Mert Yıldırım / 31.08.2023
Çok uluslu topraklarda örgütlenme ve mücadele sorunu öteden beri tartışma konusudur.
Vaktiyle “halklar hapishanesi” olarak tanımlanan Çarlık Rusya’sında işçi sınıfı önderliğinde tarihin en büyük ihtilali gerçekleşirken; ulusların kendi kaderini tayin hakkının en parlak örneği yaşanmıştı. 20.yüzyıl boyunca yaşanan ulusal kurtuluş hareketlerine feyiz veren büyük Ekim devrimi oldu. Daha sonra bu hikayenin akamete uğraması geriye bırakılan mirasa helal getirmez.
Ancak çok uluslu coğrafyalarda hem ulusal sorun hem de devrim anlayışı konusunda Rusya deneyiminin taklit edilmesi çoğu zaman sorunlara neden olmuştur.
Sol-sosyalist hareketler Rusya deneyiminden feyiz alma ve ders çıkarma yerine birebir taklit yapmaya çalışınca ortaya koca bir karikatür çıktı.
Türkiye sol-sosyalist hareketi de Kürt ulusal sorununa Rusya deneyimini kopya alarak yaklaştı. Hem örgütlenmeyi hem de meselenin kendisini misaki milli sınırları içinde ele aldı. Ancak 1970’lerin ortalarından sonra ayrı örgütlenme ortak mücadele perspektifini ileri süren Kürt hareketi tüm ezberleri bozdu. Ve 1990’lara gelindiğinde bir çok sol-sosyalist çevre programatik bakış açısını revize etmek zorunda kaldı.
Ulusal meseleyi her koşulda sosyal meseleye endekslemenin ve kurtuluşu sosyal kurtuluşa havale etmenin, kestirmeciliğin ötesinde basbayağı sosyal milliyetçilik olduğunu geçen zaman ortaya çıkardı.
Oysa ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı ayrı devlet kurma hakkı olduğu kadar, bunun için ayrı örgütlenmeyi de içerir. Hatta bir arada yaşamanın yolu kimi zaman ezilen ulusun ayrılmasından geçebilir.
Çünkü birlik ve kardeşlik özgür olan topluluklarla mümkündür. Özgür ve eşit olmayan uluslar ile egemen olan uluslar arasında kardeşlik olmaz.
Eşit ve özgür olmayan uluslar için “kardeşiz” demek ultra bir demogojiden ibarettir.
Bu anlamda şu meşhur “yaşasın halkların kardeşliği” sloganı çoğu zaman problemlidir ve aldatmacadır. Bunun yerine, tam eşitlik ve özgürlük olana dek “yaşasın halkların mücadele birliği” şiarı daha sahicidir. Samimidir. Aksi taktirde öteki olanı erteleme, böylece varlığını sürümcemeye bırakıp çürütmek anlamına gelir. Bu da ulusal ön yargıları fena halde depreştirir.
×××
Ulus kavramı kapitalizm şafağında dolaşıma çıkmıştır. Burjuvazinin ilk zamanlarda gereksinim duyduğu sözkonusu kavramsal (ulus) çerçeve hayati önem taşımıştır. Fakat emperyalizm aşamasında, özellikle 21.yüzyılla birlikte olmazsa olmaz olmaktan çıkmıştır.
Artık ulus devlet eşittir özgürlük olmadığını, bizim geldiğimiz ekol için parlak örnek olan Vietnam vb.ülkelerin durumunda görmekteyiz. Ama anarşist ekolün ileri sürdüğü gibi herbir sorunun nedeni de değildir.
Ayrı örgütlenme
Ortak mücadele!
Kürt hareketi, “Zorun Rolü” adlı belgede uzun süreli halk savaşını ve aşamalarını hangi mücadele ve örgütlenme biçimiyle gerçekleşeceğini tarif etmişti. Yaptığı tarifte uzun süreli halk direnişinin denge aşamasında iki önemli sonucu öngörmüştü. Birincisi, denge aşamaşına kadar süren mücadelenin rejimi ekonomik, sosyal ve siyasal olarak yıpratacağını ve bunun tabi sonucu olarak da Batı’da işçi-emekçi sınıfların fiili tepkilerinin ortaya çıkacağını, bu durumda saldırı aşamasına gereksinim olmadan Mezopotamya ve Anadolu halklarının kollektif isyanı ile muzaffer olabileceğini. İkincisi ise denge aşamasından sonra SSCB başta olmak üzere reel sosyalist ülkelerin desteğinin ortaya çıkacağını. Ancak öngörülen bu sonuçlar ortaya çıkmadı. Çünkü o yıllarda, 1990’ların başında reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte bütün hesaplar alt üst oldu. Dünyanın dengeleri köklü bir biçimde değişti. İster SSCB’ye yakın ister uzak olunsun çözülüşün sonuçları tüm sol-sosyalist hareketleri etkiledi.
Tam bu yıllarda volantarist mücadele alanı istediği sonucu yaratmış, Kürt toplumunun içinde bulunduğu pasifikasyon süreci önemli ölçüde kırılmış, serhildanlar ortaya çıkmış, artık “şehir devrimleri” (halk savaşının saldırı aşaması) gündeme gelmeye başlamıştı. Ne var ki bu aşamada beklenen Anadolu halklarının kollektif isyanı gerçekleşmemiş, aksine Anadolu toprakları sömürgeci oligarşinin cephe gerisi haline gelmişti. Bunun bir nedeni devletin özel savaş politikaları iken; ikinci nedeni merkezi devrimci bir müdahalenin olmamasıdır. Çünkü sol-sosyalist hareket 12 Eylül Faşist darbesinde aldığı yenilgiyi atlatmadan reel sosyalizmin çözülüşünün travması eklendi. O günlere kadar başka bir dünya tahayyülü olan sosyalizm prestiji dibe vurdu. Bütün bu nedenlerden dolayı denge aşamasına takılı kalan Kürt direniş hareketi başka arayışlara girmek zorunda kaldı. 1993’ün baharında Özal hükümeti döneminde gerçekleşen ateşkes bu arayışın bir sonucuydu.
Körfez savaşının sonucu oluşan konjonktür bir miktar lehte durum yarattı ise de “denge aşaması” pata halîni aşamadı. Bu durumun uzun sürmeyeceğini düşünen Kürt hareketi, volontarist seçenekleri masada tutmakla birlikte sistem içi dönüşümler (Determinist) için taktik hamleler geliştirmeye başladı. Ateşkes vb. hamleler yanında sivil siyasete, yani demokratik siyasete ağırlık vermeye başladı.
Sistem içi dönüşümler için demokratik siyaset olmazsa olmaz seçenekler arasına alındı. Başka bir ifadeyle demokratik siyasete stratejik misyon biçilmeye başlandı.
Sistem içi dönüşüm ve demokratik siyaset stratejik bir hal alınca ortak örgütlenme ve birleşik mücadele yeniden gündeme geldi. Daha önce var olan ayrı örgütlenme-ortak mücadele perspektifi yerini ortak örgütlenmeye ve ortak mücadeleye bıraktı. Ama öte yandan direnişin başlangıç ve esas alanları, yani volantarist mücadele sahası varlığını sürdürmeye devam etti. Bu arada hangi alanın tali, hangi alanın esas olduğu tanımı bir miktar muğlaklaşmaya başladı.
Yukarıdaki paradigma ile ( iç dönüşüm ve demokratik siyaset) çelişir gibi görünen bu durumun üç temel nedeni bulunuyordu. Birincisi, Suriye savaşı sonucu ortaya çıkan konjonktür ve burada kazanılan mevzileri koruma önceliği. İkincisi, bu alanın Kuzey’e alan açacağını ve böylece giderek uluslararası alanda bir meşruiyet yaşayacağı. Üçüncüsü, devletin geleneksel yapısını kırmanın ancak volantarist seçenekler ile mümkün olacağı. Ne var ki gelişmeler beklendiği gibi gerçekleşmedi.
Rojava’da ortaya çıkan statü bıçak sırtında kaldığı gibi, büyük parça olan Bakur (Kuzey) topraklarının lehine sonuçlar doğurmadı. Rojava’ya öncelik verilmesi, enerjinin büyük bölümünün buraya aktarılması, iktidarın artan ateş üstünlüğü ve bir dizi iç ve dış etmenler sonucu Kuzeyde devrimci hegemonya zayıfladı.
Bu arada devletin yapısı ise gelenekçi tarzda gelişti. “Esneme gösteriyor” denildiği zamanlar da bile esas amacı Kürt meselesini sürümcemeye bırakıp yeniden organize olmak oldu. Nitekim “çözüm sürecinden” istifade ederek bölgenin en ücra köşelerine kadar askeri ve siyasal nüfusunu yaydı. Kürt hareketinin bir çok çalışmasına ( başta gençlik olmak üzere) göz yumar gibi görünüp içten manipüle etmeye çalıştı. Nitekim bunun sonuçları daha sonra ortaya çıktı.
Rejim, kent direnişlerinde gözü kara bir şekilde saldırıp kentleri yerle bir ederken beklenilen uluslararası tepki gelişmedi. Böylece uluslararası ilişkilerde belirleyici olanın dostluk ve haklılık değil, güç ve çıkar ilişkileri olduğu bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Öte yandan çökertme planıyla birlikte devletin yeniden inşasına gidildi. Cumhuriyetin İkinci yüz yılı yeni ittifaklarla dizayn edildi. Enver Paşa ve Abdülhamit anlayışının koalisyonu kuruldu. Böylece yepyeni ilişki ve manzara ortaya çıktı.
Peki Ne yapmalı?
Bunun yanıtını bir sonra ki yazıda tartışmaya devam edeceğiz.