KILIÇDAROĞLU: VASATIN EFENDİSİ, SİYASETSİZLİĞİN TA KENDİSİ

Ümit ÖZDEMİR / 24.07.2023

@masumlevrek

Siyasi hayatına sosyal liberal TESEV toplantılarında başladı. Arama konferansı adı verilen bu toplantıların temel esprisi CHP’yi yeni döneme hazırlamak ve partiyi sosyal liberal bir çizgiye oturtmaktı. Beklediği fırsat Baykal’a komplo ve nifak merkezi Fetöcüler tarafından kurulan ve Erdoğan’ın da meydanlarda “ne özel hayatı genel genel” diyerek ifşa ettiği kaset komplosuyla ayağına geldi. CHP Genel Başkanı seçildi seçilene kadar onu kimse tanımıyordu. Kısa sürede tanınacaktı, tasfiye CHP’nin kapatılmasını savunan Oğuz Kaan Salıcı’nın örgütlerden sorumlu genel başkan olarak atamasıyla başladı. Genel merkeze muhalefet yapan kim varsa birer ikişer disiplin sopasıyla atıldı.

CHP ve sosyal demokrasi çizgisinin ilk tasfiyesi bu değildi elbette. Daha soğuk savaş yıllarında memleketi Amerikan emperyalizmine teslim etmek için atılan adımlardan ilki, islamcı Şemsettin Günaltay’ın Başbakan seçilmesiydi. Tek parti iktidarında seçim falan yoktu İsmet İnönü kimi işaret ederse o genel başkan seçiliyordu… İşte o işaretlerden ilki laiklik konusunda verilen tavizlerle belirdi. CHP, 2. Dünya Savaşı içinde hem Alman emperyalizmine ve faşizmine destek vermenin hem de müttefikleri oyalayabilirim siyasetinin hazin bir kaybedeni olmuştu. Durumu toparlamak ve emperyalist kampa daha sıkı yanaşabilmek adına Sovyet tehdidi uyduruldu. İlerleyemeyen devrim geriler, Kemalizm termidorla kendi evlatlarını yerken, en büyük darbeyi eğitime vurdu. Hasan Ali Yücel görevden alınırken, Köy Enstitüleri birer ikişer kapanıyordu. Bu duruma kuşkusuz en çok toprak ağaları ve onların bürokrasideki temsilcileri sevinecekti…

İşte bu tasfiyecilik çizgisinin soğuk savaş yıllarındaki yeni adı ortanın solu hareketi oldu. Siyaseti, sınıfları siyasi alanın dışında, küçük dar ve elit bir çevrenin pazarlıklarıyla biçimlendiren küçük burjuva fraksiyonu olarak CHP, yükselen sosyalist harekete engel olmak adına bu ipe sarıldı. Sol popülizm ve anti komünist siyasetin incesi ortanın solu hareketiydi. Kalını ve teröristini ise CKMP’yi emekli militer eskisi faşist Alparslan Türkeş ve arkadaşları MHP’yi kurarak yapacaktı…

İşin gerçeği hareket ne ortaydı ne de sol, ama devir halk kitlelerinin sürekli daha fazlasını talep ettiği, bunun için rejimin ve müesses nizamın sınırlarını zorladığı hatta Türk-İş gibi sarı Amerikancı bir sendikayı yıkıp DİSK’i kurduğu bir dönemdi. 1960 darbesi sonrası sol sosyalist espri kitleleri sardıkça, hem kültürel, hem de ideolojik hegemonyayı kuruyordu. Ortanın solu hareketi, işte bu yükselişe karşı pratik, politik bir cevaptı. Ancak ortanın solu hareketinin esin kaynağını aldığı Avrupa merkezcilik, Türkiye gibi emperyalizme bağlı bir yarı sömürge ülkede rejimin ideolojik hegemonya üretmesine engel olacak maddi zemini hesap edememişti. Avrupa burjuvazisi 68 hareketinin Regie Debray gibi asi çocuklarını milletvekilliği ve bakanlıklar vererek dizginlerken, bizdeki burjuvazinin öyle bir seçeneği yoktu.. Burjuvazi sosyalist hareketi tasfiye etmek için Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idam etti. Kızıldere’de THKP-C’nin 10 militanını katledecek kadar geniş ve şedit bir devlet terörünü örgütledi…

CHP’nin bu evresi, militerlerle sıkı işbirliği içinde İsmet İnönü’nün Nihat Erim gibi nam bir Amerikancıyı yarı-askeri rejime başbakan olarak vermesiyle biçimlendi. Duruma “isyan” eden Ecevit ve ortanın solcuları, kongreleri kazanarak genel başkan seçildiler. Ortanın solu iktidara gelirken Ecevit “Karaoğlan” olarak seçim zaferleri kazandı. Üzerine bir de emperyalizmin Türkiye’ye kurduğu en büyük tuzaklardan biri olan Kıbrıs sorununa askeri çözüm olarak Barış Harekatı gelince, Ecevit’e verilen Karaoğlan sıfatının yanına bir de “Kıbrıs Fatihi” eklendi. Kıbrıs Fatihi ve Karaoğlan olarak süratle ilk icraatını yaptı ve küçük burjuva siyasal islamcılığın ilk partisi MSP ile koalisyonu kurdu. Ecevit’in komünizm karşıtlığının kökeninde onun emperyalizm tarafından devşirilmesi yatar. CIA desteğiyle burs alan ve ABD’de Henry Kissinger’ın öğrencisi olduğu sırada tütün tekellerinin gazetesinde gazetecilik yapan Ecevit, NATO tarafından düzenlenen gezide gazeteci kimliğiyle şu anti komünist hezeyanları dile getirebilmiştir: Karşımızdaki komünizm tehlikesi, NATO üyelerinin hürriyetleri, müşterek mirasları ve medeniyetlerini de kökünden yıkmaya çalışmaktadır. Komünistler askeri istilaya ihtiyaç kalmaksızın da bu amaca erişebilmenin yollarını aramakta, yer yer ve zaman zaman bu yolları bulmaktadırlar. Hatta bir çok durumlarda bu türlü manevi istila, komünistlere, askeri istiladan daha kolay ve ucuza gelmektedir. Onun için Kuzey Atlantik topluluğu içinde en az askeri silahlanmaya olduğu kadar manevi silahlanmaya da lüzum vardır.” 1

Bu CHP’nin ilk sağ sapması değildi kuşkusuz. Zurnanın zırt dediği yer, 1974 affı oldu. MSP 141-142’den hapse düşen solcuların affı mecliste oylandığında oylamaya katılmadı. Anayasa mahkemesinin kararıyla solculara da af çıkarken, CHP-MSP ortaklığı da bitiyordu.

1970’li yılların ortalarında rejimin bekasını tehlikeye düşüren ve kendi siyasal alanını belirlemeye başlayan sosyalist solun durdurulması için DİSK’in düşürülmesi şarttı. Sınıf ve kitle sendikacılığında ısrar eden ve bunun mükafatını, en geniş örgütlenmeye ve yığınsal destekle alan DİSK, 1 Mayıs’ı düzenleyebilecek kadar güçlenmişti. İşte DİSK’e düzenlenen operasyon Ali Topuz, Bülent Ecevit ve Abdullah Baştürk üçlüsünün eliyle örgütlendi. 1977’nin son aylarındaki kongrede genel başkan seçilen Abdullah Baştürk, aslında eski bir Türk-İş üyesiydi. Sicilinde işçi sınıfının büyük ayaklanması 15-16 Haziran’ı kışkırtan ve DİSK’in kapatılması için kurulan komisyonda  hazırlanan yasa teklifinde komisyon üyesi olan Baştürk’ün bu mazisi, herhalde onu oraya seçtirenlerin gözünden kaçmış olmalıydı !

Kongre sonrası tasfiye edilen tecrübeli, sosyalist sendikacıların yerini DİSK’i CHP’nin kuyruğuna takarak paralize edecek yenileri aldı. Aynı Ecevit 1978 Maraş katliamında yani askeri darbeye giden sürecin kadrolarının faşist hareket tarafından belirlendiği kitle kıyımında da sessizleşiyordu. 14 Ekim 1979 ara seçimlerinden önce “diyet borcum yok” diyerek sosyalist sol ile köprüleri atıyor ve darbe öncesi 3.MC hükümetinin kurulmasına fiilen hizmet ediyordu. Ecevit nihayet bir tasfiye hareketi olarak ortanın solunun encamını gözler önüne seriyordu.

Sosyalist solun büyük yazarı komünist Vedat Türkali’nin tasvir ettiği biçimde Mavi Karanlık tam da buydu. Ancak solun en geniş kesimlerini yönlendirme ve tasfiye etme operasyonunun bedelini Ecevit’in kendisi de ödeyecekti. Darbe günü gelip çattığında 6 Eylül 1980’de Petrol-İş sendikası kongresinde konuşan Ecevit, “eğer sahada olması gerekenler, örneğin işçiler, tribünde oturur ve sahaya inmezseniz, korkarım biri çıkar, düdüğü çalar: ‘oyun bitti, herkes evine.’ der.” sözleriyle darbenin eli kulağında olduğunu bildiriyordu. Ne çare ve ne fayda ! DİSK’in kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler faşistler tarafından evinin önünde katledilirken, öncü işçiler birer ikişer DİSK’ten atılırken sinsi bir sevinç duyan bu ince anti-komünizm, sıra kendilerine geldiğinde işçileri sahaya davet edecek kadar tutarsızdı… Düdük gerçekten de çaldı CHP kapatıldı, genel başkanı hapse kondu, sonra oradan da istifa edip, DSP’yi kurdu. DSP’mi ? Fabrika yayınlarında çok yerinde bir benzetmeyle Demokratik Sağcı Arçelik Partisi demiştik. En son Cumhur İttifakına destek verecek kadar sağa savrulan bu partinin macerası apayrı bir yazı konusu olacak kadar geniş…

SHP ise sosyal demokrasinin tasfiyecilik dalgasında önemli ve kilit roller üstlendi. SHP’nin ve lideri Erdal İnönü’nün tasfiyeciliği ise düzen siyaseti sınırlarının çıkma alametlerinin belirginleştiği toplumsal muhalefet güçlerinin 1989 Bahar eylemleri ve işçi sınıfının karşı koyuşunda somutlandı. 12 Eylül askeri darbesinin ölü toprağını üzerinden atan geniş halk kesimlerinin öfkesi, SHP’yi iktidara taşırken SHP iktidar ortağı olduğu hükümetin Sivas katliamı aydın kırımıyla başlayan bütün icraatlarını sessiz bir biçimde destekledi. Rejimin kendisinden beklediği fonksiyonları yerine getirdiğine inanan Erdal İnönü, siyaseti bırakıp fizik hocalığına geri döndüğünde siyasal islamcıların önü alınmaz yükselişi başlamıştı..

18 Nisan 1999 seçimlerinde baraj altında kalan ancak 2002 seçimlerinde yeniden parlamentoya giren Deniz Baykal’ın CHP’si ise kendisinin Cumhurbaşkanı olması karşılığında hüküm giymiş Tayyip Erdoğan’ı hapisten çıkmasına ön ayak oldu. Deniz Baykal’ın Cumhurbaşkanlığı hevesi kursağında kalırken, hileli Siirt seçimlerinde vekil seçilen Erdoğan ise büyük siyasal islamcı öfkesiyle hapisten çıkarak Türk siyasetini dizayn edecek bir güce, ortağı Fetullah Gülen cemaatinin katkı sunduğu seri kumpaslarla ulaşacaktı. CHP’nin eski hastalığı bir kere daha nüksetmiş ve siyasal islamcılarla yürütülen gizli pazarlık ve yenilen kazık, burjuva siyasetinin neye benzediğini bir kez daha gözler önüne sermişti.

DSP’nin iktidar olduğu 2000’li yılların başında ise DSP’nin Dünya Bankası tarafından başına atadığı genel vali Kemal Derviş, 15 günde 15 yasa çıkararak tasfiyeciliği tarım ve hayvancılığa kadar genişletti. Rejim bunalımı esnasında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Ecevit’in başına fırlattığı Anayasa kitapçığı belki ona gelmedi ama isyan eden bir esnafın fırlattığı yazar kasa çok yakınına düşecekti… Ecevit’i siyaseten bir mevta haline getiren şey iktidar yetkisinin ve tasarruflarının IMF / DB’nin çizdiği çerçevede neoliberal programla ekonomik ve sosyal konseylere, Enerji Piyasası Kurumu gibi şirket devletin ilk tohumlarının atılacağı ara formlara devriyle şekillendi. AKP’nin devleti ölü ele geçirmesi sonrasında Kemal Derviş’in çizdiği programa sadık kalması, IMF’siz IMF programına devam etmesi şüphesiz burjuvazinin de takdirine şayan olmasına neden olacaktı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu kadar liberalleşen ve siyasetin ana esprisinin çeşitli NGO’lar ve STK’lar tarafından belirlendiği Türkiye atmosferinde ortaya çıkması, zuhur etmesi mi diyelim? Eşyanın tabiatı gereğiydi. Danışmanlarının hepsinin eski AKP’li olması, partide solcu, sosyal demokrat bırakmamaya yeminli tutumunun görünür nedenlerinden biriydi. Devir yetmez ama evet devriydi ve bu devirde solculuk, halkçılık iyi bir şey miydi ? Bu yüzden kendini eleştiren solculara “kantin solcuları” diye çıkışması, öfkesinin kökenleri hakkında bir fikir verir. Bir seçim gezisinde dayanamayıp ülkücü faşistlere bozkurt işareti yapması da sahte solculuğunun ispatıydı. Buna sanırım en çok 12 Eylül öncesinde faşistlerin saldırılarıyla hayatını kaybeden CHP’liler üzülmüştür. Döneminde kantinde bile solculuk yapmadığı kesin olan birinin bu öfkesini anlamak mümkün. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekmek için Ekmeleddin diyerek eski bir siyasal islamcı profesörü aday göstermesi yazının başında ortaya koyduğum çizginin bir devamıydı aslında. Ekmeleddin İhsanoğlu seçilemediği gibi, soluğu MHP’de alacaktı !

Türkiye tarikat cehennemi kuşatmasına alınırken ve hemen her gün tarikat yuvalarında cinsel istismar, cinayet ve her türden sapıklık haberleri yağmur gibi yağarken Kılıçdaroğlu “Türkiye’nin laiklik gibi bir sorunu olmadığının” altını çizdi. Gerçeğin inkarı olan bu söylem, aynı zamanda sosyal liberal sentezin tarikat ve cemaatleri “sivil toplum örgütü” gibi göstermesiyle benzer frekanstaydı Amerikancı Ahmet Davutoğlu’nun önerisiyle kamuda türban, peçe, çarşaf ve hatta burkaya kadar genişlemesi kuvvetle muhtemel yasa teklifi, AKP’ye atılan bir pas olarak tarihe geçti. AKP bu pası alarak siyasi rakiplerini yıllarca sömürdüğü türban meselesi üzerinden bir kez daha köşeye sıkıştırma imkanını Kılıçdaroğlu ve ona bu akılları veren siyasal islamcılar sayesinde yakaladı.

Kılıçdaroğlu’nun Ukrayna-Rusya savaşında Ukrayna yanında yer aldığını açıklaması Atlantik, emperyalist siyasetine ram olduğunu ilanıydı. Emperyalist batıya şirin gözükmek için atılan bu adımın kökeninde hiç kuşkusuz 1945 sonrası CHP’de açığa çıkan ve metastaz yaparak bütün Türk siyasetini etkisi altına alacak olan Amerikancılığın payı büyüktür. Neyse ki bu işlerde CHP’den çok daha tecrübeli, üstelik eline su döktürmeyecek kadar iddialı siyasal islamcılar var. Ne de olsa siyasal islamcıların tamamı ABD’ye biat ederken, işi 6. Filo gemilerini kıble yapmaya kadar vardıran bir geçmişe sahiplerdi… Kılıçdaroğlu ve ekibinin siyasetsizliği ve apolitikliğinin kökenleri yakından incelendiğinde, bu olgunun yani emperyalizme tam sadakatin, hiçbir siyasi birikimi olmayanların süratle yükseltildiği 12 Eylül sonrasının politik atmosferinin bir ürünü olduğu görülecektir. İşte bu siyasi atmosferde sadece yeteneksizler, bilgisizler ve elbette biat edenler yükselecekti. Sonuç mu ? Elbette tam bir kaos !

Kılıçdaroğlu’nun kapitalizmin yeni yeşil anlaşması olan temel enerji altyapılarını değiştirilmesi fikrinin seçim dönemindeki savunucusu olması yukarıda özetlemeye çalıştığım emperyal siyaset ve ekonomi politikalarının yerli acentası olma misyonunun bir ürünüydü. Kapitalizmin ve Uluslar arası tekellerinin muhaliflerinin “yeşil badanacılık” olarak adlandırdığı bu yeni evresinin aktörleri elbette liberaller olacaktı. Güneş enerjisi gibi temiz enerjileri, kapitalist sermayenin yeni birikim aracı olarak pazarlamak için önce hidrokarbonların çevreye verdiği zararlar işlenmeliydi. Sonra “sürdürülebilirlik” adı altında üretim ve dağıtımın emperyalist tekellerin kontrolünde kalacağı yeni yeşil anlaşma ile “temiz sermaye” savunulmalıydı. Acentacılık işte tam da böyle bir anda ortaya çıkar: Kar oranları düşmesin diye her canlının bir biçimde yararlandığı güneş ve rüzgar enerjilerini kapitalistlerin tekeline almak, kârın ve rantın ta kendisi haline getirmek için ideoloji üretmek..

Milletvekili dokunulmazlığı gibi parlamenter rejimin olmazsa olmazı olan bir oylamada bile kendi vekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasına neden olacak siyasi hatası, onu İstanbul yollarına “Adalet” yürüyüşüne sürükleyecekti. Akılsız başın cezasını ayaklar çekerken, oylamada aldığı yanlış tutumun liderlik krizine dönüşmesine saçma adalet yürüyüşüyle engel oldu. Kitlelerde düzene karşı biriken öfke, adalet yürüyüşüyle alınırken bir taşla iki kuş vurulacaktı. Bu arada sosyalist bildiğimiz pek çok insan, adalet yürüyüşünün cezbesine kapılmış olacak ki Kemal Kılıçdaroğlu ile aynı kareye girmekte bir sakınca görmedi !

15 Temmuz sonrasında yeni rejime selam durduğu Yenikapı mitingine katılması ise siyasi hayatının olası en büyük hatalarından biriydi. Erdoğan ve siyasal islamcıların şovunun bir parçası olmayı kabul eden bu tutum, CHP ve liderinin sağa savrulmasında bir sınırlarının olmadığının ilanıydı. Yuhalanması da cabasıydı.

Hepsi yaralar sonuncusu öldürür.. Cumhurbaşkanı olmak adına 35 sağcıyı CHP listelerinden parlamentoya girmesine izin vermesi ve bunun karşılığında kendi adaylığını onaylatması, Kemal Kılıçdaroğlu ve partisi CHP’nin sosyal liberal sentezinin iflasıydı. Bu iflas, siyasal islamcı faşist, Cumhur İttifakına Anayasayı değiştirecek kadar geniş bir parlamento çoğunluğuna ulaşmasına ramak kalmasıyla CHP’ye beslenen temelsiz umutların karamsarlığa dönüşmesine neden oldu.

Kılıçdaroğlu CHP’sinin seçim stratejisinin iflası ve siyasetsizliği, Zafer Partisi ile imzaladığı gizli protokolün ırkçı faşist Ümit Özdağ tarafından ifşa edilmesiyle öğrenildi. Protokolü kendi partisinden bile gizlemesiyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun hali trajedinin komediye dönüştüğü andı…

Sosyal demokrasi mi ? Kesintisiz ihanetler tarihidir. Kautsky ile başlayan 1.Dünya Savaşı öncesi İkinci Enternasyonali sosyal şoven çizgiye savuran sağcılık, bugün başka başka isimlerle ama aynı espriyle yeniden üretiliyor. Sosyal demokrasinin ihanetinin en berbat örneklerini Yeşiller Partisi’nin Ukrayna’da savaşın en ateşli taraftarı olmasıyla ortaya çıktı. İçindeki militeri gizleyemeyen Alman Yeşiller Partisi vekili Cem Özdemir, Alman askeri üniforması giyerek yeni bir Barbarossa harekatına2 hazırım mesajı verdi.

Türkiye sosyalist hareketi kendi ayaklarının üzerinde duracak ve güç biriktirecekse, bu elbette kendi çabasının ve kendi halkının içinde yaratacağı örgütlenmelerin ürünü olacaktır. Bizim aynı kabusları yeniden yaşamamak için yeni YAE dalgalarına, sosyal liberal tasfiyeciliğe ihtiyacımız yok. Bu perspektiften bakınca, TİP’in seçimlerde aldığı “bir oy Kemal’e bir oy TİP’e” kararının hayat tarafından neden yanlışlandığı ortaya çıkar. Geçmişte ve bugün CHP’nin sosyalist sola ne hayrı oldu ki şimdi olsun ? YSP’nin ise tutum belgesiyle dolaylı destek verdiği sosyal liberal sentez, iflas ettiği gibi büyük bir anafora neden olduğu ortadadır. Tarih mi ?Elbette ondan öğrenmeyenler için yeni yeni dersler vermeye devam edecektir…

Diğer Yazılar

BUGÜN NE YAPMALI ?

Yazarımız Zeki Tombak’ın bu yazısı Ne Yapmalı dergisinin 3. sayısı için kaleme alındı. Sitemizde de …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir