MERT YILDIRIM / 25.07.2023
Mayıs seçimleri ve sonuçları toplumun önemli bir kesimini fena halde etkiledi. Moralleri bozdu.
Bunun başlıca nedenlerinden biri seçimlere olduğundan fazla anlam yüklenmesidir. Çünkü eskiden eleştiri konusu olan “parlamentarizm” anlayışı herkesi sarıp sarmalamış durumda.
Devrimci ve demokrasi çevrelerinin önemli bir kesimi içinde bulunduğu siyasal ve örgütsel krizi, seçime ve parlamentoya abartılı misyon biçerek aşmaya çalışıyor. Her defasında “bu seçim çok kritik”, “bu seçim tarihi bir seçim”, “bu son seçim olabilir” vb. abartılı söylemler kitleleri büyük beklentiye ve sistem içi düşünmeye sürükledi. Böylece sonuçlar istenen biçimde ortaya çıkmayınca büyük bir umutsuzluk ve moral bozukluğu ortaya çıktı.
Demokrasi güçleri seçimleri siyasetin merkezine koyunca demokratik siyasette bir yönetici eliti oluşmaya başladı. İl ve İlçeler de başkan olanlar, bir kurumun ve derneğin başında bulunanlar ve PM’de yer alanlar otomatikman vekil, belediye başkanı veya belediye meclis üyesi olmayı kendisinde hak görmeye ve bütün pozisyonunu buna göre oluşturmaya başladı.
Seçimlerin ve parlamentonun bir alan, bir mevzi olduğu gerçeğinin unutulması ideolojik zemin kaybını ifade ediyor. Bu ideolojik zemin kaybı aynı zamanda sokak ile siyaseti, demokrasi ile devrim ilişkisini kopardı. Bilinen kavramsal disiplinler ve referanslar unuttulduğu gibi, aynı zamanda yeni dönemi okumaktan uzak kalındı. Mesela ekonomik kriz ve deprem gibi olgulardan hareketle iktidarın gidici olduğunu söyleyerek fena halde ekonomizme saplandığı için yeni sosyolojik veriler ve siyasetin icra biçimi, bütün bunların oluşturduğu hegemonya gerçeği görmezlikten gelindi.
Yenilenme şart ama nasıl?
Seçimlerden sonra birçok çevre kendi meşrebince tartışmaya ve “yenilenme”den söz etmeye başladı. Bu tartışmaları yapan ve halen yürüten çevrelerden biri de HDP/Yeşil Sol Partidir.
HDP/Yeşil Sol Parti’nin yürüttüğü tartışmalarda sık sık eleştiri-özeleştiriden ve belli ölçüde yapısal sorunlardan söz ediliyor. Ancak adı geçen eleştiri-özeleştirinin ve yapısal sorunların ne olduğu henüz açığa çıkmış görünmüyor.
Çok değil, bir kaç ay öncesine kadar yapısal sorunlardan söz etmek öyle herkesin harcı değildi. Hatta yapısal sorunlardan söz edenlere yan gözle bakılır ve deyim yerindeyse “üstü çizilirdi.” Bu durum belki kimimize garip gelecek ama uzun süredir işleyiş ve ilişkiler böyle sürüyor.
Tartışmalar önceden belirlenen başlıklar altında yapılıyor. Böyle olunca sorunların nedenleri ve çıkış yolu açığa çıkmıyor.
Her krizde yukarıdan gelecek olan perspektifin beklenmesi aşağıdan gelecek olan dinamizmin önünü kesiyor. Yeni dinamizm devreye girmeyince en iyi ihtimal siyasetin pata hali gerçekleşiyor. Ancak bu durumun sürdürülebilir yanı artık kalmadı. Yıllardır devam eden iki adım ileri bir adım geri, bir adım ileri iki adım geri hali giderek siyasi oyuncu olma, siyasi oyun kurma etkisinin yitirilmesine yol açtı. Çünkü pata halinin uzun sürmesi çoğu zaman kurulu iktidarların lehine sonuçlanıyor.
Kaldı ki içinde bulunduğumuz dönemde bir çok bakımdan bambaşka ilişki ve çelişkilerle karşı karşıyayız. Bu hem dünyada hem de Türkiye’de böyledir. Bu nedenle sorunların ve siyasi krizin nedenlerini tali alanlara hapsetmek bütünlüklü okumayı ve muhasebeyi sekteye uğratıyor.
Yaşadığımız coğrafyada özellikle 2014 yılının sonuna doğru devreye konulan yeni dönem programı hem Kürt hareketi (dolayısıyla sol-sosyalist hareket) açısından hem de devlet açısından bir dönüm noktasıdır. Kürt hareketinin önderliği tarafından “darbe mekaniği” olarak tarif edilen bu süreç bir tür 12 Eylül günleri demekti. Ve 6-8 Ekim Kobani serhildanı bu dönemin başlangıcıdır. Kobani serhildanı kitlesel ve militan bir direniş olmasına karşın kendiliğindenci ve dolayısıyla dağınık halî devlete önemli veriler sunmuş ve buradan hareketle “darbe mekaniği”, resmi belgelerdeki ifadeyle “çökertme planı” devreye konulmuştur. Kürt hareketi ise 6-8 Ekim serhildanın kitlesel ve militan yanının heyecanına kapılarak kendiliğindenci ve dolayısıyla örgütsüzlükten gelen zaafları görememiştir.
Bir başka yanılgı ise
2015 Haziran seçimlerinde alınan sonuçtur. HDP’nin aldığı %13 küsür oy adeta “devrimci durumun olgunlaşması” olarak okunmuştur. Ve bu durumun parlamento ve seçimler aracılığıyla ileri taşınacağı, hatta toplumsal dönüşümün mümkün olabileceği düşünülmüştür. Devlet ise “çözüm sürecinde” artan “sivilleşme” ve güçlenen orta sınıf çizgisinden güç bularak ortaya koyduğu planı adım adım pratiğe geçirmiştir.
Kürt hareketi ve sol-sosyalist çevreleri iktidarın çökertme planına karşı yeni hamleler gerçekleştirmek yerine “çözüm süreci” ikliminin taktikleri ile hareket etmiştir. Bir yandan “darbe mekaniği” ve “açık faşizm” gibi doğru tanımlamalar yaparken öte yandan bu tanımlamaya uygun taktik ve örgütsel dönüşümleri yapamamıştır. Devletin yeni dönem hamlelerini ve kitlelerin tepkilerini doğru analiz edemediği için buna uygun yeni siyaset dilini ve örgüt formunu da inşa edememiştir. Oysa bunun için geçmişte yaşanmış bir yığın pratik deneyimler ve kavramsal çerçeveler bulunuyor. Örneğin birileri yüz-yüz elli yıl önce “devrimci durum”, “gerici günler”, “Almanca konuşmak”, “Fransızca konuşmak” vb. kategoriler ileri sürerken; amaç mevcut durum tespitini yapmak ve bunun üzerinden stratejik-taktik formları tarif etmekti.
Sosyal-siyasal tarihin en büyük alt üst oluşunu gerçekleştiren Bolşevik Partinin önderi Lenin’in, yukarıdaki tanımlamalar gibi bir dizi kavramsal çerçeveleri tartışırken amacı entelektüel jimnastik yapmak değildi. Onun ve arkadaşlarının bütün derdi dünyayı ve içinde bulundukları Çarlık topraklarını anlamak, buna göre çalışma tarzını ve örgütlenme modelini tarif etmekti. Nitekim tarif ettikleri teorik ve pratik disiplinler sonucu dünyanın dörtte birinden büyük bir alt üst oluşu gerçekleştirirken, aynı zamanda dünyanın çehresini değiştirmede öncü rol oynadılar. Dolayısıyla “yol haritası” denilen şey halen önemini koruyor. Yer yer dillendirilen “kervan yolda düzülür” deyimi ise siyaset alanında son derece risklidir. Evet, sosyal ve siyasal hayat grifttir ve en mükemmel teori bile olsa hayatın yeşilliği karşısında gri kalma olasılığı yüksektir. Ama bu durum post modern siyasetin geçer akçe olduğu anlamına gelmiyor.
Hem programatik hem de stratejik bütünlüğe ihtiyaç var
Eskiden insanlar devrimci bir siyasal organizasyon içinde yer almadan önce o hareketin programına ve buna bağlı olarak izlenen siyasetin yol ve yöntemine bakar ve ona göre kararını verirdi. Belki bu durum tüm kesimler için geçerli değil ama belli yerlerde bulunanlar, yani kadrolar meseleye böyle bakar ve öyle yol alırdı. En azından programatik ve stratejik olarak belli bir paralellik gerekiyor. Ama taktik ve pratik alanda bu paralellik her zaman beklenemez. Her alanda, her konuda paralellik beklemek toplumcu ütopya ile çelişir. Zira diyalektiğin/analitiğin olmadığı yerde demokratik siyaset değil, monolitik ilişkiler boy verir. Ve monolitik ilişkilerin olduğu yerde bürokratik bozulma kaçınılmaz olur. Bürokrasinin olduğu yerde ise şimdilerde olduğu gibi yaranmacılık, eyyamcılık ve kafa kol ilişkisi gerçekleşir. Aşağıdan yukarıya doğru uzlaşmacı ilişkiler boy verir.
Rötuş Yaparak Yapısal Sorunlar Aşılamaz!
Bugüne değin yapılan tartışmalar ve değerlendirmeler daha çok taktik planda yaşanan sorunlara ve kişilerin “yetmez pratiğine” bağlanıyor. Oysa sorunları sadece taktik alanlara ve kişilerin “yetmez pratiğine” bağlamak zaman ve enerji kaybıdır. Yapısal sorun denilen şey yetersiz kişilikler, eksik örgütsel pratikler, yanlış adaylar ve yöntemsiz aday belirlemeleri, seçim kampanyasının biçimi, cumhurbaşkanlığı adaylığı vb.taktik politikaların ötesinde bir şeydir. Yapısal sorunlar denildiği vakit amaç yukarıda altı çizilen zaafların arka planına inmektir.
Yapısal sorunlar programın kendisinden kaynaklı olabileceği gibi sözkonusu programla örtüşmeyen örgütsel model, kitle ilişkisi ve kadro politikasından da kaynaklanabilir. Ancak bugüne değin yürütülen tartışmalar bu çerçevede yürümüyor. Bir yandan “yapısal sorunlardan” söz edilirken; öte yandan “paradigmada sorunumuz yok.” “Örgütsel modelimiz doğru”. “Paradigmayı ve örgütsel modeli tartışmak doğru değil”. “Sorunlar yetmez pratik ve kişiliklerden kaynaklanıyor” vb. deniliyor. Böylece bilerek veya bilmeyerek yapısal sorunların tartışılması engelleniyor.
Meselelere en baştan “doğrultu” verilmeye çalışılınca hem sahici tartışmalar ve üretkenlik ortaya çıkmıyor hem de katılım düşüyor. Sen, ben, bizim oğlan diyerek statüko devam ettiriliyor. Oysa yapısal sorun/sorunlar olduğu aşikar ve bunun içinde yetersiz pratik ve kişilikler olsa da, bunun arka planında ya paradigmanın kendisi yada buna uygun olmayan çalışma tarzı ve örgütsel model bulunuyor. Tartışılması gereken budur.