Mert Yıldırım / 18.10.2023
Cihatçı örgüt Hamas’ın İsrail’e karşı gerçekleştirdiği komplike askeri saldırı ve ardından Siyonist İsrail’in Filistin yerleşim alanlarına yönelik başlattığı operasyon, zaten kaotik olan Ortadoğu’yu daha da kaotik bir hale sürükledi.
Kangrene dönüşen ve uzun tarihi arka planı olan sorunlar, toplumcu hegemonya yoksunluğu nedeniyle hepten kaotik bir hal alıyor.
Filistin-İsrail sorunu ve çatışmanın tarihi çok eskilere dayanıyor.
Peki tarihi geriye çevirmek mümkün mü?
Toplumların yaşamında tarih hafızası çok önemlidir. Tarih, sonuçlar çıkaran en büyük öğretidir.
Kenan ülkesi kimindir, İsrail oğulları sami grubundan mı, dolayısıyla Filistinlilerle akraba mı, kim kime toprak sattı, Kudüs kimin yurdudur? Bütün bu soruların ve cevaplarının ansiklopedik kıymeti olsa da, pratik politikada etkisi sınırlıdır.
Şöyle veya böyle, haklı veya haksız bir realite söz konusu. Bu realitede hem Filistin halkı hem İsrail halkı bulunuyor.
1940’lı yıllardan sonra kurulmuş olan İsrail devleti ve bu devletin emperyalistler tarafından inşa edilmiş olması, bugün yaşanan gerçeği değiştirmiyor. Tarihi haksızlık mı? Evet, haksızlık. Ama ne yazık ki tarihin akışı çoğu zaman böyledir. İnsanların niyetinden öte bir dizi dinamikler sonucu gerçekleşen olaylar, olgular tarihin kendisi olur.
İnsanlığın binlerce yıllık geçmişi içinde nice medeniyetler, sistemler kurulmuş ve yıkılmıştır. Nice topraklar el değiştirmiş, nice topluluklar/uluslar tarih sahnesinden silinmiştir. Bütün bunlardan ders çıkarmak İnsanlığın geleceği için yararlıdır. Ama tarihi tersine çevirmek mümkün değildir.
Örneğin güncel bir gündem olan Karabağ meselesinin tarihsel arka planına biraz bakalım. Çok değil, 1990’lara kadar burada çok önemli bir Kürt nüfusu yaşıyordu. Hatta 1923-29 yıllarında buranın adı “Kızıl Kürdistan”dı. Ama 1930’lardan sonra Hitler faşizminin yol açtığı paranoya nedeniyle bir çok bölge ve halkın başına gelen Kürtlerin de başına gelmiştir. 1923 yılında tanınan statüsü dağıtılmıştır. Bu dağılma ve statüsüzlük sonucu Kürt nüfusunun ezici çoğunluğu asimile olmuştur. Ezidi Kürtler Ermenilerin, müslüman Kürtler Azerilerin içindeerimiştir. Daha doğrusu eritilmiştir. Artık bu aşamadan sonra Azerbaycan cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in Kürt kökenli olması bir şeyi değiştirmiyor. Aynı şey Filistin ve İsrail için de geçerlidir. Bırakalım Kenan topraklarının kimin ülkesi olduğunu tartışmak; 1967 yılında değişen sınırları eski haline getirmek dahi mümkün görünmüyor. “Geçmiş” ve tarih tartışılmaya başlayınca, bir de buna “Vadedilmiş topraklar”, “Kutsal mekanlar” gibi mistik ve dinsel anlamlar yüklemek başı ve sonu olmayan tartışmalar meydana getirir. Örneğin Filistin, pekala Ürdün ve Sina yarımadası için hak iddiasında bulunabilir. Aynı şeyi neo Osmanlıcılar da ileri sürebilir. Nitekim her fırsatta bunu ileri sürüyorlar. Örneğin “Emevi camiinde namaz kılacağız” dedikleri zaman bunu dini ritüelleri yerine getirmek için değil; “vadedilmiş topraklar” motivasyonu ile yaptılar.
Filistin Halkının Meşru Davası Ve Şeriatçı Örgütler!
Yakın tarihte yaşanan İŞİD ve Taliban deneyimi ortadadır. Çağ dışı anlayışları ve barbarlıkları ile Hitler Faşizmine rahmet okuttular. Bir de İran deneyimi bulunuyor ki, özellikle sol hareketler açısından derslerle doludur. Ne var ki yeterince ders çıkarılmamış olacak ki, kimi sol çevreler Hamas’a destek sunmaktadır. Oysa Hamas’ın kuruluşu ve misyonu (tüm cihatist örgütler gibi) Filistin sol-sosyalist hareketlerine alternatif olması için bizzat İsrail devleti tarafından desteklenmiştir. Amaç hem Filistin solunu pasifize etmek hem de birlikte yaşamayı savunan İsrail demokratik kamuoyunu sisteme yedeklemekti.
Şiddet ve Siyaset İlişkisi!
“Her türlü eylem meşrudur” demek; siyaset ile şiddet ilişkisini yanlış tarif etmenin ötesinde, sosyalist etik açısından sorunludur. Nitekim bu alanda yaşanan aşınma, yabancılaşmanın ve marjinalleşmenin başlıca nedenlerinin başında geliyor. “Her türden şiddete karşıyım.” “En kötü barış en iyi savaştan daha iyidir” denilen liberal söylemler de buradan, sosyalist siyasetin amaç ile araçlar arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyor.
Her ABD karşıtlığı anti emperyalizm midir?
Eğer emperyalizmi sadece ABD’den ibaret görüyor ve ABD’nin bölgesel çıkarlarına çelme takmayı eşittir anti emperyalizm olarak anlıyorsak sadace İran’ı, İşid’i, Hamas’ı değil; hızımızı alamayıp Erdoğan’ı, Bahçeli’yi ve Perinçek’i de anti emperyalist görmeye kadar gideriz. Bu tarz anlayışlar Rusya’nın ve Çin’in neo emperyalist, Türkiye’ nin ve İran’ nin ise bölgesel hegemonik güç ve “alt emperyalist” olduğunu görmüyor, ya da görmek istemiyor.
Cihadist Hareketler konjonktürel olarak İsrail ve ABD karşıtı olsa da, karşı devrimcidirler!
Bunu İran Mollalar devriminde, İŞİD veTaliban örneklerinde gördük.
İran fedai gerillaları öncülüğünde başlayan devrimci isyan, Batı Avrupa emperyalistlerinin desteği ile örgütlenen Mollalar hareketi tarafından nötralize edilmiş ve İslam tandanslı karşı devrime dönüşmüştü. Mollaların iktidarı ele geçirir geçirmez ilk işi İran devrimci güçlerini ve Kürt yurtsever hareketini kanlı bir biçimde ezmek oldu. Akabinde en gerici rejim inşa edildi. Bununla yetinmeyen İran Mollalar rejimi, gericiliği tüm bölgeye yayıyor. Bunun için örgütsel ve politik destek verdiği yüz binlerce cihadisti Ortadoğu’da istihdam ediyor.
Hamas bu cihadist örgütlerden biridir. Dolayısıyla Hamas ve İslami Cihad’ın İsrail karşıtı pratik içinde olması onların ilerici olduğu anlamına gelmiyor.
Kürt Gerçeği turnusol kağıdı olmaya devam ediyor!
Filistin-İsrail savaşı vesilesiyle siyasal İslamcıların iki yüzlü tavırlarına bütün çıplaklığıyla tanık olduk. Muhalif görüntülerine rağmen demokrat olmadıkları, aksine iliklerine kadar milliyetçi ve dolayısıyla gerici olduklarını gördük.
Sözkonusu “kardeş” Kürtler olunca İslam sosuna batırılmış milliyetçilik tavan yapıyor. En düşkün olanlar ise Şeriatçı “Kürtlerin” tavrıdır. Bu düşkünler yanı başındaki kentler yerle bir edilirken; insanların naaşları günlerce yerde kalırken; Rojava’ya dönük işgal operasyonu gerçekleşirken, ses çıkarmamış, aksine Afrin örneğinde olduğu gibi açıktan işgale destek vermiştir. Hüda Par adı ile hareket eden bu müslüman ve milliyetçi Kürtler! Filistin için Diyarbakır ve Batman’da mitingler düzenlemiştir. Ve böylece Hüda Par’a verilen misyon her geçen gün daha da netleşiyor.
Hüda Par’a Kürtlerin Hamas’ı rolü verilmiştir. Süleyman Soylu’nun “devletin on yıllık planı” dediği şey budur.
Batı’da bir Hamas’ın çıkması zordur. Ama Fırat ötesinde bunun potansiyeli var. Bu nedenle duyarlılık ve sorumluluk sadece demokratik Kürt hareketinin değil; Türkiye’de kendisine demokrat, aydın, seküler ve solcu diyenlere de düşüyor.