müteahitlik yapan firmaların küçük firmaları birer ikişer satın almalarıyla sonuçlandı. Böylece 24 Ocak neoliberal politikalarının hangi sermaye gruplarına hizmet ettiği belirginleşiyordu. Dışa açılmak isteyen Türkiye sermaye sınıfı, içeride kendisini tekelleştirecek kararların hayata geçirilmesiyle öne geçtiler. Tekelleşmenin önünün açılması için kışkırtılan mevduatlara daha fazla faiz verme yarışı ,banker skandallarıyla zirvesine ulaştı. Tam bir kaos yaşanmasına neden olan faiz yarışı sonunda dönemin Maliye Bakanı Kaya Erdem istifa etmek zorunda kaldı. 24 Ocak kararlarının bu ikinci evresinde alınan kararlar sonucu yaşanan kaos nedeniyle uygulamalara ara verildi.
24 Ocak kararlarının üçüncü evresi, ilk iki evrede alınan ekonomik kararların yarattığı büyük yıkıma karşı tedbirlerin alındığı dönem olarak tarihe geçti. Ekonomi yönetimine getirilen Arslan Başer Kafaoğu aracılığıyla batmakta olan firmalara kurtarma desteği sunulurken, aslında liberal ekonominin öne sürdüğü piyasayı düzenleyen “gizli el” efsanesinin dışına çıkılıyordu. Batmış durumdaki pek çok holdinge yapılan kurtarma operasyonu, devletin sınıfsal niteliğinin ne olduğu hakkında fikir veriyordu. 24 Ocak kararlarının dördüncü evresi olan 6 Kasım 1983 seçimleri sonrasında ise sermaye sınıfının farklı fraksiyonları arasında sınıfsal karşıtlk iyice belirginleşmişti. Sermaye sınıfının ihraç ürün yoluyla büyüyen grupları Koç, Sabancı gibi holdingler açıktan destek vermemekle birlikte 24 Ocak kararları hakkında net bir tavır almaktan kaçındılar. Ancak yurt dışında pek çok faaliyeti bulunan Enka gibi holdingler 24 Ocak kararlarını açıktan desteklediler. Öte yandan sermaye sınıfının iç pazara dayalı üretim yapan kesimleri örneğin Yaşar Holding gibi grupları uygulanan neoliberal ekonomi politikaların sonucu sıkıntı yaşayan grupların muhalefetiyle karşılaştı. Bu sermaye gruplarının temsilcisi, 12 Eylül askeri darbesini “bu zamana kadar onlar güldü şimdi gülme sırası bizde” sözleriyle selamlayan TİSK Başkanı Halit Narin’di. IMF uzmanlarının da katıldığı bir toplantıda sarf ettiği “Hükümet politikaları iş çevrelerinde tasvip edilmiyor, ancak bugün için diyaloğu koparıp karşı çıkmak yerine suskunluk tercih ediliyor… üretimi göz ardı eden hatta baltalayan bir politikanın gelecekte yarattığı ortamdan karamsarız” 12
Halit Narin ve ait olduğu burjuva sermaye fraksiyonunun dile getirdiği bu sorun, Türkiye’nin neoliberal ekonomi politikaları sonucu sanayişizleşmesinin önünün nasıl açıldığının itirafı gibiydi. Sanayisizleşmeyi destekleyen, özelleştirme furyası ve parasal ekonomiye geçişle birlikte üretimden tamamen bağımsız bir kumarhane kapitalizmi Türkiye’ye dayatıldı. Neoliberal ekonomi zamanla öyle bir niteliğe büründü ki işsizlik neredeyse bir norm haline geldi ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez işsiz sayısı çalışan sayısını geçti.
24 Ocak kararları ile devletin belli sınırlara geri çekilmesi istenirken, boşalan bu alana sermaye sınıfının hükmetmesi isteniyordu. Bu ekonomik programın ana esprisini oluşturan neoliberal ekonomi programına göre üretilen her mal ve hizmetin değerinin piyasa şartları içinde belirlenmeliydi. Ekonomik ve sosyal yaşamda devletin rolünün sınırlanması ve kamu kesiminin ağırlığının azaltılmasının net ifadesi, sosyo-ekonomik yapının serbest piyasa düzenine terk edilmesi anlamına gelmekteydi. Elbette 24 Ocak kararları ile ilan edilen neoliberal-piyasacı ekonomi program, ithal ikameciliğin aksine sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki bölüşüm ilişkilerinin de o güne kadar görülmemiş bir biçimde değişimini talep ediyordu. Bu talebin hayata geçmesi ise başka bir siyasal sistemin örgütlenmesiyle mümkündü. Darbe öncesi özellikle Turgut Özal tarafından askerlere brifing yoluyla anlatılan neoliberal ekonomi politika paketi, yıllar içinde Türkiye’yi borç-faiz krizleri ile kur şokları arasında salınıp duran monetarist (parasal) bir açmazın içine sokacaktı.
24 Ocak Kararlarının siyasal alana etkisi: Başka Alternatif Yok !
24 Ocak kararlarının temel esprisi, kamusal alandaki bütün hakların tasfiye edilerek bu alanda hüküm süren devlet kapitalizminin yerini sermaye sınıfının kar odaklı rantiye şebekelerine devreldilmesiydi. Böylece sermaye sınıfı ve onun kontrolündeki burjuva medyasının ihracat odaklı büyüme stratejisine uymadığı için lanetlediği ithal ikameci ekonomi politikaları yerini bir tür dahilde işleme rejimine bırakacaktı. Dahilde işleme rejimi ise düşük teknolojili, emek yoğun ve sefalet ücreti seviyesinde otoriter bir çalışma rejimini ön görüyordu. İşte sermaye sınıfının aksi yöndeki bütün argümanlarına rağmen, 24 Ocak kararlarının emekçi sınıflar için yarattığı gerçek yıkım bu oldu. Kararlarla birlikte kamusal bir hizmet olan pek çok hak sermaye sınıfına devredilirken, bu kamusal alanların denetimi, bakımı ve kamusal hakların korunması için verilen siyasal sosyal mücadeleler özelleştirmelerin yaygınlaşmasıyla birlikte anlamını yitirdi. Üretim ilişkilerinin salt bir piyasa modeline teslim edilmesiyle, Türkiye’de siyaset ve toplum da genel anlamıyla bu piyasa modelinin ürünü olacak şekilde dönüştü. Bu dönüşüm, Özal jargonuyla -transformasyon- toplumsal altyapıya da nüfuz ederek “kalkınma” ve “ilerleme” için başka bir yol olmadığı yanlış anlayışına zemin hazırladı. Neoliberalizmin “başka alternatif yok” (there is no alternative) sloganı zamanla ideolojik-politik altyapıyı da tahrip ederek siyasal alanda ideolojik ayrımları ve bu ideolojik ayrımların üzerine inşa edilen politik stratejileri anlamsız hale getirdi. Etkilerini bugün de gördüğümüz bu apolitizm, ilkesiz ittifakların ve birbirine benzemez siyasal aktörlerin neoliberalizmin kamusal alanı yok etmesiyle deyim uygunsa birbirlerine sığınmalarına sebep oldu. Neoliberal çağda kamusal hakların yok edilmesi, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi en temel hakların sermaye sınıfı tarafından gasp edilmesiyle biçimlendi. Siyaset yapma ve ülkeyi siyasal alana yapılan müdahalelerle şekillendirme imkanlarının daralması burjuva düzen partileri arasında bile belirgin farklılığı ortaya çıkaran ideolojik politik ayrımların kaybının gerçek sebebidir.
işte 12 Eylül 1980’de gerçekleşen bu rejim değişikliği, 24 Ocak programının önündeki bu en önemli engeli ortadan kaldırdı. Özal’ı sadece fiilen değil, resmen de “ekonominin patronu” konumuna getiren 12 Eylül rejimi, sonraki üç buçuk yıl boyunca iktisat politikalarını “sermayenin karşı saldırısı” biçiminde gelişmesini, iş gücü piyasasını “askeri” bir denetim altında tutarak gerçekleştirdi. Bu bağlamda, 12 Eylül müdahalesinden hemen sonra kamuoyuna ilk kez hitap eden K.Evren’in konuşmasında da “yüksek ücretler” den şikayet edilmesi ilginç ve öğreticidir.13
1Sungur Savran, 11. Tez: Sayı 6: Demokrasi, Devlet ve Sınıflar, Uluslararası Yayıncılık, 1987, s.144.
2Emre Kongar, 12 Eylül Kültürü (Kültür Üzerine 4), Remzi Kitapevi, 3.Basım, 1995, s.31
3Kenan Evren’in Anıları, Milliyet Yayınları, 1990 s.354.
4Elektronik kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/27_Aral%C4%B1k_Muht%C4%B1ras%C4%B1
5. 24 Ocak Kararları öncesinde yaşanan politik gelişmeleri anlatan video için: https://www.youtube.com/watch?v=l-hlV4bABWQ
6Yalçın Küçük, Doğu Ortak Pazarı: Ekonomi ve Birlik, Hep İleri Dergisi, 1998, sayı 17, s.4
7Mustafa Sönmez, Türkiye Ekonomisinde Bunalım: 24 Ocak Kararları ve Sonrası, İstanbul, Belge Yayınları, s.38-39
8a.g.e, s.6
9Baran Herdem, 12 Eylül Şemsiyesi Altında Yeni Piyasa Düzeni ve Sendikacılığın Yeniden İnşası, 1980-1989 Dönemi
10Cumhuriyet Ansiklopedisi Cilt 3, 1961-1980, İstanbul Yapı Kredi Yayınları, s.505
11Mustafa Sönmez, Türkiye Ekonomisinde Bunalım: 24 Ocak Kararları ve Sonrası, İstanbul, Belge Yayınları, s.88-89
12Mustafa Sönmez, Türkiye Ekonomisinde Bunalım: 24 Ocak Kararları ve Sonrası, İstanbul, Belge Yayınları, s.13
13Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek Yayınevi, 1988 s.122