KÜRK MANTOLU MADONNA

TİP Genel Başkanı, akademisyen ve sosyalist kadın siyasetçi Behice Boran’ın bu kritiği, Adımlar Dergisi’nde 1943 yılında kaleme alınmış. Metindeki bazı cümleleri günümüz Türkçesine çevirerek siz değerli okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali’den alıştığımız ve beklediğimiz çeşitten bir eser değildir. Roman ve hikayelerinde bize kasaba ve köylerimizi tanıtan, içimizdeki Şeytan da İstan­bul’a geçmekle beraber yine onda da bize yerli bir konu ve­ren, sözde entelektüel grupların içyüzünü deşen, Kuyucaklı Yu­sufla dilimizin belki en güzel romanını veren yazar, Kürk Mantolu Madonna’da sadece “bir aşk hikayesi” anlatıyor. Kita­bın ilk 45 sayfası Sabahattin Ali tarzında başlıyor ve ilerliyor. Bu kısımda küçük bir memur tipini onun aile hayatını görüyoruz. Yazar bize güzel sahneler çiziyor. Fakat bu kısım “mukaddi­me” dir (önsözdür). 45’inci sayfadan sonra sessiz, uysal çevirmen Raif Efendinin gençlik anılarına dönüyoruz; hikaye Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ilk senelerde Almanya’ya atlıyor ve artık bir Türk genci ile bir ressam – bar artisti Alman kızının aşk hikaye­sine dalıyoruz.

Bütün realist mevzularına (konularına) ve üslubuna rağmen Sabahattin Ali’de romantik bir taraf var. Realist memleket hikayelerinde bu romantiklik, hayatın karanlık, acı taraflarını daha da abartmak­ “acıklı bir hikaye” yi daha da acıklı yapmak eğilimi halinde beliriyor. Aynı romantiklik, bir başka şekilde, içimizdeki Şeytartdaki aşk teminde beliriyor. Orada, fakir genç çiftin zor hayatı romantik bir hava içinde verildiğinden, tatlı ve cazip görü­nüyor, tıpkı bohem hayat hikayelerinde, yedinci kat tavan arasında oturan “artist”in sefaleti , avareliğinin hercümerci (alt üst oluşunun) pembe ve cazip göründüğü gibi. Yazar, öbür kitaplarında gemlediği bu romantikliği Kürk Mantolu Madonna’da başıboş bırakıvermiş. Belki bu tarafı bu suretle bu kitapta boşalmış olur da bundan sonraki eserleri bu zayıflatıcı amilden büsbütün kurtulmuş olur. Biraz keyifsiz olup da işe gitmeyip evde kaldığınız bir gün,veya yorgunca olduğunuz bir akşam, rahat bir sedire uzanıp ka­fanızı yormadan, vakit geçirmek istediğiniz zaman Kürk Manto­lu Madonna’yı tatlı tatlı okuyabilirsiniz. Yormaz da, sıkmaz da. İyi anlatılmış bir hikayedir. Fakat son satırı okuyup kitabı kapa­dıktan sonra da böyle bir kitap okuduğunuzu hemen unutuverir­siniz. Sabahattin Ali bu kitabı yazmamış olsaydı , romancı ve hi­kayeci olarak bir şey kaybetmiş olmazdı .

Yeni Dünya’da tekrar Sabahattin Ali’yi buluyor ve seviniyo­ruz. Hepsi aynı ayarda olmamakla beraber on üç güzel hikaye var. “Asfalt Yol”, “Hanende Melek”, “Yeni Dünya”, “Hasan Bo­ğuldu” benim en beğendiklerimdir. Sonra reyimi (oyumu) sırasıyla “Çay­danlık”, “Selam” ve “iki Kadın”a veririm. Bu hikayelerin bazıla­rında yukarıda bahsettiğim romantikliğin izleri, acıklıyı daha acıklı yapmak, karayı daha da karaya boyamak temayülü (eğilimi) sezili­ yor. “lsıtmak için”, “Ayran”, “Sulfata” hikayelerinde bunun izleri görülüyor. Mesele, hayatta böyle feci hadiseler olur mu olmaz mı? Realiteye uygun mu, değil mi? meselesi değildir. Şüphesiz böyle hadiseler gerçekte aynı fecaatle (çok acı olay) vakisi olur, hatta daha kötülerine de rastlanabilir. Fakat hikayeci okuyucuya, “dozu faz­la kaçırıyor” hissini vermemelidir. Hatta fantezi, hayati mevzular yazanlar bile, eğer mahir hikayeci iseler, hikayeyi okuduğumuz şeyin bir masal, efsane veya rüya olduğunu bildiğimiz, mantığı­mızı kullandığımız zaman anlatılan neviden (türden) bir hikayenin ger­çekte olamayacağını bildiğimiz halde, okurken bu bildiğimizi gemler ve kendimizi hikayeye bırakırız. Hikayecinin mahareti (ustalığı) buradadır.

“Asfalt Yol” ile” Hasan Boğuldu” üzerinde biraz durmak iste­rim. Bu iki hikaye bence diğerlerinden -hem bu kitaptakilerden, hem daha evvelce okuduğum yazarın başka hikayelerinden­ ayrılan vasıflar taşıyor. “Asfalt Yol”da yazarın hafifçe alayla iğneliyen, okuyucuyu gülümseterek düşündüren bir çeşni (tad) var. Yazarın bu iğneleyici alay tam ölçülü , kontrollü. Eğer o “tam çizgi”yi geçmiş olsaydı , hikaye tesirini (etkisini) kaybeder, kıymettten dü­şerdi. Mesela “Bir Konferans” adlı parçada da alaylı iğneleme var, fakat bu parça “Asfalt Yol” ile aynı ayarda değil, işaret etti­ğimiz tehlike orada beliriyor ve mevzu Asfalt Yol kadar güzel ol­maya müsait olduğu halde, tam kıvamını bulamadığından, ben­ce kitabın en zayıf yazılarından biri oluyor.

“Hasan Boğuldu” daha bariz bir surette diğerlerinden ayrılıyor.­ Bu hikayede, fikrimi anlatmak için başka tabir (deyiş) bulamadı­ğımdan, “bir şiir havası var” diyeceğim. Mevzu acıklı , yani ölüm­le biten bir aşk hikayesi olmasına rağmen, ışıklı, renkli , hayatla çarpan bir hava var. Sahne: Ege sahillerinin yeşil, çiçekli, buz gibi berrak sulu, çam kokulu bir köşesidir. Tabiat, bol ölçüde hikayeye giriyor. Bu , çıplak, haşin, kapalı bir tabiat değildir; verimli, hayat dolu , muhteşem ve güzel bir tabiattır. insan, tuzlu deniz rüzgarlarını yüzünde, setlerin buz gibi soğuk, berrak sularını parkalarının ucunda hissediyor. Bu hikayede yazar tabiatla dosttur; onu, insanın ezeli mücadelesinde yenmeye ça­lıştığı bir unsur ôlarak almıyor. Anlatı olan acıklı aşk hikayesi de “realist” bir hikaye olmak gayesinde değildir. Bu, dağların mağ­ rur bir kızı ile bir ova-köyü delikanlısı arasındaki yarım kalmışbir sevginin duyularak anlatılmış bir hikayesidir. Yazıda bir efsa­ne çeşnisi (tadı) var. Hacer kızın diliyle anlatılması , yazarın onun diline verdiği çeşni, bu efsaneliği , şiir havası dediğim vasfı belir­tiyor. O kadar canlı , kıvrak, ifadeli bir dil ki, okuyucu kelimelerin, cümlelerin kuvvetle farkına ve zevkine varıyor; hikayeyi bitirdik­ten sonra da sırf bu dil için yeniden o kısımları okuyacağı geli­yor. Bazı okuyucular bu hikayeyi gerçeğe uygun bulmayabilir­ler; hiç köylü kızı , yörük kızı yabancı bir şehirli erkek ile öylekonuşur mu, hele sonunda ağaca yaslanıp koşma okur mu, di­yebilirler. Böyle diyeceklere, yukarıda fantezi türünden, hayali konuları işleyen yazılar hakkında söylediklerimi hatırlatmalı ­yım. “Hasan Boğuldu” realist bir köy hikayesi değildir; o çeşityazı lar arasına girmez; onu kendi çeşidi içinde kabul etmek la­zımdır. Bu hikayeyi okurken mantığı , gerçek duygusunu baskıaltına alıp kendimizi hikayenin havasına daldırmak, akışına bı­rakmak lazım. Yazarın başarısı da orada ki, hikayenin içine daldırarak kendi istediği yere götürüyor.

Adımlar (Mayıs -1943)

Diğer Yazılar

BRECHT’İN ESTETİK KURAMINA TOPLU BİR BAKIŞ / MUTLU PARKAN

(Editörden Prof Mutlu Parkan’ın bu yazısını Brecht Estetiği ve Sinema adlı eserinden alıntıladık. Tiyarro ve …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir