Ümit ÖZDEMİR / 20.12.2023
Maraş Katliamı’nın temelleri Sancak Tül fabrikası’nda atıldı. Ancak tarihsel köken bakımından Maraş’ın verimli ovaların tam ortasında yer alması, kentte giderek canlanan ticaret hayatı, Alevi ticaret burjuvazisinin zenginleşmesi ve buna bağlı olarak politik bir güç elde etmesi ve buna karşı geleneksel muhafazakar küçük burjuvazinin tepkisi katliamın sosyo-ekonomik altyapısını ördü.
Alevi-Sünni gerilimini diri tutmaya çalışan ve Türkiye’deki politik konjonktürün gerici politik söylemin ve kara propagandanın kullanılmasıyla katliamın psikolojik altyapısı örüldü. Burada özellikle vurgulamamız gereken konu, katliamın bu boyuta ulaşmasında inkar edilemez payı bulunan ve katliamdan politik fayda bekleyen sivil faşist unsurların ve onlarla ortak çıkarı bulunan sermaye sınıflarının varlığıdır. Kahramanmaraş’ın AP’li Belediye Başkanı Ahmet Uncu ve Sıkıyönetim Komutanı Yusuf Haznedaroğlu’nun1 ekonomik çıkar ortaklığı, katliamı hazırlayan olgulardan biriydi. Alevilerin özellikle Maraş ve çevresinde sulama imkanlarının gelişmesiyle giderek zenginleşmesi, kentin içinde küçük burjuvalaşması ve dükkan sahibi olmaları kentteki geleneksel sağ küçük burjuvazinin ticari hayattaki egemenliğinin azalması, bu toplum kesimlerinin hoşnutsuzluğuna neden oluyordu.
Sosyalist Solun Güçlenmesi: Emek-Sermaye karşıtlığında yeni bir evre.
Öte yandan Maraş Eğitim Enstitüsü’nün sağın hegemonyasından solcu öğretmenlerin özellikle TÖB-DER’in kontrolüne geçmesi sivil faşist hareket adına alarmist etkiyi arttıran bir diğer faktördü. Sosyalist solun etkin propaganda ve kitle çalışmasının Maraş’ta geniş bir hoşgörüyle karşılanması, DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası ve öncüsü Mehmet Taşkesen’in şube açmasının, afişleme ve bildiri dağıtıma faaliyetleriyle sosyalist solun kent içinde giderek hegemonya kurmasını beraberinde getirdi. Tarım işçilerinin, gündelikçilerin İleri-Çapa İş sendikasında örgütlenmesi ve kent merkezinde hakları için mitingler düzenlemesi, Maraş ve çevresinde ilgi ve sempatiyle karşılanmalarına neden oldu.
Bütün bu süreç yani sosyalist solun geniş kitle çalışması stratejisi, siyasetin bilinen kodlarının dışına çıkarak geniş yığınların istek ve taleplerinin sözcüsü olması; Maraşın geleneksel burjuva kesimlerinin zemin kaybetmesiyle paralel biçimde ilerledi. Maraş katliamına karşı direnen sosyalist öğretmen Derviş Koç’un anılarında dile getirdiği üzere Maraş Eğitim Enstitüsü öğrenci temsilcisi olarak Maraş Valisi ile yaptığı bir görüşmede Vali’nin sarf etttiği “Bakın siz daha burada yerleşmediniz. Kök salmadınız, dikkatli olun her durumda zararlı çıkarsınız”2 sözleri örtük bir tehdit olması yanı sıra katliamın aylar öncesinden devlet tarafından planlandığının bir göstergesiydi. Valinin aynı görüşmede sarf ettiği “Burada Maraş olayları planlanıyor. Aldığımız istihbarata göre öğretmenler öldürülecek. Ama biz önlemimizi aldık” sözleri Maraş katliamının planlamadan uygulama safhasına geçtiğinin açık deliliydi. Yine de katliamı haber veren MİT ajanı Nazif Abonozoğlu’nun Kahramanmaraş Valisi Tahsin Soylu’ya “21 Aralık’ta Maraş’ta çok önemli olaylar olacağına” 3dair bilgi vermesi bile gereken güvenlik önlemlerinin almalarına yetmedi. Valinin ve ona bağlı emniyet birimlerinin tam bir aymazlık içinde davranması, bunca saldırıya ve kentteki gergin havaya rağmen deyim uygunsa kulaklarının üzerine yatmalarıyla katliamın önünde fiilen bir engel kalmadı..
Maraş katliamı Edem Yağ Fabrikası toplantısında kararlaştırıldı. Katliam toplantısına bölgenin bütün sanayicileri ve burjuvaları katılmıştı. Katliam toplantısında açılış konuşmasını yapan Hasan Balo: “Bugüne kadar bizleri koruyabilmeleri için ülküdaşlarımıza her ay 250 bin lira para veriyordum. Sizler ise bugüne kadar bir kuruş yardım yapmadınız. Hükümete haddini bildirmek ve Alevi komünistleri yok etmek istiyorsak mutlaka birleşip bütün gücümüzü ortaya koymalıyız. Elbirliği yapalım Maraş’ı komünistlerden POL-DER’cilerden, TÖB-DER’dercilerden temizleyelim”4 dedi. Hasan Balo’nun iç savaş çağrısı, burjuvazinin bütün korkularının özeti gibiydi. Elbette burjuvazinin bu büyük korkusunda özellikle genişleyen sol sosyalist hareketin sendikal kolu olan DİSK’in kentin önemli bir iplik fabrikası olan Bertizli İplik Fabrikası’nda sağcı, uzlaşmacı MİSK’ten yetkiyi devralması ve sınıf ve kitle sendikacılığındaki ısrarı, burjuvazinin reaksiyonunu örgütledi.
Öte yandan tarihsel dip akıntısı olarak Ermeni tehcirinin yaşandığı bir bölge olarak Maraş’ta sağın alarma geçmesi ve geleneksel muhafazakar reaksiyonu, mülk edinme arzusunun bir yöntemi olarak pogrom’u önermesi; Maraş katliamının tarihsel bir diğer referansı olması bakımından ilginç ve öğreticidir. Ermeni tehciri sonrasında emval-i metruke (sahipleri tarafından terke zorlanan mallar) yağmalayan küçük burjuvazi, gericiliğinin ekonomik kökenini ve referansını oluşturur. Bu kanlı referansın ekonomi politiğinde, 3 Eylül 1978’de Sivas’ta faşist terör esnasında bir faşistin dile getirdiği üzere “dinsizleri yok edersek malları bize kalacak” 5sözleri, Ermeni tehciriyle Maraş katliamının benzer dalga boyunda olduğunun ispatıydı.
Hiçbir katliam yığın desteği sağlanmadan gerçekleşmez. Maraş Katliamına katılan sivil faşistlerin tamamı, işledikleri suçlardan ötürü bir ceza almayacaklarını bildikleri için katliam gerçekleşebildi. Katliamcı kitleyi harekete geçiren temel motivasyon yoksulluktu. Kapitalist üretimin yaygınlaşmasıyla kırın hızla çözülmesi, ilaveten 70’lerin ikinci yarısında iyice belirginleşen kapitalist birikim modelinin bunalımı, işsiz güçsüz yığınların kentlere yığılmasıyla biçimlenen kaotik bir süreci başlattı. Katliamcıların Maraş katliamı dava dosyasına yansıyan sosyo-ekonomik profillerine yakından bakıldığında, kapitalistleşme sürecine ayak uyduramamış feodal değerlere sahip toplum kesimlerinin somut varlığı görülebilir. Faşist kara propagandanın etkisiyle çok sayıda cami imamı ve müezzin, sırt hamalı, ev kadını, orman ve mahalle bekçileri, bakkallar, fırıncılar gibi küçük burjuva unsurlar emekli memurlar ve memurlar vb gibi katı olan her şeyi süratle buharlaştıran kapitalizmin inkar edilemez etkisiyle harekete geçti ve katliamcı güruhu oluşturdu. Ülkücü Gençlik Derneği’nin Maraş’ta kurulması lumpenlerin örgütlenmesine hız verdi. Mahkum edildiği yoksullaşmanın öfkesini ve hıncını düzene yöneltmek yerine faşist kara propagandanın etkisiyle kentte giderek daha görünür hale gelen Alevi küçük burjuvazisine yönelten güruh, hızla lumpen proleteryanın örgütü olan MHP-ÜGD saflarında birikti. Kaybedecek bir şeyi olmadığı için geniş bir yağmaya katılmaya yönlendiren faşist kara propaganda, lumpenlerin temel motivasyonuydu. Maraş Katliamı, politik ve ekonomik bir güç elde eden Alevi küçük burjuvazisinin görünür hale gelmesiyle birlikte bunu alarme edecek bir güruh desteğine ulaşan MHP-Kontrgerilla güçlerinin etnik arındırma operasyonuydu.
Matruşkanın çirkini: ETKO
3 Nisan 1978’de devrimcilerin mahallesi Yörükselim’deki bir kahvehaneye atılan bombayla adına ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu) denilen sivil faşist örgütün ilk kanlı saldırısı gerçekleşti. ETKO, kontrgerillanın birden çok isim kullanarak kendini maskeleme taktiğinin aldığı son isimdi. Zamanında yapılan savcı ve kolluğun müdahalesiyle ETKO’nun sivil faşist bütün unsurları tutuklanabildi. Ankara’dan faşistlerin işgali altındaki Nükleer Araştırma Merkezi’nden özellikle Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu’nun katledilmesiyle düzenlenen saldırıların bir benzeri Maraş için planlanmıştı. Maraş’ta bir camide yapılan aramada patlatılmaya hazır dinamit lokumlarının bulunması bunun ispatıydı. Sivil faşistler özellikle halkı galeyana getirecek kara propagandayı kuvvetlendirecek biçimde camileri ve kutsal mekanları hedef alarak katliamın psikolojik altyapısını örmeye çalıştılar. Bu propagandada dinsel motifler yardıma çağrıldı. Bağlarbaşı Cami imamı Mustafa Yıldız’ın bir vaazında “Oruç tutmak ve namaz kılmakla müslüman olunmaz, bir alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş kadar sevap kazanır. Bütün din kardeşlerimiz hükümete, komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır; çevremizde bulunan Alevileri ve CHP’li sünni imansızları temizleyeceğiz”6 sözleriyle iç savaş çağrısında bulunuyordu. ETKO’nun faşist terörünü dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e bir rapor halinde sunan MİT’in faşist terörle bölgede büyük boyutlu çatışma hazırlıkları yapıldığını tespit ettikleri yönündeki raporları, Ecevit tarafından hiçbir işlem yapılmadan kendi kişisel arşivine konulmak suretiyle geçiştirildi. 7
Gazeteciler Rıdvan Akar ve Can Dündar’ın Ecevit’in özel arşivlerinden derledikleri kitap (Ecevit ve Gizili Arşivi) hazırlıkları sırasında elde ettikleri belgelerde ortaya çıkan somut bilgi, Maraş katliamı öncesinde kentte bir takım rumuz isim kullanan şahsiyetlere rastlamaları, katliamın bugüne kadar aydınlatılamamış yönüdür. Kuvvetle muhtemeldir ki bu rumuz isimli kimseler, kente milli piyango satıcısı kılığında sızarak katliamın sivil faşist hazırlıklarını yürüten kişilerdi. Katliamın bir diğer hazırlığı, konuya az çok hakim olan herkesin bildiği üzere Alevilere ait ev ve dükkanların işaretlenmesiydi. Belediye hizmetleri kapsamında gösterilen bu işaretleme faaliyeti, katliamcıların hangi evlere saldıracağının önceden tespitiydi.
Emperyalizmin hazırlığı
Katliamın politik psikolojisini, egemen siyasal güç olan burjuvazinin toplumu ve siyasal alanı kendi politik çıkarları doğrultusunda yönlendirme kapasitesini yitirmesiyle biçimlendiğini söyleyebiliriz. Egemen sınıfların hizmetine koşan MHP ve kontrgerillanın iç savaş stratejisi uyarınca güçlü olduğu bölgelerde sıkıyönetim ilan ettirme stratejisiyle örtüşen bu politika, emperyalist stratejiyle de uyum içindeydi. Emperyalist stratejinin mimarı Samuel Huntington’un sözleri bu stratejinin nasıl işlediğinin ispatıdır: “Önümüzdeki on yıl içinde doğrudan doğruya saldırılarla devletlerin sınırlarına tecavüz etmenin imkanları gittikçe azalmaktadır. Bu cinsten saldırıların yerini devletlerin kendi sınırları içindeki hükümet darbeleri, partizan hareketler ve iç harplerin alması imkanları artmaktadır” 8 Kapitalist-emperyalist sistemin bunalımını aşma çabası olarak değerlendirmekte hiçbir sakınca görmediğimiz bu saldırı stratejisi, siyasi literatürde “karşı ayaklanma doktrini “olarak da adlandırılır. Bu doktrin İran’da şahlık rejiminin sallandığı, Afganistan’ın Sovyet nüfuzuna girdiği 1970’li yılların sonuna doğru ABD emperyalizmi için alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Türkiye’de güçlü bir sosyalist sol seçeneğin bu değilse sosyal demokrat bir iktidarın kurulabilme olasılığı, katliamın dış politik nedenleriydi. ABD Büyükelçiliği 1.Katibi ve aslında CIA ajanı Alexander Peck’in katliamdan birkaç gün önce bölgeyi dolaşması ve etnik yapıya dair sorular sorması, katliamın emperyalist hazırlık safhasında kimlerin rol aldığını gözler önüne serer. Rivayet o dur ki Peck, para dağıtarak katliamın finansörü olmuştur. Peck’in yanında bugüne kadar ismi pek duyulmamış bir başka CIA ajanı Christy adında bir ajan daha vardı. Endonezya gibi solcuların, komünistlerin iç savaşta kitle katliamına maruz kaldığı bir coğrafyada görev yapmış olan Christy’nin kim olduğu ve katliamdaki rolü hala yeterince aydınlatılamamıştır.
Sivil faşist hareketin ordu ve bürokrasi içindeki uzantıları, katliamı tertipleyen kanlı bir ortaklığı birlikte örgütlediler. Ordu depolarından kaçırdığı silahları MHP’lilere sattığı iddia edilen Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker ve ortaklarının katliamdan önce Maraş’ta bir pavyondaki anlaşmazlık sonucu çıkan çatışmada Özel Harpçilerin ortaya çıkmasına neden oldu. 9Pavyonda polislerle çatışmaya giren Ökkeş Çokuçkun’un evinde ele geçirilen patlayıcıların kaynağının Ankara’da Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’in evi olduğu öğrenildi. Katliamdan aylar önce ETKO’nun silah ve mühimmat kaynaklarının ortaya çıkması, Yüzbaşı Çeviker, Ökkeş Çokuçkun ve Gabriel Aktürk ile birlikte kurdukları silah şirketiyle katliamların ve faşist terörün lojistik desteğinin kökenleri hakkında bir fikir verir. Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker bir özel harpçiydi. Ankara’da 7 TİP’li öğrencinin katledilmesinin sanıklarından biri olan ülkücü faşist Abdullah Çatlı’yı eğiten Çeviker, kaldığı cezaevinden kaçırıldı. Tam bir kara kutu olan Yüzbaşı Çeviker’in firarından sonra izine hiçbir yerde rastlanılamadı.
Maraş Katliamı Güneş Ne Zaman Doğacak adlı anti-komünist filmin gösterilmesiyle başladı, gösterildiği bütün kentlerde olaylara neden olan kara propagandanın berbat bir örneği olan filmin gösterildiği Çiçek sineması, faşist örgütlenmenin merkezlerinden biriydi. Faşistler burada bildiriler dağıtıyor ve katliamın psikolojik hazırlığını sürdürüyordu. Filmin gösterimi sırasında sinema salonunda patlatılan bomba ve bombayı patlatan Ökkeş Kenger’in telefonla Ankara’da ülkücülerin çıkardığı Hasret dergisini telefonla arayarak “yardım” talep etmesi, faşist provokasyon zincirinin kökenlerinin başkente kadar uzandığın ispatıydı. Bombalama kara propagandanın yolunu açtı ve ertesi gün Yörükselim Mahallesinde bir kıraathaneye el feneri görünümde bir bombayla saldıran sivil faşistler, kahvedeki Gıjgın Dede lakaplı Sabri Özkan’ı katletti. Kanlı provokasyonlar zincirine yeni halkalar bir gün sonra TÖB-DER’li iki öğretmenin, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu’nun sokakta katledilmesiyle eklendi. Mustafa Yüzbaşıoğlu’nun solcu bir öğretmen ve yakınlarının anlatımıyla öğrencileri tarafından sevilen örnek bir İstanbul beyefendisi olması, faşistlerin aynı zamanda kimleri yaşatmak istemediğinin açık deliliydi.
İki öğretmenin cenaze törenine yoğun katılım gösteren bölge halkı, ilericiler, sosyalistler cenazeleri alabilmek için kasıtlı bir biçimde bekletildi. Cenaze namazının cuma gününe denk gelmesi, bu esnada faşistlerin kara propaganda ile civar köylerden yandaş getirmeleriyle birlikte düşünüldüğünde nasıl bir tertip hazırlandığın ortaya çıkar. Cenaze töreni için camiye yönelen kortej, burada faşistlerin yoğun saldırısına maruz kaldı. Cenazeyi defnedemeyen kitle, buradan kendini korumak amacıyla Yörükselim mahallesine sığındı. Katliamın gelmekte olduğunun farkına varılmasıyla eldeki sınırlı imkanları direniş için kanalize edilmesi, solcuların, devrimcilerin yoğun olduğu Karamaraş mahallesinde Mehmet Mengücek ve Musa Funda’nın direnişi örgütlemesiyle biçimlendi. Yörükselim Mahallesinde ise Devrimci Savaş ve Devrimci Halkın Birliği üyeleri Hamit Kapan, Derviş Koçi Saim Sağmak ve Tahsin Kozanoğlu’nun örgütlediği direniş sayesinde 2700 kadar insanın kaçarak hayatını kurtarmasına imkan tandı. Katliamda can kaybının daha fazla olmaması bu direniş sayesindedir. Bu gerçek, devrimcilerin sayıca az olduğu mahallelerde faşist katliam süresince çok fazla can kaybının olduğunu açıklar. Katliamda halkı koruyan ve eldeki imkanlarıyla katliamın büyümesine engel olan devrimcilerin tamamı 12 Eylül sonrası ağır işkencelere maruz kaldılar. Sürekli zincirlendikleri için “zincirliler” adı da verilen bu gruba yönelik suçlamaların merkezinde iki öğretmenin katledilmesi ve Maraş katliamının tertipleyicileri olarak bu kişilerin hedefe oturtulması vardı.
(Karamaraş Mahallesi Muhtarı devrimci Mehmet Mengücek)
Bir insanlık suçu olan işkenceye maruz kalan devrimcilerden Mehmet Ceren, Fehmi Özarslan, Cennet Değirmenci ve Ali Ekber Yürek işkencede katledildi. İşkenceci polis Ali Aydın işlediği suçun etkisiyle intihar ederken, bir başka işkenceci Sedat Caner 1986 yılında Nokta dergisine kapak olan işkence itiraflarıyla suçunu itiraf etti. Maraş katliamı dolayısıyla işkenceye maruz kalan devrimci Saim Sağnak’ın tanıklığı bu şiddetin kökenini açıklar: Sağnak, Orhan Gazi Ertekin ile söyleşisinde Maraş katliamının tetikleyen iki öğretmenin öldürülmesi olayında kullanılan silahın ordudan bir albaya ait olduğunu öğrenir. 10 Saim Sağnak’ın röportaj sırasında dile getirdiği bu olay hiçbir zaman yeterince araştırılmadı, Albayın kim olduğu ve kimler aracılığıyla katile silahları ulaştırdığı karanlıkta kaldı.
Maraş katliamı, 12 Eylül sonrasında geçilecek yeni rejimin kanlı bir provası olması nedeniyle önceki katliamlardan ayrışır. Kimi yorumculara göre katliamdan çok pogrom olması, bu kurucu, şedit niteliğiyledir. Gerek güvenlik kuvvetlerinin inisiyatif alamaması, gerekse kamu idaresinin olan bitene kayıtsız kalmasıyla katliamda can kaybının artmasının görünür nedenleridir. Devrimcilerin eldeki sınırlı imkanlarla direnişe geçmesi, özellikle Yörükselim mahallesinde bir soba borusunun içinden yapılan ateşin havan topu etkisi yaratarak faşistleri geriletmesi, katliamda daha fazla can kaybının önüne geçmiştir. Akla hayale gelmeyecek bir vahşet ve faşist terör darbeci Kenan Evren’in bile “tasavvur edilemez” diye nitelendirdiği Maraş Katliamı boyunca 90 yaşındaki yaşlı insanlardan bebeklere kadar herkes, her birey acımasız ve gaddar faşist terörün hedefi haline getirildi. Bunlardan Cennet Çimen bir gözü görmediği ve yaşlı olduğu için kaçamadığı için faşistler tarafından diğer gözü oyularak işkenceye maruz kaldı. Öldürülen Cennet Çimen’in cesedi sonra bir lağım çukuruna atıldı ve üzerine bir araba yıkıldı. Bir diğer vahşette ise katliamdan sonra yapılan aramada bir kazanda yakılarak öldürülmüş Ali Traş’ın cesedi bulundu. Ali Tıraş katliam esnasında korkarak saklandığı yerden annesi Döne Tıraş’ın peşinden kaçarken yakalanarak katledildi. 11 Faşist katliam boyunca özellikle TÖB-DER kökenli öğretmenlerin hedef alınması, TÖB-DER’li devrimci öğretmenlerin bölge halkında yarattığı saygınlık ve rol model olma vasıflarıyla açıklanabilir. Öğretmen Ali Rıza İşbilir bu sebeple faşistler tarafından evinden çıkarılarak hunharca katledildi…
Maraş katliamı esnasında devletin güvenlik görevlilerinin, kolluğun polisin ve askerlerin tutumu faşist terörü engellemek için güç kullanmak yerine beklemeyi tercih eden bir yönelişteydi. Maraş etrafında güvenlik koridoru yapan askeri birlikler ve komuta kademesinin bu tavrı, kentteki katliamı haber alıp yardıma koşan solcuların ve ilericilerin fiilen kente girmelerine engeldi. Yine de az sayıda da olsa devrimcinin engelleri aşıp direnişe destek olduğu bilinen bir gerçektir. Eldeki imkanlarına ve kentteki gergin havaya rağmen güvenlik kuvvetlerinin bu tutumu yargılama ve kovuşturma konusu olmadı. Maraş katliamında güvenlik kuvvetlerinin görevlerini yapmadığını tespit eden gazeteci Cüneyt Arcayürek’in kaleminden yansır: “Maraş’ta sivil otorite görevini yapmamıştır, Kente gelen birlikler yasal yetkilerinin olmadığını bildirerek işin içine girmemiş, karışmamıştır.”12 Sadece bir yüzbaşının kara propagandanın aygıtı olan belediye binasına gelerek yayını durdurma çabası da katliamı durdurmaya yetmedi. Katliamdan kaçarak kendisine sığınanları güvenli bölgelere aktarılmasıyla sınırlı kalan bu pasif tutum, katliamcıları daha da cesaretlendirmekle kalmadı, aynı zamanda devletin binalarını ve kurumlarını hedef almasına neden oldu. Faşist terörün devletin valilik, kaymakamlık gibi binalarını hedef almasıyla harekete geçen ordu müdahalesine bu aşamadan sonra başlayabildi.
Şiddet ilkelliktir, sivil faşist hareketin bu saldırısı, Türkiye’yi ilkel faşist bir rejime itmesi bakımından darbecilerin işine yaramıştır. Maraş katliamı sadece sıkıytönetime geçilmesine neden olmadı, aynı zamanda siviil faşist kontra gerilla şeflerinin 12 Eylül sonrasında kullanacağı faşist kadroları tesbit etmesini, devşirmesini sağladı. Süreklilik ve kopuş süreçleri içinde değerlendirmek gerekirse Dersim katliamıyla başlayan siyasal dışlama pratikleri, Alevilerle onların müttefiki sosyalist sola yönelik şiddet politikası zincirinin son halkasında duran Maraş Katliamı, onu aydınlatmaya çalışan avukatların sürekli engellenmesiyle bir tür sessizlik suikastine gömüldü. Katliam sonrası müdahil avukatlar Ahmet Albay, Ceyhun Can ve Halit Sıtkı Güllüoğlu faşist suikast zinciriyle katledildi. Bu suikast zinciri Maraş katliamının soruşturulmasının fiilen engellenmesiydi. Bir başka açıdan Maraş katliamı sırasında faşistlerin Kahramanmaraş’taki bütün ilerici örgütlenme ve derneklerin kapatılarak POL-DER’li polislerin sürülmelerini istemeleri, tam da 12 Eylül faşist rejiminin kurmak istediği rejimin mikro ölçekteki yansımasıydı. Ancak MHP-ÜGD ve kontrgerillanın başlattığı iç savaş, bu faşist programı uygulayabilecek bir siyasi güce solun da direnişiyle hiçbir zaman erişemedi. Yine de üzerinde durulması gereken bu olgu, faşistlerin aslında hangi maksada hizmet ettiklerinin anlaşılması bakımından önemlidir.
Mahkemenin Maraş katliamı sırasında hazırladığı iddianame ve hakimler heyetinin takındığı tutum, sanıkları yargılarken kullandığı mukatele (karşılıklı katliam) ve isyan kavramlarına başvurmuştur. Bu tutum, sanıklarla mağdurları aynı kefeye konulması bakımından siyasi bir davanın burjuva hukuk zeminindeki açmazını oluşturur. Katliamcılarla saldırıya maruz kalanlar yani solcular ve aleviler arasındaki asimetrik güç dengesini, katliamda somut can kayıplarını ve faşistlerin hangi karanlık odaklarca yönlendirildiğini görmezden gelen bu tutumuyla mahkeme heyeti, kendinden bekleneni yaptı. Bu kadar büyük bir katliamda yakalanan silah ve mühimmat sayısıyla katliamın büyüklüğü arasındaki orantısızlık, mahkemenin somut olguları göz ardı ettiğinin de ispatıydı. Ceza yargılamasının amacı gerçeklerin ortaya çıkması ve o gerçekler uyarınca sorumluların, tertipçilerin ceza alması yönünde olması beklenirken, tam tersi olmuş ve katliamda cana kıyarak idam cezasına çarptırılanlar da dahil olmak üzere 1991’de çıkarılan af olmayan afla serbest bırakılmaları sağlanmıştır. Elbette bu sonuca ulaşılmasında katliamın habercisi durumundaki ETKO provokasyonları, iki öğretmenin katlinin sanıklarının yakalanamaması eksik soruşturma gibi pek çok faktör etkili olmuştur.
Mahkeme heyeti ve kolluk, soruşturmayı eksik yürüterek katliamın faillerinin meçhul kalmasına hizmet etmiştir. Bütün bunlara ilaveten mahkeme heyetinin, yargıçların katliam sanığı MHP-ÜGD’li faşistlerin ceza almaması için sürekli şart öne sürmesi, hukukun dışına çıkılması ve siyasi bir katliamın cezasız kalmasına neden oldu. Katliamı başlatan provokasyonu tertipleyen faşist Ökkeş Kenger, soy adını Şendiller olarak değiştirdi ve siyasal islamcı Refah Partisi’nin desteğiyle 1991’de milletvekili seçildi. Ökkeş Kenger’in Maraş katliamında devrimcileri suçlamak için kaleme aldığı Kanlı Oyun kitabında TKP-ML / DHB üyesi Garbis Altınoğlu’nu hedef göstermesi, Altınoğlu’nun kaleme aldığı cevabi mektupta dile getirdiği üzere “Şunu eklemekte hiçbir sakınca görmüyorum: Maraş katliamı döneminde ben bu yörede değildim; bir görev nedeniyle başka bir bölgede bulunuyordum. Ama bu alçakça katliam ve ona karşı yürütülen soylu direniş sırasında orada olsaydım, elbette bu direniş içinde yer alır ve sağ kalmam halinde bunu gururla açıklar, yargılandığım mahkemede de bunu gururla belirtirdim.” sözleriyle Ökkeş Kenger’in açık yalanını çürütür.
Katliama maruz kalan devrimcilerin yargılanması ve fiilen nefs-i müdafaadan beraat etmeleri gerekirken, ceza almaları da burjuva hukukunun ne kadar güvenilmez olduğunun kanıtıydı. Ökkeş Kenger dönemi sıkı yönetim komutanı Tayyar Aygur’un kasti müdahalesi ile yüzleştirme tutanaklarının imzalanmaması sonucu sanıklar Ökkeş Kenger ve Yunus İlhan’ın itirafları delil olarak değerlendirilemedi. Bu operasyonda Ankara’dan milliyetçilerin gazetesi Hergün’ün kimliği meçhul bir muhabirinin ve MHP genel merkez yöneticisi ve emekli militer Albay Tahsin Ünal’ın rolü olduğu kesindir. Mahkemenin yüzleşme tutanaklarında imza şartı araması, hukukta usül, esastan önce gelir ilkesinin gereğiydi. Resmi soruşturmada böyle bir ihmal ancak kasıtlı olarak yapılabilirdi. Tayyar Aygur bu ihmalden dolayı soruşturmaya maruz kalmadı ve böylece iki faşist saldırganın serbest kalmasının önü açıldı. Burada üzerinde durulması gereken detay, sağcı Hergün gazetesi muhabirinin Sıkıyönetim komutanı Tayyar Aygur ile katliamın asli faili Ökkeş Kenger’i , Aygur’un odasında yaptırdığı görüşmedir.
Tayyar Aygur’un faşist katliam sanığı Ökkeş Kenger’e “oğlum” diye hitap etmesi, nasıl bir kafa yapısı taşıdığını anlamak açısından önemlidir. Görüşme sonunda Ökkeş Kenger’in suçlarını itiraf ettiği iki tutanak değiştirildi. Tutanakta katliamı tetikleyen Çiçek Sinemasına atılan bombalı terör saldırısının “karışıklık yaratma” maksadıyla atıldığı ifade edildi ve böylece Kenger’i tahliyesine giden yol açıldı. Maraş katliamı gibi siyasal sonuçları bakımından askeri darbeye giden yolu düzeydeki bir terör eylemleri zincirinin ilk halkasındaki asli failin serbest bırakılması militer desteği olmadan mümkün olamazdı. Katliamdaki MHP-ÜGD bağlantıları ve katliamı tetikleyen Ökkeş Kenger’in ÜGD’nin çaycısı olması, diğer bombacı Yunus İlhan’ı suça azmetiren ifadeleri sabittir. Ökkeş Kenger’in serbest bırakılmasının politik anlamı, MHP-ÜGD’nin katliamdaki merkezi planlama rolünün de inkar edilmesi ve böylece yönetici kadrolarının ceza alma ihtimalinin yok edilmesiydi.
Katliamın dış basındaki yansıması ve okuması ise BBC’nin “Kahramammaraş olayları, Pakistan, Afganistan ve İran’dan sonra belki de kaos ve belirsizlik içine düşme sırasının Türkiye’ye geldiğini gösteriyor” tesbitine ilaveten “siyasal şiddet olayları şimdi büyük kentlerin dışındaki yerleşme bölgelerine de yayıldı. Bu bölgeler Sünniler ve Şiiler Türkler ve Kürtler arasındaki ayrılık egemen” sözleriyle katliamın boyutlarını dünyaya duyuruyordu. Haberin dilinden yansıdığı biçimiyle katliam, emperyalizmin ajanlarının katliam öncesinde yaptıkları hazırlıklarla birlikte düşünüldüğünde bir destabilizasyon sürecinin tetiklendiğinin işaretiydi.
Maraş katliamı, Malatya, Sivas kanlı provokasyonları ve kanlı zincirin son halkası olarak, Maraş’la birliklte ülkücü faşist hareketin iç ve doğu Anadolu üzerinde faşist hakimiyet kurma ve hükümeti siyasal şiddet yoluyla devirme stratejisinin son noktası oldu. Katliam zincirinin büyümesinde sermaye sınıfının vurucu gücü olarak 1960’lı yılların sonunda askeri bir stratejiyle yeniden örgütlenen ve darbe yolunu açan MHP’nin, 1973 seçimlerine göre 1977’de oyunu arttırması (% 6.4) ve MC hükümetlerinide yer almasının payı büyüktür. Bütün bu olaylar yan yana sıralandığında nesnel durum netleşir: Maraş katliamı ve onu önceleyen iç savaş provaları, faşist hareketin burjuvazinin yönetememe krizine verdiği bir cevaptı. Faşist hareket, bunalımdan çıkışı mevcut burjuva hukuk düzenini ve anayasayı da askıya alacak faşist terör kampanyasıyla yıkarak aşmayı deneyecekti.
Faşist katliamda sağ basının yorumu: Binicisini Beğenmeyen Asil Kısrağın Gösterdiği Tepki !
Katliamı hazırlayan bir başka olgu Türkiye sağının en önemli fikir adamlarından Necip Fazıl Kısakürek’in açık faşizmi savunan yazılarıydı. Değerli akademisyen Fatih Yaşlı’nın (Anti Komünizm, Ülkücü Hareket ve Türkeş -İstanbul Yordam Yayınları) detaylı bir biçimde ele aldığı Kısakürek’in söylemi, açık faşizm çağrısıydı. 30 Haziran 1978’de kaleme aldığı yazısında örfi idareyi yani sıkıyönetimi, sol basının yasaklanmasını ve işkenceyi savunan13 Kısakürek bir bakıma 12 Eylül faşist programın ilan ediyordu. İktidardaki CHP’ye akıl almaz bir düzeysizlikle saldıran Kısakürek, 10 Aralık 1978 tarihinde kaleme aldığı bir başka yazısında Ecevit hükümetini devirmek için genel grev ve boykot çağrısında bulunuyordu.
Kısakürek faşist sağın paramiliter gücü olan MHP ve Ülkü Ocaklarından övgüyle bahsederken, sağ siyasetin daha pasif durumdaki aktörlerini de pasifizmlerniden dolayı eleştiriyordu. Açık faşizm çağrısı ve katliamın dehşet veren sonuçlarının ortaya çıkmasının ardından Kısakürek, “Maraş hadiselerine dair şu anda bir kıymet hükmü belirtmekten çekindiğim ve belirtecek olursam manaların nasıl bir bomba dehşetine dönüşeceğini ve hangi tarafın ekmeğine yağ süreceğini tahminden aciz olduğum şartlar altında vaziyet açıklık kazanıncaya kadar kalemimi susturuyor ve bu ana-baba gününde başka mevzulara el atmayı sefalet telakki ediyorum” 14cümleleriyle kaleme aldığı yazılardaki açık ırkçı ve milliyetçi dil ve söylemi inkar ediyordu. Kısakürek’in siyasi hayatında sahibinin sesi rolünü oynamasının ilk örneği bu yazılar değildi. DP İktidarında Adnan Menderes despotizmini desteklemek ve kumar borçlarını ödeyebilmek için Menderes’e mektup yazan ve borç para istemekten imtina etmeyen bir sağcı15 olarak kayıtlara geçti. Öte yandan Tercüman gazetesinin sağcı yazarı Ahmet Kabaklı, katliamdan sonra kaleme aldığı yazıda Maraş katliamını “binicisini beğenmeyen asil kısrağın gösterdiği tepki” olarak yorumlayabildi. Kısrakla DP ve AP döneminin siyasi simgesi beyaz ata gönderme yapan Kabaklı, CHP hükümetini siyasi iktidardan şiddet yoluyla indirmeye çalışan MHP-ÜGD paramiliter çizgininin, sol ve emek düşmanı siyasi anlayışını meşrulaştırmıştır.
Katliamın ardından halk büyük bir panikle ve can güvenliği endişesiyle kaçarcasına kenti terk etmeye başladı. Bu terk edişte, devletin tutumunun da payı büyüktür. Viraneye dönen yakılmış, yıkılmış mahallelerden can kaygısıyla yola revan olan halkın can güvenliğini sağlamak yerine bölgeyi terk etmeleri teşvik edildi. Büyük bir Alevi-Kürt diasporasını teşvik edilmesini Derviş Koç, “Şimdi çok garip bir durum var burada. İmar İskan Bakanlığı’ndan gelen bir görevli, hemen katliamın ardından mağdurları göçe teşvik ediyor. Var olan katliamı, veri kabul ediyor, normalleştiriyor ve hatta bunu katileştirecek biçimde onları yaşadıkları yerleri ve mallarını terke davet ediyor. Adeta katliamı son eylemiyle tamamlamış oluyor” 16 sözleriyle katliam sonrası devlet politikasının hangi yönde işleyeceğinin altını çizer. Bu politika kökenlerini 1934 Trakya Olayları, 1942’de çıkarılan azınlık karşıtı Varlık Vergisi faciası; 6-7 Eylül 1955 pogromu ve 1964 İstanbul’da kalan Rumların 20 kilo eşya ile sürülmeleriyle biçimlenen sürecin son halkasıydı. Elbette kent içinden ve mahallelerden göçe zorlananların bıraktığı maddi servete kimlerin el koyacağı düşünüldüğünde katliamın sosyo-ekonomik boyutu daha da netleşir.
Halkın imdat çağrıları, CHP’nin duruma kayıtsız kalması ve durumu sadece bir bildiriyle geçiştirmesi ona beslenen temelsiz umutların boşa çıkmasına ve hayal kırıklığına neden oldu. CHP hızla aslına rücu edip, sıkıyönetim isteyen devletin miliiter kadrosuyla anlaşmasıyla tamamlanan süreç; CHP’nin sınıflar mücadelesinin en yüksek seviyede yaşandığı iç savaşın taraflarını yatıştırma beklentisinin de iflasıydı.
Katliamı “insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmaz” evrensel hukuk ilkesiyle yıllar sonra araştırmaya ve dava konusu haline getirmeye çalışan Avukat Seyit Sönmez, Genelkurmay’dan ve Adalet Bakanlığı’nın ilgili birimlerinden bürokratik engellerle karşılaştı. Sönmez’in dava dosyasına, savcılık tutanaklarına, delillere erişme çabası, sonunda “devlet sırrı” adı altında derin bir sessizlik suikastiyle engellenmeye çalışıldı. Katliamda yakınlarını kaybeden ve bölgeden göç eden Maraş halkının katliamda hayatını kaybeden yakınlarının kayıtlarına ve gömüldüğü yerlere ulaşma çabalarıyla başlayan adalet arayışı, bugün de sürmektedir. Davaya konu olan sadece can kayıplarının yarattığı ve Türkiye’nin hala yüzleşemediği katliam utancı değil, aynı zamanda mağdurların mallarının yağmalanmasıydı.
Katliam sonrası devletin tutumu: “Bana Sağcılar ve Milliyeçiler Cinayet İşliyor Dedirtemezsiniz”
Maraş katliamı, etkisi uzun yıllara yayılan travmatik etkisiyle Türkiye sağının kapkara kanlı provokasyonlarla dolu tarihine bir utanç sayfası olarak geçti. Katliamdan sonra Süleyman Demirel’in sarf ettiği “bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz, böyle bir şey demiyorum sadece cinayet işleyenlerin yakasına yapışın, cezalarını verin” sözleri, Demirel’in her zamanki demagojik üslubunun siyasal dile yansımasıydı. Demirel bu sözleriyle hem eski hükümet ortağı MHP’yi dizginlemeye çalışıyor, hem de katliam gibi üst düzey örgütlenmeyi gerektiren bir insanlık suçunun siyasal arka planını örtmeye çabalıyordu.
Dönenim İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın katliamcıları aklayan “olayları solcular çıkardı” sözleri, CHP’nin siyaseten ve gerçek bütün çıplaklığıyla ortadayken hangi siyasi tarafa yöneleceğinin işaretiydi. Bu yöneliş “umudumuz Ecevit” sloganı ve “Ak Günlere Doğru” programıyla ortaya çıkan sosyal-demokrat, halkçı çizginin de inkarıydı. Bu inkar, kaçınılmaz olarak CHP’den umut besleyen ondan halkçı-solcu bir politika izlemesini bekleyen kitlelerin hayal kırıklığı yaşamasının nedenidir. Öte yandan sonradan darbeci militer kadronun içinde yer alan Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’un katliamcıları aklayan yaklaşımı ibretliktir. Celasun raporunda “Olaylara dar bir çerçevede, nedenlerine inilmeden bakışta; Kahramammaraş’ta irticanın hortladığı, devlete yönelik bir hareketin yapıldığı kanısı uyanmaktadır. Ancak olayların oluş şekli detaylı bi şekilde incelenirse, bunun uzun süre devam eden yanlı yönetimlerin taraflarda oluşturduğu isyan hissinin patlama noktasına gelmesinden kaynaklandığı anlaşılacaktır. Taaruz edilen devletin polisi değil, kendi yasal amirini tanımayan POL-DER’in polisidir. Yansız ve etkin şekilde görev yapan devletin polisi saygınlık görmektedir”17 Faşist ayaklanma ve katliamı aklamaya çalışan Sedat Celasun’un solcu demokrat polisleri hedef alan sözleri, 12 Eylül sonrasında devletin güvenlik aygıtlarından tasfiye edilecek kolluk kuvvetlerini suçlayan ve krimizalize eden faşizan dille de örtüşür. Bu söylem, faşist siyasal dilin ilk örneği olması bakımından da önemlidir. Celasun’un detaylı incelemeden ortaya somut kantılar koymayan yaklaşımının neyi kastettiği belirsizdir. Rapora yansıyan dil ve yorumda Maraş katliamının bir diğer siyasal sonucu belirginleşir: Katliamın üzeri büyük bir “konsensüsle” örtülecektir. Bunda katliamı siyasal kaldıraç olarak kullanarak darbeye yürüyecek olan karanlık güçlerin siyasal çıkarlarının inkar edilemez etkisi açıktır.
Siyaseti kitlelerle birlikte yapmanın, kitleleri politize ederek seferber etmenin yollarını arayan sosyalist solda can güvenliği, öz savunma ve silahlı mücadele eğilimlerinin katliam sonrası belirgin bir biçimde öne çıkması, aynı zamanda diğer siyaset yapma biçimlerinin daralmasına neden oldu. Maraş katliamı, katliam sonrasında sosyalist solun geniş protesto yürüyüşlerinin sebebi oldu. Katliamın bir başka politik sonucu da etkisi yıllara yayılan kimlik siyasetinin destek bulmasıydı. Maraş katliamı edebiyatta ve sinemada karşılığını buldu. İnci Aral’ın Nevzat Üstün öykü ödülünü alan 9 ayrı insanın gözünden katliamı konu alan romanı Kıran Resimleri, daha sonra tiyatro oyunu olarak sahnelendi. Katliamdan iki hafta sonra Cem Karaca ve grubu Erdirdahan’ın Londra Konseri’nde söylediği “Halkız Biz” adlı anti faşist şarkı, Türk politik rock tarihinin yüz akı işlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Katliamın yarattığı bütün çıplaklığıyla dile getiren ve bugün unutulmuş şarkının sözleri de katliamın asli faili MHP’ye işaret eder: Allah adını anıp çocuk kesenler / MHP yazmayan evler basanlar / millet deyip milletine nefret kusanlar / din iman uğruna kestiler beni / Allahsızlar Allah deyip kıydılar beni..18 Şarkı 11 Eylül 1973’te Şilli darbesinde faşistler tarafından katledilen sosyalist şair Pablo Neruda’nın şiirinden bir dizeyle sona erer: “Halkız biz yeniden doğarız ölümlerde”…
Pek çok belgesele konu olan Maraş Katliamı üzerindeki tartışmalar ve katliam sanıklarının serbest kalmasıyla bugün de tartışılmaya devam ediyor…
Maraş katliamı avukatı Seyit Sönmez’in dava dosyası üzerine yaptığı açıklama
1Derleyen Orhan Gazi Ertekin, Maraş Katliamı: Vahşet, Direniş ve İşkence, İstanbul, Dipnot Yayınları, 2021, s.110
2a.g.e s.93
3Aziz Tunç, Maraş Kıyımı: Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi, İstanbul, Belge Yayınları, 2015, s.365
4Aziz Tunç, Maraş Kıyımı: Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi, İstanbul, Belge Yayınları, 2015. s.272
5Elektronik Erişim: https://marksist.net/Bellek/Maras_katliaminin_hatirlattiklari.htm
6Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Anslklopedisi, İstanbul, İletişim Yayınları, s.2336
7Derleyen Orhan Gazi Ertekin, Maraş Katliamı: Vahşet, Direniş ve İşkence, İstanbul, Dipnot Yayınları, 2021, s.55
8Aziz Tunç, Maraş Kıyımı, Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi, İstanbul, Belge Yayınları, 2012, s.158
9a.g.e s.367
10Derleyen Orhan Gazi Ertekin, Maraş Katliamı: Vahşet, Direniş ve İşkence, İstanbul, Dipnot Yayınları, 2021, s.135
11Suat Parlar, Kontrgerilla Kıskacında Türkiye, İstanbul, Mephisto Yayınları, 2006, 2.Baskı s.680
12Aziz Tunç, Maraş Kıyımı, Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi, İstanbul, Belge Yayınları, 2012, s.337
13Fatih Yaşlı, Anti Komünizm, Ülkücü Hareket ve Türkeş, İstanbul, Yordam Yayınları, İstanbul, 2021, s.335
14a.g.e, s.335
15Elektronik Erişim: https://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/808111-necip-fazildan-menderese-yalvaran-mektuplar
16Derleyen Orhan Gazi Ertekin, Maraş Katliamı: Vahşet, Direniş ve İşkence, İstanbul, Dipnot Yayınları, 2021, s.108
17Aziz Tunç, Maraş Kıyımı, Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi, İstanbul, Belge Yayınları, 2012, s.351
18Şarkıya erişim için https://www.youtube.com/watch?v=BpG5piBwpko&list=RDBpG5piBwpko&start_radio=1